logologo
fav gif
Kaydet
viki star outline
Avatar
Ana YazarVefa TAŞDELEN18 Nisan 2025 10:24
Arapça'da devlet "dolaşmak, değişmek, galip gelmek, devir daim etmek, bir halden başka bir hale geçmek" gibi anlamlara gelmektedir. İslam tarihinin ilk devirlerinde bu anlama uygun olarak siyasî hakimiyetin el değiştirmesi mânasında kullanılırken daha sonra hakimiyetin sürekliliğini ifade etmeye başlamış, son asırlarda ise günümüzdeki kullanımına yakın bir anlam kazanmıştır. Bugün Batı dillerindeki state, staat, état, stat, stato gibi kavramlarla aynı anlamda kullanılmaktadır. Devletin gelişimi ve mahiyeti, siyasî düşünce tarihinin üzerinde en çok durulan meselelerinden biridir. Yapılan tartışmalarda iki temel yaklaşım öne çıkar. Bunlardan ilkinde devlet soyut ve aşkın bir kurum olarak değerlendirilmekte, ikincisinde ise çeşitli toplumsal fonksiyonları icra eden, siyasî bir üst kurum olarak ele alınmaktadır.İnsan toplumsal bir varlıktır. Bir araya gelmek, aile olmak, bir şehrin ve devletin düzeni içinde yaşamak hayatı kolaylaştırır, kültür ve medeniyetin inşasını mümkün kılar. Kültür ve medeniyetin inşası ile insanın güven içinde yaşaması devlet ile hayat bulur. Toplum halinde yaşamanın en ileri ve en iyi formu olarak düşünülen devlet, yapay bir teşekkül olarak yavaş ilerleyen insanlık tarihinde, belirli bir süreçte ortaya çıkmıştır.Batı uygarlığında devlet kurumunun gelişimine bakıldığında önce Yunan şehir-devletleri, ardından İskender ve Roma'dan itibaren imparatorluk devleti ile karşılaşılır. Bu yeni dönemde hukuk ve düzen fikri devlet olgusunun temelini oluşturmaya başlamıştır. Roma'nın yıkılışına yol açan kavimler göçü imparatorluk devletinden feodal devlete geçişin de kapısını aralamıştır. Feodalite döneminde Katolik kilisesi siyasî yapı içindeki etkisini arttırmış, siyasî otorite dinî ve dünyevi otoriteler arasında bölünmüş, feodalitenin ruhuna uygun bir şekilde Avrupa küçük devletçiklerle ayrılmıştır.Ulus-devlet aşamasına ise feodalitenin çözülmesiyle geçilmiştir. Uzun bir süreç neticesinde kaydedilen bu aşamayla ulus-devletler Avrupa'daki siyasî sistemin temel birimi haline gelmiştir. 1648 Vestfalya Antlaşması bu süreçte büyük önem taşımaktaydı. Ulus-devlet çağı ile birlikte, devlet ve millet kavramı birlikte kullanılmaya başlanmış; devlet bir milletin siyasî örgütlenmesi olarak görülmüştür. Ulus-devletlerin sınırları içinde yaşayan insanlar farklı etnik kökenlerden olabilirdi. Ancak asıl önemli olan bu insanların ortak iradelerini yansıtan hakimiyetten kaynaklanan siyasî örgütlenmeydi. Devletin yasama, yürütme ve yargı gibi işlevleri bu ortak irade ve hakimiyet esası sayesinde meşruiyet kazanırdı. II. Dünya Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler şeklinde ortaya çıkan ortak güvenlik sistemi, ulus-devlet anlayışının evrensel düzeyde meşruiyet tesis etmesini mümkün kılmıştır.İslam tarihinde devletin gelişimine bakıldığında ise hicrete kadar geriye gitmek gerekir. Hicretle birlikte teşekkül eden yapı dinî bir önderlik yanında siyasî bir güç örgütlenmesi olarak ele alınırsa, bu açıdan devlet özelliklerine sahip olduğu görülür. Bu yapılanma batı geleneğindeki devlet anlayışından tamamen farklıdır. Hz. Muhammed'in vefatından sonraki hilafet döneminde siyasî liderliğin oluşturulmasında şûra ve biat yöntemleri etkili olmuştur. Emevîler döneminden itibaren devlet başkanının belirlenmesinde tevarüs