Merkez-Çevre Teorisi, özellikle uluslararası ilişkiler, dünya sistemleri analizi, sosyoloji ve siyaset bilimi alanlarında kullanılan, toplumsal, ekonomik ve siyasal yapıları hiyerarşik bir ilişki temelinde analiz eden kuramsal bir çerçevedir. Bu teori, modern dünya sistemindeki aktörler (devletler, bölgeler, toplumsal kesimler) arasındaki güç farklılıklarını ve eşitsizlikleri tarihsel, ekonomik, siyasi ve askeri perspektiflerden inceler. Temel argümanı, küresel veya bölgesel sistemlerin, kaynakları, teknolojiyi ve siyasi gücü elinde bulunduran gelişmiş bir "merkez" (core) ile, bu merkeze bağımlı, daha az gelişmiş ve sıklıkla kaynakları sömürülen bir "çevre"den (periphery) oluştuğudur.
Immanuel Wallerstein'ın Dünya Sistemleri Teorisi bağlamında merkez, dünya zenginliğinin büyük kısmına sahip olan, ileri teknoloji ve üretim süreçlerini kontrol eden, ekonomik ve politik üstünlüğünü kullanarak çevre üzerinde hâkimiyet kuran ve onu kontrol eden en üst yapıdır. Çevre ise, genellikle ham madde veya ucuz işgücü sağlayıcısı konumunda olan, teknoloji ve sermaye birikimi açısından merkeze bağımlı, borçlanan, merkezde üretilen mallar için pazar işlevi gören, daha yoksul ve güçsüz alt yapıyı ifade eder. Merkez ve çevre arasındaki ilişki, asimetrik bir bağımlılık ve sömürü ilişkisi olarak tanımlanır; merkez, çevrenin ekonomik ve siyasal yapılarını kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirir.
Bazı teorisyenler, bu ikili yapıya ek olarak, merkez ile çevre arasında bir geçiş bölgesi olan "yarı-çevre" (semi-periphery) kategorisini de eklemişlerdir. Yarı-çevre, hem merkezden sömürülen hem de çevreyi sömüren, belirli bir sanayileşme düzeyine ulaşmış, devletçi veya korumacı politikalarla çevre konumundan kısmen kurtulmuş ülkeleri veya bölgeleri tanımlar. Yarı-çevre ülkelerinin konumu dinamiktir; zamanla merkeze yükselebilir veya tekrar çevreleşebilirler.
Teori sadece küresel ölçekle sınırlı değildir. Bir ülkenin kendi içindeki bölgesel eşitsizlikler (örneğin, gelişmiş sanayi bölgeleri ile az gelişmiş tarım bölgeleri arasındaki ilişki) veya toplumsal yapıdaki farklı kesimler arasındaki güç ilişkileri de (örneğin, yönetici elitler ile halk arasındaki ayrışma) merkez-çevre modeliyle analiz edilebilir. Benzer şekilde, merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasındaki güç ve yetki dağılımı da bu teori çerçevesinde incelenebilir; merkez, değerleri ve politikaları üreten odak iken, çevre bu kararları uygulayan birim olarak görülebilir. İç göç olgusu da sıklıkla, çevrenin (kırsal, az gelişmiş bölgeler) itici faktörleri ve merkezin (kentsel, sanayileşmiş bölgeler) çekici faktörleri arasındaki eşitsiz ilişki bağlamında bu teoriyle açıklanır.

Merkez Çevre Teorisi: Gelişmiş Ve Bağımlı Bölgeler Arası Küresel Sömürü Dinamikleri (Yapay Zeka İle Oluşturulmuştur)
Tarihsel Gelişim ve Önemli Kişiler
Merkez-Çevre Teorisinin kökenleri, dünya sisteminin tarihsel gelişimine ve kapitalizmin yayılışına dayanır. Immanuel Wallerstein, bu teorinin en önemli isimlerinden biridir ve Dünya Sistemleri Teorisi'ni geliştirmiştir. Wallerstein'a göre, modern kapitalist dünya ekonomisi 16. yüzyılda Avrupa'da ortaya çıkmış ve zamanla küreselleşerek coğrafi bir iş bölümü yaratmıştır. Bu süreç, coğrafi keşifler (Kristof Kolomb'un 1492'de Amerika'yı keşfi gibi sembolik olaylar), sömürgecilik, toprak reformları, ticaret devrimleri ve nihayetinde Sanayi Devrimi ile biriken sermayenin kullanılmasıyla şekillenmiştir. Wallerstein, bu yeni sistemin, önceki dünya imparatorluklarından farklı olarak, tek bir siyasi merkez yerine çoklu devlet yapısı içinde işleyen ve temel dinamiği sürekli sermaye birikimi olan kapitalist bir yapıya sahip olduğunu savunur.
