Paraceratherium, Erken Miyosen'den Geç Oligosen'e uzanan dönemde yaşamış, soyu tükenmiş bir dev perissodaktil (tek toynaklı) memeli cinsidir. Genellikle şimdiye dek yaşamış en büyük kara memelisi olarak kabul edilir. Bu dev hayvanın kalıntıları özellikle Asya'da; Çin, Moğolistan, Kazakistan, Pakistan ve Türkiye gibi bölgelerde bulunmuştur. İlk olarak 1911 yılında C. Forster-Cooper tarafından tanımlanan Paraceratherium, Indricotheriinae altfamilyasına ait olup Rhinocerotoidea üstfamilyasında sınıflandırılır.
Sistematik Paleontoloji ve Türler
Paraceratherium, Paraceratheriidae familyasının en tanınmış cinsidir. Cinsin bilinen türleri arasında P. bugtiense, P. grangeri, P. huangheense, P. asiaticum, P. lepidum ve en son tanımlanan P. linxiaense yer alır. Türler, başlıca kraniyal ve dental morfolojik özelliklerine göre birbirinden ayrılır. Özellikle P. linxiaense, şimdiye dek keşfedilmiş en türemiş (derived) tür olarak tanımlanmıştır ve P. lepidum ile yakın evrimsel ilişki taşır.
Davranışsal Özellikler
Paraceratherium’un davranışları hakkında doğrudan fosil kanıtlar bulunmamakla birlikte, kraniyal morfolojisi, postkraniyal anatomi ve yaşadığı çevresel koşullar üzerinden bazı olasılıklar değerlendirilebilir:
Uzun boyun, yüksek kafatası yapısı ve üstte konumlanan burun çentiği gibi özellikler, bu hayvanın yüksek ağaç dallarından yaprak ve sürgün tükettiğini düşündürmektedir. Burun yapısının düz ve çukur olması, kısa bir hortum benzeri yapının gelişmiş olabileceğini ve bunun yaprakları kavramada işlevsel kullanıldığını düşündürür. Bu da onu, günümüz gergedanlarından farklı olarak zürafa benzeri tarayıcı (browser) bir otçul olarak konumlandırır.
Sosyal yapıya dair doğrudan delil bulunmasa da, günümüz büyük otçullarıyla karşılaştırıldığında Paraceratherium’un muhtemelen yalnız ya da küçük gruplar hâlinde dolaşan bir tür olduğu varsayılabilir. Fosil alanlarında genellikle bireysel kalıntılara rastlanması, toplu sürü davranışının yaygın olmadığına işaret edebilir.
Postkraniyal yapı, özellikle uzun ve görece hafif bacak kemikleri ile güçlü servikal omurlar, Paraceratherium’un iri cüssesine rağmen uzun mesafeleri yürüyerek geçebilen bir yapıya sahip olduğunu düşündürmektedir. Bu durum, geniş alanlarda yiyecek aramak için göç etmeye yatkın olabileceğini de destekler.
Aşırı büyük vücut ölçüleri, Paraceratherium’u dönemin yırtıcılarından koruyan en temel savunma mekanizmasıydı. Yetişkin bireylerin doğal düşmanlarının çok az olduğu, ancak yavruların tehdit altında olabileceği öne sürülmektedir.
Morfoloji ve Anatomi
Paraceratherium’un vücut boyutları olağanüstü büyüktür. Tahmini omuz yüksekliği 4.8 metreye, uzunluğu ise 7.4 metreye ulaşır. Ağırlığının 15 ila 20 ton arasında olduğu öne sürülmektedir. Uzun bacaklar ve uzun boyun, yüksek bitki örtüsüne ulaşabilmesini sağlamıştır.
Kafatası, uzun ve dar yapısıyla karakterizedir. En belirgin özelliklerinden biri, öne doğru uzamış ve aşağı kıvrılmış olan ön dişlerdir. P. bugtiense’de bu dişler, dışarı doğru çıkık ve aşağı kıvrılmış bir çift büyük kesici dişe dönüşmüştür. Diş formülü genellikle 1.0.3.3/1.0.3.3 şeklindedir. P. linxiaense gibi daha gelişmiş türlerde burun çentiği oldukça derindir ve nazal yapı düzleşmiştir.
