logologo
BEYATLI, YAHYA KEMAL(1884-1958)
fav gif
Kaydet
viki star outline
Avatar
Ana YazarAlim KAHRAMAN18 Nisan 2025 10:22
Üsküp'te doğdu. Babası bir ara Üsküp belediye başkanlığı da yapmış olan İbrâhim Nâci Bey, annesi Nakiye Hanım'dır. Asıl adı Ahmed Âgâh'tır. İlk şiirlerini Ahmed Âgâh ve Âgâh Kemal imzasıyla yayımladı, Paris yıllarında (1903-1912) ise daha çok Kemal adını kullandı. Yurda döndükten sonra yazılarında ve şiirlerinde kullanmaya başladığı Yahya Kemal adıyla tanındı. Baba tarafından ataları, XVIII. yüzyılda yaşamış olan Şehsuvar Bey'e dayanır. Şair, 1934 yılında soyadı kanunu çıkınca "Şehsuvar"a karşılık olmak üzere "Beyatlı" soyadını aldı.Eğitimine Üsküp'te Yeni Mektep adındaki mahalle mektebinde başladı. Birkaç yıl mahalle mektebine devamının ardından yeni usulde eğitim veren Mekteb-i Edeb'e girdi. Bu iki okul arasındaki farkı daha sonra, "Şark'tan Avrupa'ya geçiş" olarak tanımlayacaktır (Yahya Kemal, 1973: 24, 29). 1895 yılında Mekteb-i Edeb'i bitirdikten sonra Üsküp İdâdîsi'ne başladı. Ancak aile Üsküp'ten Selanik'e taşınınca Selanik İdâdîsi'ne devam etti. Aynı yıl, hasta olan annesi öldü (1897). Bir süre sonra babası yeniden evlendi, Ahmed Âgâh (Yahya Kemal) sürüncemede kalan eğitimini tamamlamak üzere İstanbul'a gönderildi (Nisan 1902). İstanbul'da dönem ortası olması sebebiyle bir okula giremeyince kendini avare bir hayatın içinde buldu. Temmuz 1903 tarihinde Selanik bileti alarak bindiği bir gemi ile Paris'e kaçtı.Paris'te önce Collège de Meaux'ya yatılı olarak girerek Fransızca'sını ilerletti. 1904 Eylülünde iki yıllık bir okul olan École Libre des Sciences Politiques'e kaydını yaptırdı. Yerleştiği Quartier Latin'de şair ve sanatkârlardan meydana gelen bir ortamda şiir ve edebiyatla meşgul oldu. Bir taraftan da tarihçi Albert Sorel'in derslerini takip ediyordu. Fustel de Coulanges'ın "Fransız milletini, binyılda Fransa'nın toprağı yarattı" cümlesine rastlayınca zihnî bir uyanış yaşadı. Onun Fransa'nın varoluş sürecini açıklamada kullandığı metodunu Türk vatanına uygulamak, "tarih içinde Türklüğü aramak" üzere çalışmalara başladı. Bunun için Türkler'in Anadolu'ya girdiği 1071 yılını başlangıç aldı. Bu arada üzerindeki Servet-i Fünûn şiiri etkisini de atarak Türkçe'de sade bir şiir dilinin arayışları içine girdi (1905). Büyük bir Türk destanı yazmak üzere, "Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik" gibi dizeler söylemeye başladı.1907 yılında S. Mallarmé'nin bir dergide gördüğü "Fransız gençleri şiir sanatını öğrenmek istiyorlarsa P. Verlaine'in Fêtes Galantes'ını ezberlesinler" tavsiyesine uyarak Fêtes Galantes'ı okudu. Bu küçük şiir kitabında Verlaine, XVIII. yüzyıl Fransız saray hayatını, o dönem Versay (Versailles) Sarayı ve bahçesinin güzellikleri ve eski hayatın zarafet ve asaletini yansıtacak şekilde o dönem Fransızca'sıyla yeniden kuruyordu. Yahya Kemal XVIII. yüzyıl Türk tarihinde bunun karşılığı olarak III. Ahmed ve veziri Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa'nın dönemini gördü. Ancak düşündüğü şiiri yazabilmek için eski şiirimize "vukuf ve ünsiyet" gerekmekteydi. Bunu elde edebilmek için Paris'teki Doğu Dilleri Okulu'na (École des Langues orientales) kaydoldu. Orada Arapça ve Farsça'sını ilerletti, divan şiirinin klasiklerini okudu. Yahya Kemal'in bu bağlamda Paris'te ve yurda döndükten sonra İstanbul'da yazıp dergilerde yayımladığı şiirleri çok uzun bir zaman sonra Eski Şiirin Rüzgarıyla adıyla kitaplaştı (1962)."Tarih ortasında Türklüğü arama" programının bir parçası olarak sürdürdüğü Osmanlı tarihi okuma çalışmalarını iyice derinleştirmişti. Kendi ifadesiyle "Bu sırada Sâdâbâd âlemlerinde icat edilen lale safasını ve lale motifinin gerek şiirde gerek nakışta ve mimaride göze çarpan güzelliğini" dikkate alarak, "bütün bu tarih devrine Lale Devri adını koymak, o devri birkaç bakımdan hulasa edecek bir hareket gibi" zihninde parladı. İlk yazdığı şiirlerden "Sene 1140", 1727 yılının hicrî tarihteki karşılığıdır. Yine 1908 yılında söylediğini belirttiği, "Bir Sâkî" şiirinde "Lale Devri" adı ilk defa geçer. Bu sırada École Libre des Sciences Politiques'in sınavlarında başarısız olan Yahya Kemal, Sorbonne Üniversitesi Tarih Bölümü'ne geçti. Burada kendi orijinal adlandırmasıyla "Lale Devri" adında bir tez vermek istiyordu (1908). Lale Devri adını koyduğu projeyi kendisi gerçekleştiremese de o sıralar Paris'e gelen tarihçi Ahmed Refik ile konuşmuş, o da bu ismi çok beğenmiştir. Ahmed Refik yurda döndükten sonra bu isimde bir çalışma yaparak önce İkdam'da tefrika etmiş (1912), sonra da kitaplaştırmıştır (Kahraman, 2013: 113-114).Nisan 1912 tarihinde Paris'ten İstanbul'a dönen Yahya Kemal, yeni bir çevre edinmeye başladı. Ziya Gökalp, Yakup Kadri, Süleyman Nazif, Tanburî Cemil Bey ve Tevfik Fikret gibi isimlerle tanıştı; Tevfik Fikret'i ziyaret etti.Bu yıllarda, muhtemelen Tevfik Fikret'in teveccühüyle, eğitimci Sâtı Bey (Sâtı' Husrî) Yahya Kemal'i müdürü olduğu Darüşşafaka'nın tarih ve edebiyat hocalığı kadrosuna alır. Bu okulda iki yıl hocalık yaptı (12 Ekim 1913-14 Ekim 1915). İlave olarak 1914'te Sultanselim'de açılan Medresetü'l-vâizîn'de ve Haydarpaşa'daki Osmanlı İttihat mekteplerinde vekâleten medeniyet tarihi ve Türkçe derslerini okuttu. Hocalık yaptığı okullar arasında Eyüp Rüştiyesi'nin olduğunu belirtenler de vardır. 1914 yılında Dârülbedâyi açılınca, teşkil edilen Dârülbedâyi Edebî Heyeti'nde görev aldı.İstanbul'da iken ayrıca kendisini Paris'ten tanıdığı Ali Kemal tarafından çıkarılan Peyam gazetesinde Süleyman Sâdi adıyla yazılar yazmaya başladı. "Sorbonne'da Bir İhtifal Münasebetiyle" başlıklı ilk yazısı eğitim meseleleriyle ilgilidir (15 Kasım 1913). Beden terbiyesiyle ilgili Sorbonne'da gerçekleştirilen bir kutlamayı yorumladığı yazıda sözü bizdeki beden eğitimi derslerine getirerek, Sâtı Bey'in son eğitim girişimlerine değinmektedir: "Sâtı Bey, Darüşşafaka'ya müdür olalı henüz bir ay bile olmadı. (...) O mektepte bir ay zarfında yaptığı inkılap alkışlara değer" diyerek onun eğitimde gerçekleştirdiği yenilikleri destekledi.Peyam'da "Çamlar Altında Musahabeler" üst başlığı ile yayımladığı başka yazılarında da eğitim meselelerine değindi. 