Andre Gunder Frank, Latin Amerika ülkeleri üzerine yaptığı çalışmalarla bağımlılık teorilerinin ve dolayısıyla merkez-çevre düşüncesinin gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur. Frank, çevrenin azgelişmişliğinin içsel nedenlerden değil, tarihsel olarak merkezin sömürüsü ve kapitalist sisteme bağımlı entegrasyonundan kaynaklandığını savunmuştur.
Lenin, Kautsky gibi Marksist düşünürler, emperyalizmi kapitalizmin en yüksek aşaması olarak tanımlayarak, merkezdeki kapitalist ülkelerin pazar ve kaynak bulma ihtiyacıyla çevreyi nasıl sömürdüğünü analiz etmişlerdir. Johan Galtung, emperyalizmi daha yapısal bir modelle açıklamış ve merkez ile çevre arasındaki etkileşimin sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasal, askeri, iletişimsel ve kültürel boyutları olduğunu vurgulamıştır. Samir Amin de eşitsiz gelişme ve merkez-çevre arasındaki sömürü ilişkisi üzerine odaklanmıştır.
Stein Rokkan, Avrupa'da ulus-devlet oluşumunu merkez-çevre çatışmaları üzerinden analiz etmiş, merkezlerin çevre bölgeler üzerinde siyasi, ekonomik ve kültürel (dil, din, eğitim standardizasyonu) hegemonyasını nasıl kurduğunu incelemiştir. Şerif Mardin, Türkiye'nin modernleşme sürecini analiz ederken Rokkan ve Wallerstein gibi isimlerden etkilenerek özgün bir merkez-çevre modeli geliştirmiştir.
Roland Robertson, küreselleşme sürecini tarihsel aşamalara ayırarak (Oluşum Aşaması: 1400-1750, Başlangıç Aşaması: 1750-1870, Kalkış Aşaması: 1870-1920, Hegemonya Mücadele Aşaması: 1920-1960, Belirsizlik Aşaması: 1960-1990) merkez-çevre dinamiklerinin zaman içindeki değişimini anlamak için bir çerçeve sunmuştur. Walt Whitman Rostow'un Kalkınma Modeli Teorisi (Geleneksel Toplum, Kalkışa Hazırlık, Kalkış, Olgunluk, Kitlesel Tüketim aşamaları) ise, ülkelerin merkez veya çevre konumuna nasıl geldiğini veya bu konumdan nasıl çıkabileceğini açıklamaya çalışan, ancak merkez-çevre teorisyenleri tarafından sıklıkla eleştirilen modernleşmeci bir yaklaşımdır. Sir Halford Mackinder ise jeopolitik bir perspektifle, Avrasya'daki "Kalpgah" (Heartland) veya "Mihver Alanı"nı (Pivot Area) küresel güç mücadelesinin merkezi olarak tanımlamış, kara gücü (merkez) ile deniz gücü (çevre/kenar kuşak) arasındaki tarihsel ve teknolojik (özellikle demiryolları) etkileşimi analiz ederek farklı bir merkez-çevre dinamiği ortaya koymuştur.
Kuramsal Yaklaşımlar ve İlgili Kavramlar
Merkez-Çevre Teorisi, çeşitli kuramsal geleneklerle ilişkilidir ve birçok temel kavram etrafında şekillenir:
Dünya Sistemleri Teorisi (Wallerstein)
Teorinin en belirgin bağlamıdır. Tek bir küresel kapitalist dünya ekonomisi olduğunu ve bu sistem içinde devletlerin merkez, yarı-çevre ve çevre olarak hiyerarşik bir iş bölümüne katıldığını savunur. Sistemin temel itici gücü sonsuz sermaye birikimidir.
