Günlük hayatın koşuşturması sırasında kısa süreliğine görüşemediğimiz arkadaşlarımızla karşılaştığımızda, hızlı bir selamlamanın ardından genellikle “Nasılsın?” diye sorarız. Belki de içinde bulunduğumuz hayatın sıradanlığından dolayı, otomatikleşmiş bir şekilde aynı cevabı veririz: “İyiyim, sen nasılsın?” Peki bu cümlenin ardında gerçekten ne yatıyor?
Gerçekten iyi miyiz, yoksa monotonlaşan hayatın bir parçası haline gelmiş sıradan bir cümleden mi ibaret bu yanıt? “İyiyim” derken aslında değişiklik ve heyecandan uzak bir hayatın mahcubiyetini mi gizliyoruz? Belki de gerçek cevap “Sıradanlaşan hayat rutinimde sürüklenip duruyorum” olmalıydı. Her ne kadar bunu dile getirmesek de, çoğu zaman “iyiyim” sözünün ardındaki anlam tam da budur.
Peki gerçekten “iyiyim” diyebilmek için ne gerekiyor? Her günümüzün farklı, renkli ya da heyecan dolu geçmesine gerek yok. Elbette bu tür anlar ruh halimizi büyük ölçüde etkiler, fakat bunlar yılda birkaç kez yaşanabilecek özel olayların ötesine geçemez.
Asıl mesele, “iyiyim” diyebilmenin sadece güzel anlarda mümkün olmadığını fark etmektir. Gerçek iyiliğin kıymeti, kötü bir anda, rutinin özlemini çektiğimizde daha net anlaşılır. Sevdiklerimizle yaşadığımız kırgınlıklar, çözülmesi güç problemler, kayıplar… İşte bütün bunlar bize sıradan hayatın aslında ne kadar değerli olduğunu hatırlatır.
Eğer bir ana kıymet yüklemek gerekiyorsa, bu; içinde bulunmadığımız musibetlere karşı duyulan şükür olmalı. Konfor alanında, emeğinin karşılığını aldığın bir işte yaşadığın sıradanlık kimileri için büyük bir nimettir. Sevdiklerinle kolayca iletişim kurabilmek, bir savaşın ortasında bombaların altında yaşayan insanlar için hayal bile edilemeyecek kadar kıymetlidir.
Her an şükür içinde olmalı insan. Elbette fıtratımız gereği her zaman daha fazlasını istemek doğaldır, fakat şükür hem dini bir sorumluluk hem de zihinsel sağlığı korumak için kaçınılmaz bir gerekliliktir.