logologo
MAHMUD II(1808-1839)
fav gif
Kaydet
viki star outline
Avatar
Ana YazarYüksel ÇELİK18 Nisan 2025 10:30
XVIII. yüzyılda meydana gelen Aydınlanma, sanayi devrimi ve Fransız ihtilali gibi önemli hadiseler dünya tarihini derinden etkilemiştir. Bunun sonucu olarak Eski Dünya'yı temsil eden devletlerde kapsamlı bir değişim gerçekleşmiştir. XIX. yüzyıl ise sadece Osmanlı Devleti için değil, bütün dünya için değişim ve dönüşümün hızlandığı asırdır. Dolayısıyla Sultan II. Mahmud devrindeki değişim ve dönüşümü, dönemine intikal eden ıslahat (yenileşme, teceddüt) tecrübesi ve bu çerçevede maarif/eğitim sahasındaki ıslahatı çağdaş ihtiyaçları karşılama ve modern dünyaya entegre olma çabası bağlamında değerlendirmek gerekir.Osmanlı eğitim sisteminin temel dayanağı asırlar boyunca medreseler olmakla birlikte temel eğitim öğretim kurumları farklı dönemlerde "dârüttâlim, dârülilim, muallimhane, mahalle mektebi, taş mektep, mekteb-i ibtidâiye, sıbyan mektebi" olarak adlandırılmış, XIX. yüzyılda ise mektep kelimesi, bütün temel öğretim kurumlarını kapsayacak bir biçimde çok daha geniş bir anlamda kullanılmıştır. II. Mahmud devrinde eğitim kurumlarının öncelikle devletin bürokratik, diplomatik ve askerî alandaki ihtiyaçları bağlamında şekillendiğini ve nihayet eğitim öğretimde nitelik meselesinin askerî ve idarî alanda personel yetiştirme telaşı sebebiyle biraz ikinci planda kaldığını söylemek mümkündür.II. Mahmud devrinde eğitim işleri şeyhülislamlık makamına bağlı Ders Vekâleti tarafından idare edilirdi. Devlet adamı, bürokrasi ve yargının ihtiyaç duyduğu personel medreseler, Enderûn-ı Hümâyun ve kalem olarak tabir edilen ve bir tür hizmet içi eğitim olarak değerlendirebileceğimiz resmî dairelerde yetiştirilirdi. Askerî-teknik personel ise berrî (kara) ve bahrî (deniz) mühendishanelerinde eğitim görürdü. Bunların dışında geleneksel olarak camiler, tekkeler, kütüphaneler ve özellikle konaklarda devrin âlimleri/entelektüelleri tarafından oluşturulan ders halkalarında gönüllülük esasına göre işleyen otodidakt tahsil imkânlarından istifade ile maarif birikimi nesilden nesile aktarılırdı. Vakıflar üzerinden finanse edilen temel eğitim, sıbyan/mahalle mekteplerinde dersler şehir merkezlerinde hocalar, taşrada ise daha ziyade imamlar tarafından verilmekteydi. Mektep binaları, öğretmen kalitesi, müfredat, öğretim yöntem ve teknikleri ile ders araç gereçleri bakımından herhangi bir standardı bulunmayan, denetim ve teftiş mekanizmasının düzgün bir biçimde işletilemediği bir temel eğitim yapısından söz etmek mümkündür. Verilen eğitimin içeriği Kur'an tilaveti, tecvit, bazı sûrelerin ezberletilmesi, ilmihal bilgisi, bazı mekteplerde "kara cümle, envâ'-ı darb ve taksîm" denilen dört temel aritmetik işlem, okuma yazmaya giriş bağlamında hurûf-ı hecâ ya da kısaca hecâ denilen alfabenin meşk usulüyle öğrencilere tek tek belletilmesinden ibaretti. Sınıf eksenli düzenlenmemiş geleneksel eğitim sisteminde, hoca bir öğrenciye Kur'an okumayı ya da alfabeyi talim ve meşk ettirirken, diğerleri kendi halinde eksikliklerini gidermeye çalışırlardı. Bu durum yani hocanın her anlamda seviyesi farklı öğrencilerle tek tek meşgul olması, diğer bir ifadeyle toplu değil münferit talim usulü, eğitimde kesintiye ve zaman kaybına sebep olurken hocanın yükünü de kat kat arttırmaktaydı.Ahalinin nazarında eğitimin kıymet ve ehemmiyeti bahsine gelince, tarım ve hayvancılığın temel üretim faaliyeti olduğu bir toplumda iş gücünün aile içinden ücretsiz karşılanması hem maliyetin düşürülmesi hem de meslekî tecrübenin aktarımı ve söz konusu tarım ya da hayvancılık faaliyetinin devamı bakımından son derece önemliydi. Benzer bir anlayışla şehir merkezlerinde yaşayan insanlar, ilave bir kazanç temini için çocuklarını mahalle mektebine ya hiç göndermeden ya da mezuniyetinden hemen sonra bir sanat/zanaat öğrensinler diye bir ustanın yanına çırak olarak vermeyi tercih etmekteydiler.Öte yandan imam ve müezzinlerin çocukları baba mesleğine intisap edebilmek için temel eğitim esnasında hafızlığa başlarlardı. Mahalle mekteplerini bitirenlerden bir kısmı genelde sağlam bir referans bulduklarında kalem denilen resmî devlet dairelerinden birine intisap ederek yine usta-çırak ilişkisi içerisinde idarî-bürokratik süreçleri öğrenir ve kariyerini inşa etmeye başlardı. Merkez ya da taşrada nüfuzlu ve zengin kimseler ise tuttukları hoca ve mürebbiyelerle çocuklarına Farsça, Arapça, şiir ve inşa derslerinin yanı sıra müzik eğitimi aldırırlardı. Sayısı pek fazla olmayan ilmî meselelere ilgi duyan zeki ve gayretli gençler ise edebiyat, felsefe, tıp, hat, musiki, matematik ve astronomi gibi alanlarda meşhur olan âlimlere intisap ederek bilgi ve tecrübelerini arttırırlardı. Beşiktaş Cem'iyet-i İlmiyesi örneğinde olduğu gibi konak merkezli, bazan ise hânegî-himaye usulüne dayanan bu gönüllü eğitim sürecinde temayüz edenler bilimsel-kültürel birikimi ileriye taşıyan isimler olurlardı.II. Mahmud devrinde de temel eğitim öğretim alanındaki geleneksel yapı pek değişmemiştir. İdarî-askerî alanda nitelikli personelin yetiştirilmesi için gerekli olan Harbiye, Askerî Tıbbiye, Muzıka-yı Hümâyun Mektebi, memur yetiştirmek için kurulan Mekteb-i Maârif-i Adliye ve Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye gibi başşehir dışında yaygın ve örgün anlamda modern eğitim kurumları açılamamıştır. Bunun sebebi her alanda kapsamlı reform sürecine girişilmiş olması, zincirleme iç-dış siyasî sorunlar, kadim askerî sistemin modernizasyonu ve yeni ordunun kurulması gibi