ve saltanat sistemine geçilmiştir. Abbâsîler'in özellikle son dönemlerinde hilafetin otoritesi zayıflamış, Bağdat'tan bağımsız veya yarı bağımsız sultanlıklar ortaya çıkmıştır. Bu durum uzun asırlar boyunca İslam dünyasında hâkim olacak siyasî sistemin temelini atmıştır. İslam geleneğindeki devlet anlayışında yaşanan son önemli değişim ise hilafetin kaldırılması ve sömürgeci dönemin ardından ulus-devlet yapısına geçilmesidir. Böylece müslümanlar için devlet, modern uluslararası sistemin bir parçası haline gelebilmek için bir vasıta olarak görülmeye başlanmıştır. Bu durum devlet olarak var olabilmenin en önemli koşulu olarak uluslararası sistem tarafından tanınmayı ortaya çıkarmıştır.Her hâlükârda devlet, toplumu bir araya getiren ve varlığın amacına uygun şekilde insanın kendisini gerçekleştirmesini sağlayan faaliyetleri imkânlı bir hale getirerek insanların bir arada yaşamalarını olabilir kılan, hukukî, sosyal, ekonomik ve kültürel bir teşkilatlanmadır. Devletin kökeninin ne olduğu, ilk devlet yapılanmasının ne zaman ve kimler tarafından gerçekleştirildiği, geleneksel devlet ve toplum yapılarıyla modern devlet ve toplum yapıları arasındaki farkların neler olduğu tartışmalı olsa da insanın adalet ve güvenlik arayışının, bir düzen ve teşkilat içinde olma isteğinin bunda rol oynadığı öne çıkan görüşler arasındadır. İbn Haldun, devletlerin oluşumu konusunda "asabiyet" kavramını ileri sürmüştür (bk. İbn Haldun). Asabiyet soy birliği yanında duygu, inanç, amaç ve kültür birliği gibi anlamlara da gelmektedir.Fârâbî'ye göre "Her insan, yaşamak ve üstün mükemmeliyetlere ulaşmak için yaratılışta birçok şeye muhtaç olup bunların hepsini tek başına sağlayamaz. Her insan hemcinsleriyle bir araya gelmeye muhtaçtır. İnsanların birbirleri karşısındaki durumları da bu merkezdedir. Böylece her fert, tabiatındaki mükemmelleşme ihtiyacını, ancak muhtelif insanların yardımlaşma maksadıyla bir araya gelmeleriyle sağlar" (Fârâbî, 2001: 79-80).Eflâtun, Aristo, Fârâbî, Yûsuf Has Hâcib gibi filozoflar da devletin varlık sebebiyle insan mutluluğu arasında ilgi kurulmuştur. İnsanın mutluluğu erdem değerleri, adalet ve toplumsal refah ile ilişkilendirilir. Devlet, en ileri ve en yüksek yaşama formu olarak insanın mutluluğuna hizmet eden bir düzenlemedir.Bu çerçevede adalet yanında eğitim devletin sorumluluklarından biri olarak değerlendirilir. İnsanın olduğu her yerde eğitim vardır, ancak gerçek anlamda planlı, programlı ve belirli hedefleri olan eğitim faaliyeti devlet organizasyonuyla gerçekleşebilir. Eğitim bir programa, finansmana, hukuka, felsefî ve politik çerçeveye gereksinim duyar. Benzer şekilde devlet organizasyonu da bir eğitim faaliyeti içinde gerçek anlamda kendi varlığını tamamlar.Fârâbî, eğitimi erdemli şehrin (medîne-yi fâzıla) koşulu olarak görmüştür. Tahsîlu's-Sa'âde adlı eserinde (Mutluluğun tahsili) dile getirdiği üzere kişi ancak varlığın nihaî sebeplerini, kökenini ve neye yönelik olduğunu bildiğinde aydınlanmış ve gerçek mutluluğa erişmiş olur. Erdemli devlet ve toplum yapısı, ancak aydınlanmış bireylerin varoluş alanı olarak görünür. Yöneticinin en önemli vasfı iyi bir eğitim almış, ilimde ve olgunlukta temayüz etmiş olmasıdır. Fârâbî'nin erdemli şehri bütünüyle eğitim ve ilmin ışığında teessüs etmiş ve onun tarafından planlanmış, cehaletin karanlığından uzak bir şehirdir. Bu şehri kuran bilinç, Eflâtun ve