Lübnan İç Savaşı, 1975 yılında patlak vermiş ve resmi olarak 1990 yılında sona ermiş, on beş yıl süren karmaşık ve çok aktörlü bir çatışmadır. Çatışmanın süresi boyunca yaklaşık 150.000 ila 230.000 kişinin hayatını kaybettiği, 300.000 kişinin yaralandığı ve bir milyondan fazla insanın ülkesini terk etmek zorunda kaldığı tahmin edilmektedir.
Bu iç savaş, genel olarak "Arap dünyasının iç savaşı" veya "vekâlet savaşı" olarak adlandırılmış olup, sadece iç dinamiklerden değil, aynı zamanda bölgesel ve uluslararası güçlerin müdahalelerinden de beslenmiştir.

İç savaş sonrası Beyrut'tan bir görsel(AA)
Lübnan'ın İç Yapısı
Lübnan'daki çatışmanın kökeni, ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1943 yılında oluşturulan Mezhepsel (Konfesyonel) Siyaset Sistemi'ne dayanmaktadır. Bu sistem, Ulusal Pakt (National Pact) ile resmiyet kazanmış; anayasal makamlar, ülkenin önde gelen dini grupları arasında demografik oranlara göre paylaştırılmıştır. Buna göre cumhurbaşkanlığı Marunilere (Hristiyan), başbakanlık Sünnilere ve meclis başkanlığı Şiilere ayrılmıştır.
Ancak bu sistem, zaman içinde iki temel yapısal kırılganlığa yol açmıştır:
Demografik Dengesizlik
1932 yılında yapılan son resmi nüfus sayımından sonra, Müslüman nüfus, özellikle Şiiler lehine hızla artmıştır. Ulusal Pakt'ın statükocu yapısı ise bu demografik değişime uyum sağlayamamış, bu da Müslüman topluluklar arasında siyasi temsil ve güç paylaşımında eşitsizlik algısını artırmıştır.
Siyasal ve Ekonomik Eşitsizlik
Siyasi sistemin Maruni Hristiyanlara verdiği ayrıcalıklı konum (cumhurbaşkanının güçlü yetkileri), diğer mezhepsel grupların, özellikle de kırsal ve kentsel fakir Şii nüfusun sosyo-ekonomik marjinalleşmesini derinleştirmiştir. Bu durum, toplumsal hoşnutsuzluğu siyasi bölünmelere dönüştüren zemini hazırlamıştır.
İç Savaşın Temel Nedenleri ve Dinamikleri
Çatışmanın İçsel Nedenleri
Savaşın başlaması, iç siyasette biriken gerilimi yansıtmaktadır:
Sektaryanizmin (Mezhepçiliğin) Kurumsallaşması
Lübnan'ın siyasi yapısı vatandaşlığı modern anlamda değil, mezhepsel aidiyet üzerinden tanımlamıştır. Bu durum, farklı mezhepsel grupların kendi siyasi ve askeri yapılarını (milislerini) oluşturmasına neden olarak merkezi devletin ve ulusal kimliğin konsolidasyonunu engellemiştir.
Merkezi Hükümetin Zayıflığı
Mezhepsel ittifaklar ve uzlaşmalar üzerine kurulu olan zayıf merkezi hükümet, artan toplumsal şikayetleri ve milislerin yükselen gücünü etkili bir şekilde yönetmekte başarısız olmuştur. Ordu dahi mezhepsel sadakatler nedeniyle bölünmüş ve milislerle başa çıkacak gücü bulamamıştır.
Çatışmanın Dışsal/Tetikleyici Nedenleri
İçsel yapısal zayıflıklar mevcut olsa da, Lübnan İç Savaşı'nı kaçınılmaz hale getiren ve şiddetlendiren dışsal faktörler kritik öneme sahiptir: Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Varlığı, 1948 ve 1967 Arap-İsrail Savaşlarından sonra yüz binlerce Filistinli mültecinin Lübnan'a sığınması ve FKÖ militanlarının Lübnan topraklarını İsrail'e karşı bir üs olarak kullanmaya başlamasıyla ülkedeki hassas dengeyi bozmuştur; Filistinli gruplar, özellikle Lübnan Ulusal Hareketi ile ittifak kurarak Maruni Hristiyanlar tarafından kontrol edilen siyasi yapıya karşı bir ağırlık oluşturmuştur.