devasa değişim-dönüşüm hamleleridir.Bu devirde eğitimle ilgili olarak ele alınan ilk mesele halkın/kamunun eğitim seviyesinin yükseltilmesiydi. Seviye ile kastedilen husus başlangıçta okur-yazarlık, dört temel aritmetik işlem, Kur'an talimi ve ilmihal bilgisi ile sınırlıdır. Bu doğrultuda 1824 tarihli Ta'lîm-i Sıbyâna Dâir Fermân-ı Âlî'de şeriat ve akait konusunda herkesin bilgi sahibi olması gerektiği, ancak ebeveynlerin maişet ve istikbal endişesiyle çocuklarının cahil kalması pahasına onları beş-altı yaşlarında mektepten alıp bir ustanın yanına zanaat öğrenmek üzere çırak verdiği, cehaleti yaygınlaştıran bu âdetin engellenmesi için velilerin kadılardan izin tezkiresi almadan çocuklarını çırak vermelerinin yasaklandığı, eğitim çağındaki çocuğu izinsiz çalıştıran esnafın ve kethüdaların da cezalandırılacağı, bu konuda mahalle imamlarına da sorumluluk düştüğü, "sanata/zanaata verilmiş sabî" tespit edildiğinde ebeveynlerinin ve görevlilerin cezalandırılacakları, yetim çocukların da aynı esaslara tâbi olduğu, cehaletle mücadelenin başka bir alternatifinin bulunmadığı, her ne pahasına olursa olsun mekteplerde "şerîat-ı İslâmiye ve akaid-i dîniyeyi" öğrenmelerinin sağlanması emredilmiştir.Fermanın muhtevasından, ilgili hükümlerin Âsitâne yani İstanbul merkez ve çevresiyle (Galata, Eyüp, Üsküdar) sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Şeriat, akait, Kur'an talimi, tecvit ve ilmihal bilgisini öğrenmenin lüzumuna yapılan güçlü ve mükerrer vurgu, esas itibariyle geleneksel temel eğitim anlayışı ve kısmen de devrin muhafazakâr hassasiyetleriyle ilgili olmalıdır. Mevcut literatürde herhangi bir coğrafî sınır belirlemeden Osmanlı Devleti'nde ilköğretimi zorunlu hale getirdiği tekrarlanagelen ve bu itibarla önemi güçlü bir biçimde vurgulanan bu fermana, âmir hükümlerin başşehir ve salt erkek çocuklarla sınırlı olması sebebiyle modern eğitim bağlamında çok fazla anlam yüklenmesi doğru değildir. Bununla birlikte değersiz de değildir, zira 1824 tarihli fermanla yapılmak istenen şey, eğitimin temeli olan ilköğretimin ve onun yegâne kaynağı konumundaki çocukların/insan kaynağının geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde çiftçilik, çobanlık, iş hayatı ve zanaatkârlık yerine mektebe, eğitim sahasına çekilmesi, eğitimli insan havuzunun büyütülmesi ve istikbale matuf olarak potansiyelin korunmasını temin etmekti (bk. Maarif Fermanı 1824). Diğer bir ifadeyle ileride muhtevası değiştirilecek ve yeni eğitim kurumlarıyla çeşitlendirilecek maarif alanının insan kaynağını ve değişim-dönüşümü gerçekleştirecek potansiyel aktörleri eğitim alanı içinde tutabilmekti. II. Mahmud devrinde kadim hassasiyetler ve ilmiye sınıfının eğitim öğretim sahasındaki mutlak hâkimiyeti sebebiyle geleneksel eğitimin temsilcisi olan medreseye dokunulmadan III. Selim devrindeki gibi eski ile yeniyi bir arada tutan/yaşatan telifçi bir yaklaşım sergilendiğini de belirtmek gerekir. İçeriği modern eğitimi karşılamaktan uzak olsa da devletin eğitim konusuna verdiği önemi, personel rejimi ve gelecek vizyonu bakımından önemli bu fermanın hükümleri devrin kadim eğitim paradigmasının mukavemeti, müteselsil iç-dış sorunlar ve özellikle mevcut okul sayısının yetersizliği gibi sebeplerden ötürü uygulamaya konulamamıştır.II. Mahmud devrinde eğitim öğretim alanı şüphesiz devrin şartları ve devletin ihtiyaçları bağlamında şekillenmiştir. Atılan adımlar daha çok planlı olmaktan ziyade siyasî krizler, acil bürokratik-diplomatik ihtiyaçlar ve güvenlik endişesinin şekillendirdiği telaşlı adımlardır. Tercüme Odası (1824), Mekteb-i Fünûn-ı Harbiye (1835), Tıbhâne-yi Âmire (1827) ve Asâkir-i Hâssa-yı Şâhâne Cerrahhanesi (1832), Muzıka-yı Hümâyun Mektebi (1834), Mekteb-i Maârif-i Adliye, Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye (1839) ve rüştiyeler gibi yeni eğitim kurumları bu arayış ve telaşın eseridirler. Bu alanda daha önce açılmış olan askerî-teknik eğitim kurumlarından (Hendesehane, Mühendishâne-yi Bahrî, Mühendishâne-yi Berrî, Tersane Tıbhanesi) edinilmiş tecrübe işi nispeten kolaylaştırmıştır. Eğitim meselesinin giderek idarî-askerî ve bürokratik alandan sivil alana intikali, kamunun eğitimi ve çağdaş ihtiyaçlar çerçevesinde donanımlı genç nesillerin yetiştirilmesinin gündeme gelmesi II. Mahmud devrinin sonlarını bulmuş, ancak vefatı sebebiyle bu konuda somut adımlar atılamamıştır. İşin belli bir plan ve program dahilinde ele alınması, istişare ve hazırlık süreçlerinin işletilerek eğitimin modern ihtiyaçlar ekseninde düzenlenmesi ve kız çocukların eğitimi bahsi 1845 yılından sonra oluşturulan meclisler/kurullar marifetiyle Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz devirlerinde gerçekleşecektir.II. Mahmud devrinde Yunan/Mora İsyanı (1821) ve Vak'a-yı Hayriye (1826) sonrasında diplomatik misyonlar ve askerî eğitim öğretimin acil ihtiyaçlar olarak öne çıkması, sivil alandaki eğitim bahsinin gündemde epeyce geri plana itilmesine yol açtı. Tercüme Odası, devrin şartları ve devletin ihtiyaçlarının yarattığı birimlere iyi bir örnektir. Burada memurlara yönelik bir lisan öğretimi söz konusudur, ancak bu adımı mektep formatında bir eğitimden ziyade hizmet içi eğitim kapsamında değerlendirmek daha doğrudur. Yunan isyanı esnasında Dîvân-ı Hümâyun ve derya tercümanlarının isyancılara bilgi sızdırdıkları, keza maslahatgüzar sıfatıyla Batı başşehirlerinde istihdam edilen Rumlar'ın dış politikayı devletin aleyhine olacak şekilde manipüle ettikleri ve düşmanla iş birliği yaptıkları tespit edilince, telaşlı bir çözüm arayışının sonucu olarak 1824'te Tercüme Odası kuruldu. Bundan on yıl sonra Batı başşehirlerinde âtıl vaziyetteki sefaretlerin aktif hale getirilmesi ve 1836'da reîsülküttaplığın Hariciye Nezareti'ne dönüştürülmesiyle Tercüme Odası'nın önemi artarak dil eğitim merkezi ve tercüme ofisi hüviyeti kazandı. 