6 Haziran 1914 tarihli bir yazısında, geriye doğru bir kurguyla Fâtih Sultan Mehmed zamanında gerçekleştirilen bir "Türk İntibâhı Devri"nden yani bir Türk rönesansından bahseder. Buna göre gerçekleşen büyük bir tercüme faaliyetiyle daha önce Arapça'ya aktarılmış olan Yunan'a ait ilimler Türkçe'ye çevrilir. Türkçe, insaniyetin en güzel ilim, şiir ve edebiyat dili haline gelir. Komşu milletler de özenerek Türkçe konuşmaya başlarlar. İtalyanlar'dan, Almanlar'dan, Fransızlar'dan, İspanyollar'dan Türkçe yazan birçok şair ortaya çıkar. Diğer güzel sanatlar yanında artık ilim ve fen de Türk ülkesinde bulunmaktadır. "Barbar" Avrupa ülkelerinden İstanbul, Bursa, Edirne, Konya, Üsküp, Belgrad, Budin gibi şehirlerdeki dârülfünunlara binlerce talebe akın akın gelmektedir. Türk üniversitelerinde okuyan bu öğrenciler eğitimlerini tamamladıktan sonra vatanlarına dönmeyerek Türk yurduna yerleşirler. Plutarque'ın eserlerini Türkçe'ye çeviren Amyot ile Erasme, Copernic, Montaigne ve Galile bu dönmeyenler arasındadır. Sözü edilen "Türk İntibâhı"nı en fazla sağlayan İslam olmuştur. Türkler'in, "İlim Çin'de bile olsa gidip arayınız", "İlim müslümanın gasbedilmiş malıdır" diyen peygamberlerinin sözüyle amel etmiş olmalarıdır.17 Ekim 1913 tarihinde Peyam'da yazdığı bir başka yazıda ise ("Çamlar Altında Musahabe III") ileriye doğru bir kurguyla 2187 yılındaki İstanbul'u hayal eder. Çok büyük ilerleme yaşamış olan şehirde "Âlem-i İslam Bankası", "Osmanlı İdman Mahfil-i Umumisi", "Dârülmûsiki", "Muallimîn ve Muallimât-ı İslam Mahfili", "Mebusan Mahfili", "Âyan Mahfili", "Encümen-i Dâniş" gibi kurum ve kuruluşlar dikkat çekmektedir. Sultanahmet Meydanı'nda tanıştığı nazik kişinin eski Osmanlı tarihçilerinden Ahmed Refik Paşa'nın soyundan gelen Mehmed Refik adında biri olduğunu öğrenir. Hava taşımacılığı çok gelişmiştir. Bindikleri hava dolmuşunda giderken ondan bütün bu gelişmelerin temelinde 260 yıl önce, 1927'de gerçekleşen bir inkılabın bulunduğunu öğrenir. Devletin zayıf olduğu bu dönemde vatanperverler devletin yıkılışının önüne geçmek için her şeyi yapmakta, fakat bir türlü bu "inhitat"ın önüne geçilememektedir. Sonra içlerinden bir bilici ("kâhin") çıkar ve devletin derdini haber verir: "Bu dert Maarif Nezaretimiz, daha doğrusu Maarifsizlik Nezaretimiz" der. Bu uyarı üzerine gerçekleştirilen büyük bir maarif inkılabıyla devlet kurtulur (Yahya Kemal, 1964: 89-102). Yahya Kemal'in bütün bunları 1913 yılında yazmış olması dikkat çekicidir.I. Dünya Savaşı içinde Türk Ocağı'nda düzenlenen konferans şeklindeki serbest ders programlarında tarih ve edebiyat dersleri veren Yahya Kemal, 27 Ekim 1915 tarihinde Ziya Gökalp'in teklifiyle Dârülfünun'a târîh-i medeniyet müderrisi olarak atanır. Dârülfünun'daki görevini 1915-1924 yılları boyunca sürdürür. Yine bu sırada bir dergi çıkarılmaya karar verilince Yahya Kemal adının "Mecmua" olmasını teklif eder. Ziya Gökalp başına "Yeni" kelimesini ekleyerek bu teklifi kabul eder. Böylece Yeni Mecmua çıkmaya başlar (12 Temmuz 1917).Millî Mücadele'nin başladığında Yahya Kemal, Dârülfünun'daki görevini sürdürmektedir. Medeniyet tarihi hocalığından sonra Garp tarihi edebiyatı müderrisi olmuştur (24 Mart 1919). Daha baştan itibaren Millî Mücadele'yi desteklemiş, etrafında toplanan gençlere bu yolda rehber olmuş, İleri ve Tasvîr-i Efkâr gazetelerinde çıkan yazılarıyla onlarda ve daha geniş bir çevrede millî bir heyecanın uyanmasını sağlamıştır. Aralarında Mustafa Nihat (Özön), Ahmet Hamdi (Tanpınar), Ali Mümtaz (Arolat), Nurullah (Ataç), Halil Vedat (Fırat) gibi çoğu Dârülfünun'dan öğrencisi olan gençlerle Dergâh dergisini çıkartmıştır (16 Nisan 1921). Üniversitenin dışında başta İkbal olmak üzere dönemin bazı kahvehanelerinde etrafında sohbet halkaları oluşmuştur. 