Bağımlılık Teorileri (Frank, Amin vb.)
Çevre ülkelerin azgelişmişliğinin veya geri bırakılmışlığının, merkez ülkelerle olan tarihsel ve yapısal bağımlılık ilişkilerinden kaynaklandığını vurgular. Gelişmişliğin/azgelişmişliğin aynı madalyonun iki yüzü olduğunu öne sürer.
Yapısalcılık
Merkez-çevre ilişkisini bireysel aktörlerin tercihlerinden çok, sistemin genel yapısı tarafından belirlenen konumlar ve roller üzerinden açıklar. Galtung'un modeli ve bir ülkenin kendi içindeki yapısal merkez-çevre ayrımı (Malezya örneği) bu yaklaşıma örnektir.
Marksizm ve Neo-Marksizm
Sınıf mücadelesi, emperyalizm, sermaye birikimi ve sömürü kavramlarını merkeze alır. Merkez (burjuvazi, emperyalist devletler) ve çevre (proletarya, sömürülen uluslar) arasındaki çatışmayı vurgular. Neo-Marksistler, çok uluslu şirketlerin rolüne ve sermayenin uluslararasılaşma aşamalarına odaklanır.
Kuzey-Güney İlişkileri
Küresel eşitsizliği coğrafi bir eksende (sanayileşmiş Kuzey ve azgelişmiş Güney) analiz eder. Güney'in sorunlarının (yoksulluk, borç, istikrarsızlık) Kuzey ile olan eşitsiz ilişkiden bağımsız anlaşılamayacağını savunur.
Hegemonya
Dünya sisteminin belirli dönemlerde tek bir hegemonik güç (örneğin, 19. yy'da Britanya, 20. yy'da ABD) tarafından domine edildiğini ve bu gücün sistemin kurallarını belirlediğini öne sürer. Hegemonik gücün yükselişi ve düşüşü, sistemdeki önemli dönüşümlerle ilişkilidir. Galtung, hegemon gücün sadece ekonomik değil, siyasal, askeri, iletişimsel ve kültürel yapılar üzerinde de etkili olması gerektiğini belirtir.
İç Sömürgecilik
Bir ülkenin kendi sınırları içindeki merkez bölgelerin, çevre bölgeleri (kaynaklarını alarak, gelişimini engelleyerek) sömürmesi durumunu ifade eder.
Jeopolitik (Mackinder)
Merkez-çevre ilişkisini coğrafi konum ve askeri-stratejik güç dengesi üzerinden analiz eder. Mackinder'in Heartland (Kalpgah) teorisi, Avrasya'nın merkezindeki kara gücünün (Heartland - Merkez), onu çevreleyen kenar kuşak (Rimland - İç Çevre) ve deniz güçleri (Dış Çevre) üzerindeki potansiyel hakimiyetini vurgular. Teknolojinin (özellikle demiryolları ) bu dengeyi kara gücü lehine değiştirebileceğini öngörür. Mackinder, teorisini zamanla güncelleyerek "Midland Ocean" (Kuzey Atlantik bölgesi) kavramını geliştirmiştir.
Modernleşme Teorileri (Rostow vb.)
Kalkınmayı doğrusal bir süreç olarak gören ve geleneksel toplumdan modern (merkez) topluma geçişi aşamalarla açıklayan teorilerdir. Merkez-Çevre ve Bağımlılık teorisyenleri, bu yaklaşımları Batı-merkezci olmakla ve çevrenin yapısal bağımlılıklarını göz ardı etmekle eleştirirler.
Sosyal Darwinizm (Spencer)
Toplumları biyolojik organizmalara benzeten ve "uyum sağlayanların hayatta kalması" ilkesini toplumsal değişime uygulayan yaklaşımdır. Bu perspektiften merkez, uyum sağlayıp güçlenen, çevre ise uyum sağlayamayıp zayıf kalan ve ezilen yapıları temsil edebilir.