1856 yılı sonrasında diplomatik eğitim boyutu da güçlendirilen ve imparatorluğun sonuna kadar varlığını koruyan Tercüme Odası lisan bilen nitelikli bürokrat ve diplomat yetiştirme yanında, iç ve dış politikada keza modernleşme sürecine yön veren ve Osmanlı ilim ve fikir hayatında etkili olan birçok önemli ismin yetişmesini sağlamıştır.Eğitim alanında acil ihtiyaçlar konusunda bir diğer adım Mekteb-i Tıbbiye'nin açılmasıdır. 1826'da kurulan Asâkir-i Mansûre-yi Muhammediye ordusunun tabip ve cerrah ihtiyacının karşılanması ve modern tıp eğitimi verilmesi amacıyla Mart 1827'de Şehzadebaşı'nda Tulumbacıbaşı Konağı'nda bir askerî tıp mektebi kuruldu. Tıbhâne-yi Âmire ve Dârütıbb-ı Âmire olarak da anılan ve sınıf sıralamasının günümüzdekinin tersine büyükten küçüğe olduğu bu mektepte bir de cerrahlık sınıfı oluşturuldu. Daha sonra cerrahlık eğitimi için 1832'de Topkapı Sarayı içerisinde Asâkir-i Hâssa-yı Şâhâne Cerrahhanesi (Cerrahhâne-yi Ma'mûre) kuruldu. Sultan Mahmud'un iradesiyle 1839'da Avusturya'dan getirilen Dr. Karl Ambros Bernard ve ekibinin katkılarıyla eczacılık ve ebelik eğitimini de içeren ve Fransızca eğitim veren modern bir mektep hüviyetine kavuştu. Tıp eğitiminin askerî alandan sivil alana intikali ise 1866'da Sultan Abdülaziz devrinde gerçekleşecektir.Saray bandosu ve orkestrası, keza askerî eğitimde gerekli olan bandocuların yetiştirilmesi için kurulan Muzıka-yı Hümâyun, İtalyan Maestro Giuseppe Donizetti'nin idaresinde 1828'de faaliyetlerine başladı. Bandonun ihtiyacı olan müzisyenlerin yetiştirilmesi için 1831'de Muzıka-yı Hümâyun Mektebi kurulması kararlaştırıldı, ancak bu karar üç yıl sonra hayata geçirilebildi. Modern müzik eğitimi bakımından önemli olan bu mektep, Giuseppe Donizetti Paşa ve yine bir İtalyan olan halefi Callisto Guatelli Paşa'nın gayretleriyle Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz devirlerinde hedeflenen seviyeye ulaştı.Mansûre Ordusu'na subay yetiştirmek için Ecole Militaire tarzında kurulan ancak 1835'te gerçek bir okul haline gelen Mekteb-i Harbiye, sınıf geçme yerine temel kitaplardan mezun olma yöntemiyle eğitim veren bir diğer mekteptir. 1826'da kurulan ve iki yıl sonra vuku bulan 1828-29 Osmanlı-Rus savaşında pek de başarılı bir sınav veremeyen Mansûre Ordusu'nun subay ihtiyacını karşılamak, elbette devlet tarafından bir beka sorunu olarak değerlendirilmişti. Harbiye Mektebi 1837 sonrasında Selim Sâtı Paşa'nın müdürlüğü döneminde belirgin bir gelişme göstermiştir. Alttan ortaöğretimden öğrencilerin gelmesini sağlayacak adımlar olarak askerî idâdîlerin kurulması ve modern eğitim kurumlarına dönüşmesi ise Emin Paşa'nın nazırlığı döneminde 1845 yılı sonrasında gerçekleşecektir.Bu dönemde atılan radikal adımlardan biri de tahsil için yurt dışına öğrenci gönderilmesidir. 1830'da Serasker Hüsrev Paşa'nın girişimiyle beş öğrencinin masrafları devlet tarafından karşılanarak askerî alanda eğitim almak üzere Fransa'ya gönderildi. 1839'da Tanzimat Fermanı'nın ilanına kadar tamamı askerî mekteplerden ve mühendishanelerden seçilen otuz altı öğrenci Londra, Paris ve Viyana gibi Batı başşehirlerinde sanayileşme hamlesi ve teknoloji transferini gerçekleştirecek nesil olmak üzere eğitim aldılar. Yurt dışında tahsil konusundaki bu ilk ve sınırlı adımların çerçevesi Sultan Abdülmecid devrinde genişletilmiş, müslüman ve gayrimüslim Osmanlı tebaasından pek çok öğrenci yurt dışına gönderilmiştir. Zamanla sayının artmasıyla Fransa Eğitim Bakanlığı ile iş birliği yapılarak 1857 yılında Paris'te Mekteb-i Osmânî adıyla yeni bir eğitim kurumu açılmıştır. Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî'nin 1864 yılı sonlarında lağvedilmesi yönündeki kararına kadar faaliyet gösteren bu okul, lisan bilen, modern eğitimin müfredat ve muhtevasından haberdar, ilmî araştırma ve yazım konularında malumat sahibi nitelikli askerî-mülkî idarecilerin yetişmesine, teknoloji transferi kanallarının eskiye nispetle daha aktif hale gelmesine ve kültür-sanat hayatının renklenmesine katkıda bulunmuştur.II. Mahmud devrinde eğitimle ilgili nihaî hamle saltanatının son yılında gelmiştir. İdarî, askerî ve sosyal dönüşümü gerçekleştirecek nitelikli kadroların yetiştirilmesi, teşebbüs edilen değişim ve dönüşümün başarısı için şarttı. Modern okulların daha muasır bir zeminde teşkili için ortaöğretimin yeni çerçevesini belirleme işi meşihat makamı yerine Meclis-i Umûr-ı Nâfia'ya havale edildi. Meclis tarafından 5 Şubat 1839'da hazırlanan layihada mektepler sıbyan, rüştiye ve mekâtib-i âliye yani ilk, orta ve yüksek okullar olmak üzere üç kategoride ele alınmıştır. Gerekli idarî-bürokratik süreçleri yürütmek için Evkaf Nezareti'ne bağlı bir müdürlük seviyesinde olarak Mekâtib-i Rüşdiye Nezareti kurularak başına Esad Efendi atandı.Söz konusu layihada mektepler küçük ve büyük olmak üzere iki kısma ayrılmış, küçük mahalle mekteplerinde Kur'an talimi, selatin (padişahlar tarafından yaptırılan) camilerin civarında bulunan daha büyük ve imkânları daha geniş olan sınıf-ı sânî denilen mekteplerde ise hüsnühat, Türkçe ve edebî inşa dersleri ile bazı ahlak risalelerinin okutulmasının yararlı olacağı belirtilmişti. Literatürde Meclis-i Umûr-ı Nâfia layihasına istinaden