Lafız ve mâna yönünden birden fazla ihtimal taşıdığı için anlaşılmasında güçlük bulunan âyetler (müteşâbihü’l-Kur’ân) hakkında müfessir Mukātil b. Süleyman’dan (ö. 150/767) itibaren müstakil eserler yazılmıştır. Kādî Abdülcebbâr kitabının mukaddimesinde, eserini Kur’an’ın muhkem âyetlerini müteşâbihlerinden ayırmak ve bunların doğru şekilde anlaşılmasını sağlamak amacıyla kaleme aldığını belirtmekle beraber (s. 38-39) adıyla ilgili herhangi bir beyanda bulunmamaktadır. Tenzîhü’l-Ḳurʾân ʿani’l-meṭâʿin adlı eserinin mukaddimesinde Kur’an’ın muhkem ve müteşâbihlerini ayırmak üzere mushaf tertibine göre bir kitap yazdığını, burada müteşâbih âyetlerin mânalarını ve bazı kişilerin hataya düşme sebeplerini açıkladığını belirtmekte (s. 7), el-Muġnî’de ise Kitâbü’l-Müteşâbih (XVI, 395) ve Beyânü’l-müteşâbih fi’l-Ḳurʾân (XX/2, s. 258) adlı eserine atıfta bulunmaktadır. Hâkim el-Cüşemî, Şerḥu’l-ʿUyûn’da (s. 369) onun eserlerini sıralarken Müteşâbihü’l-Ḳurʾân’a da yer vermektedir. el-Muġnî ve Tenzîhü’l-Ḳurʾân’daki ifadelerinden müellifin Müteşâbihü’l-Ḳurʾân’ı hayatının erken dönemlerinde kaleme aldığı anlaşılmaktadır.
Müteşâbihü’l-Ḳurʾân iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısmın başında, eserde ele alınacak âyetlerde müellifin tartışmalı gördüğü konuları “mesele” başlığı altında incelediği on iki maddelik bir giriş bulunmakta (s. 1-39) ve bu kısım Yûsuf sûresinin ilgili âyetlerinin incelenmesiyle sona ermektedir (s. 398). Ra‘d sûresiyle başlayan ikinci kısım mushafın sonuna kadar devam etmektedir (s. 709). Ardından gelen hâtimenin (s. 711-738) başında, müellif cebir taraftarlarının ileri sürdükleri görüşlere mesnet olmak üzere tutundukları âyetlerin zâhirî mânalarının kendilerini desteklemediği şeklinde kitabının ilk sayfalarında verdiği hükmü yeterince açıkladığını ve bu husustaki izahlarının tefsire dair eserlere dayandığını belirtir. Daha sonra on altı mesele halinde ilcâ (icbâr), teklif, lutuf, mefsedet, tevfik, hızlân, dua gibi konularda Mu‘tezile’nin görüşlerini özetler ve bunların kitabın anlaşılabilmesi için gerekli olduğunu söyler. Böylece eser müteşâbih âyetlerin zikredildiği ve te’villerinin yapıldığı 905 mesele ile tamamlanır.
Kādî Abdülcebbâr zâhirî mânaları tevhid ve adalet ilkelerine uygun düşen âyetleri muhkem, bunlara aykırı görünenleri müteşâbih kabul eder. Müteşâbih âyetleri mushaf tertibi içinde ele alarak kendi mezhebinin prensipleri istikametinde değerlendirir, düşüncelerine aykırı bulduğu görüşlere cevap vermek üzere değişik yöntemlerle te’viller yapar. Bu yöntemlerden biri Kur’an’ı Kur’an’la yorumlamaktır. Tevhid ve adlin gerekliliği çerçevesinde Kur’an’ın delil oluşu aklî bir bilgiye dayanması ile mümkündür. Aksi takdirde bir kısır döngü oluşur (s. 7-8). İkinci yöntem müteşâbihlerin aklî delillere başvurularak açıklanması şeklidir. İslâm âlimlerinin Kur’an’da anlamsız herhangi bir şey bulunmadığı, onda mevcut her âyetin mutlaka bir mânaya delâlet ettiği, muhkemi veya müteşâbihiyle birlikte bütün âyetlerin aklî delile uygun biçimde anlaşılması gerektiği konusundaki görüş birliğine dikkat çekerek ilâhî hitaptaki kasd ve muradın bilinmesinde aklın rolüne büyük önem atfeder. İlâhî hitabın bu yolla anlaşılması sırasında ileri sürülebilecek “keyfî tutum” eleştirilerine karşı “dil dışı karîneler” olarak vasıflandırdığı Hz. Peygamber’in açıklamaları ve ulemânın icmâı gibi hususları dile getirir.
Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, Mu‘tezile’nin kullandığı kelâm terimlerinin ve diğer mezheplerle görüş farklılıklarının sıkça vurgulandığı bir eserdir. Kādî Abdülcebbâr, bu kitabını kaleme alırken tefsir alanında yazılmış eserlere dayandığını belirtmekle birlikte isim vermemektedir. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, onun el-Muḥîṭ adlı tefsirini Eş‘arî’nin tefsirinden hareketle yazdığını kaydetmektedir (el-ʿAvâṣım, s. 97). Ancak Müteşâbihü’l-Ḳurʾân’ın nâşiri Adnân Muhammed Zerzûr, bu görüşü isabetli bulmayarak Kādî’nın diğer eserlerinde olduğu gibi bunda da Ebû Ali el-Cübbâî’den faydalanabileceğini, hatta Eş‘arî tefsirinin de bu şekilde telif edilmiş olabileceğini söylemektedir (neşredenin girişi, s. 30-34). Müellifin Müteşâbihü’l-Ḳurʾân’da Eş‘arî’nin adını hiç zikretmezken otuz yedi yerde Ebû Ali’ye atıfta bulunması da (meselâ bk. s. 55, 100, 129, 172, 190, 322) bu görüşü desteklemektedir. Kādî Abdülcebbâr’dan sonra bu konuda yazılmış eserler onun bu yönteminden uzak görünmektedir. Nitekim İbnü’l-Lebbân’ın Müteşâbihü’l-Ḳurʾân’ı, Fahreddin er-Râzî’nin Esâsü’t-taḳdîs’i ve İbn Teymiyye’nin el-İklîl fi’l-müteşâbih ve’t-teʾvîl’inde Kur’an’da yer alan bütün müteşâbih âyetlerin değil sadece ilâhî sıfatlarla ilgili olanların ele alındığı görülür. Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, Adnân Muhammed Zerzûr tarafından Yemen’de bulunan iki yazma nüshasına dayanılarak geniş bir mukaddime ve çeşitli indekslerle birlikte yayımlanmıştır (Kahire 1969).