Aristo'da olduğu gibi, eğitim ve ilimdir. Devletin, insanların refahına ve mutluluğuna yapacağı büyük katkı, Kutadgu Bilig'de de güçlü bir şekilde vurgulanmıştır. Yûsuf Has Hâcib de eğitimi, âdil ve erdemli bir yöneticinin en önemli vasfı olarak görmüştür.Modern devlet felsefelerinin temelinde Machiavelli ve T. Hobbes'un olduğu kabul edilir. "Devlet olmadıkça, herkes herkese karşı daima savaş halindedir" (Hobbes, 2022: 101). Doğal durumdan ayrılma kişiyi bir eğitim sorunuyla, bu yönde bir gereksinimle karşı karşıya getirir. Vatandaşlık görevleri, kurala ve sözleşmeye uygun bir hayat, eğitimle gerçekleşebilecek bir durumdur (Hobbes, 2022: 185).Kökleri XV. yüzyılın ortalarına uzanan ancak gerçek formuna sanayi devrimi sonrasında kavuşan, Rönesans ve Aydınlanma felsefesini yansıtan yeni devlet anlayışında bireyin aklını, duygularını eğitmek önem kazanmıştır. Bu dönem eğitimle modern anlamda 'yurttaş'ın birbirleri için vazgeçilmez görülmeye başlandığı bir süreçtir. Modern devlet yapıları, zorunlu eğitim anlayışıyla önemli ölçüde kendi ulus-devlet değerleri temelinde vatandaşını yetiştirmeye yönelik kendine özgü bir eğitim anlayışı benimsemiştir. Ulus-devletin vatan, millet, lider, kahraman, özgürlük gibi değerleri bu anlayışla ortaya çıkmıştır. Batı kültüründeki kabulle, "Tanrı babadan devlet babaya" geçiş sağlanmıştır.Devlet ve eğitim sorunu, temelde bir insan yetiştirme meselesi olarak özellikle modern dünyanın bir sorunudur. Devlet kendi vatandaşını eğitim vasıtasıyla yetiştirir, eğitimle kendini, kendi kurumlarını üretir, geliştirir ve sürdürür. Modern eğitim bir devlet içinde, o devletin yasaları ve politikaları doğrultusunda ortaya çıkar. Eğitim bir yandan devleti üretirken bir yandan da devletin ürettiği bir kurum olarak temayüz eder. Modern dönemde ulus-devlet anlayışı ve değerleri çerçevesinde, kendi vatandaşını yetiştirme isteği kendini gösterirken, eğitim: 1. Politik, ideolojik, hukuksal, ekonomik, tarihsel, kültürel bir muhteva kazanır; 2. Modern eğitim felsefeleri içinde kendini hissettirdiği üzere, devletin ve toplumun eğitim eliyle yeniden biçimlendirilmesi anlayışı söz konusu olur. Çağdaş dünyada eğitim, bütün bu organizasyonların üstünde ve onları temin eden temel bir kurum olarak kendini göstermiştir.Modern devletin önemli görevlerinden biri, vatandaşların temel ihtiyaçlarını (güvenlik, eğitim öğretim, sağlık, ticaret, ulaşım vb.) karşılayacak şekilde imkân/ortam üretmektir. Eğitim hizmeti, modern devletin öncelikli görevleri arasında yer almıştır. Bu görevi yerine getirmek, sadece bir hizmetin sunumu değil, aynı zamanda kendi varlık şartını sağlamak anlamına da gelir. Vatandaşlarına gerekli eğitimi sağlamayan devletin, gelişmesi ve ilerlemesi bir yana uzun süre varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Devlet, eğitimle bir yandan kendi vatandaşlarına toplum ve millet olma bilinci kazandırırken öte yandan belirli değerler etrafında bir arada yaşamayı ve birlikte bir gelecek inşa etmeyi öğretir. Eğitim, sosyal, politik, ideolojik, kültürel değişimler için önemli bir etkendir. Toplumsal değişim bireysel değişimlerle, bireysel değişimler ise eğitimle başlar. Devlet, eğitim programının hazırlanması, amaçlarının tespiti, insan modelinin ortaya konulması, eğitim politikalarının oluşturulması ve finansmanın sağlanması konusunda, modern eğitim olgusunun temel tasarımcısı ve sahibidir. Eğitimin