Platon’un Phaidros diyalogunda karşımıza çıkan ilginç bir sahnede, Sokrates yazının keşfine dair oldukça karamsar bir yorumda bulunur.1 Hikaye şöyledir: Mısır’da Theuth adında bir tanrı sayıları, geometriyi, türlü türlü hesap araçlarını ve en nihayetinde harfleri icat etmiştir. Bu buluşları krala sunarken, harfler için özel bir heyecan besleyerek insanların artık daha bilgili olacaklarını ve hafızalarının güçleneceğini söyler.
Ancak Thamus adındaki kral bu anlatıya pek kapılacak gibi değildir. Sokrates’in sesiyle itiraz eder. Ona göre yazı, bırak bilgelik getirmeyi, insanları bizzat unutkanlığa sürükler. Çünkü insanlar artık hatırlamaları gereken şeyleri zihinde tutmak yerine birtakım dışsal işaretlere, yani yazıya havale edeceklerdir. Dahası, yazıyla haşır neşir olan kişi, sahip olduğu bilgilerin sadece birer hatırlatma aracı olduğunu unutup kendini bilge zannedecektir. Gerçek bilgiyle değil, onun kopyasıyla yetinecek, ezberle hatırlama arasında sıkışıp kalacaktır. Platon’un Sokrates’i yazıya pek sıcak bakmaz. Ona göre yazı, zihni tembelleştirir, hatırlamayı unutturur. Bilgiyi dışsallaştırır, hafızayı rehavete alıştırır.
Burada Platon’un karşı çıktığı şey aslında yazının unutturuşundan öte, yazının savunmasız oluşundan da kaynaklanır. Dahası sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş içerisinde gerçekleşen pek çok değişimin tedirginliğini de içerisinde barındırır. Aynı tedirginlik pek çok dönem ve pek çok farklı kültürel bağlam içerisinde de gerçekleşmiştir. Nitekim bugün aşina olduğumuz klasik metinlerin pek çoğu gerek sayfalar üzerinde gerekse ekranlardan okunmak için yazılmış metinler değildir. Bu metinler söylenmek için meydana gelmişlerdir. Tarih içerisinde yazıya geçirilerek muhafaza edilip çağlar boyu aktarılmışlardır. Trajedilerden ortaçağdaki tiyatro oyunlarına kadar pek çok eser sahnelenmek yahut söylenmek için yazılmıştır. Dolayısıyla yazmanın işlevi yalnızca söylenen şeylerin muhafazası için bir araç olarak anlaşıla gelmiştir.
Yazının Dönüştürdüğü
Yazmak, konuşulanı saklaması itibarıyla hayati bir öneme sahiptir. İlk bakışta, Theuth’un iyimser vizyonunda olduğu gibi, sadece hatırlamaya yardımcı olan masum bir araç gibi görünür. Ne var ki bir kez yazmaya başlanmıştır artık ve bu eylem, geri dönülmez bir dizi antropolojik dönüşümü beraberinde getirir. Sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş, yalnızca bir alışkanlık değişikliği değil, aynı zamanda bir norm üretim sürecidir. Yeni alışkanlıklar, zamanla olağanlaşır; olağanlaşanlar da doğallaşır. Belleğin yerini artık harici kayıt teknolojileri almıştır. Platon’un korktuğu başımıza gelmiş olabilir. Hafızamız, her yeni satırda biraz daha devre dışı kalma riskine sahiptir. Çünkü artık belleğin yükünü yazıya devretmiş bulunuyoruz. Yazının teknoloji olarak dönüştürücü niteliği, işte bu sessiz ama köklü değişimlerde gizlidir. Yazı sadece bir kayıt aracı değil; düşünme, hatırlama, hatta unutma biçimimizi dönüştüren bir eşiktir.
Bir kez yazmaya başlayan insanoğlu, artık pek çok şeyi yazarak yapmaya başlamıştır. Bunların belki de en önemlisi düşünmektir. Düşünmek artık yazmaktan geçmektedir. Yazmak, yalnızca düşüncenin dışa vurumu değil, bizzat onun iç işleyişidir. Bu noktada tarihsel süreci farklı bir perspektiften değerlendirmek mümkün. Eric Havelock, Platon’a Giriş adlı eserinde Yunan düşüncesinin gelişimini, Yunan alfabesinin evrimiyle birlikte okur.2 Harflerin incelmesi, kelimelerin çoğalması, yazının yaygınlaşması alfabe sayesindedir. Bunların her biri düşünceye yeni kıvrımlar kazandırmıştır. Zira yazının tek hammaddesi düşüncedir. Ne düşündüğümüzü yazarak bir zemine indiririz. Sonra o zemine geri döner, kendimizle bir nevi yazılı diyalog başlatırız. Yazmak, sadece düşünce üretmek değil, düşüncenin düşünülmesini mümkün kılan bir araçtır. Kendini okuyan bir özne yaratır. Durmayı, yüzleşmeyi, eleştirmeyi ve yeniden kurmayı mümkün kılar. Düşünce yazıdan yapılır, düşünmenin kendisi yazı halini alır.
