KÜRE LogoKÜRE Logo
BlogGeçmiş
Blog
Avatar
Ana YazarKÜME Vakfı18 Nisan 2025 11:38

#6 Toplum ve Teknoloji Bülteni

fav gif
Kaydet
kure star outline


Silikon Vadisinin Ahlaki Krizi

 

Ibtihal Aboussad yakın zamana kadar bir Microsoft çalışanıydı. Geçtiğimiz hafta birçoğumuz onu sosyal medyada Microsoft AI CEO’su Mustafa Suleyman’ın şirketin 50. yılı kutlamalarındaki konuşmasını protesto ederken gördük. 

Aboussad salondan uzaklaştırılmadan evvel ‘Yazıklar olsun’, ‘Microsoft çocukları öldürürken neyi kutluyorsunuz?’, ‘Yapay zekayı soykırım için kullanmayı bırakın’ gibi sözler etti. Olayın akabinde ise Microsoft çalışanlarına uzunca bir email gönderdi.
 

Teknolojik ilerlemeler çoğu zaman insanlığın geleceğine dair iyimser senaryoların merkezinde yer alsa da, bu ilerlemeleri yönlendiren kişi ve kurumların etik duruşu ciddi soru işaretleri barındırabiliyor.Aslında bu, yeni bir tartışma değil. Teknolojinin ahlaken sorunlu amaçlara hizmet ettiği örnekler tarihte fazlasıyla mevcut. Atom bombası, konunun belki de en çarpıcı örneği.
 

Silikon Vadisi de zaman zaman benzer tartışmaların odağında bulunuyor. Yenilikçiliğin ve teknolojik dönüşümün sembolü haline gelen bu bölge, kimi zaman etik kaygıların göz ardı edildiği projelerle gündeme geliyor.
 

Bugün ise bu tartışmalar, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü kıyım ve yıkımda teknolojinin oynadığı rolle yeniden gün yüzüne çıkıyor. Gözetleme sistemlerinden yapay zeka destekli hedefleme algoritmalarına kadar pek çok teknoloji, İsrail’in savaş suçu mahiyetinde operasyonlarında aktif biçimde kullanılıyor. 
 

Microsoft’un konuya dahlini ise Aboussad’ın mektubu güçlü şekilde özetliyor: 

  • ‘Bugün burada konuştum çünkü şirketimin Filistin’deki soykırımdaki rolünü öğrenince başka bir ahlaki tercih göremedim.’

  • ‘Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Adalet Divanı bunun (Gazze’de yaşananların) bir soykırım olduğu sonucuna varmış ve Uluslararası Ceza Mahkemesi İsrailli liderler için tutuklama emri çıkarmıştır.’

  • ‘Microsoft’un ürettiğim teknolojiyi İsrail ordusu ve hükümetine satacağını; bunun da gazetecileri, doktorları, yardım çalışanlarını ve tüm sivil aileleri gözetleyip öldürmeye hizmet edeceğini bana kimse söylemedi. Eğer ürettiğim teknolojinin, Filistinlileri daha iyi hedef alabilmek adına telefon görüşmelerini izlemek ve yazıya dökmek için kullanılacağını bilseydim, bu kuruma katılıp soykırıma katkıda bulunmazdım. Ben insan haklarını ihlal eden kodlar yazmak için burada değilim.’

  • ‘İsrailli bir istihbarat görevlisinin açıklamasına göre, İsrail ordusu Microsoft Azure’u kitlesel gözetim yoluyla topladığı bilgileri bir araya getirmek için kullanıyor. Bu veriler, telefon konuşmaları, mesajlar ve sesli iletileri içeriyor; hepsi yazıya dökülüyor ve çevriliyor. Sonrasında bu veriler, İsrail’in hedefleme sistemleriyle karşılaştırılıyor.’

  • ‘Microsoft’un yapay zeka sistemleri, İsrail ordusunun en hassas ve gizli projelerine de güç veriyor; bunların arasında “hedef bankası” ve Filistin nüfus kayıtları da var. Microsoft’un bulut ve yapay zeka altyapısı, İsrail ordusunun Gazze’de daha yıkıcı ve ölümcül olmasını mümkün kıldı.’

  • ‘Şirketimizin geçmişinde insan haklarını savunduğu örnekler var — apartheid Güney Afrika’dan yatırımların çekilmesi, AnyVision (İsrailli yüz tanıma girişimi) ile sözleşmelerin iptali gibi. Bunlar, çalışanlar ve topluluk baskısıyla mümkün oldu.’