evrensel ve millî yüzü, devlet eliyle ve devletin sınırları dahilinde çizilir. Bu şekilde devlet kendi vatandaşını eğitirken, kendi geleceğine yatırım yapar ve kendi kurumlarının sağlıklı bir yapıda etkileşimini ve devamını sağlar.Modern eğitimin önemli unsurlarından biri insanlara tasarlanmış kimlikleri kazandırmasıdır. "Eğitim, insanî kimliği, ardından da ahlakî ve kültürel kimliği inşa eder" (Tozlu, 2003: 243-247). Modern yapısalcı eğitimin yaygın tanımındaki "istendik yön" ve "uyum" daha çok bu ideali temsil eder. Bu yaklaşım "endoktrinasyon" kavramı bağlamında en çok eleştiriye tâbi tutulan konular arasında yer almıştır.Felsefenin ilk dönemlerinden beri, eğitim ve devlet ilişkisi üzerinde durulmuş, devletin eğitim, eğitimin de devlet açısından gerekliliği vurgulanmıştır. Çağdaş eğitim kuramlarından bazıları, özellikle eleştirel ve alternatif yaklaşımlar, devlet ve sistemlerin, kendine göre "iyi/makbul vatandaş" ve "iyi insan" tiplerini yetiştirme anlayışları çerçevesinde bireyleri biçimlendirme ve "endoktrine" etmeleri durumunu eleştirmiştir. Buna göre devlet, egemen ideolojiyi benimsetmek üzere, öğretmen yetiştirme, ders kitapları, eğitim ortamları ve ritüellerle insan ve toplum üzerinde hegemonya kurmaktadır. Çağdaş pedagojik yaklaşımlarda sorun, bir devletin, bir sistemin insanı kendi ideoloji ve politikaları doğrultusunda yetiştirme hakkının olup olmadığı noktasında merkezîleşmiştir.Eğitim, insanın yeryüzündeki en eski faaliyet alanlarından biri olarak hayatın bütün yönleriyle ilgilidir. Eğitim sorunu bir yaşama, bağlanma, ahlak sorunudur, devlet ve siyaset meselesidir; kısaca insan olma, beşerden insanlaşma sürecine geçiş sürecidir. İnsanın toplumsallaşma, şehirleşme ve devlet kurma sürecinde temel meselelerinden biri olan devlet-eğitim ve toplum ilişkisi eğitimin devlet eliyle ve devletin politikaları çerçevesinde verilmesini sürekli bir mesele haline getirmiştir. Devlet adına verilen eğitim çoğu kere iktidar gruplarının kendi zihin ve kültür dünyalarınca belirlenmiş, kendi grup çıkarları doğrultusunda formüle edilmiş bilgiler ve değerler manzumesidir. Kamusal, zorunlu kitle eğitimi her ne kadar devletin egemenlik sahasındaki kültür dünyasının tamamını temsil ettiğini iddia etse de seçkin kültürün çevreye salınımından ve tasallutundan ibarettir. Bu faaliyetin devlet eliyle/gücüyle yapılması modern eğitim-devlet ilişkisinin temel paradokslarından biridir.Eğitim modern dünyada, bir devletin politikaları, imkânları ve tercihleri çerçevesinde şekillenmektedir; bu sebeple gerek uygulama gerek içerik gerekse hedefleri açısından ülkeden ülkeye değişebilmektedir. Çağdaş dünyada devlet açısından eğitim, daha çok ihtiyaç duyulan insanı (vatandaş, üretici, tüketici vb.) yetiştirmenin uygun aracı olarak ortaya çıkmakla birlikte bu fonksiyonunu hâlâ güçlü bir şekilde korumaktadır. Eğitim açısından devlet ise sektörün ekonomik ve idarî kontrolünü sağlayan, organizasyonu yapan, amaçları ve hedefleri belirleyen, faaliyetin yasal zeminini oluşturan, paradigmayı belirleyen bir ana mekanizma konumundadır. Eğitim ve devlet iç içe geçmiş bir ilişki hali barındırmaktadır. Eğitim devlete, devlet de eğitim kurumlarına gereksinim duymakta, bu faaliyeti kendi varlığının ve devamının teminatı saymaktadır.
badge borderhover badge border
avatar
Türk Maarif Ansiklopedisi Kategorisi
Kurulları tarafından
onaylanmıştır.

