Sultan II. Bayezid'in en küçük oğlu olan Selim, Amasya'da dünyaya geldi. Annesi Dulkadırlı Beyi Alâüddevle Bozkurt'un kızı Ayşe Hatun'dur. Şehzadelerin sancak beyi tayin edilerek idarecilikte yetiştirilmeleri usulünce Trabzon'a gönderildi, 1487-1510 yılı arasında yirmi dört yıl Trabzon'da sancak beyliği yaptı. Burada geçirdiği yıllar ona ileride kısa sürecek saltanat dönemi için çok önemli tecrübeler kazandırdı. Sancak beyi olarak sınır boylarındaki gelişmeleri, özellikle Gürcü prensliklerinin ve Osmanlı Devleti için büyük bir siyasî-dinî mesele oluşturacak olan Şah İsmâil'in faaliyetlerini dikkatle takip ederek onlar üzerine seferler düzenledi.
Selim sadece dışarıdan gelen tehditlerle meşgul olmayıp tahtın en ciddi adayı durumundaki ağabeyi Şehzade Ahmed ile de rekabete girişti. Sultan II. Bayezid'in hastalığının artması ve Şehzade Ahmed'in taht için harekete geçtiği söylentileri çoğalınca, Trabzon'dan Kefe'ye geçip burada Kırım hanı ve Rumeli'deki beyler ile temas kurarak taraftar topladı. Kefe'den dönmesi için kendisine gönderilen Molla Sarıgörez Nûreddin Efendi'ye, isteğinin babasının duasını almak için İstanbul'a gitmek olduğunu bildirerek ayrıca Rumeli'den bir sancak talebinde bulundu. Bunun üzerine kendisine Semendire sancağı verildiği gibi Şehzade Ahmed'in tahta çıkarılmayacağı da taahhüt edildi.
Fakat Şehzade Ahmed'in de İstanbul'a çağrıldığını öğrenince yolunu Edirne'ye doğru yöneltti, bunun üzerine Kefe'nin kendisine verildiği, yetmezse Kili ve Akkirman gelirlerinin bir kısmının da ekleneceği bildirildi. Kararından vazgeçmeyen Selim yanındaki 3000 kişi ile Çorlu yakınlarında II. Bayezid'e ait kuvvetlerin ani bir saldırısıyla karşılaşınca geri çekilerek Kefe'ye dönmek zorunda kaldı (3 Ağustos 1511). Şehzade Ahmed'in Şahkulu isyanını bastırmakta başarısız olması, Anadolu Beylerbeyi Karagöz Paşa ve Veziriazam Hadım Ali Paşa'nın isyanları bastırmak isterken öldürülmeleri Selim'in yeniçerilerin desteğini kazanmasını sağladı, Üsküdar'a kadar gelmiş olan Ahmed şehre giremedi. Bu sırada Selim Asâkir-i Mansûre serdarlığına tayin edilerek İstanbul'a çağrıldı. Ardından II. Bayezid, baskılar karşısında tahtından oğlu lehine feragat etmeye mecbur kaldı ve 24 Nisan 1512 tarihinde I. Selim dokuzuncu Osmanlı hükümdarı olarak tahta çıktı.
Tahta çıkınca kardeşlerini ve yeğenlerini etkisiz hale getirme işine Şehzade Ahmed ile başladı. Tarihçilerin küçük kıyamet olarak adlandırdığı kardeş kavgalarının ardından dikkatini dış tehditlere yöneltti. Bu sırada Safevî Sultanı Şah İsmâil Anadolu'da birçok taraftar kazanarak Osmanlı Devleti'ne karşı ciddi bir tehdit haline geldi.
Osmanlı ve Safevî ordularının 23 Ağustos 1514 tarihinde Çaldıran ovasında karşı karşıya geldikleri savaşta Safevî ordusu bozguna uğrayınca Şah İsmâil geri çekilmek zorunda kaldı. Selim, ilerleyişine devam ederek Tebriz'e girdi ve 6 Eylül sabahı hutbe okutarak İran'da hakimiyetini ilan etti.