1919 ve 1922'de iki defa yayımlanan "Akıncılar" şiiri süvarilerin dilinden düşmemiş, hatta bir ara "Süvari Marşı" olarak bestelenmesi söz konusu olmuştur.İsmet Paşa'nın başkanlığındaki Lozan görüşmelerine giden ilk heyetin içinde bulunan Yahya Kemal 1923-1926 yılları arasında İkinci Meclis'te Urfa mebusu olarak görev yaptı. Bu arada Hars Heyeti'ne seçildiği Ankara Türk Ocağı'nda konferanslarına devam etti. 14 Haziran 1926-25 Nisan 1932 tarihleri arasında altı yıl Varşova, Madrid ve Lizbon elçiliklerinde bulundu. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bu defa Yozgat milletvekili olarak girdiği 1934-1943 yılları arasında görev yapar. İstanbul'la irtibatı kesilmeyen şair, Edebiyat Fakültesi'nde bir süre konferans şeklinde dersler verir.1925 yılından sonra sadece şiir yayımlayan Yahya Kemal'in dergilerde çıkan iki nesir yazısı eğitim meseleleriyle ilgilidir. Bunlardan 28 Mart 1941 tarihinde Arkadaş dergisinde çıkan "Mektebe Nasıl Başladım" başlıklı yazısında şair, eski kültürün bir parçası olan mahalle mektebine başlama törenini mürekkep yalama, âmin alayı gibi safhalarıyla, bugün bir belge değeri de taşıyan ayrıntılarıyla anlatır.Elçiliklerden yurda döndükten sonra çıkışına önayak olduğu Kültür Haftası dergisinin ilk sayısında (15 Ocak 1936), "Memleketten Bahseden Edebiyat" başlıklı bir yazısı yayımlanır. Bu yazıda "mektepten memlekete" temasını işler:"1870'ten sonra, edebiyatta, Şark'tan çıkmak zarureti vardı, çıktık, bu çıkış çok iyi oldu. Avrupa kültürünün mektebine girdik, orada okumaya koyulduk, yetmiş seneden beri de okuyoruz; yazık ki mektepten henüz çıkmadık, hâlâ bocalıyoruz. Millî ihtiyacı hiç duymayan ve duyar yaratılışta olmayan alafranga Türkler'le konuşmak bile faydasızdır; çünkü onlar 'mektep'i gaye telakkî ediyorlar; lakin 'mektep' vasıtadır. 'Gaye' bizim milliyetimizdir. Onun Avrupa medeniyeti içinde, tıpkı diğer milliyetler gibi, bir 'hüviyet' oluşudur; işte ihtiyacı duyan ve duyacak yaratılışta olan Türkler'in 'mektepten memlekete' gelmeleri ve memleketi Türk edebiyatının çerçevesi haline getirmeleri lazım gelir" (Yahya Kemal, 1971: 142).Milletin yüzyıllık zihniyet macerasını analiz eden bu yazı, topluma âdeta yeni bir program sunmakta, onu kendini bulması yolunda uyarmaktadır.1 Kasım 1958 tarihinde vefat eden Yahya Kemal'in eserlerinin tamamı ölümünden sonra kitaplaşmıştır. Kendi Gök Kubbemiz (1961) kitabında bir araya getirilen şiirleri de defalarca basılmıştır. Aynı zamanda eğitiminde vazgeçilmez birer parçası haline gelen şiir ve yazıları millî kimliği oluşturucu temel metinler arasında yerini almıştır.
badge borderhover badge border
avatar
Türk Maarif Ansiklopedisi Kategorisi
Kurulları tarafından
onaylanmıştır.