DEVLET

Board Main İcon

Arapça'da devlet "dolaşmak, değişmek, galip gelmek, devir daim etmek, bir halden başka bir hale geçmek" gibi anlamlara gelmektedir. İslam tarihinin ilk devirlerinde bu anlama uygun olarak siyasî hakimiyetin el değiştirmesi mânasında kullanılırken daha sonra hakimiyetin sürekliliğini ifade etmeye başlamış, son asırlarda ise günümüzdeki kullanımına yakın bir anlam kazanmıştır. Bugün Batı dillerindeki state, staat, état, stat, stato gibi kavramlarla aynı anlamda kullanılmaktadır. Devletin gelişimi ve mahiyeti, siyasî düşünce tarihinin üzerinde en çok durulan meselelerinden biridir. Yapılan tartışmalarda iki temel yaklaşım öne çıkar. Bunlardan ilkinde devlet soyut ve aşkın bir kurum olarak değerlendirilmekte, ikincisinde ise çeşitli toplumsal fonksiyonları icra eden, siyasî bir üst kurum olarak ele alınmaktadır.



İnsan toplumsal bir varlıktır. Bir araya gelmek, aile olmak, bir şehrin ve devletin düzeni içinde yaşamak hayatı kolaylaştırır, kültür ve medeniyetin inşasını mümkün kılar. Kültür ve medeniyetin inşası ile insanın güven içinde yaşaması devlet ile hayat bulur. Toplum halinde yaşamanın en ileri ve en iyi formu olarak düşünülen devlet, yapay bir teşekkül olarak yavaş ilerleyen insanlık tarihinde, belirli bir süreçte ortaya çıkmıştır.



Batı uygarlığında devlet kurumunun gelişimine bakıldığında önce Yunan şehir-devletleri, ardından İskender ve Roma'dan itibaren imparatorluk devleti ile karşılaşılır. Bu yeni dönemde hukuk ve düzen fikri devlet olgusunun temelini oluşturmaya başlamıştır. Roma'nın yıkılışına yol açan kavimler göçü imparatorluk devletinden feodal devlete geçişin de kapısını aralamıştır. Feodalite döneminde Katolik kilisesi siyasî yapı içindeki etkisini arttırmış, siyasî otorite dinî ve dünyevi otoriteler arasında bölünmüş, feodalitenin ruhuna uygun bir şekilde Avrupa küçük devletçiklerle ayrılmıştır.



Ulus-devlet aşamasına ise feodalitenin çözülmesiyle geçilmiştir. Uzun bir süreç neticesinde kaydedilen bu aşamayla ulus-devletler Avrupa'daki siyasî sistemin temel birimi haline gelmiştir. 1648 Vestfalya Antlaşması bu süreçte büyük önem taşımaktaydı. Ulus-devlet çağı ile birlikte, devlet ve millet kavramı birlikte kullanılmaya başlanmış; devlet bir milletin siyasî örgütlenmesi olarak görülmüştür. Ulus-devletlerin sınırları içinde yaşayan insanlar farklı etnik kökenlerden olabilirdi. Ancak asıl önemli olan bu insanların ortak iradelerini yansıtan hakimiyetten kaynaklanan siyasî örgütlenmeydi. Devletin yasama, yürütme ve yargı gibi işlevleri bu ortak irade ve hakimiyet esası sayesinde meşruiyet kazanırdı. II. Dünya Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler şeklinde ortaya çıkan ortak güvenlik sistemi, ulus-devlet anlayışının evrensel düzeyde meşruiyet tesis etmesini mümkün kılmıştır.



İslam tarihinde devletin gelişimine bakıldığında ise hicrete kadar geriye gitmek gerekir. Hicretle birlikte teşekkül eden yapı dinî bir önderlik yanında siyasî bir güç örgütlenmesi olarak ele alınırsa, bu açıdan devlet özelliklerine sahip olduğu görülür. Bu yapılanma batı geleneğindeki devlet anlayışından tamamen farklıdır. Hz. Muhammed'in vefatından sonraki hilafet döneminde siyasî liderliğin oluşturulmasında şûra ve biat yöntemleri etkili olmuştur. Emevîler döneminden itibaren devlet başkanının belirlenmesinde tevarüs ve saltanat sistemine geçilmiştir. Abbâsîler'in özellikle son dönemlerinde hilafetin otoritesi zayıflamış, Bağdat'tan bağımsız veya yarı bağımsız sultanlıklar ortaya çıkmıştır. Bu durum uzun asırlar boyunca İslam dünyasında hâkim olacak siyasî sistemin temelini atmıştır. İslam geleneğindeki devlet anlayışında yaşanan son önemli değişim ise hilafetin kaldırılması ve sömürgeci dönemin ardından ulus-devlet yapısına geçilmesidir. Böylece müslümanlar için devlet, modern uluslararası sistemin bir parçası haline gelebilmek için bir vasıta olarak görülmeye başlanmıştır. Bu durum devlet olarak var olabilmenin en önemli koşulu olarak uluslararası sistem tarafından tanınmayı ortaya çıkarmıştır.