Ayrıca Bölgesel Güçlerin Çıkar Çatışması, Arap-İsrail çatışması nedeniyle Lübnan'ı doğrudan bölgesel güçlerin (özellikle İsrail ve Suriye) müdahale sahası haline getirmiş; bu iç karışıklıklar, Amerika Birleşik Devletleri ve Britanya'nın da dolaylı olarak dahil olduğu vekalet savaşlarına zemin hazırlamıştır. Savaşın başlangıç noktası olarak kabul edilen Ayn el-Rummaneh Olayı (1975) ise, Maruni Falanjist milislerin bir otobüsü hedef almasıyla gerçekleşmiş ve biriken gerilimi serbest bırakarak ülkeyi hızlı bir şekilde milisler arasında topyekûn bir çatışmaya sürüklemiştir.
Çatışmanın Ana Aktörleri ve Evreleri
Lübnan İç Savaşı (1975–1990), sadece iç gruplar arasındaki bir mücadele olmaktan öte, bölgesel ve uluslararası güçlerin vekâlet savaşlarının bir laboratuvarı haline gelmiştir. Çatışma, mezhepsel sadakatler etrafında örgütlenmiş milis güçlerinin hegemonyasında, birden fazla evrede ilerlemiştir.
Temel Çatışan Taraflar ve İttifaklar
Savaş, temel olarak iki ana ideolojik ve mezhepsel kamp arasında başlamıştır ancak milisler sürekli olarak taraf değiştirmişlerdir:
- Sağ Kanat ve Lübnan Cephesi (Genellikle Hristiyanlar): Temel aktörler Maruni Hristiyanlar tarafından domine edilen ve Pierre Gemayel'in Falanjist Partisi'nin (Kataeb) askeri kanadından türeyen Lübnan Güçleri (LF) milisleriydi. Bu cephe, Filistinlilerin Lübnan topraklarından İsrail'e saldırılar düzenlemesinden şikayetçi olmuş ve Lübnan'ın bağımsızlığını Arap kimliğinden ayrı tutan bir politika izlemiştir.
- Sol Kanat ve Lübnan Ulusal Hareketi (LNH): Bu ittifak, Dürzi lider Kemal Canbolat'ın önderliğinde Sünni, Dürzi ve sol görüşlü partiler ile FKÖ fraksiyonlarından oluşuyordu. LNH, siyasi sistemi reform etmeyi, daha fazla sosyo-ekonomik eşitlik sağlamayı ve Pan-Arap görüşü doğrultusunda Filistin davasını desteklemeyi hedeflemiştir.

Beyrut'ta Kurşun Deliklerinin ve Bombaların Açtığı Gediklerin İzlerini Taşıyan Binaların Bazıları(AA)
Bölgesel Aktörlerin Rolü:
Savaşın karmaşıklığı, bölgesel güçlerin doğrudan askeri müdahaleleriyle artmıştır:
- Suriye Müdahalesi (1976): Başlangıçta kendi çıkarları doğrultusunda Hristiyan Falanjistleri destekleyen Suriye, 1976'da büyük bir askeri güçle Lübnan'a müdahale etmiştir. Suriye'nin temel amacı, Lübnan'ı kendi nüfuz alanı içinde tutmak ve Filistinli grupların bölgedeki etkisini kontrol altında almaktı. Suriye, 1989 Taif Anlaşması'na kadar Lübnan'da askeri varlığını sürdürmüştür.
- İsrail Müdahalesi (1978 ve 1982): FKÖ'nün Lübnan'dan yaptığı saldırılar nedeniyle İsrail, 1978'de kısa süreli bir işgal gerçekleştirmiş, ardından 1982'de geniş çaplı bir işgal başlatmıştır. Bu işgalin temel hedefi, FKÖ'yü Lübnan'dan tamamen çıkarmak ve Beyrut'ta kendisine dost bir Maruni hükümeti kurmaktı.
- 1982 İşgali ve FKÖ'nün Sürülmesi: İsrail'in 1982'deki işgali başarılı olmuş, FKÖ savaşçıları uluslararası barış gücü denetiminde Lübnan'dan büyük ölçüde ayrılarak Tunus'a transfer edilmiştir. Bu olay, Filistinlilerin Lübnan siyasetindeki askeri rolünü sona erdirmiştir.
- Hizbullah'ın Doğuşu: 1982 İsrail işgali sonrasında, Güney Lübnan'da İsrail'e karşı direniş amacıyla Şii din adamlarının önderliğinde Hizbullah kurulmuştur. Kuruluşunda İran'dan destek alan Hizbullah, zamanla sadece bir milis gücü değil, aynı zamanda Lübnan siyasetinde kalıcı bir rol üstlenen büyük bir siyasi ve sosyal refah ağına dönüşmüştür.
