a) Osmanlı Öncesi: Arapça'da genellikle "sayfa" anlamına gelen varak kelimesiyle ifade edilmekte, Farsça'da ise Soğdca'dan geçmiş kâğıt sözcüğü kullanılmaktadır. Türkler'e, Farsça'dan Uygurlar'a geçerek gelmiştir.
Kâğıdın ilk defa Güneydoğu Asya'nın bugün Çin dediğimiz bölgesinde ortaya çıktığı kabul edilir. Çin'de milattan önce 200-100 yılları arasında, festivallerde süsleme, sargı, dolgu malzemesi olarak ve ev mobilyalarının yapımında kullanıldığı biliniyorsa da yazı malzemesi olarak kullanılması ve yaygınlaşmasının saray görevlilerinden Tshai Lun'un milattan sonra 105 yılında farklı bir teknikle kâğıt yapımından sonra gerçekleştiği kabul edilmektedir.
Çin kâğıdı Semerkant'ta 711 yılından beri bu bölgede yerleşmiş Araplar'ca bilinmekte ve bu andan itibaren de resmî yazışmalarda kullanılmaktaydı. İslam dünyasında müslümanlar tarafından ilk defa kâğıt yapımı VIII. yüzyılda gerçekleştirilmiştir. Talas Savaşı'nda (Temmuz 751), esir alınan Çinliler arasında bulunan kâğıt yapım ustalarından kâğıt yapımını öğrenen müslümanlar, kâğıt imali için gerekli su kanallarına ve ham maddeye sahip önce Semerkant'ta daha sonra da Horasan'da imalathaneler kurarak kâğıt sanayisini geliştirdiler ve bir süre İslam dünyasının kâğıt ihtiyacını karşıladılar. Ancak Semerkant'taki müslümanların bu tarihten yıllar önce kâğıt üretiminde bulunduklarını ve kâğıt üretim tekniğinin Semerkant'tan Horasan'a geçtiğini ileri süren araştırmacılar da vardır (Bloom, 2001: 43-45; Rustow, 2020: 126-129).
Semerkant'tan sonra ilk kâğıt imalathanesi Hârûnürreşîd döneminde (786-809), Bermekî ailesinden Ca'fer ve Fazl b. Yahyâ Bermekî kardeşlerin teşebbüsüyle 794 yılında Bağdat'ta açıldı. Burada üretilen kâğıtlar Vezir Ca'fer b. Yahyâ'ya nispetle ca'ferî olarak adlandırılmaktaydı. Bağdat'taki üretim, ihtiyacı karşılamadığından, kısa süre sonra IX. yüzyılın ilk yarısında, Dımaşk (Şam), Kahire, Trablus, Taberiye, Fas, Kayrevan, Belensiye (Valencia), Şâtıbe (Jativa) gibi şehirlerde de imalathaneler faaliyete geçti. Bilâdüşşam, İslam dünyasındaki en önemli kâğıt üretim merkezlerinden biri haline geldi. Kalkaşendî, Şam'da yapılan kâğıtların, kalite bakımından varaku'l-bağdâdîden sonra geldiğini söylemektedir. Şam bölgesinde kâğıt endüstrisinin büyük bir gelişme göstermesi, kâğıdın ham maddesi olan ketenin bu bölgede geniş olarak ziraatının yapılmasıyla doğrudan bağlantılıydı.
Tarihî kaynaklar Şam'ın çeşitli bölgelerinde bulunan kâğıt imalathanelerinden söz ederler. X. yüzyılın ortalarından itibaren Bilâdüşşam'daki Hama, Kadeş, Menbiç ile Sur, Remle ve Taberiye'de üretilen kâğıtlar Şam üzerinden Batı ülkelerine ihraç edilmeye başlandı. Kaynaklarda Şam bölgesinde imal edilen kâğıtların, Semerkant'ta üretilenlerle boy ölçüşecek derecede güzel olduğundan bahsedilir. Bu kâğıtlar uzun süre kalitesini korumuştur.
Makdisî (ö. 1000 [?]) bazı şehirlerin ürettikleri önemli ürünleri sayarken Semerkant, Şam ve Taberiye'nin kâğıdından ve bu bölgelerden yapılan kâğıt ihracından da söz etmektedir (1991: 180, 326). İbn Battûta (ö. 1377), Şam'da kâğıt, mürekkep ve kalem satılan bir çarşı olduğunu bildirmektedir. Bilâdüşşam'da üretilen kâğıtlar bu yüzden Batı'da "Şam kâğıdı" (charta damascena) adıyla tanındı. Şam'dan yapılan kâğıdın büyük bölümü Mısır'a gitmekteydi. Bilâdüşşam'da imal edilen kâğıtlar Bizans'a da ihraç edilmekte ve Menbiç'e (Bombyce) nispetle bombykinon/bambakinos veya Bağdat'a nispetle bagdatikos olarak adlandırılmaktaydı. IX. yüzyılda Mısır'ın tükettiği kâğıdın mühim bir kısmı Şam bölgesinden, Horasan'dan ve Bağdat'tan ithal edilmekteydi.
Kâğıt Çin'de keşfedilmekle beraber kullanımının yaygınlaşması ve Doğu Akdeniz üzerinden Kuzey Afrika ve Avrupa'ya yayılması müslümanlar sayesinde olmuştur. Kâğıt yapımı Çin'de icadından binyıl sonra Endelüs'te başlar ve bu yolla Avrupa'ya ulaşır. XI. yüzyılın ortalarında Kuzey Afrika'dan gelen kâğıt ustaları vasıtasıyla Endelüs'te kâğıt üretilmeye başlanır. 1056 yılında Şâtıbe'de (Jàtiva) Ebû Masafye adlı bir şahıs kâğıt imalathanesi çalıştırmaktaydı. Tuleytula (Toledo) 1085 yılında VI. Alfonso tarafından müslümanlardan geri alındığında, burada bir kâğıt imalathanesi vardı ve bu tarihten sonra da üretimine devam etmişti.
Çok kısa sürede Endelüs'ün birçok şehrinde çok kaliteli kâğıtlar üretilmeye başlandı. Kâğıt üretiminde insan gücünün yanında su gücünden yararlanılarak dibek tokmaklarının su çarkıyla çalıştırılması, Endelüs'te kâğıt üretimini kolaylaştırmıştır. Yâkût Hamevî Şâtıbe'den bahsederken, bu şehrin, yetiştirdiği âlimlerle ve imal edip diğer şehirlere gönderdiği kâğıtlarla temayüz ettiğini söyler (Yâkût Hamevî, t.y.: III, 309). Şâtıbe'de üretilen bu çok kaliteli kâğıtlar "şâtıbî" diye adlandırılmaktaydı. Şâtıbe'nin müslümanların elinden çıkmasından sonra da Aragon Kralı James, müslümanları kâğıt üretimini sürdürmeleri için teşvik etmiş ve bu şehirdeki kâğıt imalatı XIII. yüzyılda da sürmüştür. Ancak bu dönemde üretilen kâğıtlar daha önce üretilen kâğıtlar kadar kaliteli olmamıştır. Endelüs'ün diğer şehirlerinde de Endelüs'e mahsus düzgün, pürüzsüz ve güzelce perdahlanmış kâğıtlar üretilmekteydi.
Mağrip'te kâğıt üretimi Endelüs'ten önce başlamıştı. Kuzey Afrika'da kâğıt imalatı oldukça gelişmiştir. Tunus'taki Kabis şehrinde yahudilerin kâğıt imalini geliştirdikleri bilinmektedir. İbn Ebû Zer, XIII. yüzyılın başlarında, Fez'de 400 civarında kâğıt imalathanesinin bulunduğunu nakletmektedir.
