Fukushima Daiichi Nükleer Santral Kazası, 11 Mart 2011 tarihinde Japonya’nın Tōhoku bölgesinde yaşanan 9.0 büyüklüğündeki deprem ve ardından oluşan tsunaminin Santral'e zarar vermesi sebebiyle meydana gelen, bir dizi teknik arıza ve radyoaktif sızıntıyla sonuçlanan ciddi bir nükleer felakettir. Uluslararası Nükleer ve Radyolojik Olay Ölçeği'ne (INES) göre en yüksek seviye olan 7 olarak sınıflandırılmıştır.
Fukushima Daiichi Nükleer Santrali Hakkında Genel Bilgi
Santral, Japonya’nın doğu kıyısında yer almakta olup Tokyo Electric Power Company (TEPCO) tarafından işletilmektedir. 1971 yılında faaliyete geçen santral, toplam altı reaktörden oluşmaktadır. Reaktörler kaynar su reaktörü (BWR) tipi olup General Electric (GE) tarafından tasarlanmıştır.
Santral, normal şartlarda Japonya’nın enerji ihtiyacının önemli bir kısmını karşılamakta olup【1】 kazanın çok öncesinden itibaren tasarımında tsunami ve büyük çaplı doğal afetlere karşı yeterli önlemler alınmadığı yönünde eleştiriler bulunmaktaydı.
Olayın Gelişimi
Fukushima Daiichi Nükleer Santrali, toplamda altı reaktörden oluşan bir kaynar su reaktörü (BWR) tesisidir. 11 Mart 2011’de meydana gelen 9.0 büyüklüğündeki Tōhoku depremi sonrasında, santralin 1, 2 ve 3 numaralı reaktörleri otomatik olarak kapanmıştır. Bu esnada 4, 5 ve 6 numaralı reaktörler ise bakımda olduğu için devre dışı durumdaydı. Bu noktada yedek güç sistemlerinin de yardımıyla durum tolare edilebilmiş ancak depremden 56 dakika sonra gelen tsunami dalgaları, santralin deniz suyu pompaları ve acil durum soğutma sistemlerini de devre dışı bırakarak reaktörlerdeki ısı kontrolünü imkânsız hale getirmiştir.
Reaktörlerin soğutulmasını sağlayan elektrik sistemlerinin devre dışı kalması sonucu, çekirdek erimesi meydana gelmiştir. Yakıt çubuklarının aşırı ısınması nedeniyle hidrojen gazı oluşmuş ve bu gazın sıkışması sonucu 12-15 Mart 2011 tarihleri arasında 1, 2 ve 3 numaralı reaktör binalarında patlamalar yaşanmıştır. Bunun sonucunda yüksek miktarda radyoaktif madde atmosfere salınarak Çernobil'den sonra yaşanan en büyük radyoaktif serpitiye sebep olmuştur.
Kazanın Teknik Süreci ve Patlamalar
1. Deprem Sonrası İlk Saatler: Depremle birlikte reaktörlerin otomatik kapatma sistemleri devreye girmiştir.
2. Tsunami ve Elektrik Kesintisi: Santrali vuran 14-15 metrelik tsunami, dizel jeneratörleri devre dışı bırakmıştır.
3. Soğutma Sistemi Arızası: Reaktörlerin soğutulması için gereken sistemler çalışmadığı için yakıt çubukları ısınmıştır.
4. Hidrojen Patlamaları: Yakıt çubuklarının su ile teması sonucu açığa çıkan hidrojen gazı, reaktör binalarında birikerek patlamalara yol açmıştır.
Kazanın Çevresel Etkileri
Kazanın doğrudan etkisi, reaktörlerden yayılan radyasyonun geniş bir alana yayılması ve yaklaşık 78.000 kişinin tahliye edilmesini gerektirmesidir. Kazadan sonraki ilk günlerde santralin yakınındaki tarım ürünleri, su kaynakları ve deniz ürünleri yüksek seviyede radyoaktif kirliliğe maruz kalmış ve kullanılamaz hale gelmiştir.
Ayrıca, Japonya'nın doğu kıyılarındaki balıkçılık faaliyetleri durdurulmuş ve uzun yıllar boyunca bu bölgede radyasyon seviyesi izlenmiştir. Radyasyonun Pasifik Okyanusu'na yayılması ise küresel bir endişe kaynağı olmuştur.
Kazanın Ekonomik Etkileri
Kazanın ekonomik etkileri de hem ulusal hem de uluslararası alanda oldukça ciddi oldu. Japon hükümeti ve TEPCO, kazadan etkilenen bölgelerde temizleme çalışmaları yürüttü ve kazanın ekonomik maliyetinin 76 milyar doları aşabileceği öngörüldü. Ayrıca, uluslararası kamuoyunda nükleer enerji güvenliği konusunda büyük endişeler oluştuğundan ve bazı ülkeler nükleer enerji politikalarını yeniden gözden geçirme ihtiyacı hissetti.
Hukuki ve Politik Sonuçlar
Japonya’da nükleer santrallerden doğan sorumluluk hukuki açıdan incelendiğinde, TEPCO’nun kaza nedeniyle sorumlu tutulduğu mahkeme kararlarında açıkça görülmektedir. Japon hukukuna göre, nükleer santral işletmecileri, kazalar nedeniyle doğrudan sorumluluk taşımaktadır. Ancak, TEPCO'nun yanı sıra Japon hükümeti de kazaya karşı yeterli önlem almamakla eleştirilmiş ve bazı davalarda hükümetin de sorumlu olduğu hükmüne varılmıştır.
Türkiye açısından bakıldığında, Akkuyu Nükleer Güç Santrali gibi projelerin Fukushima kazasından çıkarılacak derslerle beraber sıkı güvenlik standartlarıyla planlanması gerektiği vurgulanmıştır. Paris Sözleşmesi’ne taraf olan Türkiye’de, nükleer kazalar durumunda işletmeci ve devlet sorumluluğu açısından özel düzenlemeler bulunmaktadır.
Uluslararası Nükleer Enerji Güvenliği Alanındaki Etkileri
Kazadan sonra uluslararası alanda nükleer enejinin güvenle korunumuna dair bazı temel ilkeler kabul edilmiş, daha önce var olanlar ise daha güçlü bir şekilde uygulamaya konmaya çalışılmıştır. Kaza sonrası kabul edilen bazı temel güvenlik ilkeleri şunlardır;
1. Nükleer santrallerin tasarımında daha dayanıklı güvenlik önlemleri alınmalıdır.
2. Acil durum jeneratörleri ve soğutma sistemlerinin tsunamiye karşı daha yüksek alanlara yerleştirilmesi gerekmektedir.
3. Radyoaktif sızıntılara karşı daha etkin acil müdahale planları oluşturulmalıdır.
4. Uluslararası nükleer güvenlik standartları sıkılaştırılmalı ve denetlenmelidir.
Netice olarak Fukushima Daiichi Nükleer Santral kazası, modern nükleer enerji kullanımının riskleri konusunda önemli bir dönüm noktası olmuş ve dünya çapında nükleer enerji politikalarında değişikliklere yol açmıştır.