- Milis Cumhuriyeti ve Ekonomi Çöküşü: Savaş uzadıkça, milisler mezhepsel kimliklerini aşan mafya tarzı örgütlenmelere dönüşmüş, kaçakçılık, uyuşturucu ticareti ve haraç kesme yoluyla finans sağlamışlardır. 1987'de Lübnan Lirası'nın (Lira) çökmesi, savaşın son yıllarında ülkeyi derin bir ekonomik felaket ve enflasyon dönemine sürüklemiştir.
- Sabra ve Şatilla Katliamları (Eylül 1982): İsrail işgali sırasında, Filistinli mülteci kampları olan Sabra ve Şatilla'da Hristiyan milisler (Falanjistler), binlerce silahsız sivili katletmiştir. Bu olay, savaşın yol açtığı insani dehşeti ve mezhepsel intikam döngüsünü uluslararası alanda görünür kılan en karanlık anlardan biri olmuştur.
İç Savaşın Sona Ermesi ve Sonuçları
Lübnan İç Savaşı'nın sona ermesi, askeri bir zaferden çok, bölgesel ve uluslararası baskılar sonucu kabul edilen bir siyasi uzlaşı ile gerçekleşmiştir. Savaşın sona ermesi, Lübnan'a kısmen istikrar getirse de, çatışmanın temel nedenleri olan mezhepçi yapıyı ortadan kaldıramamış, aksine yeni dinamiklerle güçlendirmiştir.
Taif Anlaşması (1989)
On beş yıl süren yıkıcı iç çatışmaların ardından, Lübnan İç Savaşı'nın resmî olarak sonlandırılması, 1989 yılında Suudi Arabistan'ın Taif kentinde imzalanan Taif Ulusal Uzlaşma Anlaşması (Ta'if Accord) ile sağlanmıştır. Bu anlaşma, Lübnan'ın siyasi, anayasal ve güvenlik yapısını kökten değiştirmeyi amaçlamış, ancak aynı zamanda yeni gerilim alanları da yaratmıştır.
Anayasal Reformlar ve Sektaryanizmin Yeniden Yapılanması
Taif Anlaşması, 1943 tarihli Ulusal Pakt'a dayanan anayasal sistemi reforme ederek, Hristiyanlar lehine olan güç dengesini ayarlamıştır. Ancak bu reformlar, mezhepçilik (sektaryanizm) sistemini kaldırmak yerine, onu anayasal bir zeminde yeniden kurumsallaştırmıştır. Parlamentodaki sandalye dağılımı, Hristiyanlar lehine olan 6:5 oranından, Müslümanlar ve Hristiyanlar arasında eşit orana (1:1) getirilmiştir. Bu değişim, Müslüman nüfusun artan demografik ağırlığına bir yanıt niteliğindedir. Anlaşmanın en önemli reformu, yürütme yetkisinin Maruni Cumhurbaşkanından alınıp, Sünni Başbakan ile birlikte Bakanlar Kuruluna (Kabine) devredilmesi olmuştur; bu durum Cumhurbaşkanının yetkilerini ciddi ölçüde kısıtlamıştır. Karar alma süreçlerinin çoğunda oybirliği veya nitelikli çoğunluk gereksinimi getirilerek, mezhepsel grupların karar mekanizmasında veto hakkı dolaylı olarak pekiştirilmiştir.
Suriye'nin Lübnan'daki Hegemonyası
Taif Anlaşması'nın bölgesel açıdan en tartışmalı maddesi, Suriye'nin Lübnan'daki askeri varlığına yasal meşruiyet kazandırmasıdır. Anlaşma, Suriye'ye Lübnan topraklarında "barışı yeniden sağlama" misyonu altında kalma yetkisi vermiş ve bu durum, Suriye'nin Lübnan'ın iç siyasetine ve güvenlik kararlarına doğrudan müdahalesinin yasal dayanağını oluşturmuştur. Anlaşma, Suriye kuvvetlerinin Lübnan Ordusu'nun yeniden yapılanmasının ardından, en geç iki yıl içinde (1991'e kadar), Bekaa Vadisi ve diğer stratejik bölgelere yeniden konuşlanmasını öngörmekteydi. Ancak Suriye, bu şartı tam olarak yerine getirmemiş ve askeri varlığını ve siyasi hegemonyasını 2005 yılına kadar sürdürmüştür.
