Eski Türkler'de nesilden nesile aktarılan, toplum ve devlet hayatını düzenleyen yazısız kurallar bütünü olan töreye göre verilen eğitim, kimliğin korunmasını ve devamlığını esas almış, Türkler'in yaşadıkları coğrafyaya, kültür çevresine ve hayat tarzlarına göre farklılık arzetmiştir. Manevi değerler eğitimi de inanç ve dinlere göre değişiklik göstermiştir.
Tarihte Türkler'in bozkır kültürü içinde besicilikle uğraşanları olduğu gibi, şehir ve köy kültüründe çiftçilik, zanaatçılık ve ticaretle; orman kültüründe ise ormancılıkla geçinenleri de mevcuttur. Doğal olarak bunların eğitim anlayışları da birbirinden farklı olmuştur.
Bozkırda yaşayanlar umumiyetle suya yakın yerleri tercih etmişlerdir. Zamanla hayvanları, bilhassa büyük baş hayvanları evcilleştirerek su kenarlarında yaptıkları evlerde yaşamışlar, hayvanları için de ağıl yapmışlardır. Hayvan sürülerinin kalabalıklaşmasıyla çiftlik imkânlarının yetersiz kalması üzerine evlerinden çok uzaklaşmadan yaylacılık hayatını ve ardından konar göçer hayatı benimsemişlerdir. Eski Türkler bu arada kendileri için vazgeçilmez olan atı da evcilleştirmişlerdir. Bozkırda üretimin iktisadî temeli hayvancılık olduğundan coğrafya ile maddi kültür unsurları bir bozkır kültürü meydana getirmiştir. Taşınabilir çadırlar veya yurtlar, giysiler, yiyecekler, türlü el üretimleri bozkırların ve dağ düzlüklerinin imkânlarından âzami surette istifade etme üzerine kuruludur. Böylece bozkırdakiler, mekânın zorlamasıyla besledikleri hayvan etrafında kendine has bir dünya görüşü ve sanat anlayışı geliştirmişlerdir. Konar göçer olarak nitelenen bu insanlar sürülerine otlak, yaylak yerleri, yayılma bölgeleri bulmak üzere dolaşmak durumunda olduklarından bu hayat tarzına uygun bir eğitim gelenekleri vardı. Sözlü gelenek önemli olduğu için önce bir arada yaşamanın kuralları, töre adı altında çocuklara aktarılırdı. Çeşitli tehditlere maruz olarak zor şartlarda yaşadıkları için sağlam bir beden ve iradeye sahip olmak durumunda idiler. Bu ise toplumda herkesin küçük yaşlardan itibaren iyi bir savunma eğitimi almasını gerektiriyordu. Asya Hun toplumunda herkese çocukluk çağlarından itibaren ok atma, kılıç kullanma öğretilirdi. Avlanmak eğitimde önemli bir yere sahipti. Avcılık, besin temin etmek için yapılan bir faaliyet olması yanında savaşmayı da öğretir, bu faaliyete katılanlar aslında bir tür savaş oyunu oynamış olurlardı. Konar göçer Türkler'de meslekî eğitim de çok önemli bir yer tutardı. Üretici bir faaliyet olan hayvan besiciliğinde hayvanın eti, sütü, derisi, yünü işlenir, kurutma, pastırma gibi çeşitli usullerle etler uzun süre saklanırdı. Sütten kaymak, yağ vb. yapılır, kurut gibi dayanıklı süt mamulleri üretilirdi. Kısrak sütünden bozkırlı Türkler'in en önemli içeceklerinden kımız temin edilir; deriden giysi, ayakkabı, başlık; yünden iplik, keçe vb. elde edilirdi. Yünden çıkarılan iplik kumaş, kilim, halı gibi eşyaların örülmesinde kullanılırdı. Bütün bu ürünlerin üretimi ciddi bir eğitimi gerektirmekteydi.
Bozkırlı Türkler'in bir başka özelliği iyi birer madenci olmaları ve madeni iyi işlemeleri idi. Bakır, tunç, demir gibi madenleri çıkarıp işleyerek ok ucu, kılıç, kama, bıçak, mızrak gibi silahlar üretiyorlardı. Yine atta ve arabada kullanılan gem, kantarma, dingil gibi aksamlar dışında günlük hayattaki eşyalar da maden ağırlıklı idi.
Eski Türkler'de, törenin işletilmesinde ve hayatın düzene konulmasında dinin büyük önemi vardır. Hakan aynı zamanda dinî toplantılara, atalar mağarasının önünde kurban sunulması gibi törenlere başkanlık ederdi. Toplumu ve dünyayı idare etme yetkisinin Tanrı'nın bahşettiği "kut" ile mümkün olduğu kabul edilirdi. Bir yönüyle birer din adamı olarak düşünülebilecek bilge, hikmet sahibi olan aksakallar toplumun ve devletin düzeni ve toplumun eğitimi için çalışırlardı. Bozkırlı Türkler'de yazı da önemlidir. Göktürk yazıtları, eğitim bakımında ayrı bir yere sahiptir ve bir siyasetname hüviyetindedir. Yazıtlardaki anlamlı ifadeler, atasözleri ve özdeyişler çağlar boyunca akılda tutulsun diye zikredilmiştir.
