Genel olarak insanların ya da belli grupların çıkarlarını korumak amaçlı gayriresmî meşru örgütlenmeleri şeklinde kabul edilen sivil toplum tabiri, zaman içerisinde "şehir hayatı"nın getirdiği haklar ve yükümlülükleri ifade etmek üzere civil (medenî) kelimesinin yerini tutmuştur. Avrupa'da klasik Ortaçağ düzeni yerine "modern" bir hayatın kurulmaya başlandığı XVII ve XVIII. yüzyıllarda ise hürriyetleri ifade eden bir anlam kazanmıştır.
Sivil toplum kavramı, çoğulcu sivil toplum, asgari devletçi sivil toplum, katılımcı sivil toplum olmak üzere üç farklı kuramsal çerçevede yorumlanır ve kamusal alan, mahremiyet ve yasallık olmak üzere üç boyutlu bir sahada varlık gösterdiği kabul edilir.
Sivil toplumun tarihsel gelişimi dört aşamadan geçmiştir: Klasik evre; sivil toplum-devlet ayrılığının ortaya çıktığı dönemi temsil ederken; devlete karşı evre; toplumların bağımsızlıklarını savunduğu dönemi ifade eder. Devletin güçlendiği evre; sivil toplumun özgürlüğünün sınırlanmasını işaret ederken, bağımsız bir sivil toplumu koruma düşüncesinin geliştiği evre; devlet düzenleyiciliğinin sivil toplumu kısıtlayacağı endişesiyle ortaya çıkan çoğulcu, gönüllü örgütlenmeye dayalı evreyi temsil eder.
Sivil toplum XX. yüzyılın ikinci yarısında çeşitli açılardan yoğun tartışmalara konu olmuştur. Bu kavram ilgili kuruluşların (STK) artan rolü ve dünya çapındaki gelişmeler bağlamında, demokratikleşme ve hesap verilebilirlik, küreselleşme ve uluslararası kuruluşlar, Avrupa Birliği üyelik süreci, bilgi çağı ve ağ toplumu, büyüme ve kalkınma, eğitim, sağlık, güvenlik, göç ve çok kültürlülük, iklim krizi ve sürdürülebilirlik gibi ana başlıklar altında ele alınmıştır. Modern toplumlarda sivil toplum, devletten farklı bir anlam sistemi, tanımlama, değer, program ve söylemler geliştirebilecek bir imkân alanı olarak görülür. Ayrıca ekonomik, ideolojik ve örgütsel kapasiteye sahip olan sosyal grupların varlığı ile özdeşleştirilir. Sosyal gruplar gerekirse resmî ideolojinin politikalarını yeniden oluşturacak, değiştirecek ya da sınırlayacak gücü temsil ederler.
Özellikle II. Dünya Savaşı'ndan sonra oluşan yeni toplumsal hayatta, "sivil toplum kuruluşları" toplumsal sorunları gönüllü olarak üstlenmeyi hedefleyen teşkilatlanmalar olarak öne çıkmışlardır. Bir oluşumun sivil toplum kuruluşları olarak değerlendirilebilmesi için gönüllülük, kâr amacı gütmemek, siyasal iktidarı ele geçirme arzusu taşımamak gibi ilkeleri bulunması gerekir. Ayrıca süreklilik, öz yönetim, kamu yönetiminin bir parçası olmama, sivil çıkarı esas alma niteliklerini de taşımalıdır. Sivil toplum kuruluşları amaçları, kurumsal yapıları, faaliyet alanları, kurucuları, büyüklükleri, yapılanmaları vb. bakımlardan farklı şekillerde tasnif edilir. Mahalle düzeyinde daha dar bir alanda örgütlenen ve faaliyet gösteren toplum tabanlı organizasyonlar, uluslararası ya da yarı devlet destekli organizasyonlar en çok bilinenlerdir.
Türkiye'de Batılı anlamda bir sivil toplum düşüncesinin gündeme gelmesi büyük ölçüde 1960'ların sonrasındadır. Bu noktada özellikle İdris Küçükömer'in açtığı teorik tartışmalara Şerif Mardin de ciddi katkı yapmıştır. Küçükömer'in sivil toplum tartışması aslında Osmanlı toplumunu anlamaya yönelik bir çabanın ürünüdür. Küçükömer, Türkiye toplumunu daha iyi anlayabilmek için "Asya tipi üretim tarzı" düşüncesine yeni bir boyut kazandırarak, Osmanlı toplumundaki vakıf ve meslek loncalarının sivil toplum olup olmayacağı yönünde tartışmalar başlatmıştır. 1970'lerin sonlarına kadar geniş çevrelerde ele alınan bu tezlerin ana hedefi, Osmanlı toplumsal yapısından hareketle Türkiye toplumu ve mevcut ekonomik, sosyal düzenin anlaşılması olmuştur.