Mektubun akla getirdiği birçok soru var. Bir teknoloji çalışanı emeğinin neye hizmet ettiğini sorgulama hakkına ve sorumluluğuna sahip değil midir? Peki bu sorgulama neticesinde ortaya ne çıkmaktadır? 
 

Aboussad’ın çıkışı yalnızca bireysel bir vicdan meselesi değil aynı zamanda teknoloji sektörünün karşı karşıya olduğu yapısal bir krizin işareti. Microsoft özelinde yaşananlar, şirketin kamuoyuna sunduğu “etik yapay zeka” söylemiyle fiiliyatta yaptığı işbirlikleri arasında ciddi bir tutarsızlık olduğunu ortaya çıkarıyor. Microsoft bu tür işbirlikleri içerisinde olan şirketlerden yalnızca biri.
 

Önümüzdeki dönemde, benzer firmaların nasıl bir pozisyon alacağı yalnızca bu şirketlerin değil teknoloji sektörünün bütününün güvenilirliğini etkileyecek. Zira burada söz konusu olan sadece bir şirketin bir ülke ile yaptığı sözleşmeden ziyade teknoloji üretiminin meşruiyeti, sınırları ve denetlenebilirliği üzerine küresel ölçekte süren bir tartışmanın tam ortasındayız.
 

Aboussad'ın çıkışı yalnızca kişisel bir vicdan muhasebesi değil; aynı zamanda çok daha geniş bir suskunluk haline yöneltilmiş bir meydan okuma. “Ne yapabilirim ki?” diyen her çalışana, “En azından susmamak mümkün” yanıtını veriyor. Microsoft gibi dev bir şirketin içinde dahi, kurumsal söylemin dışında bir ses olmanın mümkün olduğunu gösteriyor.
 

Teknolojinin Yükselişi ve İnanç

Modern dünyanın belki de en sarsıcı dönüşümü, teknolojiye duyulan güvenin ve bağlılığın, geleneksel inanç sistemlerinin yerine geçecek kadar derinleşmesiyle yaşanıyor. Artık teknoloji yalnızca bir araç değil; anlam arayışımıza yön veren, ahlaki pusula sunan, hatta bazıları için ibadet nesnesi haline gelen bir yapıya bürünüyor.


Sekülerleşme uzun süredir dinin gerilemesini ve toplumsal etkisinin azalmasını merkeze alan bir anlatıydı. Ancak filozof Charles Taylor bu yaklaşımı fazla indirgemeci buluyor. Ona göre, modern çağda sekülerleşme, dinin ortadan kalkması değil; inanç ve inançsızlık arasındaki zeminlerin yeniden tanımlanmasıdır. Tanrı’ya inanmamak, sadece bir eksiklik değil, tıpkı inanç gibi aktif ve anlam yüklü bir duruşa dönüşmüştür.
 

Bu zeminde filizlenen en dikkat çekici olgulardan biri, “teknoloji dini” olarak adlandırılabilecek yeni bir inanç formunun ortaya çıkışında. Bu yapı ne bütünüyle mecazi ne de sıradan bir metafor. Teknolojiye duyulan bağlılık, yer yer neredeyse ritüelistik bir düzeye ulaşmış durumda. Ve bu yalnızca bireysel alışkanlıklarla değil, kolektif bilinçle şekillenen bir eğilimdir.
 

Tarihçi David Noble, Batı'nın teknolojiye olan yaklaşımını hiçbir zaman din dışı bir alan olarak görmez. Aksine, teknolojik gelişmelerin ardında yatan motivasyonların büyük kısmı, dinsel hayallerle, özellikle de Hristiyanlığın kurtuluş ve ölümsüzlük arzularıyla beslenmiştir. İlk modern bilim insanları doğayı sadece anlamakla yetinmemiş, onu dönüştürmek ve ilahi plana daha uygun hale getirmek için çalışmışlardır. Bu anlayış, bilimi Tanrısal iradenin bir devamı gibi görmüştür.


