Ebû Bekir Muhammed İbn Abdülmelik b. Muhammed İbn Tufeyl Gırnata'nın (Granada) yaklaşık 50 km. kuzeydoğusunda bulunan Vâdîâş (Guadix) bölgesinde doğdu. Ortaçağ Latin Avrupası'nda "Abucaber" adıyla tanınmıştır.
İbn Tufeyl fıkıh, felsefe, şiir ve tıp konularıyla ilgilenmiş tıp konusundaki bilgisi ve maharetiyle Gırnata'da hekimlik yapmıştır. Ayrıca bir süre de Muvahhidî sarayında sır kâtipliği (özel kalem müdürlüğü) görevini üstlenmiş, Merrâküş'te vefat etmiştir.
İbn Tufeyl, Batlamyus astronomi teorisine yöneltilen eleştirilerin Endülüs'teki öncüllerinden biridir. Onun eleştirileri öğrencisi Bitrûcî tarafından daha da ileriye taşınmıştır. İbn Bâcce ile başlayan ve İbn Tufeyl sayesinde belirli bir disiplin haline gelen "fizikî astronomi" yaklaşımı Batlamyus'un, âlemin merkezini asıl referans noktası olarak almayan, gezegenlerin hareketinin dayandırıldığı eksantrik yörüngeler ve onlara bağlı episiklüsler teorisinin Aristo fiziğine aykırı olduğunu ileri sürmek ve astronomi paradigmasının Aristo fiziğine uygun şekilde ve eş merkezli yaklaşımla yeniden kurgulanmasını teklif etmekle astronomi tarihinde önemli bir kırılmaya yol açmıştır. İbn Rüşd'e göre İbn Tufeyl, Batlamyus modeline karşı yeni bir sistem geliştirmiştir. Bu sistemle İbn Tufeyl, gök cisimlerinin hareketlerini merkez dışı yörüngeler ve episiklüs modeline ihtiyaç duymadan açıklamaya çalışmıştır.
İbn Tufeyl'in çok az eseri günümüze kadar ulaşabilmiştir. İslam dünyası tıp literatürünün kendi türünde en uzun manzum eserini (Urcûze) İbn Tufeyl kaleme almıştır. 7700 beyitten oluşan tıbba giriş kitabı, hastalıklar ve bu hastalıkların farklı tedavi yöntemlerinden bahseder. Yedi bölümden oluşmaktadır. Bilinen tek nüshası Fas'ta Karaviyyîn Üniversitesi Kütüphanesi'nde bulunmaktadır. Bu eseriyle İbn Tufeyl eğitimci yanını da göstermektedir. Bunun dışında Muvahhidî Halife Ebû Yâkûb'un cihadı teşvik için İbn Tufeyl'den yazmasını istediği Kasîde kırk dört beyitten oluşmaktadır ve dönemin en başarılı şiir örneklerinden biri olarak kabul edilmektedir. İbn Tufeyl Hz. Osman mushafının Kurtuba'ya intikalinin hikâyesini de secili (düz yazı kafiyeli) bir üslupla kaleme almıştır.
İbn Tufeyl'in günümüze ulaşan tek kitabı Hay b. Yakzân diğer adıyla Esrârü'l-Hikmeti'l-Mesrikıyye'dir. Daha önce aynı isimle İbn Sînâ da bir eser yazmıştır. Fakat içerik ve üslup bakımından birbirlerinden farklıdırlar. İbn Tufeyl, Hay b. Yakzân adlı eserinde yalnız başına hakikati arayan ve ıssız bir adada, tecrit edilmiş durumda yaşayan bir insanın entelektüel gelişimini felsefî bir kurgu ile kaleme alır. Bu eser, kendi başına bir edebî-felsefî tür olma iddiasındadır ve Tanrı bilincinin ön eğitim ve kültürel kavramlar olmadan da mümkün olduğunu gösterme çabası içindedir.