Uygulama Alanları
Merkez-Çevre Teorisi, farklı ölçek ve bağlamlardaki eşitsizlikleri analiz etmek için geniş bir uygulama alanına sahiptir:
Küresel Sistem Analizi
Wallerstein'ın Modeli
Modern dünya sisteminin tarihsel oluşumunu, kapitalizmin yayılmasını ve devletlerin merkez (örn. ABD, Almanya, Japonya), yarı-çevre (örn. Brezilya, Türkiye, Malezya, Çin) ve çevre (birçok Afrika, Latin Amerika ve Asya ülkesi) olarak konumlanmasını açıklar.
Hegemonya Mücadeleleri
Hollanda, Britanya ve ABD'nin hegemon güç olarak yükseliş ve gerileme süreçlerini ve bunun sistem üzerindeki etkilerini inceler. Günümüzde ABD hegemonyasının gerilemesi ve çok kutuplu bir yapıya (multipolar) geçiş tartışmaları bu bağlamda değerlendirilir.
Eşitsiz Gelişme
Kuzey-Güney ayrımı, uluslararası iş bölümü, emperyalizm ve küresel gelir dağılımındaki adaletsizlikler bu teoriyle analiz edilir. 2008 küresel krizi gibi olayların bazı merkez ülkelerin (Yunanistan, İrlanda, İspanya) konumunu nasıl sarstığı da incelenir.
Jeopolitik Analiz (Mackinder)
Heartland Teorisi
Avrasya'nın stratejik önemini, kara gücü ile deniz gücü arasındaki tarihsel mücadeleyi (örneğin Moğol istilaları, Rusya'nın genişlemesi) ve teknolojinin (demiryolları, hava gücü) bu denge üzerindeki etkisini açıklar. "Kim Doğu Avrupa'ya hükmederse Kalpgah'a hükmeder; kim Kalpgah'a hükmederse Dünya Adasına hükmeder; kim Dünya Adasına hükmederse dünyaya hükmeder" formülasyonu etkili olmuştur.
Soğuk Savaş ve Sonrası
Teori, Soğuk Savaş döneminde ABD'nin Sovyetler Birliği'ne yönelik çevreleme politikasının entelektüel temellerinden biri olarak görülmüştür. Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrası Hazar bölgesi gibi alanların jeopolitik önemi yeniden bu tür çerçevelerle tartışılmaktadır.
Devlet İçi Analizler
Türkiye (Mardin Modeli)
Osmanlı'dan devralınan merkez (bürokrasi, asker, aydınlar) ile çevre (taşra, esnaf, eşraf, dini gruplar) arasındaki kültürel, siyasi ve ekonomik kopukluğu ve çatışmayı inceler. Modernleşme sürecinde merkezin Batılılaşmacı, laik ve yukarıdan aşağıya politikalarına çevrenin gösterdiği direnci ve bu çatışmanın siyasal akımlar (Batıcılık, İslamcılık, Türkçülük) ve partiler aracılığıyla nasıl ifade edildiğini analiz eder. Weber'in otorite tipleri (geleneksel, karizmatik, yasal-rasyonel) bu analize entegre edilerek farklı kesimlerin iktidar ve meşruiyet anlayışları incelenir. Örneğin, merkez yasal-rasyonel otoriteye , çevre ise geleneksel ve/veya karizmatik otoriteye daha yatkın olabilir. Merkez-muhafazakâr ve yarı-merkez milliyetçi gibi ara kategoriler de bu model içinde tartışılır【1】 .
Türkiye (İç Göç - Apan)
Kırsal çevre bölgelerinden kentsel merkezlere (İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana vb.) yönelik yoğun iç göç hareketlerini analiz eder. Göçün nedenleri (tarımda makineleşme, hızlı nüfus artışı, bölgelerarası sosyo-ekonomik gelişmişlik farkı) ve sonuçları (hızlı ve çarpık kentleşme, gecekondulaşma, kentlileşememe ve kültürel uyum sorunları, istihdam sorunları ve kayıt dışı ekonomi) detaylı olarak incelenir. Kalkınma Planlarının (BYKP) bu süreci yönetme çabaları ve başarısızlıkları da ele alınır【2】 .
