Evet, başlık ilk bakışta kışkırtıcı ve hatta garip gelebilir. Ancak bu cümle yalnızca Osmanlı'nın son dönemlerine değil, aslında tarih sahnesine çıktığı erken fetih yıllarına kadar uzanan bir Avrupa refleksinin özetidir. Osmanlı Devleti henüz Anadolu’daki beyliklerden biri iken bile, Balkanlara adım attığında, Avrupa'nın siyasi ve dinî yapısında derin bir tedirginlik yaratmıştır. Bu tedirginlik ilerleyen yüzyıllarda bir dizi Haçlı Seferi niteliğinde askerî müdahaleye, ittifaklar kurmaya ve doğudan gelen tehlikeye karşı birleşmeye neden olmuştur.
Balkanlar: Anadolu’nun Kalkanı mı?
Osmanlı’nın Balkanlar’daki ilerleyişi sadece fetih amacı taşımıyordu; aynı zamanda Anadolu’yu savunmanın stratejik bir yoluydu. Çünkü Balkanlar, coğrafi olarak Anadolu’yu Avrupa'dan ayıran ve koruyan bir doğal sur vazifesi görüyordu. Bu nedenle Osmanlı, Eflak, Boğdan ve Lehistan gibi tampon bölgelerde doğrudan İslamlaşma politikaları gütmese bile, siyasi nüfuzunu sürekli korumak istemiştir. Bu devletler hem askerî kaynak hem de tarımsal ve mali katkılar açısından stratejik öneme sahipti.
300 Yıl Yükseliş – 300 Yıl Gerileme
Osmanlı'nın tarihi 600 yıla yakın sürmüş olsa da bu süreci yuvarlak hesaba göre iki eşit döneme ayırmak mümkün:
- 1300–1600 arası: Yükseliş ve zirve
- 1600–1900 arası: Gerileme ve dağılma
Bu kadar uzun süre istikrarlı genişleyen bir imparatorluk olmak, dünya tarihinde ender görülen bir başarıdır. Moğollar gibi büyük ama kısa ömürlü imparatorlukların aksine, Osmanlı sistematik bir biçimde kurumsal yapısını inşa etmiş, çimentosu sağlam kaplanmış, yıkılışı dahi yükselişteki geçirdiği süre kadar olmuştur.
Osmanlı'yı simgeleyen bir tasvir (Yapay zeka ile oluşturulmuştur)
2. Viyana Kuşatması: Bir Dönüm Noktası
1683’teki II. Viyana Kuşatması, Osmanlı için gerçek anlamda bir kırılma anıdır. Avcı Mehmed döneminde gerçekleşen bu kuşatma, Osmanlı’nın Batı’ya doğru son büyük hamlesi oldu. Ancak bu askerî girişimin başarısızlıkla sonuçlanması, imparatorluğun dışarıya dönük son büyük darbesi olmuştur. O tarihten itibaren Osmanlı, toprak kayıplarına daha açık hâle gelmiş, siyasi dengeleri lehine çevirmekte zorlanmıştır.
Gerilemenin Ritmi: Yavaş ve Dirençli
Eğer Osmanlı’nın gerileme süreci 1600'lerden itibaren başladıysa, bu gerilemenin ilk 200 yılı, görece yavaş ilerlemiştir. Özellikle 18. yüzyıl boyunca Osmanlı, büyük yıkımlar yaşamadan varlığını sürdürmüş, birçok alanda ıslahat denemeleri yapmıştır. Ancak 19. yüzyıldan itibaren, özellikle 1800 sonrası, toprak kayıpları dramatik biçimde hızlanmış, dağılma süreci görünür hâle gelmiştir.
Teknoloji ve Değişim
Osmanlı’nın yıkılış süreci, yalnızca askerî ya da siyasi zayıflıktan ibaret değildir. Aynı zamanda dünyada yaşanan teknolojik ve bilimsel dönüşüme ayak uyduramamaktan da kaynaklanır. Avrupa’nın coğrafi keşifler, Reform, Rönesans ve nihayet Sanayi Devrimi ile yaşadığı büyük dönüşüm karşısında, Osmanlı uzun süre savunmacı bir pozisyonda kaldı.
Ne var ki, bu dönüşümün bir yönüyle Osmanlı’nın baskısı altında şekillendiği de söylenebilir. Avrupa'nın coğrafi olarak da (Kuzey Afrika ve Balkanlar) Osmanlı hilaliyle çevrelendiği 16. yüzyıl, Batı’nın yeni yollar, yeni fikirler ve yeni güç kaynakları arayışına girdiği dönemdir. Bu sıkışmışlık, Avrupa’da sıra dışı üretimlerin doğmasına neden olmuştur.
Tarih Tekerrür Eder mi?
Günümüz Müslüman coğrafyası da zaman zaman maddi ve manevi sıkışıklıklar yaşamakta. Ancak tarihte olduğu gibi, bu dönemler dönüşümün, yenilenmenin ve toparlanmanın eşiği olabilir. Osmanlı’nın kurduğu sistemin yüzyıllar boyu ayakta kalması, yalnızca askerî değil, toplumsal, kültürel ve dinî temellere dayanıyordu.
Tarihten çıkarılacak en önemli derslerden biri de şudur:
Her yükselişin bir sınavı, her düşüşün bir kıvılcımı vardır.
Osmanlı’yı yıkmak bir projeydi ama bu proje, yalnızca dış güçlerin değil, zamanla içeride yaşanan çözülmelerin de sonucuydu. Yine de bu imparatorluğun kuruluşundaki vizyon, genişlemesindeki düzen ve çöküşündeki direnç, bugün hâlâ siyasi ve sosyal analizlerde örnek gösterilmektedir.
Belki de bugünün dünyasında Müslüman toplumların yeniden toparlanması için en büyük ihtiyaç, tarihten gelen o dayanıklı temellere yeniden yaslanmaktır.