BEYATLI, YAHYA KEMAL(1884-1958)

Board Main İcon
Wiki Card Image
Yahya Kemal Beyatlı

Üsküp'te doğdu. Babası bir ara Üsküp belediye başkanlığı da yapmış olan İbrâhim Nâci Bey, annesi Nakiye Hanım'dır. Asıl adı Ahmed Âgâh'tır. İlk şiirlerini Ahmed Âgâh ve Âgâh Kemal imzasıyla yayımladı, Paris yıllarında (1903-1912) ise daha çok Kemal adını kullandı. Yurda döndükten sonra yazılarında ve şiirlerinde kullanmaya başladığı Yahya Kemal adıyla tanındı. Baba tarafından ataları, XVIII. yüzyılda yaşamış olan Şehsuvar Bey'e dayanır. Şair, 1934 yılında soyadı kanunu çıkınca "Şehsuvar"a karşılık olmak üzere "Beyatlı" soyadını aldı.



Eğitimine Üsküp'te Yeni Mektep adındaki mahalle mektebinde başladı. Birkaç yıl mahalle mektebine devamının ardından yeni usulde eğitim veren Mekteb-i Edeb'e girdi. Bu iki okul arasındaki farkı daha sonra, "Şark'tan Avrupa'ya geçiş" olarak tanımlayacaktır (Yahya Kemal, 1973: 24, 29). 1895 yılında Mekteb-i Edeb'i bitirdikten sonra Üsküp İdâdîsi'ne başladı. Ancak aile Üsküp'ten Selanik'e taşınınca Selanik İdâdîsi'ne devam etti. Aynı yıl, hasta olan annesi öldü (1897). Bir süre sonra babası yeniden evlendi, Ahmed Âgâh (Yahya Kemal) sürüncemede kalan eğitimini tamamlamak üzere İstanbul'a gönderildi (Nisan 1902). İstanbul'da dönem ortası olması sebebiyle bir okula giremeyince kendini avare bir hayatın içinde buldu. Temmuz 1903 tarihinde Selanik bileti alarak bindiği bir gemi ile Paris'e kaçtı.



Paris'te önce Collège de Meaux'ya yatılı olarak girerek Fransızca'sını ilerletti. 1904 Eylülünde iki yıllık bir okul olan École Libre des Sciences Politiques'e kaydını yaptırdı. Yerleştiği Quartier Latin'de şair ve sanatkârlardan meydana gelen bir ortamda şiir ve edebiyatla meşgul oldu. Bir taraftan da tarihçi Albert Sorel'in derslerini takip ediyordu. Fustel de Coulanges'ın "Fransız milletini, binyılda Fransa'nın toprağı yarattı" cümlesine rastlayınca zihnî bir uyanış yaşadı. Onun Fransa'nın varoluş sürecini açıklamada kullandığı metodunu Türk vatanına uygulamak, "tarih içinde Türklüğü aramak" üzere çalışmalara başladı. Bunun için Türkler'in Anadolu'ya girdiği 1071 yılını başlangıç aldı. Bu arada üzerindeki Servet-i Fünûn şiiri etkisini de atarak Türkçe'de sade bir şiir dilinin arayışları içine girdi (1905). Büyük bir Türk destanı yazmak üzere, "Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik" gibi dizeler söylemeye başladı.



1907 yılında S. Mallarmé'nin bir dergide gördüğü "Fransız gençleri şiir sanatını öğrenmek istiyorlarsa P. Verlaine'in Fêtes Galantes'ını ezberlesinler" tavsiyesine uyarak Fêtes Galantes'ı okudu. Bu küçük şiir kitabında Verlaine, XVIII. yüzyıl Fransız saray hayatını, o dönem Versay (Versailles) Sarayı ve bahçesinin güzellikleri ve eski hayatın zarafet ve asaletini yansıtacak şekilde o dönem Fransızca'sıyla yeniden kuruyordu. Yahya Kemal XVIII. yüzyıl Türk tarihinde bunun karşılığı olarak III. Ahmed ve veziri Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa'nın dönemini gördü. Ancak düşündüğü şiiri yazabilmek için eski şiirimize "vukuf ve ünsiyet" gerekmekteydi. Bunu elde edebilmek için Paris'teki Doğu Dilleri Okulu'na (École des Langues orientales) kaydoldu. Orada Arapça ve Farsça'sını ilerletti, divan şiirinin klasiklerini okudu. Yahya Kemal'in bu bağlamda Paris'te ve yurda döndükten sonra İstanbul'da yazıp dergilerde yayımladığı şiirleri çok uzun bir zaman sonra Eski Şiirin Rüzgarıyla adıyla kitaplaştı (1962).