Her hâlükârda devlet, toplumu bir araya getiren ve varlığın amacına uygun şekilde insanın kendisini gerçekleştirmesini sağlayan faaliyetleri imkânlı bir hale getirerek insanların bir arada yaşamalarını olabilir kılan, hukukî, sosyal, ekonomik ve kültürel bir teşkilatlanmadır. Devletin kökeninin ne olduğu, ilk devlet yapılanmasının ne zaman ve kimler tarafından gerçekleştirildiği, geleneksel devlet ve toplum yapılarıyla modern devlet ve toplum yapıları arasındaki farkların neler olduğu tartışmalı olsa da insanın adalet ve güvenlik arayışının, bir düzen ve teşkilat içinde olma isteğinin bunda rol oynadığı öne çıkan görüşler arasındadır. İbn Haldun, devletlerin oluşumu konusunda "asabiyet" kavramını ileri sürmüştür (bk. İbn Haldun). Asabiyet soy birliği yanında duygu, inanç, amaç ve kültür birliği gibi anlamlara da gelmektedir.



Fârâbî'ye göre "Her insan, yaşamak ve üstün mükemmeliyetlere ulaşmak için yaratılışta birçok şeye muhtaç olup bunların hepsini tek başına sağlayamaz. Her insan hemcinsleriyle bir araya gelmeye muhtaçtır. İnsanların birbirleri karşısındaki durumları da bu merkezdedir. Böylece her fert, tabiatındaki mükemmelleşme ihtiyacını, ancak muhtelif insanların yardımlaşma maksadıyla bir araya gelmeleriyle sağlar" (Fârâbî, 2001: 79-80).



Eflâtun, Aristo, Fârâbî, Yûsuf Has Hâcib gibi filozoflar da devletin varlık sebebiyle insan mutluluğu arasında ilgi kurulmuştur. İnsanın mutluluğu erdem değerleri, adalet ve toplumsal refah ile ilişkilendirilir. Devlet, en ileri ve en yüksek yaşama formu olarak insanın mutluluğuna hizmet eden bir düzenlemedir.



Bu çerçevede adalet yanında eğitim devletin sorumluluklarından biri olarak değerlendirilir. İnsanın olduğu her yerde eğitim vardır, ancak gerçek anlamda planlı, programlı ve belirli hedefleri olan eğitim faaliyeti devlet organizasyonuyla gerçekleşebilir. Eğitim bir programa, finansmana, hukuka, felsefî ve politik çerçeveye gereksinim duyar. Benzer şekilde devlet organizasyonu da bir eğitim faaliyeti içinde gerçek anlamda kendi varlığını tamamlar.



Fârâbî, eğitimi erdemli şehrin (medîne-yi fâzıla) koşulu olarak görmüştür. Tahsîlu's-Sa'âde adlı eserinde (Mutluluğun tahsili) dile getirdiği üzere kişi ancak varlığın nihaî sebeplerini, kökenini ve neye yönelik olduğunu bildiğinde aydınlanmış ve gerçek mutluluğa erişmiş olur. Erdemli devlet ve toplum yapısı, ancak aydınlanmış bireylerin varoluş alanı olarak görünür. Yöneticinin en önemli vasfı iyi bir eğitim almış, ilimde ve olgunlukta temayüz etmiş olmasıdır. Fârâbî'nin erdemli şehri bütünüyle eğitim ve ilmin ışığında teessüs etmiş ve onun tarafından planlanmış, cehaletin karanlığından uzak bir şehirdir. Bu şehri kuran bilinç, Eflâtun ve Aristo'da olduğu gibi, eğitim ve ilimdir. Devletin, insanların refahına ve mutluluğuna yapacağı büyük katkı, Kutadgu Bilig'de de güçlü bir şekilde vurgulanmıştır. Yûsuf Has Hâcib de eğitimi, âdil ve erdemli bir yöneticinin en önemli vasfı olarak görmüştür.



Modern devlet felsefelerinin temelinde Machiavelli ve T. Hobbes'un olduğu kabul edilir. "Devlet olmadıkça, herkes herkese karşı daima savaş halindedir" (Hobbes, 2022: 101). Doğal durumdan ayrılma kişiyi bir eğitim sorunuyla, bu yönde bir gereksinimle karşı karşıya getirir. Vatandaşlık görevleri, kurala ve sözleşmeye uygun bir hayat, eğitimle gerçekleşebilecek bir durumdur (Hobbes, 2022: 185).