Kültür tarihçisi David Nye ise bu durumu daha sistematik bir biçimde analiz eder. Ona göre Amerika özelinde teknoloji, adeta “sivil bir din” halini almıştır. Demiryolları, barajlar, uzay roketleri gibi yapılar sadece mühendislik başarıları değil; toplumu bir arada tutan, ortak bir değer sistemine işaret eden sembollerdir. Özellikle 1939 New York Dünya Fuarı gibi etkinlikler, bu yeni dinin birer ayini gibi işlev görür. Milyonlarca insanın katıldığı bu fuarlar, yalnızca teknolojik yenilikleri tanıtmakla kalmaz; kolektif bir gelecek hayaline iman tazeleme vesilesi olur.
 

Ancak zamanla teknoloji bu anlamın da ötesine geçiyor. Artık sadece tanrısal olanı temsil etmiyor yahut ona benzemiyor; onun yerini de alıyor. “İlerleme” kavramı, tanrısal takdirin dünyevi bir karşılığına dönüştü; “inovasyon” ise kutsal metinlerin çağdaş yorumu gibi anılmaya başladı. Modern çağın “peygamberleri”, vizyoner girişimcilere; yeni kutsal metinler ise ürün lansmanlarına, manifestolara ve kod satırlarına dönüşmüş durumda.
 

Bu gelişmenin uç noktalarından biri, 2017 yılında mühendis Anthony Levandowski’nin kurduğu “Way of the Future” adlı yapay zeka tarikatıydı. Levandowski, Tanrı’nın artık dijital bir varlık olarak geleceğine inanıyor ve bu Tanrı ile bütünleşmenin programlanabilir bir olasılık olduğunu savunuyordu. Başta uçuk bir fikir gibi görülebilir; fakat bu vizyon, Silikon Vadisi’nin sadece marjlarında değil, merkezinde yankı bulan bir düşünce tarzını yansıtıyor. Bugünün teknoloji liderleri—Sam Altman, Ray Kurzweil, Elon Musk, hatta Oprah Winfrey gibi figürler—teknolojiyi anlatırken “mucize”, “melek”, “kurtarıcı” gibi dini çağrışımlı kelimeler kullanıyorlar. Bu, yalnızca süslü bir dil tercihi değil. Aksine, teknolojiye yüklenen derin metafizik anlamın bir yansıması. Zira ChatGPT gibi yapay zeka araçlarının yanıtlarında, ya da bir algoritmanın öneri sisteminde bile zaman zaman bir tür “aşkınlık” hissedilebiliyor. 
 

Bu gelişmeleri daha sistematik bir çerçeveye oturtanlardan biri, Greg Epstein. Tech Agnostic adlı kitabında Epstein, teknolojinin modern dünyanın yeni dini haline geldiğini ileri sürüyor. Teknoloji artık sadece cihaz değil; etik belirliyor, ritüeller yaratıyor ve hatta toplumsal normları yeniden inşa ediyor. “Kötü olma!” gibi kurumsal sloganlar, birer seküler emir haline dönüşmüş durumda. Teknoloji şirketleri yalnızca hizmet sunmuyor; aynı zamanda doğru ve yanlışın ne olduğuna dair hükümler veriyor.
 

Zuckerberg’in dünyayı birbirine bağlama vaadi, Bezos’un inovasyonla insanlığı kurtarma misyonu ya da Musk’ın Mars’a gidiş planları… Tüm bunlar, yeni çağın peygamberlik iddialarına denk düşüyor gibi görünmekte. Fakat her din gibi, bu dijital din de bir cemaat yaratıyor. Ve bazıları da bu cemaatin dışında kalıyor. Zira teknolojinin sunduğu kurtuluş herkese açık değil. Epstein’a göre dijital ölümsüzlük vadisine yaklaşan bir avuç elit sınıfın yanında, algoritmalarla şekillenen dışlanmış kitleler de var. Veri sömürüsü, mahremiyetin kaybı ve toplumsal eşitsizlikler bu yeni dini yapının karanlık yüzünü oluşturuyor.
 

Sonuçta teknoloji, modern insanın sadece hayatını kolaylaştırdığı bir araç olmaktan çıktı. Artık ona bir bağlılık, bir sadakat, hatta bir ibadet eşlik ediyor. Peki bu bağlılık gerçekten hakikat arayışının bir uzantısı mı? Yoksa yalnızca gündelik ihtiyaçlarımızı kutsallaştırma eğilimi mi?
 

Bu sorunun cevabı belki de gelecekte nasıl bir teknolojiyle değil, nasıl bir inançla yaşamak istediğimize dair vereceğimiz kararda gizli.

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme

Blog İşlemleri

KÜRE'ye Sor