"Tarih ortasında Türklüğü arama" programının bir parçası olarak sürdürdüğü Osmanlı tarihi okuma çalışmalarını iyice derinleştirmişti. Kendi ifadesiyle "Bu sırada Sâdâbâd âlemlerinde icat edilen lale safasını ve lale motifinin gerek şiirde gerek nakışta ve mimaride göze çarpan güzelliğini" dikkate alarak, "bütün bu tarih devrine Lale Devri adını koymak, o devri birkaç bakımdan hulasa edecek bir hareket gibi" zihninde parladı. İlk yazdığı şiirlerden "Sene 1140", 1727 yılının hicrî tarihteki karşılığıdır. Yine 1908 yılında söylediğini belirttiği, "Bir Sâkî" şiirinde "Lale Devri" adı ilk defa geçer. Bu sırada École Libre des Sciences Politiques'in sınavlarında başarısız olan Yahya Kemal, Sorbonne Üniversitesi Tarih Bölümü'ne geçti. Burada kendi orijinal adlandırmasıyla "Lale Devri" adında bir tez vermek istiyordu (1908). Lale Devri adını koyduğu projeyi kendisi gerçekleştiremese de o sıralar Paris'e gelen tarihçi Ahmed Refik ile konuşmuş, o da bu ismi çok beğenmiştir. Ahmed Refik yurda döndükten sonra bu isimde bir çalışma yaparak önce İkdam'da tefrika etmiş (1912), sonra da kitaplaştırmıştır (Kahraman, 2013: 113-114).



Nisan 1912 tarihinde Paris'ten İstanbul'a dönen Yahya Kemal, yeni bir çevre edinmeye başladı. Ziya Gökalp, Yakup Kadri, Süleyman Nazif, Tanburî Cemil Bey ve Tevfik Fikret gibi isimlerle tanıştı; Tevfik Fikret'i ziyaret etti.



Bu yıllarda, muhtemelen Tevfik Fikret'in teveccühüyle, eğitimci Sâtı Bey (Sâtı' Husrî) Yahya Kemal'i müdürü olduğu Darüşşafaka'nın tarih ve edebiyat hocalığı kadrosuna alır. Bu okulda iki yıl hocalık yaptı (12 Ekim 1913-14 Ekim 1915). İlave olarak 1914'te Sultanselim'de açılan Medresetü'l-vâizîn'de ve Haydarpaşa'daki Osmanlı İttihat mekteplerinde vekâleten medeniyet tarihi ve Türkçe derslerini okuttu. Hocalık yaptığı okullar arasında Eyüp Rüştiyesi'nin olduğunu belirtenler de vardır. 1914 yılında Dârülbedâyi açılınca, teşkil edilen Dârülbedâyi Edebî Heyeti'nde görev aldı.



İstanbul'da iken ayrıca kendisini Paris'ten tanıdığı Ali Kemal tarafından çıkarılan Peyam gazetesinde Süleyman Sâdi adıyla yazılar yazmaya başladı. "Sorbonne'da Bir İhtifal Münasebetiyle" başlıklı ilk yazısı eğitim meseleleriyle ilgilidir (15 Kasım 1913). Beden terbiyesiyle ilgili Sorbonne'da gerçekleştirilen bir kutlamayı yorumladığı yazıda sözü bizdeki beden eğitimi derslerine getirerek, Sâtı Bey'in son eğitim girişimlerine değinmektedir: "Sâtı Bey, Darüşşafaka'ya müdür olalı henüz bir ay bile olmadı. (...) O mektepte bir ay zarfında yaptığı inkılap alkışlara değer" diyerek onun eğitimde gerçekleştirdiği yenilikleri destekledi.



Peyam'da "Çamlar Altında Musahabeler" üst başlığı ile yayımladığı başka yazılarında da eğitim meselelerine değindi. 6 Haziran 1914 tarihli bir yazısında, geriye doğru bir kurguyla Fâtih Sultan Mehmed zamanında gerçekleştirilen bir "Türk İntibâhı Devri"nden yani bir Türk rönesansından bahseder. Buna göre gerçekleşen büyük bir tercüme faaliyetiyle daha önce Arapça'ya aktarılmış olan Yunan'a ait ilimler Türkçe'ye çevrilir. Türkçe, insaniyetin en güzel ilim, şiir ve edebiyat dili haline gelir. Komşu milletler de özenerek Türkçe konuşmaya başlarlar. İtalyanlar'dan, Almanlar'dan, Fransızlar'dan, İspanyollar'dan Türkçe yazan birçok şair ortaya çıkar. Diğer güzel sanatlar yanında artık ilim ve fen de Türk ülkesinde bulunmaktadır. "Barbar" Avrupa ülkelerinden İstanbul, Bursa, Edirne, Konya, Üsküp, Belgrad, Budin gibi şehirlerdeki dârülfünunlara binlerce talebe akın akın gelmektedir. Türk üniversitelerinde okuyan bu öğrenciler eğitimlerini tamamladıktan sonra vatanlarına dönmeyerek Türk yurduna yerleşirler. Plutarque'ın eserlerini Türkçe'ye çeviren Amyot ile Erasme, Copernic, Montaigne ve Galile bu dönmeyenler arasındadır. Sözü edilen "Türk İntibâhı"nı en fazla sağlayan İslam olmuştur. Türkler'in, "İlim Çin'de bile olsa gidip arayınız", "İlim müslümanın gasbedilmiş malıdır" diyen peygamberlerinin sözüyle amel etmiş olmalarıdır.