Kökleri XV. yüzyılın ortalarına uzanan ancak gerçek formuna sanayi devrimi sonrasında kavuşan, Rönesans ve Aydınlanma felsefesini yansıtan yeni devlet anlayışında bireyin aklını, duygularını eğitmek önem kazanmıştır. Bu dönem eğitimle modern anlamda 'yurttaş'ın birbirleri için vazgeçilmez görülmeye başlandığı bir süreçtir. Modern devlet yapıları, zorunlu eğitim anlayışıyla önemli ölçüde kendi ulus-devlet değerleri temelinde vatandaşını yetiştirmeye yönelik kendine özgü bir eğitim anlayışı benimsemiştir. Ulus-devletin vatan, millet, lider, kahraman, özgürlük gibi değerleri bu anlayışla ortaya çıkmıştır. Batı kültüründeki kabulle, "Tanrı babadan devlet babaya" geçiş sağlanmıştır.



Devlet ve eğitim sorunu, temelde bir insan yetiştirme meselesi olarak özellikle modern dünyanın bir sorunudur. Devlet kendi vatandaşını eğitim vasıtasıyla yetiştirir, eğitimle kendini, kendi kurumlarını üretir, geliştirir ve sürdürür. Modern eğitim bir devlet içinde, o devletin yasaları ve politikaları doğrultusunda ortaya çıkar. Eğitim bir yandan devleti üretirken bir yandan da devletin ürettiği bir kurum olarak temayüz eder. Modern dönemde ulus-devlet anlayışı ve değerleri çerçevesinde, kendi vatandaşını yetiştirme isteği kendini gösterirken, eğitim: 1. Politik, ideolojik, hukuksal, ekonomik, tarihsel, kültürel bir muhteva kazanır; 2. Modern eğitim felsefeleri içinde kendini hissettirdiği üzere, devletin ve toplumun eğitim eliyle yeniden biçimlendirilmesi anlayışı söz konusu olur. Çağdaş dünyada eğitim, bütün bu organizasyonların üstünde ve onları temin eden temel bir kurum olarak kendini göstermiştir.



Modern devletin önemli görevlerinden biri, vatandaşların temel ihtiyaçlarını (güvenlik, eğitim öğretim, sağlık, ticaret, ulaşım vb.) karşılayacak şekilde imkân/ortam üretmektir. Eğitim hizmeti, modern devletin öncelikli görevleri arasında yer almıştır. Bu görevi yerine getirmek, sadece bir hizmetin sunumu değil, aynı zamanda kendi varlık şartını sağlamak anlamına da gelir. Vatandaşlarına gerekli eğitimi sağlamayan devletin, gelişmesi ve ilerlemesi bir yana uzun süre varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Devlet, eğitimle bir yandan kendi vatandaşlarına toplum ve millet olma bilinci kazandırırken öte yandan belirli değerler etrafında bir arada yaşamayı ve birlikte bir gelecek inşa etmeyi öğretir. Eğitim, sosyal, politik, ideolojik, kültürel değişimler için önemli bir etkendir. Toplumsal değişim bireysel değişimlerle, bireysel değişimler ise eğitimle başlar. Devlet, eğitim programının hazırlanması, amaçlarının tespiti, insan modelinin ortaya konulması, eğitim politikalarının oluşturulması ve finansmanın sağlanması konusunda, modern eğitim olgusunun temel tasarımcısı ve sahibidir. Eğitimin evrensel ve millî yüzü, devlet eliyle ve devletin sınırları dahilinde çizilir. Bu şekilde devlet kendi vatandaşını eğitirken, kendi geleceğine yatırım yapar ve kendi kurumlarının sağlıklı bir yapıda etkileşimini ve devamını sağlar.



Modern eğitimin önemli unsurlarından biri insanlara tasarlanmış kimlikleri kazandırmasıdır. "Eğitim, insanî kimliği, ardından da ahlakî ve kültürel kimliği inşa eder" (Tozlu, 2003: 243-247). Modern yapısalcı eğitimin yaygın tanımındaki "istendik yön" ve "uyum" daha çok bu ideali temsil eder. Bu yaklaşım "endoktrinasyon" kavramı bağlamında en çok eleştiriye tâbi tutulan konular arasında yer almıştır.



Felsefenin ilk dönemlerinden beri, eğitim ve devlet ilişkisi üzerinde durulmuş, devletin eğitim, eğitimin de devlet açısından gerekliliği vurgulanmıştır. Çağdaş eğitim kuramlarından bazıları, özellikle eleştirel ve alternatif yaklaşımlar, devlet ve sistemlerin, kendine göre "iyi/makbul vatandaş" ve "iyi insan" tiplerini yetiştirme anlayışları çerçevesinde bireyleri biçimlendirme ve "endoktrine" etmeleri durumunu eleştirmiştir. Buna göre devlet, egemen ideolojiyi benimsetmek üzere, öğretmen yetiştirme, ders kitapları, eğitim ortamları ve ritüellerle insan ve toplum üzerinde hegemonya kurmaktadır. Çağdaş pedagojik yaklaşımlarda sorun, bir devletin, bir sistemin insanı kendi ideoloji ve politikaları doğrultusunda yetiştirme hakkının olup olmadığı noktasında merkezîleşmiştir.



