Endülüs Emevî Devleti’nin sonlarına doğru yaşanan fitne döneminde, Süleyman el-Müstaîn’in Kurtuba’da tahtı ikinci defa ele geçirmesiyle (403/1013) halifeliği sona eren II. Hişâm el-Müeyyed ortadan kaybolmuştu. Bir rivayette onun hayatta olduğu ve Meriye’ye (Almeria), hatta Kuzey Afrika üzerinden Asya’ya gittiği söylenirken başka bir rivayete göre Süleyman el-Müstaîn’in Kurtuba’yı (Córdoba) ele geçirdiği sırada öldürülmüştü. Bu haberler sayesinde bir süre daha gündemde kalan Hişâm adı zamanla unutulmaya yüz tuttuysa da daha sonraki yıllarda yeniden duyulmaya başlandı. Mülûkü’t-tavâifin en güçlülerinden olan ve Endülüs’te merkezî otoriteyi tesis edip bölgeyi kendi hâkimiyetine almak isteyen Abbâdîler hânedanının kurucusu Ebü’l-Kāsım İbn Abbâd, hayatta olduğunu söylediği II. Hişâm’ı İşbîliye’de (Sevilla) büyük bir törenle halife ilân etti ve öteki mülûkü’t-tavâifi de ona biat etmeye çağırdı (414/1023). Ancak halife ilân edilen bu kişi gerçekte Halef el-Husrî adlı bir şahıstı. II. Hişâm’a çok benzeyen Halef, İşbîliye’ye getirilmeden önce Rabah Kalesi’ndeki bir mescidde müezzinlik yapıyordu. İbn Abbâd, onu halife ilân ederek bir süre Kurtuba’ya hükmeden Şiî Hammûdîler’e karşı Abbâdîler’i Sünnîliğin savunucusu gibi göstermek, hilâfet müessesesini kullanarak öteki mülûkü’t-tavâif üzerinde nüfuz kurmak veya bu yöndeki askerî faaliyetlerine meşruluk kazandırmak istiyordu. Yeni halifenin İbn Abbâd’ın oğlunu hâcib tayin ettiği her tarafa duyuruldu ve böylece iktidar Abbâdîler’in eline geçti.
Halef el-Husrî, kendisini görmek için saraya akın eden halka yüzünü göstermemeye ve perde arkasından konuşmaya mecbur edildi. Mülûkü’t-tavâiften birçoğu ona halife olarak biat etti. İşbîliye, Kurtuba, Tuleytula (Toledo), Batalyevs (Badajoz), Meriye ve Sarakusta (Saragossa, Zaragoza) gibi merkezlerde hutbeler onun adına okundu. Halef el-Husrî 451 (1059) veya 455 (1063) yılında ölmüştür.