İtalya (Yerelleşme - Küçük)
İtalya'nın tarihsel olarak güçlü yerel kimliklere (prenslikler, şehir devletleri) sahip olmasına rağmen, ulusal birleşme (Risorgimento) sonrası Fransız modelinden etkilenerek katı merkeziyetçi bir üniter devlet kurmasını inceler. Faşist dönemin aşırı merkeziyetçiliğine tepki ve bölgesel farklılıkların (özellikle Kuzey-Güney ayrımı) etkisiyle II. Dünya Savaşı sonrası başlayan ve özellikle 1970'lerden sonra hızlanan adem-i merkeziyetçileşme ve bölgeselleşme sürecini analiz eder. 1948 Anayasası'nın bölgesel yönetimleri (beşi özel, on beşi olağan statülü) tanıması ve 1990, 2001, 2003 yıllarındaki reformlarla yerel yönetimlerin (iller, belediyeler, metropoliten kentler) yetkilerinin ve mali özerkliklerinin artırılmasıyla "bölgeli devlet" modeline doğru evrilişini merkez-çevre ilişkisindeki değişim olarak yorumlar【3】 .
Malezya (Bölgesel Eşitsizlik - Arpalier)
Güneydoğu Asya ülkesi Malezya'nın kendi içindeki belirgin merkez-çevre ayrımını (gelişmiş Batı Malezya [merkez] ve daha az gelişmiş, bağımlı Doğu Malezya [çevre]) inceler. Bu eşitsizliğin 1970'lerdeki endüstriyel gelişim ve uluslararası yatırımların Batı'da yoğunlaşmasıyla derinleştiğini, yönetimsel ayrımın, refah seviyesi farkının, iç göçün, eğitim ve istihdam farklılıklarının bu yapısal eşitsizliğin göstergeleri olduğunu belirtir【4】 .
Eleştiriler ve Sınırlılıklar
Avrupa-Merkezcilik (Eurocentrism)
Özellikle Wallerstein'ın dünya sisteminin kökenlerini Avrupa tarihine dayandırması ve Robertson'un küreselleşme aşamaları modeli, Avrupa dışı toplumların rolünü yeterince dikkate almamakla eleştirilmiştir.
Ekonomik Determinizm
Teori, bazen ekonomik faktörlere aşırı vurgu yapmakla ve siyasi, kültürel veya ideolojik faktörlerin bağımsız rolünü göz ardı etmekle eleştirilir. Ancak Galtung gibi teorisyenler, ilişkinin çok boyutlu (ekonomik, siyasi, askeri, kültürel) olduğunu vurgulayarak bu eleştiriyi aşmaya çalışmıştır.
Coğrafi Determinizm Riski
Özellikle Mackinder'in jeopolitik yaklaşımı, coğrafyanın siyaset üzerindeki belirleyiciliğini abartma riski taşır. Ancak Mackinder'in kendisi de salt coğrafi determinizme karşı çıkarak, coğrafi koşulların yanı sıra halkların sayısı, diriliği, donanımı ve örgütlenmesinin de siyasi gücü belirlediğini ifade etmiştir. Coğrafyanın tanımlayıcı değil, koşullandırıcı bir etkisi olduğunu savunmuştur.
Devlet Merkezcilik
Teori, sıklıkla devletleri ana analiz birimi olarak alır ve devlet-altı veya devlet-üstü aktörlerin (örn. çok uluslu şirketler, sivil toplum kuruluşları) rolünü ikincil plana atabilir. Neo-Marksist yaklaşımlar bu boşluğu doldurmaya çalışır.
Değişim Potansiyelinin Azımsanması:
Teori, bazen yapıların kalıcılığına aşırı odaklanarak, çevrenin veya yarı-çevrenin mevcut durumu değiştirme potansiyelini (örneğin devrimler, başarılı kalkınma stratejileri yoluyla) yeterince açıklayamamakla eleştirilebilir. Ancak yarı-çevre kavramı ve hegemonya döngüleri, sistem içindeki dinamizmi ve değişim olasılığını da içerir.

