Osmanlı Devleti zamanında kurulan ilk kütüphanelerin medreseler bünyesinde yer alması, eğitimin önemli bir parçasını oluşturduklarının bir işareti olarak görülebilir. Ekseriyetle vakıf yoluyla kurulan bu kütüphaneler, öncelikle medrese mensuplarının hizmetine sunulmuştur. Zaman içinde, medreselerden başka kurumların bünyesinde ve farklı mekânlarda da kütüphaneler kurulmuştur (bk. Kütüphane).
Eğitim kurumlarının çeşitlenmesi, yeni kurulan okulların idarî yapı ve müfredatının medreselerden farklılığı gibi gelişmeler, imparatorluğun geçirdiği değişim sürecinden eğitimin ve buna bağlı olarak kütüphanelerin de etkilendiğinin en bariz göstergeleridir. XIX. yüzyılda kurulan ve "kütübhâne-yi umûmî" adını taşıyan bu kütüphanelerin de vakıf kütüphanelerinden her yönüyle farklı olduğu bilinmektedir. Medrese dışına çıkan, Batı dillerinde yazılmış ya da tercüme edilmiş matbu kitaplarla ve süreli yayınlarla desteklenen bir eğitim okuyucu taleplerini de değiştirmiştir.
Kütübhâne-yi umûmîleri, kesin ve tartışmasız sınırlarla tanımlamak mümkün olmasa da millî olma, halka ve araştırmaya hitap etme gayelerinin hepsini yerine getirme işleviyle kuruldukları söylenebilir. Birkaç kütüphane türünün hizmetini tek bir bünyede yerine getirme amacıyla kurulan kütübhâne-yi umûmîler içinde en bilineni ise Beyazıt Kütübhâne-yi Umûmîsi'dir. Beyazıt Külliyesi'nin imaret kısmında açılması planlanan umumi kütüphanenin kuruluş çalışmaları 1882 yılında başlamıştır İstanbul'da bulunan pek çok kütüphane koleksiyonunu bir araya toplamanın ve yıpranan kitapların muhafazasının da kütüphanenin amaçları arasında olduğu dönemin resmî kaynaklarından anlaşılmaktadır. Bina dış cephesine hakkedilen kitabesindeki ismiyle Kütübhâne-yi Umûmî-yi Osmânî, dönemi için özel bir yere sahiptir. Tamir ve tefrişin akabinde 1884 yılında açılmıştır. Yaygın kullanımla içinde yer aldıkları kurumun ismiyle anılan kütüphanelerden farklı şekilde isimlendirilmiş, kimliklendirilmiş ve Osmanlı'ya ait olduğunu ilan etmiştir. Kütüphanenin ismi, daha sonraki kaynaklarda ve vesikalarda Beyazıt Kütübhâne-yi Umûmîsi olarak geçer. Bir müddet sonra "kütübhâne-yi umûmî" dendiğinde, artık sadece bu kütüphane anlaşılır hale gelmiştir. Açılışından önce, dönemin "derleme kanunu" sayılabilecek bir irade, ismindeki Osmânî ibaresiyle birlikte değerlendirildiğinde, bu kütüphanenin, dönemin "millî kütüphane"si olma arzusuna da işaret eder. Bu iradede, yazar ve çevirmenlerin, telif veya tercüme ettiği her kitabın bir nüshasını kütübhâne-yi umûmîye vermeye mecbur olduğu hükmü yer almaktadır (BEO. AYN.d., 1243). İlerleyen zaman içinde, bu iradenin uygulanmasında zafiyet olduğu bilinse de Osmanlı kütüphane tarihi için önemli ve öncü bir karardır.
Kütüphanenin kuruluşundan on sene sonra, Şûrâ-yı Devlet azasından Yûsuf Hac Efendi imzalı bir vesikada "derleme kanunu" ifadesi kullanılmasa da yine bu hükme işaret edilmiştir. Kütübhâne-yi Umûmî'de geçmişten intikal eden kıymetli eserlerin yanında, yeni kitapların az bulunduğundan bahisle, gazete ve dergilerin düzenli sağlanmasının hem mevcut kullanıcılar hem de gelecek nesillere yazılı kültürün aktarılması açısından taşıdığı önem vurgulanmıştır. Böylece bu durumun bir iftihar vesilesi yeni çalışmalar için de bir temel olacağı söylenmiştir.
Kütübhâne-yi Umûmî'nin yönetim planlamasının kuruluş amacına uygun tasarlandığını söylemek mümkündür. Hâfız-ı kütüplerden birinin Fransızca bilme şartı, kütüphanenin her gün açık ve her zaman iki hâfız-ı kütübün görevi başında olmasının kararlaştırılması gibi maddeler bu kütüphanenin farklı sorumlulukları üstlenmek isteyen, daha geniş bir kitleye hizmeti hedefleyen bir kurum olmaya çalıştığını düşündürebilir. Ayrıca Tahsin Efendi ve İsmail Saib Sencer gibi bazı şahsiyetlerin bu kütüphanede görev yapmaları da önemli bir husustur (bk. Hâfız-ı Kütüp).
Bağış talebi, kütüphanenin koleksiyonunun zenginleşmesi için tercih edilen yollardan biri olarak belirlenmiş ve basın yoluyla duyurulmuştur. İlerleyen yıllarda bağışların eleştirilere de sebep olduğu, kütüphane hizmetine devam etse de kontrolsüz bir büyümenin aksaklıklara yol açtığı anlaşılmaktadır. 1909 yılında Ahmed Zeki Bey'in hazırladığı kütüphaneler raporunda, İstanbul kütüphanelerinin pek de iyi olmayan durumunu anlattıktan sonra, kütüphanelerin yeni bir binada Kütübhâne-yi Osmânî adıyla düzenlenmesinin faydalı olacağını ayrıntılarıyla yazması, Kütübhâne-yi Umûmî'nin beklentileri karşılamakta kifayetsiz kaldığını göstermektedir. Kütüphane hakkında şikâyetlerin devam etmesini, kütüphanecilik konusunda yeni bir geleneğin oluşturulmasındaki güçlüğe bağlamak mümkündür.
Cumhuriyet ile birlikte "derleme kanunu" kapsamı altına alınan ve ismi Beyazıt Devlet Kütüphanesi olarak değiştirilen bu kütüphane kuruluşundan itibaren üstlendiği birbiriyle uyumlu olmayan görevler ve personel eksikliği sebebiyle zaman zaman hizmetlerinde zorlandığı dönemler olmuştur.