Mahalle mektebi, "sıbyan mektebi" ya da "taş mektep" denilen, arşiv belgelerinde "muallimhane, mektephane, dârüttâlim, beytüttâlim" ve "küttâb" adlarıyla da bilinen eğitim kurumunun kökenleri İslam'ın ilk dönemlerine kadar uzanır. Özünde bir İslam eğitim kurumu olan mahalle/sıbyan mektebinin ortaya çıkma sebebi, bir müslümanın inancına uygun yaşayabilmesi için gerekli en temel dinî bilgi ve insanî davranışları öğrenme ihtiyacıdır. Sıbyan mektebi, farklı müslüman toplumlarında İslam'ın ilk dönemlerinden beri değişik usul, mimari ve içerikte varolagelmiştir.
Osmanlı Devleti'nde şehirlerdeki müslüman mahallelerinde ve köylerde faaliyet göstermiş olan mahalle mektepleri, kız ve erkek çocukların birlikte öğrenim gördükleri, başlangıç seviyesinde müfredata sahip temel eğitim kurumlarıdır. Sultan II. Mahmud döneminde ibtidâî mektep haline getirilmeye başlanıncaya kadar kendine mahsus yöntemleri, öğretmen modeli, ders geçme ve ceza sistemi, okul içi ve okul dışı etkinlikleriyle bir bütün halinde klasik dönemin çocuk eğitiminin bütün unsurlarını bünyesinde tecessüm ettirmişlerdir. Bu çerçevede folklorik ve kültürel bir birikimi de hem oluşturmuş hem de yaygınlaştırmışlardır (bk. Mahmud II).
Mahalle mektebine "sıbyan mektebi" ve "taş mektep" de denilirdi. Bununla birlikte arşiv belgelerinde "muallimhane, mektephane, dârüttâlim, beytüttâlim" ve "küttâb" adlarıyla da geçmektedir. Ayrıca kimi yerlerde kızlar için müstakil mektepler açıldığı da vakidir.
İlk sıbyan mektebinin Fâtih Sultan Mehmed tarafından "dârüttâlim" adıyla Fatih Külliyesi içinde kurulmuş olduğuna dair yaygın bir kanaat hâkimdir. Genelde sultanlar, hanedan mensupları, devlet ricali, ilim adamları, tüccarlar ve diğer varlıklı kişiler tarafından kurulan külliyelerin veya mahallelerde cami, mescit, hazire ve türbeden müteşekkil yarı-külliyelerin bir parçası olarak inşa edilirdi. Bu sebeple bânilerinin adıyla anılırlardı. Bazan tekkelerin yanı başında açıldıkları da olurdu. Dolmabahçe'deki Mehmed Emin Ağa Mektebi bunlardandır (bk. Fatih Sultan Mehmed).
Muallim ve diğer çalışanların maaşları, tamir masrafları, öğrenci bursları ve benzeri harcamalar, genel vakıf bütçesinden yapılan tahsisatlarla karşılanırdı. Fatih vakfiyesinde, mektebe fakir ve yetim çocukların alınması ve bütün talebelere günlük harçlıklar verilmesi şartı yazılıdır. Aynı şekilde II. Bayezid vakfiyesinde de harçlık ve yemek tahsisatı yapılmıştır. Bu sayede öğrenciler ve aileler mektebe herhangi bir ücret ya da aidat ödemezken maddi durumu elverişsiz ailelerin çocuklarının ve yetimlerin tahsil masraflarına da ayrıca yardım edilmiş olurdu (bk. Vakıf).
Bir külliye dahilindeki mektepler oradaki sosyal kurumlarla (medrese, dârüşşifa, imaret, çarşı vb.) aynı mekân bütünlüğü içerisinde yer alırdı. Ancak kurumların mücavir alanında değil, bilhassa sokağa yakın ve kurumların hareketliliğinden nispeten azade bir mahal seçilirdi.
Mahalle içlerindeki mektepler ise mutlaka oradaki mescit, hazire ve türbeden müteşekkil gruba dahil olur, bunların hepsi geniş bir bahçenin içinde yer alırdı. Talebeler hayattan kopuk yalnızca yaşıtlarının bulunduğu ortamlarda değil; mahalleli ve cami cemaati ile hemhal olabilecek şekilde düzenlenmiş bir mekânda öğrenim görürlerdi. Bunun anlamı, eğitim sürecine aile ve mahallenin de dahil edilmesidir. Öte yandan tabiatın da bütün unsurlarıyla öğretim mekânına dahil edildiği açıktır. Cami ve mescitlerin çok yakınında bulunmasının bir başka katkısı, oradaki ezan, Kur'an tilaveti ve diğer sesli icraların sadasından ve makamından çocuğun etkilenmesinin sağlanması, bunun da ondaki dinî duygunun doğal ortamda gelişmesi ve ayrıca müzik kulağının oluşmasına yardımcı olmasıdır.