sıbyan/mahalle mektebinin üzerinde faklı bir kategori olarak "Selâtîn-i İzâm Mektepleri" adıyla mektepler kurulduğu belirtilse de bu tespit layihadaki ifadelerin yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Selâtîn-i İzâm mektepleri ayrı bir kategori değil, padişahlar tarafından inşa ettirilen camilerin yanına yaptırdıkları büyük sıbyan mektepleridir. Nâfia Meclisi'nin layihası Dâr-ı Şûrâ-yı Bâbıâli ve Meclis-i Ahkâm-ı Adliye'de müzakere edilerek sarf ve nahiv dersleri de programa eklenmiştir. Bu mektepler için önerilen sınıf-ı sânî tabirini beğenmeyen II. Mahmud, iyi ile kötüyü temyiz edecek yaştaki öğrencilerin eğitim alacağı kurum olarak gördüğü bu yeni mektepleri bizzat "rüştiye" olarak isimlendirmiştir. Esas itibariyle rüştiyeler Tanzimat'ın hemen arefesinde modern eğitime adım atmak amacıyla oluşturulan ve zamanla ilköğretim kademesiyle birleştirilen ortaöğretim kurumlarıdır. Sunulan layihanın içeriğine istinaden Nâfia Meclisi'nin modern ortaöğretim kurumları olarak önemli bir misyon yüklediği rüştiyeler, oldukça uzun vadeli bir proje olması, eğitim bürokrasisinde yeni bir teşkilatlanma gerektirmesi, keza öğretmen ve öğrenci kaynağı bakımından da sorunlu bir alan olması gibi sebeplerden ötürü hemen açılamadı. Bu sebeple Bâbıâli bürokrasisine süratle memur/kâtip yetiştirmek için yine ortaöğretim düzeyinde okullar olarak sıbyan mektebi ile rüştiye mektepleri arasında bir kategori olarak Mekteb-i Maârif-i Adliye ve Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye'nin kurulmasıyla yetinildi. Zira "kalem" denilen devlet dairelerinde iş ortamındaki geleneksel eğitim hem yetersiz hem de uzun vadeli bir tecrübe aktarımıydı. Bu zafiyet 11 Şubat 1839 tarihli arşiv kayıtlarında "Kur'an tilaveti ve sülüs karalamaktan" başka bir şey öğrenmeden sıbyan mekteplerinden mezun olan öğrencilerin ilave eğitim almadan bürokraside görevlendirilemeyeceği ifadesiyle dile getirilmiştir. Özellikle II. Mahmud'un saltanatının son on yılında gerçekleştirilen idarî reformlar ve oluşturulan yeni bürokratik yapı acilen nitelikli memur kadroları gerektirmekteydi. Bu amaçla 1839'da Sultan Ahmed Camii Hünkâr Mahfili'nde Mekteb-i Maârif-i Adliye (Mekteb-i İrfâniye, Mekteb-i İrfân) açıldı. Çok daha modern bir çerçevede kurulması hedeflenen, ancak devrin şartları ve bazı ârızî durumlardan ötürü bekleneni veremeyen bir girişim olarak sınıf sistemi yerine yeşil, sarı ve mavi odalardan oluşan Mekteb-i Maârif-i Adliye'de başarılı olan memur adayı öğrenciler bir üst odaya terfi ederlerdi. Memur ihtiyacının had safhada olması sebebiyle Kanûnî Sultan Süleyman tarafından Süleymaniye Camii yanında yaptırılmış olan sıbyan mektebi Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye adıyla memur adayı yetiştiren ikinci mektep olarak açıldı. İlkine ileri gelen devlet adamları, nüfuzlu ve zengin kimselerle memurların çocukları, ikincisine ise kimsesiz ya da halktan kişilerin çocukları kaydedildi. Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye'de sınıf sistemini andıran oda düzeni de mevcut olmayıp, mektebin kubbeli büyük odasında dört tarafa dizilmiş uzun rahlelerin her biri bir sınıf itibar olunmuştur. Bu iki mektepten sadece Ulûm-ı Edebiye Mektebi öğrencilerine burs verilmekteydi. Ayrıca halihazırda devlet dairelerinde çalışan memurların bilgi seviyelerini arttırmak için onların da bir program dahilinde bu mekteplere devamı yönünde prensip kararı alınmıştır. Daha sonra Mekâtib-i Rüşdiye Nezareti'ne bağlanan rüştiyelerin ilk kısmı düzeyindeki bu okullar, ancak Abdülmecid devrinden itibaren nitelikli eğitim kurumlarına dönüşmüştür.II. Mahmud devrinde eğitim alanında ıslahat bahsi diğer alanlara nazaran ikinci planda kalmıştır. Zincirleme iç ve dış krizler, savaşlar, başta askerî modernizasyon ve yeni ordunun teşkili olmak üzere, birçok alanda gelenekten kopuş olarak nitelendirilebilecek kapsamlı ve aynı oranda aşırı maliyetli reformlar, eğitim sistemi üzerinde ilmiye sınıfı ile meşihat makamının mutlak hâkimiyeti ve muhafazakâr kesimlerin hassasiyetlerini gözetme endişesi maarif meselesinin gölgede kalmasının başlıca sebepleridir. Bu sebeplerden ötürü eskinin yanında yeninin ikamesi ve birlikte yaşatılması (düalist ve telifçi) yaklaşımı, gerçekleştirilen reformların genel karakteridir. Eğitim alanındaki reformların temel amacı ilköğretim ve ortaöğretimin sağlam temeller üzerine kurulması, devletin bürokraside ihtiyaç duyduğu nitelikli personelin sınıf-ı evvel ve sânî denilen sıbyan ve rüştiye mekteplerinden, yine aynı kategoride olan Mekteb-i Maârif-i Adliye ve Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye'den mezun olan öğrencilerden; askerî-teknik ve diplomatik personelin ise hizmet içi bir eğitim unsuru olan Tercüme Odası ile mekâtib-i aliyye denilen Mekteb-i Tıbbiye, Cerrahhâne-yi Ma'mûre, Mekteb-i Harbiye ve Muzıka-yı Hümâyun Mektebi'nden karşılanması olmuştur. Öte yandan çağdaş standartlarda eğitim almaları, gelişmiş yabancı ülkelerdeki birikimin ülke içine transferi ve modern dünya ile rekabet edebilecek uzman kadrolar yetiştirilmesi amacıyla tahsil için yurt dışına öğrenci gönderilmesi de son derece önemli bir hamledir. II. Mahmud devrinde maarif sahasındaki reformların önemi, 1845 yılından itibaren oluşturulacak meclisler ve ardından kurulacak Maârif-i Umûmiye Nezareti'nin icraatı doğrultusunda kurulacak modern eğitimin alt yapısını hazırlamış ve istikametini belirlemiş olmasıdır.
badge borderhover badge border
avatar
Türk Maarif Ansiklopedisi Kategorisi
Kurulları tarafından
onaylanmıştır.