Hindistan'da kâğıt yapımı XI. yüzyılda başlamıştır. Hintliler'in kâğıt yapım tekniğini Nepal yoluyla Çinliler'den öğrendikleri tahmin edilmektedir. Hindistan'ın batısındaki bölgelerin bu konuda Arap tecrübesinden de yararlandıkları düşünülmektedir. Kâğıt üretimi Hindistan'da XI. yüzyılda başlamışsa da bu bölgede yazı malzemesi olarak daha çok palmiye yapraklarının kullanılmasından dolayı, kâğıt sanayisinin gelişmesi ancak XV-XVI. yüzyıllarda olmuş; Keşmir ve Gucerât'ta üretilen kaliteli kâğıtlar İslam dünyasındaki çeşitli bölgelere ihraç edilmeye başlanmıştır. Parlak ve beyaz olup çeşitli boylarda, kalın ve ince çeşitleri bulunan bu kâğıtlar XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı ülkesine de ihraç edilmiştir. Hindistan'da üretilen kaliteli kâğıtlar arasında âdilşâhî, devletâbâdî ve nizamşâhî de bulunmaktaydı.
XIII. asra gelindiğinde İslam coğrafyasında hemen hemen her bölgede kâğıt imalathaneleri kurulmuş bulunuyordu. İslam dünyasında kâğıt üretimi oldukça yoğunluk kazanmış olmalıdır ki rivayet zincirlerinde nispesi "Kâğıdî" olan birçok kimseye rastlanmaktadır. Îrec Efşâr, bu nispenin XII. yüzyılın başlarında yaygınlaştığını söylemekteyse de kaynaklarda çok daha önceki tarihlerde ve özellikle de X. yüzyılda, çok sayıda Kâğıdî nispesine rastlanmaktadır.
Kâğıt üretiminin Avrupa'ya yayılması Akdeniz havzasındaki Sicilya veya İspanya (Endelüs) üzerinden olmuştur. İtalya'da oldukça erken bir tarihte kâğıt imaline başlanmış, 1268-1276 yılları arasında da Fabriano'da ilk kâğıt fabrikası açılmıştır. XIV. yüzyılın sonuna kadar merkezî ve Kuzey İtalya'da Fabriano'dan ayrılan ustaların kurduğu yetmiş sekiz kâğıt imalathanesi bulunmakta, bu imalathanelerde üretilen kâğıtlar Fransa'ya, Almanya'ya ve Hollanda'ya ihraç edilmekteydi. Kısa zamanda İtalya'nın Bolonya, Padua, Cenova gibi şehirlerinde de kâğıt üretimine başlandığı görülmektedir. Başlangıçta fiyatının ithal kâğıda nazaran daha yüksek ve kalitesinin de düşük olması yanında, yahudilerin ve müslümanların ticarî bir girişimi olarak görülmesinden kaynaklanan dinî taassup da kâğıt imalinin Avrupa'nın diğer bölgelerinde başlamasını geciktirmiş ve gelişim göstermesini de biraz engellemiştir. Kâğıdın parşömene göre daha az dayanıklı olması ve zamanla kullanılmaz hale geleceği endişesi de bu konuda etkili olmuştur. Kâğıdın günlük hayatta yaygın olarak kullanımı İtalya'da XIII. yüzyılda, Fransa XIV ve Almanya'da XV. yüzyılda gerçekleşmişse de önemli yazışmaların, kutsal metinlerin yazımında parşömen bir süre daha kullanılmaya devam edilmiştir.
Bir asır sonra, 1390 yılında Nürnberg'de bir kâğıt fabrikası faaliyete geçer. XIV. yüzyılın ortalarında da Fransa'nın bazı şehirlerinde kâğıt üretimine geçilir. İngiltere'de ise oldukça gecikmiş olarak XV. yüzyılın sonlarında bir kâğıt fabrikası kurulur. XV. yüzyılın sonlarında hemen hemen bütün Avrupa ülkelerinde kâğıt fabrikaları kurulmuş bulunuyordu. Kâğıt yapımında İslam dünyasında kullanılan ve bitkilerden elde edilen nişasta yerine İtalyanlar hayvan derilerinden elde edilen jelatinleri kullandı. Kâğıt üretiminin ham maddesi olan kâğıt hamurunu elde etmek için farklı teknikler uygulayarak üretim maliyetlerini düşürdüler ve bu teknik bütün Avrupa'ya yayıldı. Bu tür ucuz kâğıtlardan ötürü Kalkaşendî (ö. 1418), Batı'da üretilen kâğıdı beğenmemekte ve bu kâğıtların çok kalitesiz olduğunu ve çok çabuk bozulduğunu belirtmektedir (Kalkaşendî, 1987: II, 517).
XIV. yüzyılın sonlarından itibaren Batı'da üretilen kâğıtlar İslam dünyasına ihraç edilmeye başlandı. Bu fabrikalarda üretilen kâğıtları Venedikli ve Cenevizli tüccarlar XIV. yüzyılın sonlarından itibaren önce Mısır'a, daha sonra da Suriye bölgesine ihraç etmeye başladılar. Yerli üretimle rekabet etmek, daha doğrusu yerli üretimi baltalamak için ihraç ettikleri İtalya'da üretilen ucuz kâğıtlar, kâğıt pazarına hâkim oldu ve bunun sonucunda İslam dünyasındaki kâğıt endüstrisi bir gerileme dönemine girdi; çok geçmeden de çöktü. Fuat Sezgin, bu kalitesiz kâğıtların birçok eserin yok olup gitmesine sebebiyet verdiğini belirtmektedir.
Ancak İslam dünyasının doğusundaki Horasan ve Hindistan gibi bölgelerde kâğıt üretimi yine de devam etmiştir. XVII. yüzyıl gibi geç bir tarihte Horasan'ın Belh, Hokand, Buhara ve Semerkant gibi şehirlerinde imal edilen kâğıtlar Semerkantlı tüccarlar tarafından İran'a getirilmekteydi. Bu bölgelerde kâğıt üretimi XX. yüzyılın başlarına kadar sürmüştür.
İslam dünyasında üretilen kâğıtlarda, XVI. yüzyıldan önce filigran bulunmazken Batı'da imal edilen kâğıtlarda XIII. yüzyılın sonlarından itibaren yatay ve dikey çizgiler dışında filigran da kullanılmaya başlanmıştır. İlk filigranlı kâğıt 1282 yılında İtalya'nın Fabriano şehrinde üretilmiştir. Bu tarihten önce İtalya'da üretilen kâğıtlarla İspanya'da üretilen kâğıtlarda filigran yoktur. Ancak 1167-1360 yılları arasında Tunus ve İspanya'da üretilen kâğıtlarda, kâğıt henüz kurumamışken, bir fırça veya benzeri bir aletle, kâğıdı bölen su yolu çizgilerinin arasına, genellikle sayfanın üst kısmından başlayarak altına kadar zikzak şeklinin çizildiği görülmektedir. Sayfa üzerine yatay olarak yerleştirilmiş zikzak bantları da vardır. Bazı yazmalarda zikzakla birlikte filigran da kullanılmıştır.
Filigranlardan yararlanarak bir kâğıdın imal edildiği bölgeyi, üretim tarihini tespit etmek ve kâğıt ticareti hakkında da bir fikir sahibi olmak mümkün olabilmektedir. Tabii ki bu husus istinsah tarihi bilinmeyen yazmaların tarihlendirmesinde büyük kolaylık sağlamaktadır.
İslam ülkelerine Batı'dan kâğıt ithal edilmeye başlandığında hıristiyanların ürettikleri kâğıtlarda kullanılan bazı filigranların problem olduğu görülmektedir. Mesela üzerinde haç filigranı bulunan kâğıda yazı yazmanın caiz olup olmadığına dair sorulan fetvaya İbn Merzûk (ö. 1438) bir risale yazarak cevap vermiştir. Bu yüzden, ticarî kaygılarla, İslam dünyasına ihraç edilmek için Batı'da üretilen kâğıtlarda, haç ve canlı varlık şekilleri yerine taç, hilal, üç hilal, makas, çapa gibi filigranlar kullanılmıştır.