Kubbeli veya tonozlu olan mektep yapıları çoğunlukla taştan, kimi zaman da ahşaptan inşa edilen mekteplerin tek katlı olması yaygındı. Fakat fevkanî (iki katlı) olanları da mevcuttu. Aydınlanma, kubbelerdeki "tepe camları" ve dershanelerdeki geniş pencerelerle sağlanırdı. Zemin ahşap döşemeli olurdu. Yazlık ve kışlık olarak iki dershanesinden başka hoca ve görevli odaları ile mutfak, selamlık ve abdesthane bölümleri yer alırdı. Fevkanî olanlarda alt kat hoca ve bevvap odalarına ayrılırdı. Dış cephesinde ise çoğunlukla sebil veya çeşme yer almaktaydı. Bazılarının dış duvarlarına veya üst kat alınlıklarına kuş evleri yerleştirilirdi. Mektep binasının daha ziyade ev mimarisi tarzında yapılmış olması, ilk defa evlerinin dışında uzun süreli kalacak olan küçük çocukların psikolojilerinin önemsenmesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Mektepler otuz-altmış öğrenci kapasiteli inşa edilirdi. Bundan fazlası alınmaz, aksi takdirde yeni bir mektep inşasına gidilirdi. Kışlık dershanede ocak yer alırken yazlık dershane kısmının iki duvarı açık, bahçeyle temas halinde olurdu. Üsküdar'daki Mihrimah Sultan Mektebi bunun en güzel örneklerinden biridir. Dershanede rahleler, uzun yer masaları, minderlerle ders araç gereçlerinin konulduğu dolap ve raflar yer alırdı. Hocanın görebileceği bir yerde çocukların devam durumlarını gösteren "geldi-gitti tahtası" bulunurdu.
Klasik dönemde "hâce", son devirlerde "muallim" adı verilen mektep hocası ilmiyeye mensup, kırklı yaşlarında bir zat idi. İbtidâ-yı hâriç ve hareket-i hâriç medreselerinden mezun olması yeterliydi. Mektep hatıralarına ve arşiv belgelerine göre çoğunlukla imamların bu görevi ifa ettikleri görülür. Maaşları vakıf gelirlerinden karşılanan muallimler oradaki faaliyetlerini aksatmamak koşuluyla farklı görevler yapabilirlerdi. Kalabalık mekteplerde birden fazla muallim bulunur ve "muallim-i evvel", "muallim-i sânî" diye isimlendirilirlerdi.
Muallimlerde aranan özellikler vakfiyelerde ayrıntılı olarak verilmiş; salih, yumuşak huylu, iyi ahlaklı, iffetli ve dindar olanlarından seçilmesi istenmiştir. Nitekim Sultan II. Bayezid'in vakfiyesinde muallimin özellikleri şu şekilde tespit edilmiştir:
Muallim yardımcısı kalfa (halife, halfe) diye adlandırılıyordu. Birkaç defa hatim indirmiş, yetenekli ve yaşı ileride öğrenciler arasından seçilirdi. Muallim gibi onun da güzel hasletler taşıması gerekmekteydi. Öğrenci mevcuduna göre bir mektepte birden fazla kalfa bulunabiliyordu. Vazifesi, muallim derse gelemediğinde dersi yapmak, öğrencilere ders çalıştırmaktı. Hademe vazifesi yapan bevvap ise giriş çıkışları kontrol eder, bilhassa ufak talebeleri her sabah evlerinden alıp okula getirir, dağılınca evlerine bırakırdı. Onların yemek çıkınlarını bir sırığa dizerek taşıması da görevleri arasındaydı. Ferraş ise temizlik ve binanın tamirinden sorumluydu.
Öğrencilerin mektebe başlama yaşı için bir sınır söz konusu değildi. Ailenin kararıyla ve çocuğun gelişim seyri dikkate alınarak belirlenirdi. Bununla birlikte gelenekte "dört yaş, dört ay, dört günlük" iken besmele çektirilmesi, mümkünse mektebe başlatılması âdeti uygulanıyordu. Ancak ortalama beş-altı yaşlarında başlanması yaygındı. Dershane içerisinde yaş gruplarına göre bir ayırım yapılmazdı. Dolayısıyla her yaştan çocuk aynı dershanede yer almaktaydı.
Sınıfta oturma düzeni halka şeklindeydi. Başköşede yerden bir karış yüksekçe platformda hoca minderine oturur, önünde büyük rahlesi yer alırdı. Karşısında talebeler de yine minderlerinde otururdu. Ancak oturma düzeninde kızlar bir tarafa erkekler bir tarafa yerleştirilirdi.
Asgari üç-dört yıl süreyle öğrenim gören çocuklar dershanede hocasına birebir dersini verir, hoca öğrenciyi okuturken diğer talebeler sessizce beklerlerdi. Günümüz uygulamasındaki sınıf, ünite, takvime veya döneme göre ilerleme gibi keskin çizgilere bağlı değillerdi. Her talebe kendi ilerleme hızına göre ve yine arkadaşlarından bağımsız devam ederdi. Ancak ortak olarak yapılan dersler de vardı. Mesela Sübhâneke'den Âyetü'l-kürsî'ye kadar bütün sûre ve dualar sırayla ve yüksek sesle topluca okunur. Keza namaz kılma temrinleri de bu cümledendi (bk. Rahle).