Kitabın hikâye akışı kısaca şöyledir: Ekvator'un altında bulunan Hint adalarının birinde babası ve anası olmayan bir çocuk dünyaya gelir. Adı Hay olan bu çocuk adada topraktan mayalanarak sıcak, soğuk, ıslaklık ve kuruluğun birbiriyle karışmasıyla, tıpkı Âdem gibi meydana gelmiştir. Yani herhangi bir dilin veya kültürün içine doğmamıştır. Hay bir ceylan tarafından emzirilerek büyütülür. Yürümeye başladıktan sonra kendi yiyeceğini ağaçların özsularından ve meyvelerinden edinir. Adada vahşi hayvan bulunmadığından güvenlik sorunu yoktur. Daha sonra onu emziren ceylanın biricik hayvan türü olmadığını, başka türden hayvanların da var olduğunu gözlemler. Yapraklardan kendisine elbise yapmayı öğrenir. Ceylan yaşlandığında Hay da ona bakar ve ceylanın ölümü ona canlıların hayatlarının bir sonu olduğunu öğretir. Hikâye kurgusu bu olan Hay b. Yakzân isimli eserin felsefî içeriği ise şöyledir:
1. Bir insan hiçbir eğitim öğretim almaksızın doğayı inceleyerek yalnızca kendi başına düşünerek insân-ı kâmil (yetkin insan) haline gelebilir. Başka bir ifade ile insana ait olan nefs faal akılla birleşebilir.
2. Gözlem, deney ve salt düşünme yoluyla elde edilen bilgiler, vahiy yoluyla gelen bilgilerle çelişmez, yani felsefe ile din arasında tam bir uyum vardır.
3. Mutlak bilgilere ulaşmak her insanın üstesinden gelebileceği bir şey değildir. Ama mutlak hakikate ulaşmak da yalnızca bireysel bir olaydır.
İbn Tufeyl, Hay'ın hayatını yedi senelik dönemlere ayırmıştır. Kendi kendine çekilip tefekkür ederek Hay, evreni anlama yolunda çeşitli aşamalardan geçer. Her aşamanın geçilmesi yedi sene sürer ve her aşamada kendine has bir düşünce biçimi oluşur.
Hay, bir bebek olarak önce ağız yoluyla duyumsamayı öğrenir. Artık annesi saydığı dişi geyiğe bağlanmıştır. İki yaşına geldiğinde çevresini tanımaya başlamıştır. Yaşadığı ortama uyum sağlaması gerektiğini gözlemleyerek öğrenir. Hafızayı ve hatırlamayı keşfeder. Zamanla adadaki diğer hayvanlardan farklı olduğunu kendi fiziksel değişiminden anlamaya başlar. Bebekliğinden yedi yaşına kadarki dönemde mekân, zaman ve nedensellik gibi temel kavramlar kafasında oluşmuştur. Yaşı ilerledikçe mantığını kullanarak çözmesi gereken sorunlar ortaya çıkacaktır.
Hay, yedi ile on dört yaşları arasında yani ikinci gelişim aşamasında kendisiyle etrafındaki hayvanların benzer ve farklı yönlerini karşılaştırır. Henüz yedi yaşındayken annesi saydığı geyiğin ölmesi üzerine "geyiği bu hale getiren sebebi bulmaya, böylece bu sebebi ortadan kaldırarak her zamanki haline geri döndürmeye" çalışır. Bu çabası onun karşı karşıya kaldığı sorunları çözerken mantığını kullanarak anatomi ve biyolojiyi deneyim yoluyla öğrenmesini sağlar. Hay, gözlem yoluyla taklit etmeyi, kendi aklını kullanarak yeni şeyler keşfetmeyi, nesneleri kullanarak deney yoluyla sonuçlar çıkarmayı öğrenir. Mesela bir kırlangıcın yuva yapmasını gözlemledikten sonra kendine bir baraka inşa eder. Ateşi keşfeder ve aletler yaparak et pişirmeyi öğrenir.