Uzun boyun, modifiye atlas ve axis omurlarıyla desteklenmiştir. Boyundaki esneklik, özellikle P. linxiaense’de daha belirgindir. Bacak kemikleri uzun fakat orantılı olarak hafif yapılıdır; bu da hayvanın iri olmasına rağmen görece çevik hareket etmesini sağlamış olabilir.
Yayılım ve Fosil Kayıtları
Paraceratherium fosilleri başlıca Çin, Moğolistan, Kazakistan, Pakistan, Türkiye ve Kafkaslar’da bulunmuştur. Pakistan’daki Bugti bölgesi, P. bugtiense’nin en iyi örneklerinin çıkarıldığı yerdir. Türkiye’de ise Kağızman-Tuzluca Havzası’nda bu cinse ait ekstremite kemikleri bulunmuş ve bu da coğrafi yayılımının daha önce sanılandan geniş olduğunu göstermiştir.
Evrimsel İlişkiler
Filogenetik analizlere göre Paraceratherium, Eosen’de yaşayan Juxia’dan evrimleşmiştir. Cinsin diğer yakın akrabaları arasında Aralotherium, Dzungariotherium ve Turpanotherium yer alır. Bu cinsler arasında yapılan analizler, Paraceratherium’un Orta Asya'da ortaya çıktığını ve Tibet Platosu’ndan geçerek Güney Asya’ya doğru yayıldığını göstermektedir.
Ekolojik ve Paleocoğrafik Bağlam
Paraceratherium’un yaşadığı dönemde Asya, açık ormanlarla ve karma otlaklarla kaplıydı. Bu ortamlar, iri otçullar için uygun beslenme alanları sunuyordu. Fosillerin bulunduğu formasyonlar (örneğin Jiaozigou Formasyonu ve Güngörmez Formasyonu), alüvyonlu ve nehir deltası gibi zengin tortul ortamları temsil eder. Türkiye'deki Tuzluca havzasında bulunan kalıntılar, bölgenin geç Oligosen’de ılıman ve nemli bir iklime sahip olduğunu göstermektedir.
Soyunun Tükenişi
Paraceratherium cinsinin soyu, Oligosen sonlarına doğru tükenmiştir. Türlerin son temsilcilerinin yaklaşık 23 ila 26 milyon yıl önce yaşadığı düşünülmektedir. Fosil kayıtlarına göre Paraceratherium, özellikle Oligosen döneminin sonlarında Tibet Platosu’nun kuzeyinde ve Orta Asya'da yaygındı. Ancak bu dönemin sonlarına doğru, tür çeşitliliği ve yayılım alanı azalmaya başlamıştır.
Soylarının tükenişine dair kesin nedenler bilinmemekle birlikte, bu olayın birkaç olası çevresel ve ekolojik etkenle ilişkili olduğu düşünülmektedir:
- İklim Değişikliği: Oligosen döneminin sonunda Asya'nın birçok bölgesinde iklimsel soğuma ve kuraklaşma yaşanmıştır. Açık ormanlık alanların azalması, Paraceratherium’un yaşam alanlarını daraltmış olabilir.
- Coğrafi Engeller ve Dağ Oluşumu: Himalaya dağlarının yükselmesi ve Tibet Platosu’nun jeolojik olarak daha az geçilebilir hâle gelmesi, cinsin yayılımını sınırlamış olabilir.
- Besin Rekabeti ve Ekolojik Baskılar: Bu dev otçulların besin gereksinimi oldukça yüksekti. Yeni gelişen otlak ekosistemlerinde daha küçük ve çevik otçulların avantaj kazanması, Paraceratherium gibi büyük türlerin dezavantajlı duruma düşmesine yol açmış olabilir.
Son fosil örneklerinin tarihleri, bu hayvanların geç Oligosen’de yok olduklarını ve Neojen’e ulaşamadıklarını göstermektedir. Daha sonraki dönemlerde Paraceratherium'a benzer ölçekte kara memelileri evrimleşmemiştir, bu da onların ekolojik olarak oldukça özel bir niş doldurduklarını göstermektedir.