17 Ekim 1913 tarihinde Peyam'da yazdığı bir başka yazıda ise ("Çamlar Altında Musahabe III") ileriye doğru bir kurguyla 2187 yılındaki İstanbul'u hayal eder. Çok büyük ilerleme yaşamış olan şehirde "Âlem-i İslam Bankası", "Osmanlı İdman Mahfil-i Umumisi", "Dârülmûsiki", "Muallimîn ve Muallimât-ı İslam Mahfili", "Mebusan Mahfili", "Âyan Mahfili", "Encümen-i Dâniş" gibi kurum ve kuruluşlar dikkat çekmektedir. Sultanahmet Meydanı'nda tanıştığı nazik kişinin eski Osmanlı tarihçilerinden Ahmed Refik Paşa'nın soyundan gelen Mehmed Refik adında biri olduğunu öğrenir. Hava taşımacılığı çok gelişmiştir. Bindikleri hava dolmuşunda giderken ondan bütün bu gelişmelerin temelinde 260 yıl önce, 1927'de gerçekleşen bir inkılabın bulunduğunu öğrenir. Devletin zayıf olduğu bu dönemde vatanperverler devletin yıkılışının önüne geçmek için her şeyi yapmakta, fakat bir türlü bu "inhitat"ın önüne geçilememektedir. Sonra içlerinden bir bilici ("kâhin") çıkar ve devletin derdini haber verir: "Bu dert Maarif Nezaretimiz, daha doğrusu Maarifsizlik Nezaretimiz" der. Bu uyarı üzerine gerçekleştirilen büyük bir maarif inkılabıyla devlet kurtulur (Yahya Kemal, 1964: 89-102). Yahya Kemal'in bütün bunları 1913 yılında yazmış olması dikkat çekicidir.



I. Dünya Savaşı içinde Türk Ocağı'nda düzenlenen konferans şeklindeki serbest ders programlarında tarih ve edebiyat dersleri veren Yahya Kemal, 27 Ekim 1915 tarihinde Ziya Gökalp'in teklifiyle Dârülfünun'a târîh-i medeniyet müderrisi olarak atanır. Dârülfünun'daki görevini 1915-1924 yılları boyunca sürdürür. Yine bu sırada bir dergi çıkarılmaya karar verilince Yahya Kemal adının "Mecmua" olmasını teklif eder. Ziya Gökalp başına "Yeni" kelimesini ekleyerek bu teklifi kabul eder. Böylece Yeni Mecmua çıkmaya başlar (12 Temmuz 1917).



Millî Mücadele'nin başladığında Yahya Kemal, Dârülfünun'daki görevini sürdürmektedir. Medeniyet tarihi hocalığından sonra Garp tarihi edebiyatı müderrisi olmuştur (24 Mart 1919). Daha baştan itibaren Millî Mücadele'yi desteklemiş, etrafında toplanan gençlere bu yolda rehber olmuş, İleri ve Tasvîr-i Efkâr gazetelerinde çıkan yazılarıyla onlarda ve daha geniş bir çevrede millî bir heyecanın uyanmasını sağlamıştır. Aralarında Mustafa Nihat (Özön), Ahmet Hamdi (Tanpınar), Ali Mümtaz (Arolat), Nurullah (Ataç), Halil Vedat (Fırat) gibi çoğu Dârülfünun'dan öğrencisi olan gençlerle Dergâh dergisini çıkartmıştır (16 Nisan 1921). Üniversitenin dışında başta İkbal olmak üzere dönemin bazı kahvehanelerinde etrafında sohbet halkaları oluşmuştur. 1919 ve 1922'de iki defa yayımlanan "Akıncılar" şiiri süvarilerin dilinden düşmemiş, hatta bir ara "Süvari Marşı" olarak bestelenmesi söz konusu olmuştur.