Filigrana mukabil İslam coğrafyasında üretilen kâğıtlarda kâğıdın yapım safhasında kalıplardaki tellerden kâğıdın yüzeyine geçen, genellikle yatay ve dikey çizgiler (su yolu) mevcuttur. Ancak erken döneme ait kâğıtlarda su yolu çizgileri pek görülmez. Su yolu çizgilerinin sayısı, sıklığı, birbirlerine olan mesafeleri ve dikey-yatay biçiminde oluşu kâğıt yapım merkezlerine göre farklılıklar göstermektedir. İslam dünyasında yapılan kâğıtlardaki yatay ve dikey çizgilerin sayısını ve yoğunluğunu tespit ederek bir kâğıdın hangi bölgede ve belki de hangi tarihte imal edildiği hakkında tahminde bulunmak mümkün olabilmektedir.
Bugün için yazma kataloglarında Doğu'da üretilen kâğıtların menşeleri ve cinsleriyle ilgili yapılan tespitler çoğu kere bir esasa dayanılarak yapılmış değildir. Mesela Yâkût Müsta'sımî (ö. 1299) hattıyla yazılmış bir Kur'an-ı Kerim, devletâbâdî kâğıda yazılmış diye tavsif edilebilmektedir. Bilindiği gibi devletâbâdî kâğıdının kullanımına XVI. yüzyıldan önce rastlanılmamaktadır.
VIII. yüzyıldan günümüze ulaşmış eserler ve belgeler olmadığı için Bağdat'ta üretilmeye başlandıktan sonra kâğıt kullanımının kitap yazımında ve yazışmalarda ne derecede yaygınlaştığını tespit etmek mümkün olamamaktadır. Hârûnürreşîd'in (786-809), parşömen ve papirüse göre daha ucuz olması ve üzerine yazılanların kolayca silinememesi sebebiyle, devlet dairelerinde resmî yazışmalarda kâğıt kullanımını mecburi hale getirdiğini ve diğer yazı malzemelerinden kâğıda geçişin belli bir tarihte gerçekleştiğini biliyoruz.
Papirüs ve parşömene göre daha ucuz ve yazıma daha elverişli olduğu halde VIII. yüzyılın sonlarında ve IX. yüzyılın ilk yarısında muhtemelen ihtiyacı karşılayacak derecede üretilemediğinden, kâğıt kullanımı daha çok devlet bürokrasisinde yaygınlaşmış, kitap yazımında papirüs ve parşömenin yerini alması ise belli bir zaman sürecinde tedricen olmuştur. Kâğıdın İslam dünyasında üretilmeye başlanmasını müteakip, geniş ölçüde kitap üretiminde kullanıldığı şeklindeki görüş biraz abartılıdır. Müteakip asırlarda da kâğıt kullanımında dikkatli davranılmış, kitap müsveddeleri, not defterleri için, belgeler kesilerek cüzler halinde getirilmiş ve boş olan yüzlerine yazılmıştır. Makrîzî (ö. 1441), eserlerinin çoğunun müsveddelerinin yazımında resmî belgelerin arka yüzlerini kullanmıştır. Şam'daki Kubbetü'l-hazne'de XIII-XV. yüzyıllara ait bu türden çok sayıda metin bulunmuştur.
Geniş İslam coğrafyasının her noktasına kâğıdın ulaşması ve kullanımının yaygınlaşması belli bir süre sonunda mümkün olabilmiştir. Mesela Mısır'a muhtemelen VIII. yüzyılın sonlarında başlayıp giderek artan kâğıt sevkiyatına rağmen kâğıt, papirüsle rekabet edememiş, bu sebeple Mısır'da kâğıt imali bir süre gecikmiş, imalinin başladığı IX. yüzyılda da küçük ölçekte gerçekleşmiş ve papirüs, kullanımdaki yaygınlığını devam ettirmiştir.
VIII. yüzyılın başlarından itibaren kâğıt üzerine yazılmış bazı Arapça belgeler günümüze ulaşmıştır. Günümüze ulaşan kâğıt üzerine yazılmış en eski tarihli kitap ise yakın zamanda İskenderiye Kütüphanesi'nde bulunan 848 yılına ait bir eserdir. Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm'ın (ö. 838), 866 yılında istinsah edilmiş Garîbü'l-Hadîs adlı kitabı da (University Library, Leiden, Or., nr. 298) şimdilik bilinen kâğıt üzerine yazılmış en eski tarihli ikinci eserdir. Kitap yazımında kâğıdın kullanımı IX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaygınlaşmışsa da mushaf yazımında kâğıdın kullanımı bir süre daha gecikmiştir. Kâğıt üzerine yazılan en erken tarihli mushaflar X. yüzyıla gitmektedir.
Kaynaklardaki kâğıt isimlerinin çoğu ya bir şehre ya da bir hükümdar veya devlet adamına nispetle anılmıştır. En çok rastlanılan kâğıt isimleri şunlardır:
Kâğıdü'l-horasânî: Horasan bölgesinde imal edilen kâğıtlar bu isimle anıldığı gibi imal edildikleri şehirlere nispetle de anılmaktadır. İbnü'n-Nedîm, horasânî kâğıdın ketenden yapıldığını, bir rivayete göre bu kâğıdın yapımının Emevîler, diğer bir rivayete göre de Abbâsîler döneminde başladığını, Çin'den gelen kâğıt ustalarının bu kâğıdı Horasan'da kendi usullerine göre yaptıklarını belirtir ve kâğıt cinslerini şu şekilde sıralar: Süleymânî, talhî, nûhî, fir'avnî, ca'ferî ve tâhirî (İbnü'n-Nedîm, t.y.: 23). Kâğıdü'l-horasânî büyük boyda bir kâğıt olmalıdır. Hatîb Bağdâdî'nin naklettiğine göre Ebû Abdullah Horasânî (ö. 1049), bu kâğıdın sekizde birine seksen satır sığdırırmış.
Horasan bölgesinde hüküm sürmüş bazı hanedanların hükümdarlarına, devlet adamlarına ve bu bölgede bulunan şehirlere nispet edilen kâğıt nevileri de vardır:
Varaku süleymânî: Hârûnürreşîd zamanında Horasan valisi olan Süleyman b. Râşid'e nispetle anılmaktadır. Hilâl Sâbiî'nin (ö. 1056) naklettiğine göre, "Önceleri resmî yazışmalarda mısır papirüsü (karâtisü'l-mısriye) kullanılırken, papirüs imalatı sona erip de temini zorlaşınca kâğıdu süleymânîye dönülmüştür." Süleymânî kâğıdın temini kolay olmalı ki Yâkût Hamevî, Sayrafî'nin (ö. 978), Sîbeveyh'in Kitâb'ına yaptığı 3000 sayfalık şerhi süleymânî kâğıda yazdığını nakleder. İbnü'n-Nedîm "Varakla kastettiğimiz yirmi satır alabilen süleymânî kâğıdıdır" dediğine göre varaku süleymânî büyük boy bir kâğıt olmalıdır.
Kâğıdü's-semerkandî: Çok kaliteli bir kâğıttır. Çinliler'den kâğıt imalini öğrenen Semerkantlılar kâğıt imali işine girdiler ve kâğıt ticaretini geliştirerek diğer ülkelere de ihraç etmeye başladılar. Semerkant'ta üretilen ve sultânî olarak adlandırılan bazı kâğıtların terkibinde muhtemelen ipek bulunmaktaydı.
