Yavuz Sultan Selim'in Mısır Macerası
Yavuz Sultan Selim, dedesi Fatih Sultan Mehmet gibi büyük hedefleri olan, kararlı ve son derece zeki bir padişahtı. Tahta geçtiğinde, doğuda iki büyük Türk devleti vardı: Osmanlılar ve Mısır merkezli Memlükler. Memlük Devleti, o dönemde İslam'ın kutsal şehirleri olan Mekke ve Medine'yi kontrol ediyor ve zengin baharat yollarını elinde tutuyordu. Yavuz Sultan Selim, İslam dünyasındaki bu ikiliği bitirmek, tüm Müslümanları tek bir bayrak altında toplamak ve kutsal emanetleri korumak için gözünü güneye, Memlüklerin üzerine çevirmişti. Bu, sadece bir fetih değil, aynı zamanda tarihin akışını değiştirecek büyük bir maceranın başlangıcıydı.

(Görsel yapay zeka ile üretilmiştir.)
Topların Gücü: Mercidabık'ta İlk Zafer
Seferin ilk büyük çarpışması Mısır'da değil, bugün Suriye topraklarında bulunan Mercidabık Ovası'nda gerçekleşti. İki ordu karşı karşıya geldiğinde, aralarında büyük bir fark vardı. Memlük ordusu, geleneksel savaş taktiklerini kullanan, zırhlı ve mızraklı, cesur süvarilerden oluşuyordu. Osmanlı ordusu ise disiplinli Yeniçerilere, daha da önemlisi, Şahi Topu gibi ezici bir güce sahip topçu birliklerine ve ateşli tüfeklere sahipti. Savaş başladığında, Osmanlı'nın teknolojik üstünlüğü açıkça görüldü. Topların ve tüfeklerin ateşi karşısında Memlük süvarileri çaresiz kaldı ve savaş, Osmanlı'nın kesin zaferiyle sonuçlandı. Bu savaşta Memlük Sultanı Kansu Gavri de hayatını kaybetti.
Aşılamaz Denilen Engel: Sina Çölü'nün Geçilişi
Mercidabık zaferiyle Suriye ve Filistin kapıları Osmanlı'ya açılmıştı, ancak asıl hedef olan Mısır'a ulaşmak için önlerinde neredeyse aşılması imkansız bir engel vardı: Sina Çölü. O güne dek hiçbir komutan, devasa bir orduyla bu susuz ve kavurucu çölü geçmeye cesaret edememişti. Vezirleri ve paşaları, ordunun çölde susuzluktan kırılacağını söyleyerek padişahı bu fikrinden vazgeçirmeye çalıştılar. Ancak Yavuz Sultan Selim kararlıydı. Anlatılanlara göre, çölün girişinde bir an atından indi ve yürümeye başladı. Paşalar sebebini sorduğunda, "Önümde Peygamber Efendimiz başta olmak üzere peygamberler ve evliyalar yürüyor, ben onların bastığı yerde nasıl at üzerinde olurum?" dedi. Bu sözler ve padişahın bu mütevazı ama kararlı duruşu, tüm orduya inanılmaz bir güç ve moral verdi.
Dahiyane Taktik: Ridaniye'de Son Perde
Ordu, haftalar süren zorlu bir yolculuğun ardından, yorgun ama azimli bir şekilde çölü aştı ve Kahire'nin önlerine ulaştı. Yeni Memlük Sultanı Tomanbay, Ridaniye denilen yerde ordusunu hazırlamış, Osmanlı toplarına karşı siperler kazdırarak kendi toplarını sabit bir şekilde yerleştirmişti. Yavuz Sultan Selim, düşmanın bu hazırlığını görünce parlak bir askeri deha örneği sergiledi. Ordusuna cepheden saldırmak yerine, gece boyunca El-Mukattam Dağı'nın etrafından dolaşarak Memlük ordusunun arkasına sarkma emri verdi. Sabah olduğunda Memlükler, Osmanlı ordusunu hiç beklemedikleri bir yönde, toplarının arkasında buldular. Sabit yerleştirilmiş toplarını düşmana çeviremediler ve bu dahiyane manevra sayesinde Ridaniye Savaşı da kesin bir Osmanlı zaferiyle sonuçlandı.

(Görsel yapay zeka ile üretilmiştir.)
Zaferin En Büyük Meyvesi: Halifelik ve Kutsal Emanetler
Bu zaferin ardından Yavuz Sultan Selim, büyük bir törenle Kahire'ye girdi ve böylece yaklaşık 270 yıllık Memlük Sultanlığı tarih sahnesinden silindi. Ancak bu fethin en önemli sonucu, askeri başarıdan çok daha büyüktü. Kahire'de bulunan son Abbasi Halifesi III. Mütevekkil, halifelik unvanını ve bu unvanın getirdiği tüm kutsal hakları bir törenle Yavuz Sultan Selim'e devretti. Artık "Halife" yani tüm dünya Müslümanlarının lideri, Osmanlı padişahıydı. Kutsal Emanetler (Hz. Muhammed'in hırkası, kılıcı, sancağı vb.) İstanbul'a getirildi ve Topkapı Sarayı'nda özel bir dairede korunmaya başlandı.
Bir İmparatorluğun Değişen Kaderi: Seferin Mirası
Mısır seferi, Osmanlı Devleti'nin karakterini ve kaderini kökünden değiştirmiştir. İmparatorluğun toprakları neredeyse iki katına çıkmış, Mısır'ın zenginlikleri ve baharat yolunun kontrolü Osmanlı'ya geçmişti. Ancak en önemlisi, Osmanlı Devleti artık sadece bir Avrupa gücü değil, aynı zamanda İslam dünyasının tartışmasız lideri ve koruyucusu olmuştu. Yavuz Sultan Selim, bu fetihten sonra "Sultan" unvanı yerine "Hâdim'ul Harameyn'iş-Şerifeyn" yani "Mekke ve Medine'nin Hizmetkârı" unvanını kullanmaya başladı. Bu, onun için en büyük şerefti ve bu macera, bir imparatorluğun yönünü doğuya çevirerek onu cihanşümul (evrensel) bir güce dönüştürdü.