Ardından İstanbul'a döndü, sonra da Edirne'ye geçti. Burada iken Hicaz seferine karar verdi. 24 Ağustos 1516 tarihinde Memlükler'le Mercidâbık ovasında meydana gelen savaşta Memlük ordusu mağlup edildi. Daha sonra Mısır seferi (15 Şubat 1517) olarak tarihe geçen Ridâniye mevkiinde yapılan savaşta Memlük ordusunu dağıttı. Bu savaşın ardından Kahire'nin kapıları Sultan Selim'e açıldı. 25 Temmuz'da İstanbul'a dönen padişah, buradan da Edirne'ye geçti. Batı'ya yapmayı planladığı bir seferin hazırlıklarını sürdürürken sırtında çıkan büyük bir ur sebebiyle 21-22 Eylül 1520 tarihinde vefat etti.
Devlet işlerinde disiplinli kararlı ve sert bir mizaca sahip olan Yavuz Sultan Selim, çocukluğunda diğer Osmanlı şehzadeleri gibi iyi bir eğitimden geçirilmiş; Halîmî Çelebi, Mustafa Muslihuddin Efendi, Şeyh Hamdullah ve Molla Muhyiddin'den dersler almıştır. İlme meraklı ve âlime değer veren bir kişiliğe sahiptir. Sohbet meclislerinde; Zenbilli Ali Efendi, Kemalpaşazâde, İdrîs-i Bitlisî, hocası Halîmî Çelebi gibi âlimleri ve Tâcîzâde Câfer Çelebi, Ahî Benli Hasan, Revânî gibi şairleri bulunduran ve onlarla ilmî ve edebî sohbetler yapan Selim, bizzat şiirle meşgul olmuş ve Farsça şiirlerinden oluşan bir divan tertip etmiştir. Çeşitli kaynaklarda okumaya meraklı olduğu, sık sık Vassâf Tarihi'ni okuduğu, sefere çıktığında dahi seyyar kütüphanesini yanında götürdüğü belirtilir. Mısır seferindeyken şair ve müzisyen İbn Tağrîberdî'nin en-Nücûmü'z-Zâhire isimli eserini, Kemalpaşazâde'ye tercüme ettirmiş, menzillerde parça parça kendisine takdim edilen bu tercümeleri okumuştur. İbn Kemal'in atının sıçrattığı çamurlarla kirlenen kaftanının ilim adamlarına duyduğu hürmeti göstermek üzere öldüğünde sandukası üzerine konulmasını vasiyet etmesi de onun şahsiyet özelliğini gösteren bir örnektir. Bu kaftan günümüzde Yavuz'un sandukası üzerinde bulunmaktadır.
Bütün İslam devletlerinde olduğu gibi Osmanlılar'da da ilmin merkezinde medreseler vardır. Yavuz Sultan Selim döneminde Câfer Çelebi Medresesi (İstanbul), Defterdar Ahmed Medresesi (İstanbul), Cezerî Kasım Paşa Medresesi (İstanbul), Hatuniye Medresesi (Manisa), Kürkçübaşı Medresesi (İstanbul) gibi sekiz medrese tesis edilmiştir.
Yavuz Sultan Selim Çaldıran zaferinden sonra, 1000 kadar ilim ve sanat ehlini Tebriz'den İstanbul'a getirmiştir. Bunların çoğu, Şah İsmâil'in Horasan'dan Tebriz'e getirdiği Türk asıllı âlim ve sanatkârlardır. Amacı bu sayede Osmanlı sanatkârlarını yetiştirmek, Osmanlı kültürünün gelişmesini sağlamaktır.
Yavuz'un Tebriz'den İstanbul'a getirdiği şahsiyetlerden en önemlisi, hiç şüphesiz Horasan Hükümdarı Hüseyin Baykara'nın oğlu ve halefi olan Bedîüzzaman Mirza'dır. Diğer sanatkârlar arasında İsfahanlı Hafız Mehmed ve oğlu Hasan Can ile devrin ünlü üstatlarından Nâyî Şeyh Murad, Neyzen İmamkulu, Kanûnî Şahmeran, daireci Maksud, kemençe üstadı Şah Kulu, büyük musikişinaslardan Fehmî ve iyi kopuz çalan Sâgarî de vardır.