Varaku'l-ceyhânî: Horasan bölgesindeki Ceyhan şehrine nispetle anılmaktadır. Yâkût, Herat muhaddislerinden Ali b. Muhammed Cekkân'dan (ö. 905) bahsederken onun Ebü'l-Fazl Muhammed b. Abdullah'tan rivayet ettiği bir hadisi varaku'l-ceyhânî üzerine yazmış olduğunu nakleder.
Varaku't-talhî/Kâğıdü't-talhî: Horasan'daki Tâhirîler hanedanının ikinci hükümdarı Talha b. Tâhir'e (emirliği: 822-828) nispetle adlandırılmıştır. İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde ve Mısır'da da imal ediliyor olmalı ki Geniza belgelerinde "Mısır yapımı kaliteli talhî kâğıdından" söz edilmektedir.
Varaku'n-nûhî: Sâmânî hükümdarlarından Nûh b. Nasr'a (saltanatı: 943-954) nispetle adlandırılmıştır. Sâmânî hanedanının sona ermesinden (1005) sonra da Semerkant'ta üretilmeye devam edilmiştir.
Varaku'l-fir'avnî: Kaynaklarda varaku'l-fir'avnî geçmekle birlikte ne tür bir kâğıt olduğu ve ne sebeple bu şekilde anıldığına dair herhangi bir kayıt yoktur. Yapılan çalışmalarda da bu konuda bir izah getirilmemiştir. Grohmann'ın, "papirüsle ana vatanı olan Mısır'da rekabet etmek için imal edilen bir kâğıt çeşidi" şeklindeki izahı ise tatmin edici değildir. Muhtemelen bu konuya şöyle bir izah getirilebilir: Bir kâğıt nevinin Mısır firavunlarından herhangi birine nispet edilmeyeceği âşikârdır. Öyle anlaşılıyor ki İslam coğrafyasında bu isimle anılan bir yer bulunmakta ve bu yerde üretilen eşya fir'avnî nispesiyle anılmaktaydı. Nitekim klasik kaynaklarda fir'avnî nispesiyle bazı eşya isimleri zikredilmektedir. Mesela İbnü'l-Mu'tez (ö. 909), zücâcü fir'avnîden, İbnü'l-Fakih (ö. 952), karûretü'l-fir'avniyeden, İbn Asâkir (ö. 1176), ke'sen kebîren fir'avniyeden, Yâkût Hamevî (ö. 1229), amelü'l-fir'avnîden söz eder. Bu kullanımlardan fir'avnî diye bir tarz ve üslup bulunduğu anlaşılmaktadır. Muhtemelen bazı kaynaklardaki fir'avniye diye bahsedilen yer veya yerlerden birine nispetle bu tanımlama yapılmaktaydı. Kaynaklardan öğrendiğimize göre bazı kimseler de fir'avnî nispesiyle anılmaktaydı. Mesela Zehebî, Abdullah b. Sâlih'in Fir'avniye'de öldüğünü söylemektedir. Lisânüddin İbnü'l-Hatîb (ö. 1374) Kurtuba'daki Derbülfir'avnî'den söz eder. İbn Nâsırüddin Dımaşkî (ö. 1438), Selmân b. Dâvûd Fir'avnî'nin nispesini Fir'avn karyesinden aldığını söyler. Fir'avnî nispesiyle anılan Ebû Bekir Fir'avnî gibi başka müellifler de vardır. Nisbe olarak bir müslümanın fir'avnî nisbesini alması düşünülemez. Öyle anlaşılıyor ki İslam coğrafyasında Fir'avniye veya Fir'avnî olarak adlandırılan bir veya birkaç yer vardı ve burada yapılan imalat ve bu yere mensup kimseler, Fir'avnî nispesiyle anılmaktaydı. Bu sebeple burada yapılan kâğıda da fir'avnî denilmiş olması makul gözükmektedir.
Varaku'l-ca'ferî: Bermekî ailesinden Hârûnürreşîd'in veziri Ca'fer Bermekî'ye (ö. 803) nispetle anılmaktadır.
Varaku't-tâhirî: Tâhirîler'den II. Tâhir'e (saltanatı: 845-862) nispetle anılmaktadır.
Varaku'l-bağdâdî: Hârûnürreşîd döneminden itibaren imal edilen bu kâğıt imal edildiği şehre nispetle anılmaktadır. İlhanlı veziri ve tarihçisi Reşîdüddin Fazlullah-ı Hemedânî (ö. 1318) tarafından Tebriz şehrinin kuzeydoğusunda bulunan Sürhâb'da XIV. yüzyılın başlarında inşa ettirilen Rab'ıreşîdî Külliyesi'nin vakfiyesinde, mushaf ve kitapların kaliteli ve mükemmel bağdâdî kâğıda yazılması istenildiğine göre XIV. yüzyılda da imalatı devam ediyor ve kalitesini koruyordu. Kalkaşendî de (ö. 1418) varaku'l-bağdâdînin kalite sıralamasında ilk sırada olduğunu, çeşitli ebatlarının bulunduğunu, mushaf yazımıyla özellikle yabancı hükümdarlara yazılan mektuplar için tercih edildiğini ve muhtasaru't-tumâr kalemi ile yazıldığını nakleder. Kalkaşendî'ye göre varaku'l-bağdâdînin kâmil ve nâkıs olmak üzere iki boyu mevcuttu. Kalkaşendî, kalite sıralamasında bağdâdîden sonra şâmî, hamevî ve mısrî kâğıtlarının geldiğini söylemektedir. Ebû Usaybia bu kâğıdın çok kalitesiz bir cinsinin de olduğunu, Huneyn b. İshak'ın bu cins kâğıda yazdığı bazı eserlerini gördüğünü ve bu eserlerin kâğıtlarının o ana kadar yapılan kâğıtların en kötüsü olduğunu nakletmektedir.
Varaku'l-me'mûnî: Abbâsî Halifesi Me'mûn'a (hilafeti: 813-833) nispetle bu adla anılır. Habîb Zeyyât, Yâkût'un bir rivayetindeki varaku'l-me'mûnînin bir sayfasının otuz yedi satır aldığından hareketle, bu kâğıdın büyük boyda bir kâğıt olması gerektiğini söylemektedir. Yâkût, diğer bir rivayetinde nısfü'l-me'mûnî yani yarım ebattaki beş varaka 187 beyit sığdığını nakletmektedir ki bu da Habîb Zeyyât'ın görüşünü desteklemektedir.
Varaku'l-mansûrî: Semerkant'ta yapılan bu kâğıt, Semerkantlı Ebü'l-Fazl Mansûr Kâğıdî'ye (ö. 935) nispetle bu şekilde anılmaktaydı. İslam dünyasında kalitesiyle şöhret bulmuştu. Ebu İshak Sâbiî (ö. 994) önemli bir mektubu bir mansûrî kâğıdı sayfasına (dercü mansûrî) yazdığını söyler. Irak'ta ve Mısır'da taklitleri de yapılmaktaydı. Makkarî ve Makrîzî varaku'l-mansûrînin Fustat'ta da yapıldığını söylemektedir. Mısır'da yapılan varaku'l-mansûrînin âdi, masluh (normal kâğıt), âlî (kaliteli), vasat (orta kalitede) cinsleri vardı.
Kâğıdü'ş-şâmî: İmal edildiği bölgeye (Bilâdüşşam) nispetle anılmaktadır. Bilâdüşşam'daki Hama, Kadeş, Menbiç ve Sûr gibi şehirlerde üretilen kâğıtlar Şam üzerinden Batı ülkelerine ihraç edilmekteydi. İlk dönemlerde kâğıdü'ş-şâmî resmî yazışmalarda pek az kullanılmıştır. Kalkaşendî'nin işaret ettiği gibi, kalite bakımından varaku'l-bağdâdîden sonra gelmektedir. Kalkaşendî, hilafet Irak'ta iken resmî yazışmalarda varaku'l-bağdâdî kullanıldığını kendi döneminde ise kâğıdü'ş-şâmî kullanılmakta olduğunu söylemektedir. Örnek olarak da Halife Mütevekkil-Alellah (847-861) zamanında şâmî kâğıt üzerine yazılmış bir mektuba işaret etmektedir. Yine Kalkaşendî'nin bir rivayetinden öğrendiğimize göre Bilâdüşşam'da beyaz renkli kâğıdın yanında kırmızı renkli kâğıt da üretilmekteydi.