İsmet Paşa'nın başkanlığındaki Lozan görüşmelerine giden ilk heyetin içinde bulunan Yahya Kemal 1923-1926 yılları arasında İkinci Meclis'te Urfa mebusu olarak görev yaptı. Bu arada Hars Heyeti'ne seçildiği Ankara Türk Ocağı'nda konferanslarına devam etti. 14 Haziran 1926-25 Nisan 1932 tarihleri arasında altı yıl Varşova, Madrid ve Lizbon elçiliklerinde bulundu. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bu defa Yozgat milletvekili olarak girdiği 1934-1943 yılları arasında görev yapar. İstanbul'la irtibatı kesilmeyen şair, Edebiyat Fakültesi'nde bir süre konferans şeklinde dersler verir.



1925 yılından sonra sadece şiir yayımlayan Yahya Kemal'in dergilerde çıkan iki nesir yazısı eğitim meseleleriyle ilgilidir. Bunlardan 28 Mart 1941 tarihinde Arkadaş dergisinde çıkan "Mektebe Nasıl Başladım" başlıklı yazısında şair, eski kültürün bir parçası olan mahalle mektebine başlama törenini mürekkep yalama, âmin alayı gibi safhalarıyla, bugün bir belge değeri de taşıyan ayrıntılarıyla anlatır.



Elçiliklerden yurda döndükten sonra çıkışına önayak olduğu Kültür Haftası dergisinin ilk sayısında (15 Ocak 1936), "Memleketten Bahseden Edebiyat" başlıklı bir yazısı yayımlanır. Bu yazıda "mektepten memlekete" temasını işler:



"1870'ten sonra, edebiyatta, Şark'tan çıkmak zarureti vardı, çıktık, bu çıkış çok iyi oldu. Avrupa kültürünün mektebine girdik, orada okumaya koyulduk, yetmiş seneden beri de okuyoruz; yazık ki mektepten henüz çıkmadık, hâlâ bocalıyoruz. Millî ihtiyacı hiç duymayan ve duyar yaratılışta olmayan alafranga Türkler'le konuşmak bile faydasızdır; çünkü onlar 'mektep'i gaye telakkî ediyorlar; lakin 'mektep' vasıtadır. 'Gaye' bizim milliyetimizdir. Onun Avrupa medeniyeti içinde, tıpkı diğer milliyetler gibi, bir 'hüviyet' oluşudur; işte ihtiyacı duyan ve duyacak yaratılışta olan Türkler'in 'mektepten memlekete' gelmeleri ve memleketi Türk edebiyatının çerçevesi haline getirmeleri lazım gelir" (Yahya Kemal, 1971: 142).



Milletin yüzyıllık zihniyet macerasını analiz eden bu yazı, topluma âdeta yeni bir program sunmakta, onu kendini bulması yolunda uyarmaktadır.



1 Kasım 1958 tarihinde vefat eden Yahya Kemal'in eserlerinin tamamı ölümünden sonra kitaplaşmıştır. Kendi Gök Kubbemiz (1961) kitabında bir araya getirilen şiirleri de defalarca basılmıştır. Aynı zamanda eğitiminde vazgeçilmez birer parçası haline gelen şiir ve yazıları millî kimliği oluşturucu temel metinler arasında yerini almıştır.

Kaynakça

Ayvazoğlu, Beşir. Yahya Kemal: Ansiklopedik Biyografi. İstanbul 2007.
Banarlı, Nihad Sami. Yahya Kemal’in Hâtıraları. İstanbul 1960.
Kahraman, Âlim. Yahya Kemal Beyatlı: Büyük Göçmen Kuş. İstanbul 2013.
Okay, M. Orhan. “Beyatlı, Yahya Kemal”. DİA. 1992, VI, 35-39.
Yahya Kemal. Aziz İstanbul. İstanbul 1964.
a.mlf. Edebiyata Dair. İstanbul 1971.
a.mlf. Çocukluğum, Gençliğim, Siyâsî ve Edebî Hatıralarım. İstanbul 1973.
Alim KAHRAMAN, "BEYATLI, YAHYA KEMAL", Türk Maarif Ansiklopedisi, https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/beyatli-yahya-kemal/#yazar-1 (16.04.2025).

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme
KÜRE'ye Sor