Mektebe başlarken yapılan ve son derece renkli etkinliklerden oluşan merasime âmin alayı ya da bed-i besmele denirdi. Çocukların okul malzemeleri elifba cüzü (supara), cüz kesesi, hilal, kamış kalem, hokka gibi araç gereçlerdi. Mekteplerde belli bir kıyafet (forma) zorunluluğu yoktu, günlük yöresel giysilerle mektebe gelinirdi. Cuma ve bayram günleri tatildi. Ramazanda da uzun bir ara verilirdi. Senenin belli zamanlarında mektep piknikleri düzenlenirdi (bk. Bed-i besmele).
Ders müfredatı harflerin öğretilmesi adına elifba cüzünün günlük dersler halinde öğrenilmesi ve bitirilmesiyle başlamaktaydı. O bittiğinde çocuk hem kendi dilinde okumayı sökmüş oluyor hem de Kur'an okumaya hazır hale geliyordu. "Mushafa çıkmak" denilen bu aşamadan sonra hatim yapmaya geçilirdi. Çocuk mushafa çıktığında evde kutlama yapılır, muallim ve kalfaya hediyeler gönderilirdi. Hatim, Amme cüzünün okunmasıyla başlardı. Bir talebe İnşirah sûresindeki "fergab" kelimesini telaffuz eder etmez arkadaşlarının onun takkesini alıp kaçmaları eğlenceli bir âdetti. Hatim ilerledikçe okuyuşun doğru ve güzel olması için tecvit ve talim dersleri de eklenirdi. Bütün bu aşamalardan sonra kabiliyetli ve istekli olanlar hafızlık yapardı. Mekteplerde sadece hafız yetiştiren hocalar da bulunmaktaydı. Dolayısıyla buralar hafızlık merkezleri olarak telakki edilebilir. Kızlar ise evlerinde hafız hanımlarla bu aşamayı tamamlardı (bk. Hafız).
Bir başka ders ise yazı (imla) idi. İlerledikçe yazıya estetik boyut katan hüsnühat meşkine geçilirdi. Mektebe hususi meşk hocası tutulduğu da olurdu. Böyle olmadığında, kabiliyetli çocuklar keşfedilerek civardaki bir hattatın yanına çırak verilirdi. Bunu, pek çok hattat biyografisinde görmekteyiz. Bazı mekteplerde inşa (kompozisyon) dersleri verildiği de kayıtlarda yer almaktadır.
Bütün bunların ötesinde dinî yaşantısının istikametini belirleyecek olan ilmihal dersi bulunmaktaydı. Öncelikle iman ve ibadet esaslarının öğretildiği (otuz iki farz) bu derste "helal" ve "haram" anlayışları belletilirdi. Siyer dersinde ise peygamberlerin hayat hikâyeleri öğretilirdi.
Şiir halinde yazılmış ve Arapça-Farsça-Türkçe küçük bir sözlük olan Sübha-yı Sıbyan adlı kitap bazı mahalle mekteplerinde okutulur, hatta ezberletilirdi (bk. Sübha-yı Sıbyan).
Osmanlı Devleti'nin Balkanlar, Anadolu ve Ortadoğu coğrafyalarındaki bütün müslüman yerleşimlerinde açılan mahalle mektepleriyle ilgili pek çok istatistik ortaya çıkmıştır. 1811 tarihli bir belgede Galata kazası (Beyoğlu, Tophane, Beşiktaş ve Boğaz'ın Rumeli yakası) dahilinde bulunan yetmiş dokuzu erkek, kırkı kızlara mahsus toplam 119 mahalle mektebinin dökümü verilmiştir. 1894-1895 istatistiklerine göre İstanbul'daki toplam 13.894 sıbyan mektebinde 486 muallim görev yapmaktadır. 1877 tarihli Konya Vilayet Salnamesi'nde Isparta havalisinde 212 sıbyan mektebinin faal olduğu bildirilmektedir. 1871 tarihli Kastamonu Salnamesi'ne göre de Kastamonu sancağında (merkez yirmi yedi) toplam 574 sıbyan mektebi bulunmaktadır. Aynı kaynakta Çankırı sancağında toplam 279; Sinop sancağında (merkez yetmiş bir) toplam 221; Bolu sancağında merkez 132, toplam 834 mektep yer almaktadır.
Klasik dönem boyunca genel çizgisini bu şekilde devam ettiren sıbyan mektepleri II. Mahmud döneminden başlayarak "modern mektep" formatına doğru yönlendirilmiştir. Ülkenin her köşesine yayılarak asırlarca Osmanlı eğitim sisteminin ilköğretim basamağını teşkil eden mahalle mektepleri böylece modernleşme dönemine de uyum sağlamıştır (bk. İbtidâî Mektep).