Yavuz Sultan Selim döneminde telif ve tercümeye çalışmalarına önem verilerek İslam coğrafyacılarının eserleri tercüme edilmiştir. Pîrî Reis de Hint ve Çin denizlerinin haritalarını çizerek Mısır'da Yavuz Sultan Selim'e sunmuştur. Tıp ilmi ile ilgili olarak dönemin âlimlerinden Halîmî, Kasımiye adlı eserini, sultanın hekimbaşılığını yapan ve onun ölümüne sebep olan şîrpençeyi tedavi etmeye çalışan Ahî Ahmed Çelebi ise on bölümden oluşan ve böbrek ile mesane hastalıklarını ele alan Risâle-i Hasâtü'l-Kilye ve'l-Mesâne adlı eserini telif etmiştir. Ahî Çelebi, ayrıca İbn Sînâ'nın meşhur Kanûn isimli eserinin kısaltılmasıyla oluşturulan İbnü'n-Nefîs'in Mûcez'ini Türkçe'ye tercüme etmiştir.
Osmanlı tarih yazıcılığında bir padişahın dönemini ele alan ve o padişahın adını taşıyan eserler, Yavuz Sultan Selim dönemi ile birlikte başlamıştır. Yavuz Sultan Selim devrinin tipik gazavatname örnekleri olan ve "Selimnâme" olarak adlandırılan bu tarih yazımı ve isimlendirme Kanûnî Sultan Süleyman ve II. Selim dönemlerinde de sürmüş, ancak sonraki padişahlar döneminde devamı gelmemiştir.
Selimnâme'nin yazımına bizzat Yavuz Sultan Selim'in emri üzerine İdrîs-i Bitlisî tarafından başlanmıştır. Farsça olarak Selîmşâhnâme adını taşıyan bu eserde müellifin hayatında tamamlanamamış müsvedde halindeki notları kısmen kaybolmuş, eksikler Kanûnî Sultan Süleyman'ın emriyle müellifin oğlu Ebülfazl Mehmed Efendi tarafından 1567 yılında ikmal edilmiştir.
Günümüze ulaşabilen yirmi civarında Selimnâme bulunmaktadır. Bunların sadece ikisi II. Selim dönemine, diğerleri I. Selim dönemine aittir. İçerik itibariyle Selim'in şehzadeliği dönemi faaliyetleriyle başlayıp, Mısır seferi ile sona eren bu eserler, hükümdarla birlikte seferlere katılmış saray çevresinden kişiler tarafından ya da birinci derecede kaynaklara dayanarak yazılmış oldukları için birer vesika durumunda olup tarihî değerleri oldukça yüksektir. Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferine katılan Sücûdî'nin, silahdar kâtibi olması sebebiyle savaşta kullanılan silahlar hakkında verdiği bilgileri, Muhyî'nin Çaldıran Savaşı'nda ölen askerler için günümüz şehitliklerine benzeyen bir amûd (direk) dikildiğini bildirmesi, İbn Kemal'in, Şahkulu Baba Tekeli hadisesi hakkında başka kroniklerde bulunmayan anlatımları ve İdrîs-i Bitlisî ile Celalzâde'nin devlet görevlisi olmaları hasebiyle verdikleri bilgiler selimnâmelerin kıymetini arttıran hususlardır. Bunlara ilaveten bu eserlerde devlet yönetimi, atamalar, saray, Osmanlı coğrafyası, gelenekler, kültürel yapı, ordunun durumu, kullanılan silahlar, savaş taktikleri, hükümdarın ruh hali, dil, edebiyat, folklor gibi konularda da oldukça kıymetli bilgiler yer almaktadır.
Selimnâmelerin büyük ekseriyeti makale, lisansüstü tez veya kitap şeklinde yayımlanarak bilim dünyasına kazandırılmıştır. Ayrıca varlığını bildiğimiz halde henüz ortaya çıkarılamamış selimnâmeler de bulunmaktadır.