Hay, hayatının üçüncü evresinde yani on dört ile yirmi bir yaşları arasındaki dönemde, duyuların onun üzerindeki hakimiyetinden sıyrılarak "şeyler" üzerine düşünmeyi öğrenir. "Bulguları ve düşünceleri, sonunda onu en ileri seviye doğa bilimcilerinin sahip olduğu bilgi düzeyine ulaştırır." Küçük bir mekândan vücuda gelip oradan diğer bütün organlara yayılan, soyut bir unsurun varlığı açısından bakıldığında hayvanlar âleminde görülen çeşitliliğin aslında bir birlik olduğunu, çeşitlilik olarak görülen şeyin bir yanılsama olduğunu anlar. Böylece "hayvanî ruhun bir olduğu" sonucuna ulaşır. Yirmi bir-yirmi sekiz yaşları arasındaki dördüncü safhada Hay, "her eylemin bir sebep ile ortaya çıktığına" deneyim yoluyla ve gözlemleriyle erişir. Fiziksel bir bedene sahip olmayan bir sebebin var olduğu sonucuna ulaşır.
Gelişiminin beşinci safhasında Hay, gökteki varlıklarla ilgilenmeye başlar. Gökyüzünün boyutları üzerine düşünmeye başlar. Bu incelemeleri sonucunda göklerin içine aldığı her şeyin "tek bir varlığa benzediğine ve her şeyin bu tek varlığın içinde birbirine bağlı olduğuna" inanır. Artık otuz beş yaşındadır. Bütün ilgisi yaratıcıya yönelir. Bütün fizikî ve materyal şeylere karşı mücadele eder. Hayatını nasıl yaşayacağına dair bir kılavuz belirler "Varlığı zorunlu olan varlığı taklit etmeye çalışmalı ve sonunda ona benzemelidir." Hayatının yedinci safhasında yani ellili yaşlarında duyular âlemi ile bu yücelere ermiş hal arasında gidip gelmeye başlar.
Eserin sonunda İbn Tufeyl, insanda felsefî ve metafizik düşüncenin doğması için hiçbir öğretime ve kavramlara ihtiyaç olmadığı, bu düşünceye ait fikirlerin, bizde doğuştan ve doğrudan mevcut olduğunu anlatır. İbn Tufeyl'in kullandığı bu yöntemde iki tür bilgi karşımıza çıkmaktadır: Maddeye ilişkin bilgi ve metafizik bilgi. Maddi bilgiye doğadaki nesneleri gözlemleyerek ulaşabiliriz. Burada çeşitli yöntemler vardır: Seyretmek, keşfetmek, icat ve deney yapmak, karşılaştırmak, çıkarım yapmak gibi. Bilginin diğer tarafında ise metafizik bilgi vardır. Görülemeyen veya duyularla test edilemeyen şeylerin bilgisini edinmede Hay sezgilerine başvurur. Bilgi, deneyin akıl ile ve aklın da sezgi ile uygunluğudur. İnsan gerçeğe ulaşmada gerek parçalardan bütüne gerekse bütünden parçalara akıl yürütme yolunu da aşarak kendi içinde bulunan sezgi ışığında da ulaşabilir.
İbn Tufeyl'in bu eseri Batı dünyasının "kendi kendini yapan insan" modeline öncülük etmektedir. Eser ilk olarak 1462 yılında İtalyan Giovanni Pico Della Mirandola tarafından Latince'ye çevrilir. Sonraları İbrânîce, Latince, Fransızca, Almanca, İngilizce ve kimi zaman bir dilde birden fazla çevirisiyle XVII ve XVIII. yüzyıl Avrupa'sının en popüler eserlerinden biri olmuştur. Daniel Defoe'nun Robinson Crusoe romanını yazarken, İbn Tufeyl'in eserinden konu ve fikir olarak etkilendiği açıktır. Eğitim tarihi bakımından da eser, otodidaktik yöntemi (kendi kendine öğrenme) sistemli bir biçimde savunan ilk çalışmadır.