Nasıl ki okurken her kelime farklı ufukları okuyucunun hizmetine sunar ve ona farklı uçları arşınlama imkanı tanır, yazmak da benzer şekilde bir köşeye çekilip durmayı, neler olup bittiğine dair değerlendirmelerde bulunmayı ve düşünmenin imkanlarını açığa çıkarmayı mümkün kılar. Psikolog David Olson’un zihin, yazı ve düşünce ilişkisine dair söyledikleri burada anlam kazanır:
“Zihinden ne anlıyorsak anlayalım, düşünme becerisini de içerir. Okumak bize kelimeler üzerinde durma, düşünme ve yeniden okuma fırsatları sunar. Yazmak sadece yazmamızı değil, duraklamamızı, düşünmemizi ve yeniden yazmamızı sağlar.”3
Makina Yazınca
Yazı, kişisel farkındalığın da anahtarı haline gelir. Kendimizi sürekli sorguladığımız ve düşünmeyi icra ettiğimiz bir eşlikçiye dönüşür. Yazmak, yalnızca ne düşündüğümüzü değil, neden ve nasıl düşündüğümüzü de bize gösteren bir aynadır. Oysa son günlerde yazma gerekliliklerimizin hatırı sayılır bir kısmı yapay zeka araçlarınca devralınmış durumda. Yazının yalnızca klavyeye basarak belirli harflerin belirmesi olarak indirgenmesi, yazma faaliyetinin bedensel ve bilişsel bütün yükünün yapay zekaya devredilmesine ön ayak oldu. Peki yapay zeka araçları neyi yazıyor? Yazmak gerçekten de taviz verebileceğimiz bir şey mi?
Zira yazıyı konuşmadan evvel “konuşma”yı konuşup Platon’un tedirginliğini hatırlamamız gerekir. Düşünmeyi mümkün kılan ve yeni düşünceleri inşa eden araç olarak dilsel imkanlarımız, tüm entelektüel faaliyetlerimizin temelini oluşturur. Alemde oluşumuzu besleyen hayal edişimiz ancak dilin imkanlarıyla şekillenir. Bütün teknolojik gelişmeler, dönüp dönüp okuduğumuz metinler, tarihsel birikim ve hatta kutsal kitaplar bile bu zeminde yükselir: Dilin ve düşüncenin zemini.
Tam da bu yüzden, yazının düşünceyi taşıyan hayati önemi bugün yeniden gündeme gelmek zorunda.
Eğer yazıyla düşünen insanoğlu, yazmayı makinelere devrediyorsa, düşünmeye nasıl devam edecek? Yapay zekaya devredilen yazma yükü ile insana kalan düşünme yükü arasında nasıl bir sınır çizeceğiz?
Bu çizgi nereden geçmeli, daha da önemlisi kim tarafından belirlenmeli?
Tüm bu soruların kalbinde yazma faaliyetimizin gitgide daha büyük bir kısmını üstlenen yapay zeka araçlarının performansı yatıyor. Artık maillerimizi, bloglarımızı, akademik yazılarımızı, ödevlerimizi, hatta yer yer kişisel mesajlarımızı bile makineler yazıyor. İlk bakışta işlevsellik ve kolaylık sağlayan bu gelişme, beraberinde oldukça hayati bir soruyu getiriyor: Yazılanı kim düşünecek?
Makineler sahneye çıktığından beri yükümüzün hafiflemesi tanıdık bir hikaye. Ağır sanayiden ev içi otomasyona kadar makineler bedensel zahmetimizin çoğunu devraldı. Ancak yapay zeka ile birlikte, devredilen yük artık sadece bedenle sınırlı değil. İnsanlık düşünmenin yükünden de adım adım sıyrılıyor. Hayal kurma, yaratıcı düşünce, dünyayı dönüştürme yetisi, hepsi birer lüks, birer külfet haline geliyor. Engelleri aşmamız için gereken düşünce artık bir yük olarak sırtımızı kambur ediyor. Zira artık ortada engel de kalmıyor, herşey dümdüzleşiyor.
- Platon (2020). Phaidros. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 64-65.
- Havelock, E. A. (1963). Preface to Plato. Belknap Press.
- Olson, D. (1994). The World on Paper: The Conceptual and Cognitive Implications of Writing and Reading. Cambridge University Press.