MAHMUD II(1808-1839)

Board Main İcon
Wiki Card Image
II. Mahmud

XVIII. yüzyılda meydana gelen Aydınlanma, sanayi devrimi ve Fransız ihtilali gibi önemli hadiseler dünya tarihini derinden etkilemiştir. Bunun sonucu olarak Eski Dünya'yı temsil eden devletlerde kapsamlı bir değişim gerçekleşmiştir. XIX. yüzyıl ise sadece Osmanlı Devleti için değil, bütün dünya için değişim ve dönüşümün hızlandığı asırdır. Dolayısıyla Sultan II. Mahmud devrindeki değişim ve dönüşümü, dönemine intikal eden ıslahat (yenileşme, teceddüt) tecrübesi ve bu çerçevede maarif/eğitim sahasındaki ıslahatı çağdaş ihtiyaçları karşılama ve modern dünyaya entegre olma çabası bağlamında değerlendirmek gerekir.



Osmanlı eğitim sisteminin temel dayanağı asırlar boyunca medreseler olmakla birlikte temel eğitim öğretim kurumları farklı dönemlerde "dârüttâlim, dârülilim, muallimhane, mahalle mektebi, taş mektep, mekteb-i ibtidâiye, sıbyan mektebi" olarak adlandırılmış, XIX. yüzyılda ise mektep kelimesi, bütün temel öğretim kurumlarını kapsayacak bir biçimde çok daha geniş bir anlamda kullanılmıştır. II. Mahmud devrinde eğitim kurumlarının öncelikle devletin bürokratik, diplomatik ve askerî alandaki ihtiyaçları bağlamında şekillendiğini ve nihayet eğitim öğretimde nitelik meselesinin askerî ve idarî alanda personel yetiştirme telaşı sebebiyle biraz ikinci planda kaldığını söylemek mümkündür.



II. Mahmud devrinde eğitim işleri şeyhülislamlık makamına bağlı Ders Vekâleti tarafından idare edilirdi. Devlet adamı, bürokrasi ve yargının ihtiyaç duyduğu personel medreseler, Enderûn-ı Hümâyun ve kalem olarak tabir edilen ve bir tür hizmet içi eğitim olarak değerlendirebileceğimiz resmî dairelerde yetiştirilirdi. Askerî-teknik personel ise berrî (kara) ve bahrî (deniz) mühendishanelerinde eğitim görürdü. Bunların dışında geleneksel olarak camiler, tekkeler, kütüphaneler ve özellikle konaklarda devrin âlimleri/entelektüelleri tarafından oluşturulan ders halkalarında gönüllülük esasına göre işleyen otodidakt tahsil imkânlarından istifade ile maarif birikimi nesilden nesile aktarılırdı. Vakıflar üzerinden finanse edilen temel eğitim, sıbyan/mahalle mekteplerinde dersler şehir merkezlerinde hocalar, taşrada ise daha ziyade imamlar tarafından verilmekteydi. Mektep binaları, öğretmen kalitesi, müfredat, öğretim yöntem ve teknikleri ile ders araç gereçleri bakımından herhangi bir standardı bulunmayan, denetim ve teftiş mekanizmasının düzgün bir biçimde işletilemediği bir temel eğitim yapısından söz etmek mümkündür. Verilen eğitimin içeriği Kur'an tilaveti, tecvit, bazı sûrelerin ezberletilmesi, ilmihal bilgisi, bazı mekteplerde "kara cümle, envâ'-ı darb ve taksîm" denilen dört temel aritmetik işlem, okuma yazmaya giriş bağlamında hurûf-ı hecâ ya da kısaca hecâ denilen alfabenin meşk usulüyle öğrencilere tek tek belletilmesinden ibaretti. Sınıf eksenli düzenlenmemiş geleneksel eğitim sisteminde, hoca bir öğrenciye Kur'an okumayı ya da alfabeyi talim ve meşk ettirirken, diğerleri kendi halinde eksikliklerini gidermeye çalışırlardı. Bu durum yani hocanın her anlamda seviyesi farklı öğrencilerle tek tek meşgul olması, diğer bir ifadeyle toplu değil münferit talim usulü, eğitimde kesintiye ve zaman kaybına sebep olurken hocanın yükünü de kat kat arttırmaktaydı.



Ahalinin nazarında eğitimin kıymet ve ehemmiyeti bahsine gelince, tarım ve hayvancılığın temel üretim faaliyeti olduğu bir toplumda iş gücünün aile içinden ücretsiz karşılanması hem maliyetin düşürülmesi hem de meslekî tecrübenin aktarımı ve söz konusu tarım ya da hayvancılık faaliyetinin devamı bakımından son derece önemliydi. Benzer bir anlayışla şehir merkezlerinde yaşayan insanlar, ilave bir kazanç temini için çocuklarını mahalle mektebine ya hiç göndermeden ya da mezuniyetinden hemen sonra bir sanat/zanaat öğrensinler diye bir ustanın yanına çırak olarak vermeyi tercih etmekteydiler.



Öte yandan imam ve müezzinlerin çocukları baba mesleğine intisap edebilmek için temel eğitim esnasında hafızlığa başlarlardı. Mahalle mekteplerini bitirenlerden bir kısmı genelde sağlam bir referans bulduklarında kalem denilen resmî devlet dairelerinden birine intisap ederek yine usta-çırak ilişkisi içerisinde idarî-bürokratik süreçleri öğrenir ve kariyerini inşa etmeye başlardı. Merkez ya da taşrada nüfuzlu ve zengin kimseler ise tuttukları hoca ve mürebbiyelerle çocuklarına Farsça, Arapça, şiir ve inşa derslerinin yanı sıra müzik eğitimi aldırırlardı. Sayısı pek fazla olmayan ilmî meselelere ilgi duyan zeki ve gayretli gençler ise edebiyat, felsefe, tıp, hat, musiki, matematik ve astronomi gibi alanlarda meşhur olan âlimlere intisap ederek bilgi ve tecrübelerini arttırırlardı. Beşiktaş Cem'iyet-i İlmiyesi örneğinde olduğu gibi konak merkezli, bazan ise hânegî-himaye usulüne dayanan bu gönüllü eğitim sürecinde temayüz edenler bilimsel-kültürel birikimi ileriye taşıyan isimler olurlardı.



II. Mahmud devrinde de temel eğitim öğretim alanındaki geleneksel yapı pek değişmemiştir. İdarî-askerî alanda nitelikli personelin yetiştirilmesi için gerekli olan Harbiye, Askerî Tıbbiye, Muzıka-yı Hümâyun Mektebi, memur yetiştirmek için kurulan Mekteb-i Maârif-i Adliye ve Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye gibi başşehir dışında yaygın ve örgün anlamda modern eğitim kurumları açılamamıştır. Bunun sebebi her alanda kapsamlı reform sürecine girişilmiş olması, zincirleme iç-dış siyasî sorunlar, kadim askerî sistemin modernizasyonu ve yeni ordunun kurulması gibi devasa değişim-dönüşüm hamleleridir.



Bu devirde eğitimle ilgili olarak ele alınan ilk mesele halkın/kamunun eğitim seviyesinin yükseltilmesiydi. Seviye ile kastedilen husus başlangıçta okur-yazarlık, dört temel aritmetik işlem, Kur'an talimi ve ilmihal bilgisi ile sınırlıdır. Bu doğrultuda 1824 tarihli Ta'lîm-i Sıbyâna Dâir Fermân-ı Âlî'de şeriat ve akait konusunda herkesin bilgi sahibi olması gerektiği, ancak ebeveynlerin maişet ve istikbal endişesiyle çocuklarının cahil kalması pahasına onları beş-altı yaşlarında mektepten alıp bir ustanın yanına zanaat öğrenmek üzere çırak verdiği, cehaleti yaygınlaştıran bu âdetin engellenmesi için velilerin kadılardan izin tezkiresi almadan çocuklarını çırak vermelerinin yasaklandığı, eğitim çağındaki çocuğu izinsiz çalıştıran esnafın ve kethüdaların da cezalandırılacağı, bu konuda mahalle imamlarına da sorumluluk düştüğü, "sanata/zanaata verilmiş sabî" tespit edildiğinde ebeveynlerinin ve görevlilerin cezalandırılacakları, yetim çocukların da aynı esaslara tâbi olduğu, cehaletle mücadelenin başka bir alternatifinin bulunmadığı, her ne pahasına olursa olsun mekteplerde "şerîat-ı İslâmiye ve akaid-i dîniyeyi" öğrenmelerinin sağlanması emredilmiştir.