Varaku't-tayr/varaku'l-betâik: Haberleşme için kullanılan kuşların ayaklarına bağlanan küçük boyutta ince kâğıt. Kalkaşendî, Şam'da yapılan kâğıdın bir cinsi olduğunu belirtir ve küçük boyuttaki gubârî yazısının bu tür ince kâğıtlar üzerine yazıldığını belirtir.
Kâğıdü'l-hamevî: Hama şehrine nispetle bu şekilde anılmaktadır.
Hâs varaku'l-frencî: Kaliteli yabancı menşeli kâğıt.
Kâğıdü'n-nasrî: XIII. yüzyılın ortalarından XV. yüzyılın sonlarına kadar Granada'da hüküm süren Nasrîler (Benî Ahmer) hanedanı döneminde üretilen ve genellikle renkli olan kâğıda verilen isim.
Varaku's-sînî: İbnü'n-Nedîm, bitkiden (nebat) yapıldığını belirtmektedir. Horasan bölgesine, bu bölgede kâğıt üretimi başlamadan önce Çin'den kâğıt gelmekteydi ve ilk asırlarda varaku's-sînî veya kâğıdü's-sînî şeklinde adlandırılmaktaydı. Ancak daha sonraları Çin bölgesinden gelen kâğıtlar hatâî olarak isimlendirilmiştir. Câhiz (ö. 869) çocukların varaku's-sînîden ve kâğıttan uçurtma yaptıklarını nakletmektedir. Câhiz yazı malzemesi olarak deri ile kâğıdı karşılaştırırken varaku's-sînîden ve kâğıdü'l-horâsânîden bahsettiğine göre, İslam coğrafyasının çeşitli merkezlerine, İslam dünyasında kâğıt üretiminin başlamasından sonra da Çin kâğıdı ithal edilmekteydi.
Varaku'l-mısrî: Kalkaşendî, varaku'l-mısrînin kalite bakımından bağdâdî ve şâmî kâğıtlardan sonra geldiğini, mansûrî ve masluh diye adlandırılan iki çeşidinin olduğunu, burada üretilen fuvva denilen küçük boy bir cins kâğıdın ise çok kalitesiz olduğundan yazı yazmada değil de paketlemede kullanıldığını belirtmektedir.
Varaku tihâmî: İbnü'n-Nedîm böyle bir varak türünden bahsetmekteyse de diğer kaynaklarda böyle bir cins kâğıttan söz edilmez.
Hindî: Hindistan'da yapılan kâğıtlar genel olarak bu isimle anılmaktadır. Hint kâğıdının devletâbâdî, nizamşâhî, âdilşâhî ve keşmîrî gibi çeşitleri bulunmaktaydı.
Kâğıt isimleri, imal edildikleri şehre veya bir vesile ile nispet edildikleri hükümdar ve devlet adamlarına, imal eden kişiye işaret ettikleri gibi aynı zamanda kâğıtların boylarını da göstermekteydi. Nakillerden anlaşıldığına göre farklı isimlerle adlandırılan kâğıtların boyları da farklıydı. Büyük boyda yapılan kâğıtların sekize kadar katlandığını görüyoruz. Bu şekilde yapılan katlamanın ölçülendirilmesi kat' kelimesi ile ifade ediliyordu. Kaynaklarda bazı kitapların yazıldıkları kâğıtların boylarına şöyle işaret edilir: Nısfü'l-me'mûnî, nısfü tomar, el-kâğıdü'n-nısfî (folia), rub'u'l-fir'avnî, rub'u kırtâs, rub'u'l-kâğıd, rub'u'l-bağdâdî (quarto), sülüsü kırtâs, sümünü'l-kâğıdı'l-horâsânî, sümünü'l-bağdâdî (octavo). Kâğıtların boyları imal edildikleri bölgelere ve ne maksatla kullanılacaklarına göre değişmekteydi. Karabacek, Medâînî'nin el-Kalem ve'd-Devât adlı eserindeki kayıtlara ve Feyyûm (Aşmun) belgelerine dayanarak çeşitli şekillerde belirtilen kâğıt boylarının ölçülerini belirlemeye çalışmıştır. Kalkaşendî, farklı dönemlerdeki kâğıt çeşitlerinin boylarına ve hangi kâğıt çeşidinin hangi maksatla kullanılacağına dair geniş bilgi verir.
Kaynaklarda kâğıdın bir sayfasını veya sayfalarını belirtmek için sahife sözcüğünün yanında derc/dirc, kırtas, varak, tomar, tabak, (çoğulu atbak/tıbak) gibi sözcükler de kullanılır. Derc/dirc bir sayfa olabileceği gibi birbirine yapıştırılmış sayfalar da olabilir. Bu şekilde yapıştırmaya vasl/evsâl, yapıştırılan sayfalara da müdrec denilmektedir. İbnü'n-Nedîm, çok eski özel bir koleksiyonda gördüğü eserlerin şeklini "cüz, varaka ve müdrec" diye tarif ederek sıralar. Aynı uygulama tabak için de geçerlidir. Tomar büyük boydaki kâğıt için kullanılırdı ve bu boydaki kâğıda yazmak için kullanılan kalın uçlu kamış kaleme de "kalemü't-tûmâr, kalemü'l-celîl" denilirdi. İbn Sa'd'ın naklettiğine göre Amr b. Meymûn, bir gün Halife Ömer b. Abdülaziz'e, "Ey müminlerin emîri! Bu kalemü'l-celîl ile yazılan iri yazılı bu tomarlar (tavâmir) ne oluyor. Bunlar müslümanların beytülmalinden gitmiyor mu?" diye sormuş ve halife de tasarruf maksadıyla vilayetlere tomarların üzerine kalemü'l-celîl ile yazılmaması için emir göndermiştir.
İslam dünyasında yapılan kâğıtlarda ilk dönemlerde keten ve kenevir kullanılmaktaydı. X. yüzyıldan itibaren pamuk kullanıldığına dair görüşler de vardır. Paçavralar, eskimiş balıkçı ağları ve halatlar, kâğıt yapımı için kâğıt imalathanelerinin temin ettikleri önemli ham madde kaynaklarıydı. 1193-1208 yılları arasında Mısır'da bulunan Abdüllatîf Bağdâdî'nin naklettiğine göre, Mısır halkı mezarlıklarda dolaşıyorlar ve buldukları kefen parçalarından ya elbise yapıyorlar ya da bu paçavraları kâğıt yapımı için kâğıt imalathanelerine satıyorlardı.
İmalathanelerden ham olarak çıkarılan kâğıtlar genellikle beyaz renkliydi ve makbul olan kâğıt da beyaz renkli kâğıttı. Farklı renkte kâğıt elde edilmek istendiğinde imal edilen kâğıtlar boyanmakta, boyama işlemi, Avrupa'dakinin aksine, üretilen kâğıt sayfaları çeşitli renklerde boyaların bulunduğu teknelere daldırılarak yapılmaktaydı. Boya malzemesi olarak çeşitli bitkiler ve zırnık, üstübeç, çivit gibi madensel materyaller kullanılıyordu. İslam dünyasında beyaz dışında mavi, sarı ve sınırlı olarak da kırmızı, pembe kâğıt kullanılmaktaydı. Papirüs ve parşömeni sarıya boyamak için kullanılan safran, kâğıtları renklendirmek için de kullanılmıştır. Renkli kâğıt üretiminin ve kullanımının ne zaman başladığı kesin olarak bilinmemektedir. Günümüze ulaşan en eski tarihli renkli kâğıtlar XIII. yüzyıla aittir.
