Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde dünyaya geldi. Babası İlyas Bey, annesi Gülnigâr Hanım'dır. Hânî nispesinin Hakkâri yakınlarında bulunduğu söylenen Hân köyü veya burada yaşayan Hânî aşiretiyle ilişkili olduğu tahmin edilmektedir. Erken yaşlardan itibaren iyi bir eğitim aldığı anlaşılan Ahmed-i Hânî'nin yirmili yaşlarda "Mîr Muhammed-i Pürbelâ" olarak bilinen Doğubayazıt Mîri Muhammed Beg'in sarayında kâtiplik görevi yürüttüğü kaydedilmektedir.
Hânî, bir süre Cizre'de yaşayıp Mem û Zîn adlı mesnevisini de burada yazdıktan sonra Doğubayazıt'a döndü ve orada vefat etti. Tasavvufî kişiliğiyle halk arasında bir veli olarak saygı gören Hânî'nin İshak Paşa Sarayı'nın biraz yukarısında bulunan türbesi de bir ziyaretgâhtır.
Hânî, klasik şiir geleneğine hâkim, devrinin ilim dallarını tahsil etmiş olgun bir şair portresi çizer. Döneminin tasavvuf, ilim ve edebiyat geleneği çerçevesinde yüksek bir estetik zevk ile bilgi seviyesine ulaşmış olduğu anlaşılmaktadır. Ana dili Kürtçe'ye hakimiyetinin yanı sıra Arapça, Farsça ve Türkçe'ye de vâkıftır. Kendisinden sonraki yazılı kültür üzerinde güçlü bir tesir bırakmıştır. Bu tesir, günümüz edebiyat ve sanatına kadar süregelmiştir.
Hayatı ve eserleri pek çok bilimsel çalışmaya konu olmuş bir şahsiyet olarak etkisi -özellikle- Kürtçe'nin ilk aşk mesnevisi örneği ve Kürt edebiyatının önde gelen metinlerinden biri olan Mem û Zîn ile yaygınlık kazanmıştır. Hânî'nin kurgusal bir yetkinlikle mesnevi usulüyle yazdığı bu eseri, çok katmanlı bir metin olup edebî gücünün yanı sıra tasavvufî açıdan da kıymetli görülür.
Mem û Zîn mesnevisi, Fars şiirinin tahakkümü karşısında kendini ispat etme iddiası taşıyan Farsça dışındaki edebiyatlar bakımından da önem arzetmektedir.
Ahmed-i Hânî'nin özellikle çocukların bilgiye daha kolay ulaşmalarını amaçlayarak yazdığı sözlük ve iman rehberi türündeki metinleri, bu alandaki ilk örnekler olarak da dikkate değerdir. Akîdenâme (Eqîde[name]) adlı İslam inanç esaslarını konu alan Kürtçe eserini, çocuklara dinî bilgileri öğretme saikiyle kaleme almıştır. Bu eser daha sonra medreselerde okutulan bir metin haline gelmiştir.
Arapça-Kürtçe manzum bir eser olan ve Kürtçe'nin ilk sözlüğü olarak da kabul edilen Nûbihara Biçûkan, çocuklar için yazılmış ve bu eserle yazarın ifadeleriyle "Kürt çocuklarının zorlanmadan Kur'an'ı okuyabilecek bir seviyeye gelebilmeleri" amaçlanmıştır.
Medreselerde bir müfredat metni olarak okutulagelen bu eser, aynı zamanda el yazması nüshaları en fazla dolaşıma giren Kürtçe metinlerden biridir. 1683 yılında yazıldığı düşünülen eser, ilk defa -bir başka sözlük olan- el-Hediyyetü'l-Hamîdiyye fi'l-Lugati'l-Kürdiyye'nin bir eki olarak 1893-94 yılında İstanbul'da basılmıştır. Sözlüğün tıpkıbasımı ise 1903 yılında arkeolog A. A. von Le Cog (1860-1930) tarafından Berlin'de Kurdische Texte isimli önemli çalışmada yayımlanmıştır. Nûbihara Biçûkan'ın tashihli bir nüshası da Şam'da basılmış olup bu nüshanın tarihi belirsizdir.
Mem û Zîn sonraki mesnevi örneklerinin yazılmasına öncülük ettiği gibi, Nûbihara Biçûkan ve Eqîdename adlı eserler de bu alanda yeni metinlerin ortaya çıkmasına öncülük etmiştir. Bunun en iyi örneklerinden biri Şeyh Muhammed Kerbelâ'nın (1885-1939) telifi olan Mîrsâdü'l-Etfâl isimli sözlüktür. Eserini Nûbihara Biçûkan ile aynı vezinde yazan müellif, Ahmed-i Hânî gibi bu kitabı çocuklar için hazırladığını belirtir.
Ahmed-i Hani kürtçenin yasaklandığı dönemlerde bile kaynak olma vasfını korumuştur. Hânî'nin eserleri, eğitim öğretimi esas alan ilk örnekler olup, bir eğitim materyali olarak kullanılmıştır. Özellikle Nûbihara Biçûkan, Arapça öğrenimi için de kullanılabilecek bir ders kitabı olarak tasarlanmıştır. Eserde 200 beyti aşkın bir içerikle 1000'den fazla Arapça kelime ve terimin Kürtçe karşılıkları verilirken kelimeler aruz vezni ile kullanılmıştır. Bunun sonucunda metnin belirli bir ritim ve âhenge kavuşması bir yana, okurun eseri kolayca ezberlemesine de olanak sağlamıştır. Manzum sözlükler gibi klasik metinlerin ezberlenmesini kolaylaştıran ana unsurların başında aruz vezni gelmektedir. Bundan hareketle Nûbihara Biçûkan'da geçen bazı beyitlerin halk arasında ezberlendiği ve bunların adeta birer deyim olarak da kullanıldığı görülmektedir.
Ahmed-i Hânî'nin şiiri onun sufi kişiliğiyle yoğrulmuştur. Mem û Zîn'in tasavvufî bir okunuşu mümkün olduğu gibi onun diğer eserlerini de yine İslam kültürünün hâkim olduğu gelenek içinde yazdığı görülmektedir.
Ahmed-i Hânî, kültürün en işlevsel aktarım araçlarından biri olarak ana dilin önemini kavrayan ileri görüşlü bir kişiliktir. Çocuklar için yazdığı eserlerinde kullandığı dil ve üslup, onun aynı zamanda pedagojik unsurları da göz önüne aldığı, bu konuda yaşadığı dönemin bakış açısına göre oldukça ileride olduğunu göstermektedir. İçeriği bir yana bu eserlerde kullandığı yöntemin, kültürün kuşaklar arası aktarımında yol gösterici olduğu tespiti yapılabilir.