Fermanın muhtevasından, ilgili hükümlerin Âsitâne yani İstanbul merkez ve çevresiyle (Galata, Eyüp, Üsküdar) sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Şeriat, akait, Kur'an talimi, tecvit ve ilmihal bilgisini öğrenmenin lüzumuna yapılan güçlü ve mükerrer vurgu, esas itibariyle geleneksel temel eğitim anlayışı ve kısmen de devrin muhafazakâr hassasiyetleriyle ilgili olmalıdır. Mevcut literatürde herhangi bir coğrafî sınır belirlemeden Osmanlı Devleti'nde ilköğretimi zorunlu hale getirdiği tekrarlanagelen ve bu itibarla önemi güçlü bir biçimde vurgulanan bu fermana, âmir hükümlerin başşehir ve salt erkek çocuklarla sınırlı olması sebebiyle modern eğitim bağlamında çok fazla anlam yüklenmesi doğru değildir. Bununla birlikte değersiz de değildir, zira 1824 tarihli fermanla yapılmak istenen şey, eğitimin temeli olan ilköğretimin ve onun yegâne kaynağı konumundaki çocukların/insan kaynağının geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde çiftçilik, çobanlık, iş hayatı ve zanaatkârlık yerine mektebe, eğitim sahasına çekilmesi, eğitimli insan havuzunun büyütülmesi ve istikbale matuf olarak potansiyelin korunmasını temin etmekti (bk. Maarif Fermanı 1824). Diğer bir ifadeyle ileride muhtevası değiştirilecek ve yeni eğitim kurumlarıyla çeşitlendirilecek maarif alanının insan kaynağını ve değişim-dönüşümü gerçekleştirecek potansiyel aktörleri eğitim alanı içinde tutabilmekti. II. Mahmud devrinde kadim hassasiyetler ve ilmiye sınıfının eğitim öğretim sahasındaki mutlak hâkimiyeti sebebiyle geleneksel eğitimin temsilcisi olan medreseye dokunulmadan III. Selim devrindeki gibi eski ile yeniyi bir arada tutan/yaşatan telifçi bir yaklaşım sergilendiğini de belirtmek gerekir. İçeriği modern eğitimi karşılamaktan uzak olsa da devletin eğitim konusuna verdiği önemi, personel rejimi ve gelecek vizyonu bakımından önemli bu fermanın hükümleri devrin kadim eğitim paradigmasının mukavemeti, müteselsil iç-dış sorunlar ve özellikle mevcut okul sayısının yetersizliği gibi sebeplerden ötürü uygulamaya konulamamıştır.



II. Mahmud devrinde eğitim öğretim alanı şüphesiz devrin şartları ve devletin ihtiyaçları bağlamında şekillenmiştir. Atılan adımlar daha çok planlı olmaktan ziyade siyasî krizler, acil bürokratik-diplomatik ihtiyaçlar ve güvenlik endişesinin şekillendirdiği telaşlı adımlardır. Tercüme Odası (1824), Mekteb-i Fünûn-ı Harbiye (1835), Tıbhâne-yi Âmire (1827) ve Asâkir-i Hâssa-yı Şâhâne Cerrahhanesi (1832), Muzıka-yı Hümâyun Mektebi (1834), Mekteb-i Maârif-i Adliye, Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye (1839) ve rüştiyeler gibi yeni eğitim kurumları bu arayış ve telaşın eseridirler. Bu alanda daha önce açılmış olan askerî-teknik eğitim kurumlarından (Hendesehane, Mühendishâne-yi Bahrî, Mühendishâne-yi Berrî, Tersane Tıbhanesi) edinilmiş tecrübe işi nispeten kolaylaştırmıştır. Eğitim meselesinin giderek idarî-askerî ve bürokratik alandan sivil alana intikali, kamunun eğitimi ve çağdaş ihtiyaçlar çerçevesinde donanımlı genç nesillerin yetiştirilmesinin gündeme gelmesi II. Mahmud devrinin sonlarını bulmuş, ancak vefatı sebebiyle bu konuda somut adımlar atılamamıştır. İşin belli bir plan ve program dahilinde ele alınması, istişare ve hazırlık süreçlerinin işletilerek eğitimin modern ihtiyaçlar ekseninde düzenlenmesi ve kız çocukların eğitimi bahsi 1845 yılından sonra oluşturulan meclisler/kurullar marifetiyle Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz devirlerinde gerçekleşecektir.



II. Mahmud devrinde Yunan/Mora İsyanı (1821) ve Vak'a-yı Hayriye (1826) sonrasında diplomatik misyonlar ve askerî eğitim öğretimin acil ihtiyaçlar olarak öne çıkması, sivil alandaki eğitim bahsinin gündemde epeyce geri plana itilmesine yol açtı. Tercüme Odası, devrin şartları ve devletin ihtiyaçlarının yarattığı birimlere iyi bir örnektir. Burada memurlara yönelik bir lisan öğretimi söz konusudur, ancak bu adımı mektep formatında bir eğitimden ziyade hizmet içi eğitim kapsamında değerlendirmek daha doğrudur. Yunan isyanı esnasında Dîvân-ı Hümâyun ve derya tercümanlarının isyancılara bilgi sızdırdıkları, keza maslahatgüzar sıfatıyla Batı başşehirlerinde istihdam edilen Rumlar'ın dış politikayı devletin aleyhine olacak şekilde manipüle ettikleri ve düşmanla iş birliği yaptıkları tespit edilince, telaşlı bir çözüm arayışının sonucu olarak 1824'te Tercüme Odası kuruldu. Bundan on yıl sonra Batı başşehirlerinde âtıl vaziyetteki sefaretlerin aktif hale getirilmesi ve 1836'da reîsülküttaplığın Hariciye Nezareti'ne dönüştürülmesiyle Tercüme Odası'nın önemi artarak dil eğitim merkezi ve tercüme ofisi hüviyeti kazandı. 1856 yılı sonrasında diplomatik eğitim boyutu da güçlendirilen ve imparatorluğun sonuna kadar varlığını koruyan Tercüme Odası lisan bilen nitelikli bürokrat ve diplomat yetiştirme yanında, iç ve dış politikada keza modernleşme sürecine yön veren ve Osmanlı ilim ve fikir hayatında etkili olan birçok önemli ismin yetişmesini sağlamıştır.



Eğitim alanında acil ihtiyaçlar konusunda bir diğer adım Mekteb-i Tıbbiye'nin açılmasıdır. 1826'da kurulan Asâkir-i Mansûre-yi Muhammediye ordusunun tabip ve cerrah ihtiyacının karşılanması ve modern tıp eğitimi verilmesi amacıyla Mart 1827'de Şehzadebaşı'nda Tulumbacıbaşı Konağı'nda bir askerî tıp mektebi kuruldu. Tıbhâne-yi Âmire ve Dârütıbb-ı Âmire olarak da anılan ve sınıf sıralamasının günümüzdekinin tersine büyükten küçüğe olduğu bu mektepte bir de cerrahlık sınıfı oluşturuldu. Daha sonra cerrahlık eğitimi için 1832'de Topkapı Sarayı içerisinde Asâkir-i Hâssa-yı Şâhâne Cerrahhanesi (Cerrahhâne-yi Ma'mûre) kuruldu. Sultan Mahmud'un iradesiyle 1839'da Avusturya'dan getirilen Dr. Karl Ambros Bernard ve ekibinin katkılarıyla eczacılık ve ebelik eğitimini de içeren ve Fransızca eğitim veren modern bir mektep hüviyetine kavuştu. Tıp eğitiminin askerî alandan sivil alana intikali ise 1866'da Sultan Abdülaziz devrinde gerçekleşecektir.