Kâğıtlar yazı yazmaya elverişli hale getirilmek için de bazı aletler ve malzeme kullanılarak âharlanmakta, pürüzleri giderilerek zemini kaygan bir hale getirilmekteydi. Kâğıtların âharlanma işleminin X. yüzyıldan itibaren başladığı tahmin edilmektedir. Sanat değeri yüksek eserler yazmak ve resimlemeler yapmak için kâğıtlar ayrıca saykallama işlemine tâbi tutulurdu.
Kâğıtları haşerelerin verdikleri zararlardan korumak için de hamuruna bazı maddeler katılmaktaydı. Kimyacı Ebû Bekir Râzî (ö. 925) kitapların bir yerine yayılmış haşerelerin esere zarar veremeyeceğini muhtevi "kebîkeç" efsanesine inanmıyor olmalı ki, farelerin kesmemesi, böceklerin yememesi için imali sırasında kâğıtların hamuruna bir mikdar ebûcehil karpuzu özünden karıştırılmasını tavsiye etmektedir (bk. Ebû Bekir Râzî). Râzî, papirüs ve deri/parşömenin de ebûcehil karpuzu özü karıştırılmış suyla yıkandığında fare ve haşerattan korunacağını belirtmektedir.
Ortaçağ İslam dünyasında yazı yazmak için çeşitli dönemlerde farklı yazı malzemeleri kullanılmıştır. Ancak İslam dünyasında üzerine yazı yazılan malzemelerin kullanıldıkları dönemleri birbirlerinden kesin çizgilerle ayırmak mümkün değildir. Her ne kadar kaynaklarda, devlet dairelerinde yapılan yazışmalarda papirüsten deri/parşömene ve daha sonra kâğıda geçildiğine dair kayıtlar varsa da halkın günlük yaşayışında üzerine yazılan malzeme arasında birinden diğerine ani bir geçişin olduğunu söyleyebilmek için yeterli veri bulunmamaktadır. Kaynaklardaki çeşitli anekdotlarda, kâğıdın İslam dünyasında yaygınlaşmasından sonra da yazı yazmada deri/parşömen, levha gibi yazı malzemelerinin kullanıldığından söz edilmektedir. IX. yüzyılın başlarından itibaren levha veya deri üzerine yazılmış bir risaleden ve kitaptan söz edilmezse de bir öğrencinin veya âlimin, bir ilim meclisinde duyduğu bir rivayeti tespit için levha veya deri gibi malzemeler kullandığına dair rivayetler nakledilir. Mesela İmam Şâfiî (ö. 820) Hârûnürreşîd'in sarayına gittiğinde, kapıdaki görevlinin adını, bir levhaya yazdığını nakleder. Yâkût Hamevî'nin (ö. 1229) Rebî' b. Süleyman'dan naklettiğine göre, İmam Şâfiî Mekke'de bulunduğu sırada duyduğu hadisleri bulduğu hazf (tablet), rukûk (deri), kerbü'n-nahl (hurma dalları) ve ektâfü'l-cimâl (devenin kürek kemiği) üzerine yazmaktaydı.
Karabacek, IX. yüzyıl boyunca kâğıt, papirüs ve parşömenin yazı malzemesi olarak birlikte kullanıldıklarını belirtmektedir. Ebû Bekir Râzî'nin, Zînetü'l-Ketebe adlı eserinde yazı malzemesi olarak deri/parşömen, papirüs ve kâğıttan söz etmesi, bu üç yazı malzemesinin, X. yüzyılda da birlikte kullanılmaya devam edildiğini gösterir. İbn Bâdîs de (ö. 1062) bir tür mürekkepten bahsederken, "Eğer istersen bu mürekkeple kırtas (papirüs), kâğıt ve rak (deri/parşömen) üzerine yazabilirsin" dediğine göre, XI. yüzyılda bile papirüs ve parşömen yazı malzemesi olarak bilinmekteydi. Kâğıdın papirüs ve parşömene göre oldukça ucuz oluşu ve kolaylıkla üretilebilmesi kitapların çoğaltılmasında önemli bir rol oynadı. Kitapların rulodan kodeks şekline geçmesi de yine kâğıdın İslam coğrafyasına gelişiyle gerçekleşti ve kitaplar bugünkü şekillerine kavuştu.
b) Osmanlı Dönemi: XVIII. yüzyılda Yalova'da kurulan kâğıt fabrikasından önce Osmanlı Devleti'nde Amasya, Bursa ve İstanbul gibi şehirlerde kâğıt üretildiğine dair bazı görüşler varsa da bu görüşler belgelerle desteklenemediğinden kabul görmemiştir. Bu konudaki rivayetler muhtemelen ithal edilen kâğıtları işlemek için kurulan imalathanelerin mevcudiyetinden kaynaklanmaktadır.
Osmanlı döneminde kâğıt, kuruluş yıllarından itibaren önce kara yoluyla kervanlarla doğudan, XV. yüzyıldan sonra da hem doğudan, Türkistan ve Şam bölgesinden hem de deniz yoluyla İtalya'dan (Ceneviz) ve Orta Avrupa'daki bazı ülkelerden temin ediliyordu. Şark'tan gelen kâğıtlar pahalı olduğu için mushaf yazımında ve önemli eserlerin istinsahında kullanılmakta, fiyatı nispeten ucuz ve temini kolay olan Batı menşeli kâğıtlar ise devlet bürokrasisinde, kitap yazımında ve günlük işlerde tercih edilmekteydi.
18 Nisan 1759 tarihli bir belgeden öğrendiğimize göre Doğu'dan kâğıt ithali, tüccarlar vasıtasıyla yapılmakta ve tüccarların gümrükten çekip depoladıkları kâğıtlar, fiyatı kâğıtçıbaşı, kethüda, yiğitbaşı ve kâğıtçı esnafının ileri gelenleri tarafından tespit edildikten sonra kâğıtçıbaşı tarafından gerektiği kadarı devlet kalemleri için satın alınıp kalan kısmı da esnafa verilmekteydi. Batı'dan kâğıt ithal edenler için genellikle belgelerde bezirgân tabiri kullanılırken Doğu'dan kâğıt ithal edenler, müslüman olduklarından tüccar şeklinde tanımlanmıştır.
XVII. yüzyıla kadar Doğu'dan ithal edilip de Osmanlı ülkesinde kullanılan kâğıtlarla ilgili bilgiye sahip değiliz. Uğur Derman, Kilisli Rifat Bilge'nin XVII. yüzyılda İstanbul'a Şark'tan gelen kâğıt cinslerini, Nuruosmaniye Kütüphanesi'nde (nr. 4949) Kâtip Çelebi'ye ait bir eserde gördüğünü kaydediyor (Gülzar-ı Savab, s. 83) demekte ve âdiden iyiye doğru sıra ile bu listedeki on iki kâğıt ismini vermektedir (Derman, 1968: 339). Bu bilgi Kâtip Çelebi'ye değil de tarihçi Gelibolulu Mustafa Âlî'ye aittir. Mustafa Âlî'nin Menâkıb-ı Hünerverân adlı eserinde bu konuyla ilgili verdiği bilgi şöyledir:
"Ve kâğıd cinsinde dahi zinhar haşebî ve dımaşkîye itibar itmeyeler. Ve kâğıdun semerkandîsinden aşağa tenezzül itmeyeler. Ve kâğıd kısmınun en alçağı dımaşkîdür ki kadri mâlumdur. İkinci devletâbâdîdür ki herkese mefhumdur. Üçüncü hatâyîdür. Dördüncü âdilşâhîdür. Beşinci harîr-i semerkandîdür. Altıncı sultân-ı semerkandîdür. Yedinci hindîdür. Sekizinci nizamşâhîdür. Dokuzuncu kasımbegîdür. Onuncu harîr-i hindîdür ki küçürek kıt'adadur. On birinci gûnî-i tebrîzîdür ki şeker-renkdür işlemesi Tebrîzîler'e mahsusdur. On ikinci muhayyerdür ki ol dahi şeker-renkdür."
