Farsça’dan Türkçe’ye geçen hâne kelimesi “ev, bina, ikametgâh; aile; bir cetvelde veya şemadaki alt bölümler; dama ve satranç tahtasındaki karelerden her biri; tavla oyununda pulların üzerine konulduğu dilimler; matematikte sayılar sisteminde birler, onlar, yüzler” gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Bazı isimlerin sonuna eklenerek postahâne, hastahâne, boyahâne, yemekhâne gibi kelimeler de türetilmiştir. Osmanlılar’da kanunnâmelerden anlaşıldığına göre hâne, “Emlâk kısmı satılsa, eğer hâne ve ger bağdır” ifadesinde “ev”; “Dağda kestikleri odun için hâneden hâneye birer akçe alınırmış”; “Her hâneden birer nevgi yağ alalar” şeklindeki ibarelerde “vergi hânesi, vergi matrahı” anlamını taşır. Bunun yanı sıra tahrir defterlerinde çok sık rastlanan kelime “aile” karşılığı olarak kullanılmakta, bu sebeple Batı dillerine “feu, household, familie” şeklinde tercüme edilmektedir.
Vergiye esas olan bir maliye terimi özelliği de taşıyan hânenin kaç kişilik bir aileyi ifade ettiği meselesi tartışmalıdır. Bununla “avârızhâne” tabiri arasındaki münasebet de açık değildir. Osmanlı tahrir defterlerinde “hâne-i avârız” başlığı altında vergi mükellefi erkeklerin sayısının, “hâne-i gayr-ı avârız” içerisinde imam, müezzin, hatip, âmâ, müflis vb. vergiden muaf olanların kaydedilmiş olması, XVI. yüzyılda bir hânenin bir avârızhâneye eşit bulunduğunu, fakat daha sonraki yüzyıllarda avârızhâne tabirinin farklı bir vergi birimi ölçüsü haline geldiğini gösterir. Sultanların ve emîrlerin vakıf arazilerinde oturanlar da 922 (1516) tarihli Biga Kanunnâmesi’nin sonuna eklenen bir listede avârızhâne olarak gösterilmiştir. Bunlar vergilerini devlete değil vakıf sahipleri adına mütevellilere ödemekteydiler.
Ömer Lutfi Barkan hâneyi yani aileyi beş kişi olarak kabul etmiş, bu teklif sonradan pek çok kimse tarafından benimsenmiştir. Bununla beraber hâne katsayısının bu miktardan daha az veya daha fazla olduğunu kabul edenler de vardır. Josiah C. Russell, XVI. yüzyılda İspanya Arapları’nın durumunu göz önünde bulundurarak Barkan’ın fikrini benimser görünmekte, ancak Venedik kaynaklarına dayanarak Osmanlı Devleti’nde hıristiyan veya yahudi erkeklerin on iki-on dört yaşları arasında haraç ödemeye başladıkları gerekçesiyle 3,5 katsayısını ileri sürmektedir. M. A. Cook 4,5, Bruce McGowan, XVI. yüzyılın ikinci yarısında Semendire sancağında 3,57, Segedin’de 4,59, D’Ula’da 5,26, Srem’de 6 katsayısını uygun bulmaktadır. Böylece hâne adedinin farklı sancaklarda değişik miktarlarda olduğunu belirtmektedir. M. Mehdî İlhan, kendi mahallî araştırmalarının sonucu Âmid (Diyarbakır) sancağında hâne mevcudunun 5,5 olabileceği kanaatindedir. Bernard Lewis bu katsayıyı 5-8, Faruk Sümer 7, Halil İnalcık XV. yüzyıl sonlarında Bursa’da 9, fakat XIX. yüzyılda İstanbul’da 3-4 olarak hesaplamaktadır. II. Bayezid devrinden (1481-1512) kalma olduğu tahmin edilen bir defterdeki sürgün edilenlerle ilgili bir cetvelde yer alan ve aile reisinin isimleriyle belirtilen hâne mevcutlarının bir kısmının iki, üç, dört nüfuslu olduğu, ancak genel toplamının 180 nefer (kişi) ve hâne miktarının da otuz üç oluşu sonucunda ortalamanın 5,45’e ulaştığı görülmektedir.
XIX. yüzyılda Balkanlar’dan, Kafkasya’dan, Kuzey Karadeniz ülkelerinden ve diğer yerlerden Anadolu’ya yönelik göçmenlere ait listelerdeki nefer ve hâne verilerinin incelenmesinden, bu yüzyılda bir hânedeki nüfus sayısının 4,11 ile 4,17 arasında olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu katsayı yörelere göre değişmekte, bizzat devlet adamları tarafından bile aynı devirde bazan 5, bazan da 3 olarak hesaplanmaktadır.
Gerek II. Bayezid devrine ait olduğu sanılan defterde, gerekse göçmen listelerinde (XIX. yüzyıla ait) hâne mensupları arasındaki akrabalık ilişkilerini de bulmak mümkündür. Otuz üç hâne (aile) içerisinde birinde aile reisinin dört, birinin üç, beşinin iki hanımı, diğerlerinin tek hanımı bulunmaktadır. Çocuk sayısı da azdır. Kalabalık ailelerde sayıyı arttıran çocuklar değil birlikte oturulan kardeşlerin sayısının fazla oluşudur. XVI. yüzyılda Bursa’da ailelerden % 27’sinin çocuksuz, % 20’sinin tek çocuklu, % 18’inin iki çocuklu olduğu tesbit edilmiştir. Tereke defterlerine dayanarak yapılan araştırmalarda XVII. yüzyılda İstanbul’da ve Edirne’de 1000’in üzerindeki erkekten % 92’den fazlasının tek kadınla evli olduğu, aile başına düşen çocuk sayısının da iki civarında bulunduğu görülmektedir. XVIII. yüzyılda Ankara’da da aynı tür defterlerden yukarıdakine yakın sonuçlar alınmıştır. 812 aile üzerinde yapılan bir inceleme bunlar arasında çok evli olanların % 12 nisbetinde olduğunu, müslüman ailelerde çocuk sayısının ortalama 2,4, gayri müslimlerde 2,7’yi bulduğunu ortaya çıkarmıştır. Ayrıca zamanın sağlık şartları çerçevesinde çocuk ölümlerinin çok oluşu da hâne hesaplamalarında dikkate alınmalıdır. Bundan dolayı tahrir defterlerindeki hâne sayılarının kaç nüfusa tekabül ettiğinin hesaplanmasında, geçmiş yüzyıllarda ailelerin çok çocuklu bulunduğu varsayımına dayanarak rakamları, katsayıları arttırıp kabartmanın yerinde olmadığı anlaşılmaktadır.