Türkiye'de sivil toplum konusunda geliştirilen "sol tezler", daha çok A. Gramsci çizgisinde sivil toplumun siyasal toplumu aşındıracak kadar genişleyeceğini düşünürken liberal tezin aynı zamanda mülkiyet ilişkilerini ve sınıf çatışmalarını gizlediğini de öne sürmektedirler. Sivil toplumcu "sağ tezler" ise devleti yeni baştan düşünmek yerine, bütün dikkati toplumsal düzeye çevirmiş görünmektedirler.
Sivil toplumun, kastedilen anlamda modern bir oluşum olduğuna fazla dikkat etmeksizin, İslamiyet öncesi Türk toplumlarında "sivil toplum"un varlığından ve hayli işlevsel olduğundan bahsedenler olmuştur. Keza Türkler'in İslam'ı kabulüyle oluşan toplumsal hayattaki bazı kurumların da sivil toplum benzeri yapılar olduğu, mesela Osmanlı toplumundaki lonca ve ahî kurumlarının bir tür sivil toplum olduğu iddia edilmiştir. Osmanlı geleneğindeki vakıflar da bazılarına göre bir tür sivil toplum kuruluşu olarak kabul edilebilmektedir. Nitekim bu kurumlar, sivil toplum kuruluşlarının ayırıcı özelliği olan "katılım, özveri ve diğerkâmlık" kavramlarını taşımaktadır. Hedefleri, topluma hizmet etmektir ve bunun karşısında maddi bir beklentileri yoktur.
Geleneksel mânada sivil toplum, yaygın bir şekilde askerî toplumun karşılığı olarak algılanır. Buna karşın bazı araştırmacılar Batılı anlamda sivil toplum kavramının, İslam'ın temel yaklaşımına ters düştüğünü ve dolayısıyla İslam toplumlarında ve özelde Cumhuriyet öncesi Türkiye'sinde bir sivil toplumdan bahsetmenin mümkün olmadığını ileri sürmüşlerdir. Türkiye'de Batılı anlamda sivil toplum girişimlerinin geçmişi XIX. yüzyıla dayanır. 1820-30'larda Türk-müslüman gruplar dışında, genellikle kiliseler çevresinde gayrimüslim grupların içinden çıkan, kiliselere alternatif eğitim, dayanışma, yardımlaşma inisiyatifleri ya da cemiyetleri biçiminde başlayan sivil hareketler 1850'lerde saray çevresindeki bilim ve yardım kuruluşlarıyla gelişmiştir. 1870'lerin sonundan itibaren yükselişe geçen bu pratikler farklılaşarak ve dönüşerek Cumhuriyet dönemine intikal etmiştir.
Cumhuriyet Türkiyesi'nin sivil toplum tarihi dört karakteristik döneme ayrılır: Devletin bireyden önce geldiği 1960 öncesi dönem, kısmî özgürlük alanlarının açıldığı 1960-1980 yılları arası dönem, sivil toplumun itibar kazandığı 1980-2000 yılları arası dönem ve sivil toplum anlayışının yaygınlaştığı, derinleştiği ve güçlendiği 2000 yılı sonrası dönemlerdir. 1990'ların ortalarında Tarih Vakfı'nın söz konusu olgu ile ilgili tartışmaları, üzerinde fikir birliği olan bir kavrama kavuşturmak amacıyla birçok sivil toplum kuruluşu yetkilisi ve akademisyenin katılımıyla yaptığı çalışma neticesinde "sivil toplum kuruluşları" (STK) kavramı kamuoyuna sunulmuş, büyük oranda kabul görmüş ve yaygınlaşmıştır.
Hayatın hemen her alanıyla ilgili faaliyetlerde bulunan sivil toplum kuruluşlarının en yaygın hizmet kalemlerinin başında eğitim gelir. UNESCO tarafından 1993 yılında Delhi'de düzenlenen uluslararası konferans sonunda yayımlanan bildiride "eğitimin bir sosyal sorumluluk süreci olduğu ve bu süreçte devletin, ailelerin, toplumun, hükümet dışı oluşumların iş birliği ile" yürütülebileceği belirtilmiştir. Eğitimde başaktör olan devlet, öncelikle gelişmiş ülkelerde ve zamanla az gelişmiş ülkelerde eğitim sürecine hükümet dışı unsurları yasal olarak dahil etmeye başlamışlardır.
