Hicaz’dan Hindistan’a göç etmiş bir aileye mensup olup Agra’da (Ekberâbâd) dünyaya geldi. Doğum yılıyla ilgili olarak 1134 (1722), 1135 ve 1137 gibi değişik tarihler zikredilmekteyse de dördüncü divanında yeğeni Muhammed Hüseyin’in yazdığı, Leknev’de doksan yaşında iken öldüğüne dair kayıttan 1135’te (1723) doğduğu anlaşılmaktadır (Cemîl Câlibî, II, 503).
Mîr Muhammed Takī, 1146’da (1733) mutasavvıf olan babası Mîr Ali Müttakī ve babasının yakın dostu Emânullah Dervîş birbiri ardına vefat edince çeşitli güçlüklerle karşılaştı. Bir süre Agra’da iş aradıysa da sonuç alamayınca Delhi’ye gitti (1147/1734). Burada babasının dostu Nevvâb Samsâmüddevle Emîrülümerâ kendisine maaş bağladı. Ancak onun da Nâdir Şah’la yapılan savaşta ölmesi üzerine (1151/1738) bu gelirden mahrum kaldı. Bu olaydan sonra Agra’ya giden Mîr Muhammed karşılaştığı sıkıntılar sebebiyle yine Delhi’ye döndü (1152/1739) ve üvey kardeşi Muhammed Hasan’ın amcası şair Sirâcüddin Ali Han Ârzû’nun yanında kalmaya ve Arapça, Farsça ve şiir dersleri almaya başladı. Bazı kaynaklarda, bu dönemdeki hocaları arasında bulunan Seyyid Saâdet Ali’nin Mîr Muhammed’i Urduca (Rihte) şiir yazmaya teşvik ettiği belirtilmekteyse de onu bu konuda yönlendiren kişinin Ali Han Ârzû olduğunu kaydeden çalışmalar da bulunmaktadır (a.g.e., II, 508-509).
Sünnî olan Ali Han Ârzû’nun, Şiî olması sebebiyle kendisine karşı olumsuz bir tavır sergilemesi veya başından geçen bir aşk macerası yüzünden Ali Han Ârzû’nun evinden ayrıldı. Bu arada karşılaştığı sıkıntılar dolayısıyla aklî dengesi bozulmuşsa da tedavi sonucunda tekrar sağlığına kavuştu. Mîr Muhammed yeni bir hâmi ararken önce Riâyet Ali Han, ardından Nevvâb Bahadır Câvid Han ve Dîvân Mahânarain Raca Cagal Kişor gibi şahısların hizmetinde bulundu. Nâdir Şah ve daha sonra Ahmed Şah Dürrânî tarafından Delhi’nin yağmalandığı günlerde birkaç defa Delhi’den ayrıldı, ancak gittiği yerlerde istediğini bulamayınca tekrar geri dönmeye mecbur oldu. Delhi’nin 1196 (1782) yılında harap olması üzerine Nevvâb Âsafüddevle’nin davetiyle o dönemde en şaşaalı günlerini yaşamakta olan Leknev’e giderek hayatının geri kalan kısmını bu şehirde geçirdi ve burada vefat etti.
Urdu şiirinin büyük üstatlarından olup kaside, terciibend, terkibibend, rubâî gibi klasik şiirin hemen bütün alanlarında eser veren Mîr Muhammed asıl ustalığını gazel ve mesnevide göstermiştir. Gazelde diğer şairlere öncülük etmiş, Gālib gibi büyük bir şair dahi kendisinden etkilenmiş ve onu üstadı olarak kabul etmiştir. Gazellerinin dili akıcı ve sade olmakla birlikte bu sadeliğin ardında derin anlamlar saklıdır. Bu yönüyle onu Urduca’nın Şeyh Sa‘dî’si olarak nitelendirenler de bulunmaktadır (Râm Babû Saksena, s. 154). Urdu edebiyatının mesnevi türünde de öncülük yapan Mîr Muhammed, aşka dair bir kıssayı Urduca’da mesnevi tarzında kaleme alan ilk şair kabul edilir. Urdu dilinin gelişmesine önemli katkıları olan şairin şiirlerinde kullandığı Farsça terkipler ya da bunların Urduca karşılıkları zamanla halk arasında beğenilerek yayılmıştır.
Eserleri. 1. Külliyyât-ı Naẓm-i Urdû (Külliyyât-i Mîr) (nşr. İbâdet Birelvî, Karachi-Lahor 1958). Altı adet Urduca gazel divanı ile kaside, mesnevi, rubâî, terkibibend, terciibend ve “vâsuht”ları ihtiva eden bir eserdir. Kitapta “Deryâ-yı Işk, Şu‘le-i Işk, Muâmelât-ı Işk, Cûş-i Işk, Hâb û Hıyâl, Şikârnâme” gibi meşhur mesnevileri yer almakta, ayrıca küçük nazımlar, hicviyeler bulunmaktadır.
2. Ẕikr-i Mîr (nşr. Abdülhak, Evrengâbâd 1928). Mîr Muhammed Takī’nin kendi hayat hikâyesini içermektedir. 1186’da (1772) yazılan eser o dönemde meydana gelen olaylardan da bahsetmesi bakımından tarihî bir öneme sahiptir.
3. Nikâtü’ş-şuʿarâ. Farsça kaleme alınan eserin yaklaşık 1165’te (1752) tamamlandığı tahmin edilmektedir. Urduca şiir yazan şairlerden bahseden en eski ve en önemli tezkirelerden biri olup eserde 103 şairin kısa hayat hikâyeleri ve şiirlerinden seçmeler yer almaktadır. En son Mahmûd İlâhî tarafından hazırlanarak basılmıştır (Leknev 1984).
Mîr Muhammed’in ayrıca yayımlanmamış Farsça bir divanı ve kaynaklarda anılan bir divançesi vardır.