Saray bandosu ve orkestrası, keza askerî eğitimde gerekli olan bandocuların yetiştirilmesi için kurulan Muzıka-yı Hümâyun, İtalyan Maestro Giuseppe Donizetti'nin idaresinde 1828'de faaliyetlerine başladı. Bandonun ihtiyacı olan müzisyenlerin yetiştirilmesi için 1831'de Muzıka-yı Hümâyun Mektebi kurulması kararlaştırıldı, ancak bu karar üç yıl sonra hayata geçirilebildi. Modern müzik eğitimi bakımından önemli olan bu mektep, Giuseppe Donizetti Paşa ve yine bir İtalyan olan halefi Callisto Guatelli Paşa'nın gayretleriyle Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz devirlerinde hedeflenen seviyeye ulaştı.



Mansûre Ordusu'na subay yetiştirmek için Ecole Militaire tarzında kurulan ancak 1835'te gerçek bir okul haline gelen Mekteb-i Harbiye, sınıf geçme yerine temel kitaplardan mezun olma yöntemiyle eğitim veren bir diğer mekteptir. 1826'da kurulan ve iki yıl sonra vuku bulan 1828-29 Osmanlı-Rus savaşında pek de başarılı bir sınav veremeyen Mansûre Ordusu'nun subay ihtiyacını karşılamak, elbette devlet tarafından bir beka sorunu olarak değerlendirilmişti. Harbiye Mektebi 1837 sonrasında Selim Sâtı Paşa'nın müdürlüğü döneminde belirgin bir gelişme göstermiştir. Alttan ortaöğretimden öğrencilerin gelmesini sağlayacak adımlar olarak askerî idâdîlerin kurulması ve modern eğitim kurumlarına dönüşmesi ise Emin Paşa'nın nazırlığı döneminde 1845 yılı sonrasında gerçekleşecektir.



Bu dönemde atılan radikal adımlardan biri de tahsil için yurt dışına öğrenci gönderilmesidir. 1830'da Serasker Hüsrev Paşa'nın girişimiyle beş öğrencinin masrafları devlet tarafından karşılanarak askerî alanda eğitim almak üzere Fransa'ya gönderildi. 1839'da Tanzimat Fermanı'nın ilanına kadar tamamı askerî mekteplerden ve mühendishanelerden seçilen otuz altı öğrenci Londra, Paris ve Viyana gibi Batı başşehirlerinde sanayileşme hamlesi ve teknoloji transferini gerçekleştirecek nesil olmak üzere eğitim aldılar. Yurt dışında tahsil konusundaki bu ilk ve sınırlı adımların çerçevesi Sultan Abdülmecid devrinde genişletilmiş, müslüman ve gayrimüslim Osmanlı tebaasından pek çok öğrenci yurt dışına gönderilmiştir. Zamanla sayının artmasıyla Fransa Eğitim Bakanlığı ile iş birliği yapılarak 1857 yılında Paris'te Mekteb-i Osmânî adıyla yeni bir eğitim kurumu açılmıştır. Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî'nin 1864 yılı sonlarında lağvedilmesi yönündeki kararına kadar faaliyet gösteren bu okul, lisan bilen, modern eğitimin müfredat ve muhtevasından haberdar, ilmî araştırma ve yazım konularında malumat sahibi nitelikli askerî-mülkî idarecilerin yetişmesine, teknoloji transferi kanallarının eskiye nispetle daha aktif hale gelmesine ve kültür-sanat hayatının renklenmesine katkıda bulunmuştur.



II. Mahmud devrinde eğitimle ilgili nihaî hamle saltanatının son yılında gelmiştir. İdarî, askerî ve sosyal dönüşümü gerçekleştirecek nitelikli kadroların yetiştirilmesi, teşebbüs edilen değişim ve dönüşümün başarısı için şarttı. Modern okulların daha muasır bir zeminde teşkili için ortaöğretimin yeni çerçevesini belirleme işi meşihat makamı yerine Meclis-i Umûr-ı Nâfia'ya havale edildi. Meclis tarafından 5 Şubat 1839'da hazırlanan layihada mektepler sıbyan, rüştiye ve mekâtib-i âliye yani ilk, orta ve yüksek okullar olmak üzere üç kategoride ele alınmıştır. Gerekli idarî-bürokratik süreçleri yürütmek için Evkaf Nezareti'ne bağlı bir müdürlük seviyesinde olarak Mekâtib-i Rüşdiye Nezareti kurularak başına Esad Efendi atandı.