Sivil toplum kuruluşlarıyla eğitim sistemi iş birliğinin eğitime doğrudan yüksek katkısı bulunmaktadır. Bu, yüksek katılım, geniş kaynak ve etki gücü ile yüksek etkililik ve verimlilik olarak özetlenebilir. Ayrıca toplum ve devlet iş birliği sivil enerjinin verimli kullanılmasını sağlamanın yanı sıra demokratikleşmeye de yardımcı olur. Bununla birlikte sivil toplum kuruluşlarıyla eğitim iş birliği, bazı sorunlara yol açabilir. Bu sorunlar arasında yeteneklerin yanlış veya eksik kullanılması, yetersiz katılımın etki ve verimliliği azaltması, eğitim sisteminin dış fonlara bağımlı hale gelmesi ve farklı yerlerde uygulama ve idame zorluğu yer almaktadır.
Sivil toplum kuruluşları-eğitim ilişkisi bir iş birliği süreci olarak kabul edilmektedir. İş birliği "eş olma durumu", ortak "aynı eylemi paylaşan kişi" olarak tanımlanabilir. Aynı eylemde hem kurumsal hem de bireysel olarak birlikte olma durumu başat rol oynamaktadır. Her ne kadar iş birliği, iş birliği yapanlar arasında eşitlik gerektirir gibi görünse de sivil toplum kuruluşları-eğitim iş birliğinde çoğu zaman eşitlik gözlenmemektedir. Birçok ülkede kimi zaman sivil toplum kuruluşları kimi zaman da devlet büyük ortak konumundadır. İş birliği ile ilişkili diğer bir terim de katılımdır. İş birliği ile katılım arasındaki temel fark ise iş birliğinde eşit ya da eşite yakın bir ilişki ve sorumluluk paylaşımı varken katılımda büyük ortağın eylemini yürütme yardımcısı rolü vardır.
XXI. yüzyılın ilk çeyreğinde sivil toplum kuruluşlarının eğitim süreçlerinde yoğun bir şekilde yer alması üç temel sebebe bağlanmaktadır: Neo-liberal düşünce sivil toplum kuruluşlarının sağlık, eğitim gibi sosyal hizmet alanlarında etkin olmalarını gerekli kılmaktadır. Çünkü neo-liberal düşünce çoğu zaman yetersiz ve bozucu bir etkide bulunan devletin küçültülmesini ve toplumun işlevselliğini arttırmasını gerektirmektedir. İkinci olarak, sivil toplum kuruluşlarının sosyal hizmet alanlarında daha fazla sorumluluk alabileceği ve yerel/bölgesel ihtiyaçları devlete göre daha etkili ve hızlı karşılayabileceği kabul edilmektedir. Son olarak ise sivil toplum kuruluşları karar süreçlerine yerel katılımı sağlayarak ve kırsal kesimde yaşayan alt gelir grubuna mensup halkların haklarını savunma imkânı oluşturmasıyla demokrasinin yaygınlaşmasına da zemin hazırlamaktadır.
Sivil toplum kuruluşlarının eğitim alanındaki işlevleri iki ana başlık altında toplanır. İlki, eğitimin tabana yayılması ve eğitim sisteminin aksayan yanlarını telafi niteliğinde küresel ve ulusal düzeyde geliştirilen projelerdir. İkinci başlıkta ise, eğitim politikalarının belirlenmesinde geniş halk kesimlerinin taleplerini hükümetlere ulaştırmak yer alır. Sivil toplum kuruluşlarının eğitim alanında hükümetlerle birlikte yer almasının gerekçeleri arasında deneyim ve uzmanlık paylaşımı, dayanışma, iş bölümü, kaynak sağlama, sahiplenme duygusu, daha geniş alana ulaşma, etkililikte artış ve izleme/değerlendirme gibi faktörler bulunmaktadır.
Türkiye'de sivil toplum kuruluşlarının eğitim alanında faaliyetlerinin sınırlarını anayasa ve Millî Eğitim Temel Kanunu olmak üzere temel yasalar belirler. Bu çerçevede sivil toplum kuruluşları eğitim alanında üç farklı boyutta faaliyette bulunabilirler: Eğitim politikalarının belirlenmesinde baskı grubu olma rolü; eğitim hizmetleri ile ilgili projeler üretme ve yürütme rolü ve doğrudan eğitim hizmeti verme ya da eğitim hizmetine katkıda bulunma rolü. Türkiye'de eğitim alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları beş farklı kategoride özetlenebilir: Örgün eğitimde finans ve proje bazlı çalışmalar yapan kuruluşlar; yaygın eğitimde sosyal, kültürel, meslekî gelişime yönelik hizmetleri bulunan eğitim kurumları; kadınlara, engelli bireylere ve akademik gelişime yönelik destek hizmeti verenler; öğretmenlerle ilgilenen sendika ve dernekler; eğitim politikalarına müdahil olanlar ve son olarak eğitimin finansmanını destekleyen kuruluşlar.