Mustafa Âlî'nin verdiği bilgiler, kendi müşahedelerinden ziyade, kâğıt cinsleri konusunda İslamî kaynakların nakillerine dayanmaktadır. Osmanlı ülkesinde kullanılan kâğıt cinslerini, Mustafa Âlî'nin bu naklini esas alarak belirlemek yanlış olacaktır. Nitekim Uğur Derman da Kilisli Rifat Bilge'den naklettiği bu kayıttan sonra "Biz bu kâğıtların çoğunu tanıyamıyoruz" demektedir.
Erol Özvar, Mustafa Âlî'nin verdiği bilgileri ve Rüstem Paşa vakfiyesini değerlendiren Faruk Bilici'ye dayanarak, "XVI. yüzyılda ilmî eserlerin telifinde daha ziyade devletâbâdî, hindî, semerkandî, dımaşkî ve hamevî tarzı kâğıt cinslerinin tercih edildiğini biliyoruz" demektedir. Ancak Osmanlı döneminde kullanılan kâğıtlar arasında en çok âbâdîye, daha sonra hatâyîye, çok nadir olarak da hindî ve dımaşkîye rastlıyoruz. Hamevî kâğıt ise belgelerde hiç geçmemektedir.
XVII. yüzyıla ait belgelerde âbâdî, hatâyî cinsi kâğıtlara rastlanmaktadır. XVIII-XIX. yüzyıla ait belgelerde de Doğu menşeli kâğıt cinslerinin Batı'dan gelen kâğıtlara göre daha az miktarda geçtiğini görüyoruz. Osman Ersoy, Doğu kâğıtlarının XVIII. yüzyılda piyasadan tamamen çekildiğini söylüyorsa da bu döneme ait belgelerde bu tür kâğıtlara sıkça rastlanmaktadır. Bazı kâğıtçı terekelerinde "tabaka", "bir miktar", "deste" şeklinde mevcudu belirtilen Doğu menşeli kâğıtların miktarının belirtilmesinde daha üst bir ölçü birimi olan "top"a ise daha az rastlanmaktadır. "Deste"nin yirmi beş tabaka kâğıt, "top"un ise yirmi deste olduğu kabul edilmektedir.
XVIII-XIX. yüzyıla ait belgelerde Doğu menşeli kâğıtların çeşitlendiği görülmektedir. Âbâdî kâğıdın farklı cinsleri ortaya çıkmıştır: Orta âbâdî, kebîr âbâdî, battal âbâdî, sagîr âbâdî, orta kebîr âbâdî, atik battal âbâdî, sultânî âharlı âbâdî, orta şeker-renk âbâdî, âharlı orta şeker-renk âbâdî, kebîr âharlı âbâdî gibi. XIX. yüzyılda, bu tarihe kadar rastlamadığımız ingiliz âbâdîsi de belgelerde geçer. Bu dönemde bazı Doğu menşeli kâğıtların taklitleri de üretilmeye başlanmıştır: Âbâdî istanbul, âsitâne âbâdîsi, triyeste hünkârî.
Âbâdî, Hindistan'daki Devletâbâd şehrinde yapılan kâğıtların ismi olmasına rağmen zaman içinde birçok belgede Doğu bölgelerinden gelen bütün kâğıtlar âbâdî olarak anılmaya başlanmış ve bu kelime Doğu menşeli kâğıtlar için bir alem haline gelmiştir. Ancak bazı dikkatli kâtipler âbâdî kelimesinden sonra hatâyî, semerkandî şeklinde kâğıdın geldiği bölgeyi belirtmişlerdir. İstanbul ve âsitâne âbâdîsi, Batı'da yapılmış taklit âbâdîlerdir. Belgelerde geçen bütün Doğu menşeli kâğıtlar şunlardır: Hünkârî, âbâdî ve nevileri, hatâyî, semerkandî, dımaşkî.
Bu kâğıtlar içinde en pahalısı XIX. yüzyılda belgelerde görülen hünkârîdir. Ancak hünkârînin battal hünkârî, hünkârî telhis ve hünkârî istanbul şeklinde belirtilen ucuz fiyatlıları da vardır. Muhtemelen bunlar Batı'da imal edilmiş hünkârîlerdir.
Âbâdînin fiyatı da diğer kâğıt nevilerine göre yüksektir. Aynı dönemde üretilmiş âbâdî kâğıtlar arasında fiyat farklılıkları kaliteleri dolayısıyla olmalıdır. XIX. yüzyılın başlarından itibaren âbâdî kâğıtlar ile diğer kâğıt nevileri arasındaki fiyat farkının oldukça açıldığı görülüyor. Ancak taklitlerinin Batı'da yapılmaya başlanmasından sonra bu tür kâğıtların fiyatlarında nisbî bir düşüş görülür. Âbâdî kâğıtların mühreli ve mühresizleri arasında da %10 civarında bir fiyat farkı bulunmaktadır.
Batı'dan kâğıt ithalinin hangi tarihlerde başladığını bilemiyoruz. Süheyl Ünver, Osmanlılar'da XV. yüzyılda filigranlı kâğıtlara yazılmış kitaplar ve belgeler tespit ettiğine göre bu tür kâğıtlar Osmanlılar tarafından bu asırdan önce de kullanılmaya başlanmış olmalıdır (bk. Ünver, Süheyl).
Batı'dan kâğıt ithali belgelerde bezirgân olarak geçen yabancı tüccarlar tarafından yapılmaktaydı. İthal edilen kâğıdın kâğıtçıbaşı ve kâğıtçı esnafı tarafından pazarlık edilip fiyatı kesinleştikten sonra devlet dairelerinde kullanılacak kâğıtları kâğıtçıbaşı alıp geri kalandan kitap yazımına uygun olanları müslüman kâğıtçılar, günlük işlerde kullanılan haşebî, çârçûbe gibi bazı kâğıt cinslerini de yahudi kâğıtçılar alıp tayin edilmiş bir komisyon üzerinden müslüman kâğıtçılara dağıtımını yapmaktaydılar. Daha sonra kitap yazmaya uygun olmayan Ceneviz ve Çan damgalı kâğıtların satışı da yahudi kâğıtçılara bırakılmıştır. Geçmişte Kuzey Afrika'da, Endülüs'te ve Bağdat'ta olduğu gibi Osmanlılar'da da yoğun olarak yahudiler iç piyasada toptan kâğıt ticaretiyle uğraşmaktaydılar. Bu yüzden kâğıtçı terekelerinde birçok kâğıtçının, yahudilere ve bezirgânlara oluşmuş borçlarına dair kayıtlar bulunmaktadır.