Söz konusu layihada mektepler küçük ve büyük olmak üzere iki kısma ayrılmış, küçük mahalle mekteplerinde Kur'an talimi, selatin (padişahlar tarafından yaptırılan) camilerin civarında bulunan daha büyük ve imkânları daha geniş olan sınıf-ı sânî denilen mekteplerde ise hüsnühat, Türkçe ve edebî inşa dersleri ile bazı ahlak risalelerinin okutulmasının yararlı olacağı belirtilmişti. Literatürde Meclis-i Umûr-ı Nâfia layihasına istinaden sıbyan/mahalle mektebinin üzerinde faklı bir kategori olarak "Selâtîn-i İzâm Mektepleri" adıyla mektepler kurulduğu belirtilse de bu tespit layihadaki ifadelerin yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Selâtîn-i İzâm mektepleri ayrı bir kategori değil, padişahlar tarafından inşa ettirilen camilerin yanına yaptırdıkları büyük sıbyan mektepleridir. Nâfia Meclisi'nin layihası Dâr-ı Şûrâ-yı Bâbıâli ve Meclis-i Ahkâm-ı Adliye'de müzakere edilerek sarf ve nahiv dersleri de programa eklenmiştir. Bu mektepler için önerilen sınıf-ı sânî tabirini beğenmeyen II. Mahmud, iyi ile kötüyü temyiz edecek yaştaki öğrencilerin eğitim alacağı kurum olarak gördüğü bu yeni mektepleri bizzat "rüştiye" olarak isimlendirmiştir. Esas itibariyle rüştiyeler Tanzimat'ın hemen arefesinde modern eğitime adım atmak amacıyla oluşturulan ve zamanla ilköğretim kademesiyle birleştirilen ortaöğretim kurumlarıdır. Sunulan layihanın içeriğine istinaden Nâfia Meclisi'nin modern ortaöğretim kurumları olarak önemli bir misyon yüklediği rüştiyeler, oldukça uzun vadeli bir proje olması, eğitim bürokrasisinde yeni bir teşkilatlanma gerektirmesi, keza öğretmen ve öğrenci kaynağı bakımından da sorunlu bir alan olması gibi sebeplerden ötürü hemen açılamadı. Bu sebeple Bâbıâli bürokrasisine süratle memur/kâtip yetiştirmek için yine ortaöğretim düzeyinde okullar olarak sıbyan mektebi ile rüştiye mektepleri arasında bir kategori olarak Mekteb-i Maârif-i Adliye ve Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye'nin kurulmasıyla yetinildi. Zira "kalem" denilen devlet dairelerinde iş ortamındaki geleneksel eğitim hem yetersiz hem de uzun vadeli bir tecrübe aktarımıydı. Bu zafiyet 11 Şubat 1839 tarihli arşiv kayıtlarında "Kur'an tilaveti ve sülüs karalamaktan" başka bir şey öğrenmeden sıbyan mekteplerinden mezun olan öğrencilerin ilave eğitim almadan bürokraside görevlendirilemeyeceği ifadesiyle dile getirilmiştir. Özellikle II. Mahmud'un saltanatının son on yılında gerçekleştirilen idarî reformlar ve oluşturulan yeni bürokratik yapı acilen nitelikli memur kadroları gerektirmekteydi. Bu amaçla 1839'da Sultan Ahmed Camii Hünkâr Mahfili'nde Mekteb-i Maârif-i Adliye (Mekteb-i İrfâniye, Mekteb-i İrfân) açıldı. Çok daha modern bir çerçevede kurulması hedeflenen, ancak devrin şartları ve bazı ârızî durumlardan ötürü bekleneni veremeyen bir girişim olarak sınıf sistemi yerine yeşil, sarı ve mavi odalardan oluşan Mekteb-i Maârif-i Adliye'de başarılı olan memur adayı öğrenciler bir üst odaya terfi ederlerdi. Memur ihtiyacının had safhada olması sebebiyle Kanûnî Sultan Süleyman tarafından Süleymaniye Camii yanında yaptırılmış olan sıbyan mektebi Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye adıyla memur adayı yetiştiren ikinci mektep olarak açıldı. İlkine ileri gelen devlet adamları, nüfuzlu ve zengin kimselerle memurların çocukları, ikincisine ise kimsesiz ya da halktan kişilerin çocukları kaydedildi. Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye'de sınıf sistemini andıran oda düzeni de mevcut olmayıp, mektebin kubbeli büyük odasında dört tarafa dizilmiş uzun rahlelerin her biri bir sınıf itibar olunmuştur. Bu iki mektepten sadece Ulûm-ı Edebiye Mektebi öğrencilerine burs verilmekteydi. Ayrıca halihazırda devlet dairelerinde çalışan memurların bilgi seviyelerini arttırmak için onların da bir program dahilinde bu mekteplere devamı yönünde prensip kararı alınmıştır. Daha sonra Mekâtib-i Rüşdiye Nezareti'ne bağlanan rüştiyelerin ilk kısmı düzeyindeki bu okullar, ancak Abdülmecid devrinden itibaren nitelikli eğitim kurumlarına dönüşmüştür.



II. Mahmud devrinde eğitim alanında ıslahat bahsi diğer alanlara nazaran ikinci planda kalmıştır. Zincirleme iç ve dış krizler, savaşlar, başta askerî modernizasyon ve yeni ordunun teşkili olmak üzere, birçok alanda gelenekten kopuş olarak nitelendirilebilecek kapsamlı ve aynı oranda aşırı maliyetli reformlar, eğitim sistemi üzerinde ilmiye sınıfı ile meşihat makamının mutlak hâkimiyeti ve muhafazakâr kesimlerin hassasiyetlerini gözetme endişesi maarif meselesinin gölgede kalmasının başlıca sebepleridir. Bu sebeplerden ötürü eskinin yanında yeninin ikamesi ve birlikte yaşatılması (düalist ve telifçi) yaklaşımı, gerçekleştirilen reformların genel karakteridir. Eğitim alanındaki reformların temel amacı ilköğretim ve ortaöğretimin sağlam temeller üzerine kurulması, devletin bürokraside ihtiyaç duyduğu nitelikli personelin sınıf-ı evvel ve sânî denilen sıbyan ve rüştiye mekteplerinden, yine aynı kategoride olan Mekteb-i Maârif-i Adliye ve Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye'den mezun olan öğrencilerden; askerî-teknik ve diplomatik personelin ise hizmet içi bir eğitim unsuru olan Tercüme Odası ile mekâtib-i aliyye denilen Mekteb-i Tıbbiye, Cerrahhâne-yi Ma'mûre, Mekteb-i Harbiye ve Muzıka-yı Hümâyun Mektebi'nden karşılanması olmuştur. Öte yandan çağdaş standartlarda eğitim almaları, gelişmiş yabancı ülkelerdeki birikimin ülke içine transferi ve modern dünya ile rekabet edebilecek uzman kadrolar yetiştirilmesi amacıyla tahsil için yurt dışına öğrenci gönderilmesi de son derece önemli bir hamledir. II. Mahmud devrinde maarif sahasındaki reformların önemi, 1845 yılından itibaren oluşturulacak meclisler ve ardından kurulacak Maârif-i Umûmiye Nezareti'nin icraatı doğrultusunda kurulacak modern eğitimin alt yapısını hazırlamış ve istikametini belirlemiş olmasıdır.

Kaynakça

Akyüz, Yahya. Türk Eğitim Tarihi: MÖ.1000-MS.2010. Ankara 2010, s. 88-94, 143-153.
Alimdar, Selçuk. Osmanlı’da Batı Müziği. İstanbul 2016, s. 85-154.
Avcı, Alaettin. Türkiye’de Askeri Yüksek Okullar Tarihçesi. Ankara 1963, s. 15-57.
Bilim, Cahit Yalçın. Tanzimat Devri’nde Türk Eğitiminde Çağdaşlaşma (1839-1876). Eskişehir 1984, s. 1-18.
Çelik, Yüksel. Şeyhü’l-Vüzerâ Koca Hüsrev Paşa: II. Mahmud Devrinin Perde Arkası. Ankara 2013, s. 297-305, 438-439.
Demirel, Fatmagül. “Osmanlı Eğitim Sisteminin Modernleşmesi Sürecinde Hiyerarşi”. Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi. 25/2 (2012), s. 507-530.
Erdoğan, Aynur. Osmanlı’da Yurt Dışı Eğitim ve Modernleşme. İstanbul 2016, s. 36-62.
Ergin, Osman [Nuri]. Türkiye Maarif Tarihi. İstanbul 1977, I-II, 354-374, 383-406, 426-439.
Mahmud Cevad İbnü’ş-Şeyh Nâfi‘. Maârif-i Umumiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilât ve İcrââtı. haz. M. Ergün v.dğr. Ankara 2002, s. 1-25.
Şişman, Adnan. Tanzimat Döneminde Fransa’ya Gönderilen Osmanlı Öğrencileri (1839-1876). Ankara 2004, s. 1-12.
Unat, Faik Reşit. Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış. Ankara 1964, s. 6-16, 17-29, 38-48, 58-70, 81-89.
Öztürk, Cemil. “Rüşdiye”. DİA. 2008, XXXV, 300-303.
Türkmen, Zekeriya. “XIX. Yüzyıl Askerî Yenileşme Devri Eğitim-Öğretim Kurumlarından Mekteb-i Harbiye-i Şahane (Sultan II. Mahmut ve Sultan Abdülmecit Dönemleri)”. Osmanlı İstanbul’u III. ed. F. M. Emecen v.dğr. İstanbul 2015, s. 133-162.
Yüksel ÇELİK, "MAHMUD II", Türk Maarif Ansiklopedisi, https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/mahmud-ii/#yazar-1 (16.04.2025).

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme
KÜRE'ye Sor