Eğitim, insanın yeryüzündeki en eski faaliyet alanlarından biri olarak hayatın bütün yönleriyle ilgilidir. Eğitim sorunu bir yaşama, bağlanma, ahlak sorunudur, devlet ve siyaset meselesidir; kısaca insan olma, beşerden insanlaşma sürecine geçiş sürecidir. İnsanın toplumsallaşma, şehirleşme ve devlet kurma sürecinde temel meselelerinden biri olan devlet-eğitim ve toplum ilişkisi eğitimin devlet eliyle ve devletin politikaları çerçevesinde verilmesini sürekli bir mesele haline getirmiştir. Devlet adına verilen eğitim çoğu kere iktidar gruplarının kendi zihin ve kültür dünyalarınca belirlenmiş, kendi grup çıkarları doğrultusunda formüle edilmiş bilgiler ve değerler manzumesidir. Kamusal, zorunlu kitle eğitimi her ne kadar devletin egemenlik sahasındaki kültür dünyasının tamamını temsil ettiğini iddia etse de seçkin kültürün çevreye salınımından ve tasallutundan ibarettir. Bu faaliyetin devlet eliyle/gücüyle yapılması modern eğitim-devlet ilişkisinin temel paradokslarından biridir.



Eğitim modern dünyada, bir devletin politikaları, imkânları ve tercihleri çerçevesinde şekillenmektedir; bu sebeple gerek uygulama gerek içerik gerekse hedefleri açısından ülkeden ülkeye değişebilmektedir. Çağdaş dünyada devlet açısından eğitim, daha çok ihtiyaç duyulan insanı (vatandaş, üretici, tüketici vb.) yetiştirmenin uygun aracı olarak ortaya çıkmakla birlikte bu fonksiyonunu hâlâ güçlü bir şekilde korumaktadır. Eğitim açısından devlet ise sektörün ekonomik ve idarî kontrolünü sağlayan, organizasyonu yapan, amaçları ve hedefleri belirleyen, faaliyetin yasal zeminini oluşturan, paradigmayı belirleyen bir ana mekanizma konumundadır. Eğitim ve devlet iç içe geçmiş bir ilişki hali barındırmaktadır. Eğitim devlete, devlet de eğitim kurumlarına gereksinim duymakta, bu faaliyeti kendi varlığının ve devamının teminatı saymaktadır.

Kaynakça

Althusser, Louis. İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. çev. Y. Alp – M. Özışık. İstanbul 2002.
Aristoteles. Nikomakhos’a Etik. çev. S. Babür. Ankara 1988.
Bumin, Kürşat. Batı’da Devlet ve Çocuk. İstanbul 1983.
Davutoğlu, Ahmet. “Devlet”. DİA. 1994, IX, 234-240.
Fârâbî. Tahsîlu’s-Sa‘âde. çev. H. Atay. Ankara 1973.
a.mlf. el-Medînetü’l-Fâzıla. çev. N. Danışman. İstanbul 2001.
Freire, Paulo. Ezilenlerin Pedagojisi. çev. D. Hattatoğlu – E. Özbek. İstanbul 1991.
Gutek, Gerald L. Eğitime Felsefi ve İdeolojik Yaklaşımlar. çev. N. Kale. Ankara 2014.
Gündüz, Mustafa. Eğitim Üzerine: Neydi? Nedir? Ne Olacak?. İstanbul 2022.
Hobbes, Thomas. Leviathan. çev. S. Lim. İstanbul 2022.
Platon. Devlet. çev. S. Eyüboğlu – M. A. Cimcoz. İstanbul 2010
Rousseau, Jean-Jacques. Émile ya da Eğitim Üzerine. çev. Y. Avunç. İstanbul 2014.
Tozlu, Necmettin. İnsandan Devlete Eğitim. Ankara 2003.
Yusuf Has Hâcib. Kutadgu Bilig II. çev. R. R. Arat. Ankara 1959.
Vefa TAŞDELEN, "DEVLET", Türk Maarif Ansiklopedisi, https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/devlet/#yazar-1 (16.04.2025).

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme
KÜRE'ye Sor