Kâğıtçı terekelerinde ve belgelerde muhtelif asırlarda görülen kâğıt cinsleri şunlardır: (XVII. yüzyıl) Âbâdî; telli âbâdî; alem damgalı; ay damgalı; fıstık kâğıdı; haşebî; hatâyî; kâğıd-ı istanbul; kâğıd-ı pavlo; şabta kâğıdı; kâğıd-ı venedik; üç halkalı. (XVIII/1. asır) Âbâdî; alem damgalı; ay damgalı; çan damga; fıstık kâğıdı; haşebî; istanbul kâğıdı; pavlo kâğıdı; şabta kâğıdı; telhis kâğıdı; üç halkalı; üç takyeli. (XVIII/2. asır) Âbâdî; ay damga; alem damga; alikurna; arslan damga; bağçe damga; battal; ceneviz kâğıdı; islambul ceneviz; çan damga; fıstık kâğıdı, daire damga fıstık; fülk damga; haşebî; islambul kâğıdı; meşk kâğıdı; semerkandî; şabta kâğıdı; şıpka kâğıdı; tahrir kâğıdı; tâlik kâğıdı; telhis kâğıdı; üç kubbeli; üç takyeli; yalakâbâdî damga kâğıt. (XIX/1. asır) Âbâdî, âbâdî istanbul, âbâdî telhis, âbâdî battal, meşklik âbâdî, sultânî âbâdî, çift âharlı mushaflık; alikurna kâğıdı; arslan damga; ay damga; battal; ceneviz kâğıdı, ceneviz ay damga; çakmak damgalı; felemenk; fıstık, kuş damga fıstık, aslan damga fıstık; hünkârî kâğıt; haşebî, istanbul haşebî; hindîkârî kâğıt; islambul, yerli islambul, triyeste islambul; kuş damga; külah damga; şabta kâğıdı; tâlik kâğıdı; telhis kâğıdı; triyeste battal, triyeste hünkârî; üç takyeli; kâğıd-ı venedik. (XIX/2. asır) Âbâdî, battal âbâdî kâğıt, âsitâne âbâdîsi, meşklik âbâdî; akkâse, mushaflık akkâse; alikurna, eser-i cedit alikurna, felemenk alikurnası; arslan damga; âsitâne, felemenk âsitânesi, eser-i cedit âsitâne; ay damga; battal, eser-i cedit battal, felemenk battal; boyacıoğlu kâğıdı, boyacıoğlu taklidi kâğıt; ceneviz kâğıdı, ceneviz elvan; çakmak damga; felemenk kâğıdı; fıstık kâğıdı, eser-i cedit fıstık kâğıdı, haşebî kâğıt; hünkârî kâğıt, eser-i cedit hünkârî kâğıt; istanbul kâğıdı, eser-i cedit istanbul kâğıdı; külah damga; meşk kâğıdı; telhis, eser-i cedit telhis; üç takyeli, eser-i cedit üç takyeli, felemenk üç takyeli.
Derman, Ünver ve Kütükoğlu'nun Avrupa'dan gelen kâğıtlara genel bir isim olarak verildiğini söyledikleri alikurna kâğıdı, ancak XIX. yüzyıldan başlayarak kâğıtçı terekelerinde yaygın olarak yer almaktadır. Eğer Avrupa'dan gelen bütün kâğıtlar alikurna olarak isimlendirilmiş olsaydı, kâğıtçı terekelerinde alikurnaya ilk dönemlerden itibaren sıkça rastlanılması gerekirdi. Süheyl Ünver'in XV. yüzyıla ait vesikalarda tespit ettiği, muhtemelen XVI. yüzyılda da kullanılan filigranlı kâğıtlar, XVII. yüzyıldan itibaren görülmemektedir. Osmanlılar, XV. yüzyılda hatta XVI. yüzyılda da Batılılar'ın kendi iç pazarları için ürettikleri kâğıtları bir şekilde temin edip kullanmışlar, fakat XVII. yüzyılda Batı'daki kâğıt üreticileri için önemli bir pazar haline geldiklerinde, Ortaçağ İslam dünyasında olduğu gibi, dinî hassasiyetlerine uygun düşmeyen filigranlar kullanılmış kâğıtları almak istememişler ve satın alacakları kâğıtlara, kendilerine uygun gelecek filigranlar konulmasını sağlamışlardır.
Kâğıt cinsleri genellikle filigranlarına, yapıldıkları bölgeye veya kullanıldıkları işlere göre adlandırılmaktaydı. Ancak filigranlara göre adlandırılmak en yaygın olanıydı. Ay damgalı, arslan damgalı, üç takyeli; kuş damgalı, külah damgalı, çan damgalı gibi. Ancak XVIII. yüzyıldan başlayarak aynı filigranlar Avrupa'nın farklı şehirlerindeki kâğıt fabrikaları tarafından kullanılmaya başlanınca, filigran isimlerinden sonra kâğıdın yapıldığı yer veya ülke de eklenmeye başlanmıştır: Ceneviz ay damga, Ceneviz İslambul, Ceneviz elvan gibi. XIX. yüzyılda Osmanlı kâğıt pazarına giren Hollanda'nın gönderdikleri kâğıtlar felemenk ismi yanında filigranlarına göre de felemenk alikurnası, felemenk âsitânesi, felemenk battal ve felemenk üç takyeli şeklinde adlandırılmıştır.
XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı ülkesinde bu kâğıtlardan bir kısmı aynı isimle üretilmiştir. İzmir'de 1846 yılında kurulan kâğıt fabrikasında da kâğıt pazarında bilinen cinsler üretilmiş, ancak farklı bir ürün olduklarını göstermek için de bu kâğıt türlerinin başına "eser-i cedit" tanımlaması ilave edilmiştir: Eser-i cedit alikurna; eser-i cedit âsitane; eser-i cedit battal; eser-i cedit fıstık kâğıdı; eser-i cedit hünkârî kâğıt; eser-i cedit istanbul kâğıdı; eser-i cedit telhis ve eser-i cedit üç takyeli gibi.
Osmanlılar'da XVIII. yüzyılda Sultan I. Mahmud döneminde İbrâhim Müteferrika tarafından kurulan Yalova Kâğıt Fabrikası'ndan sonra XIX. yüzyılda da Beykoz Kâğıt Fabrikası (1805), İzmir Kâğıt Fabrikası (1846) ve Hamidiye Kâğıt Fabrikası (1893) kuruldu. Yerli kâğıdın en önemli müşterisi Basmahane (Matbaa-yı Âmire) ve devlet idi. Ancak üretilen kâğıtlar kalite ve fiyat bakımından kâğıtçı esnafına pek cazip gelmediğinden bu fabrikalar uzun ömürlü olmadı.
Ham olarak ithal edilen kâğıtlar üzerlerindeki pürüzlerin giderilip de kullanılabilecek hale gelmesi için genellikle mührelendikten sonra nihaî ürün haline getirilerek satışa sunulurdu. Uğur Derman'ın hattatların kullandıkları kâğıtlar için naklettiği, önce âharlanıp bir hafta içinde mührelenmesi gerektiği bilgisi, diğer araştırmacılar tarafından genelleştirilmiş ve âharlanan kâğıtlar daha sonra mührelenirdi şekline dönüştürülmüştür. Aslında kâğıtların âharlı olarak satışı pek yaygın bir uygulama olmadığından, kâğıtçı listelerinde âharlı olarak belirtilen çok az kâğıt bulunmaktadır. Süheyl Ünver "Kâğıdı âharlama pahalıdır. Zira çok el ve zaman alır. Bu gibi kâğıtların maliyeti artar ve ucuz değildir. Bunlar eski mücellit ve müzehhip dükkânlarında alakalı hattatlar, müzehhip ve isteklilere satılır" demektedir. Eğer bütün kâğıtlar kullanılır hale getirilmek için âharlansaydı, çok sayıda âharcının da olması gerekirdi. Sicillerde âharcı esnafı ile ilgili kayıtlara pek rastlanmamaktadır.
Kâğıtçı dükkânlarındaki kâğıtların çoğunun mühreli olduğunu görüyoruz. Terekelerde kâğıtların mühreli veya mühresiz oldukları muhakkak belirtilmiştir. Mühreli kâğıtların fiyatlarında, mühresizlere göre %10 gibi bir fiyat yüksekliği görülmektedir. Kâğıtların büyük çoğunluğunun mührelendikten sonra satılması önemli bir iş alanı yaratmış ve mühreci esnafının ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. 1726 yılına ait bir belgede, Beyazıt'taki Kâğıtçılar Sûku'nda ve Mahmutpaşa'da bulunan kırk dört kâğıtçının ve bu bölgedeki kırk beş mührecinin isimleri verilmektedir.