Milislerin Dağıtılması ve Hizbullah İstisnası
Taif Anlaşması, İç Savaş'a katılan tüm milis gruplarının dağıtılmasını ve silahlarının resmî Lübnan Ordusu'na teslim edilmesini zorunlu kılmıştır. Çoğu mezhepsel milis gücü bu şartlara uyarak dağılmış, eski milis üyeleri ise bir miktar siyasi af ve Lübnan Ordusu'na entegrasyon imkânı bulmuştur. Ancak Hizbullah (Şii grubu) gibi bazı gruplar, bu yükümlülüğün dışında kalmıştır. Hizbullah, silahlarını İsrail işgaline karşı Güney Lübnan'da devam eden bir "direniş hareketi" olduğu gerekçesiyle teslim etmeyi reddetmiştir. Anlaşma, direniş gruplarının varlığına karşı net bir hüküm getirmekte zorlanmış, bu da Hizbullah'ın İç Savaş sonrası dönemde ülkedeki en güçlü silahlı aktör olarak kalmasına olanak tanımıştır.
Lübnan İç Savaşı'nın Türkiye Siyasetine ve Dış Politikasına Etkileri
Lübnan İç Savaşı (1975–1990), Türkiye'nin sınır komşusu olmamasına rağmen, bölgesel istikrar, terörle mücadele ve Orta Doğu'daki güç dengeleri açısından Türk dış politikasını dolaylı olarak etkilemiştir. Savaş döneminde Türkiye, geleneksel olarak Batı'ya yönelmiş bir dış politika izlemesine rağmen, bu çatışmanın yansımalarından kaçınamamıştır.
Lübnan'daki çatışmaların Türkiye üzerindeki etkileri, özellikle güvenlik ve bölgesel politikaların yeniden değerlendirilmesi alanlarında belirginleşmiştir: Suriye Üzerinden Gelen Güvenlik Baskısı, Lübnan İç Savaşı'nın Suriye'nin Lübnan üzerindeki hegemonyasını kalıcılaştırmasıyla artmıştır; bu durum, Suriye'nin PKK'ya verdiği destek ile birleşerek Ankara üzerinde ciddi bir güvenlik baskısı yaratmış ve Lübnan'daki istikrarsızlık, bölgesel terör örgütlerinin hareket alanını genişletmiştir.
Bu karmaşık ve mezhepsel gelişmelere yanıt olarak Türkiye, Soğuk Savaş boyunca izlenen denge ve mesafe politikası'nı pekiştirmiş ve Orta Doğu'daki iç işlere karışmama yönündeki geleneksel dış politika tavrını sürdürmüştür. Savaş, Arap-İsrail çatışmasının yansıması ile derinleştiğinden, Türkiye'nin diplomatik çabaları Filistin sorunu ve bölgesel istikrarsızlık konularında daha aktif bir rol üstlenmeye yönelmiştir.
Sonraki dönemlerdeki etkiler (2000'ler Sonrası) ise, 1990'larda Suriye gerginliklerinin etkisi altında şekillenirken, 2002 sonrası dönemde Türkiye, Lübnan'a yönelik çok boyutlu ve aktif bir siyaset izlemeye başlamıştır; bu durum, özellikle 2006 İsrail-Lübnan Savaşı sonrası UNIFIL (Birleşmiş Milletler Geçici Gücü) misyonuna asker gönderilmesi ve Doha Anlaşması (2008) sürecindeki diplomatik katkılarla, Türkiye'nin Lübnan istikrarına yönelik artan katkısının göstergesi olmuştur.
Lübnan İç Savaşı'nı Anlatan Belgesel (Youtube)
Bölgesel İstikrarsızlığa Model Olma
Lübnan İç Savaşı, bölgesel istikrarsızlığın bir sembolü olarak kalmıştır. Mezhepsel gerilimlerin, dış güçlerin müdahalesi ve merkezi devletin çöküşü ile birleştiği bu model, daha sonra Ortadoğu'daki diğer çatışmalar için bir referans teşkil etmiştir. Bu durum terimsel olarak "Lübnanizasyon" olarak adlandırılmıştır. Türkiye, bu "Lübnanizasyon" riskini, özellikle 2011 sonrası Suriye İç Savaşı'nda yakından deneyimlemiştir. Türkiye'nin Lübnan'a yönelik dış politikasını şekillendiren temel motivasyonlardan biri de Lübnan'daki iç ayrışmanın daha geniş bölgesel istikrarı tehdit etme potansiyelidir. Türkiye, Lübnan'da kapsayıcı, mezhepçi olmayan bir aktör olma ve ülkenin yeniden inşasına yardım etme gayretini bu bölgesel deneyimlere dayanarak sıkça vurgulamıştır.