Hunlar'dan beri Türkistan'da, bozkır sahasının güneyindeki yerleşik kuşakta şehir ve köylerde yaşayan Türkler de mevcuttur. Uygur Kağanlığı'nın 840 yılında yıkılmasından sonra ise kitleler halinde güneye inen Türkler'in esas kitlesinin devlet merkezi artık yerleşik hayat sürülen kuşağa taşınmıştır.
Türkistan'daki ilk şehirlerde kaleler, hisarlar, iç şehirler, dar sokaklar, pazarlar, ibadethaneler, kamu binaları, üretim meskenleri, tezgâhlar, mezarlıklar, dış halkada tarım üretimi yapılan bağlar-bahçeler-tarlalar, hayvan otlakları vardı. Genelde korunaklı surlarla çevrili bu şehirlerde düzen ve şehir nizamını sağlayan görevliler vardı. Hakan, devlet büyükleri, kumandanlar ve din adamları buralarda ikamet ederlerdi. Şehirde yeterli bir zanaat üretimi söz konusu idi.
Yerleşiklik, konar göçerler için düşünme ve davranış kalıplarının, geleneksel değer sistemlerinin ve hayat tarzının değişmesi demektir. Yerleşik hayatı benimseyenler üretim kaynakları, dünya görüşü, kölelik müessesesi, din telakkisi, hürriyet fikri gibi konularda bozkırlılardan çok farklı düşünmekteydiler.
Bu itibarla yerleşik Türkler için toplumsal eğitim; şehir hayatıyla uyuma, sükûnet ve durağanlık içinde huzurlu bir hayat sürdürmeye yönelikti. Şehirli kimliği bir süre sonra konar göçerlerdeki boy kimliğinin önüne geçerdi. Şehir ve köy hayatında tarımın, zanaatın, ticaretin sürdürülmesine yönelik bir eğitim vardı. İnsanların öncelikli olarak çiftçi, zanaatkâr, tüccar vb. olmaları yönünde eğitim verilirdi. Şehirde iş bölümüne dayalı bir üretim süreci vardı. Malların üretimindeki her bir safhada uzmanlaşmış zanaatkârlar devreye girerdi. Bu yüzden usta-çırak eğitimi çok önemli idi. Köylerde ise ekip biçme, sulama, depolama tekniklerinin nesilden nesile aktarılması esastı. Bu sayede yüzyıllara dayalı usullere göre tarım ve sulama işleri yürütülürdü. Zanaatkârlık ve esnaflık çoğu defa babadan oğula geçer, böylece insanlar çocukluktan aile mesleğinin içinde yetişirdi. Yerleşik Türkler'de din telakkisi de farklı idi. İslam öncesi dönemde eski Türk dini dışında Zerdüştîlik (Zoroastrianizm), Budacılık, Manicilik gibi dinler yaygınlık kazanmıştı. Toplumda din eğitimi çok önemli idi ve bilhassa ibadet, toplumda davranış, ritüel, yeme içme vb. kaidelerinin katı bir şekilde öğretilmesine öncelik veriliyordu. Şehir hayatı ve hatta şehrin planı genellikle bu dinlere göre şekilleniyordu.
Diğer taraftan daha çok devlet kurmamış eski Türk toplulukları için bir hayat sahası olan orman, eski Türk düşüncesinde nizamın, devletin ve kutlu hanın olduğu yer olarak tahayyül edilmiştir. Bozkırı kuzeyden ve kuzeybatıdan çeviren ormanlar, bozkırda tutunamayan insanların sığınma yeri olmuş, zamanla bu yeni mekâna alışarak ormana uygun hayat tarzları geliştirmişlerdir. Ormanda yaşayan Türkler arasında en önemli geçim kaynaklarından biri avcılık ve balıkçılık olduğundan toplumda ciddi bir av ve balıkçılık eğitimi vardı. Avlanma hem beslenme hem de kürk içindi. Tutulan balığın çoğu kışın yenmek üzere ağaç kabuklarıyla altı ve üstü örtülen yer altı depolarına konulurdu. Ticaret insanların çok dahil oldukları bir iş değildi. Bununla beraber çeşitli ağaçların ve bazı madenlerin işlenmesiyle üretilen eşyaları, şehirlilerin ve bozkırlıların ihtiyaç duyduğu ağaç ürünleri, kürk gibi değerli malları değiş tokuş yapan insanlar, ihtiyaç duydukları ürünleri elde edilebilmekte idiler. Ulaşım ve nakliye için kayakçılık ve kızakçılık da öğretilirdi. Din anlayışı ise mahallî farklılıklar gösterirdi. Sibirya'daki şaman pratikleri günlük hayatın bir parçasıydı. Mesela günlük hayatın gerçeği olan bir şeyi içmeden önce birazını havaya saçmak suretiyle göğün hakkını vermek gibi pratikler nesilden nesile aktarılırdı.
Eğitim bütün toplumlarda hayatın devamı açısından elzem olduğundan İslamiyet öncesi eski Türkler'de de zorlu hayat şartlarıyla başa çıkabilmek için yaygın bir toplumsal, askerî, meslekî, dinî vb. eğitim söz konusu idi. Bu eğitimin mahiyeti ve işleyişi ise coğrafyaya ve hayat tarzına göre farklılık arzetmiş, zaman içerisinde gelişimiyle birlikte nesilden nesile geleneklerin aktarımı suretiyle değişime uğramıştır.