Eğitim hizmetlerinde sivil toplum kuruluşlarının bazıları çeşitli iş birliği modelleriyle faaliyet gösterir. Makro düzeyde, uluslararası, bölgesel ve ulusal iş birlikleri vardır. Uluslararası düzeyde Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası ve Avrupa Birliği gibi kurumlar, projelerin geliştirilmesi ve yürütülmesinde yerel ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği yapar. Bölgesel düzeyde birkaç ülkenin ortak sorunlarına yönelik çalışmalar gerçekleşir. Ulusal düzeyde ise hükümetler, eğitim hizmetlerini toplumun alt kesimlerine ulaştırmak için sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği yapar. Mikro düzeyde okul, öğretmen, öğrenci ve veli düzeylerinde iş birlikleri gerçekleşir. Okul düzeyinde sosyal ve kültürel etkinlikler, öğretmen ve öğrenci düzeyinde eğitim yardımları, veli düzeyinde ise eğitim ve sosyal gelişim için iş birlikleri yapılır. Ancak örgütsel, insanî, malî, psikolojik ve planlamaya ilişkin bazı sorunlar sivil toplum katılımını engeller ya da zorlaştırır.
Türkiye'de eğitim sorunlarıyla pedagojik ve düşünsel düzeyde ilgilenen siyasî, sosyal, kültürel ve bazı eğitim düşünce kuruluşları vardır. Bu oluşumlar da önde gelen eğitim sivil toplum kuruluşları arasına dahil edilebilir (bk. Eğitim Düşünce Kuruluşları).
Eğitim alanında faaliyet gösteren bu kuruluşlar pedagojik, kültürel, sosyal, ekonomik, düşünsel ve politik alanlarda üstlendikleri misyonlarla ayrışmaktadırlar. Sivil toplum kuruluşları eğitim alanındaki misyonlarına göre çok farklı başlıklar altında tasnif edilebilirler. Ancak yaygın ve genel olarak Türkiye'de sivil toplum kuruluşları on alt kategoride değerlendirilebilir: Dezavantajlı gruplara eğitim desteği sağlayan STK'lar (Darüşşafaka Cemiyeti, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı [TEGV], İlim Yayma Cemiyeti vb); erken çocukluk eğitimi ve aile temelli programlar düzenleyen STK'lar (Anne Çocuk Eğitim Vakfı [AÇEV] ve Yaygın Eğitim ve Kültür Derneği [YEKDER]); öğretmenlerin meslekî gelişimine odaklanan STK'lar (Öğretmen Akademisi Vakfı [ÖRAV], Öğretmen Ağı, İstanbul Gönüllü Eğitimciler Derneği [İGEDER]); teknoloji ve dijital dönüşüm alanında projeler geliştiren STK'lar (Türkiye Bilişim Vakfı [TBV], 3T Vakfı vb.); yetişkin eğitimi ve toplumsal farkındalık projeleri yürüten STK'lar (Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı vb.); çevre ve sürdürülebilirlik eğitimi üzerine çalışan STK'lar (TEMA Vakfı, ÇEKÜL Vakfı vb.); afet ve kriz dönemlerinde eğitim desteği sağlayan STK'lar (Hayata Destek Derneği vb.); eğitim politikalarını etkileme ve öğretmen haklarını savunmada aktif rol oynayan dernekler ve öğretmen sendikaları (Eğitim-Birsen; Eğitim-Sen, Okul Yöneticileri Derneği vb.); üniversiteler kurarak ya da burs gibi katkılarla yükseköğretime destek veren vakıflar (Vehbi Koç Vakfı, Sabancı Vakfı, TÜRGEV vb.); politika üretme ve savunuculuk yapan düşünce kuruluşları (Eğitim Reformu Girişimi [ERG], SETA Vakfı, EPAM vb). Bu kuruluşlar; eğitimde fırsat eşitliği sağlamaktan çevresel farkındalık yaratmaya, öğretmenlerin meslekî gelişimini desteklemekten mülteci çocuklara eğitim fırsatları sunmaya kadar geniş bir yelpazede faaliyet göstermektedirler.