logologo
fav gif
Kaydet
viki star outline
Avatar
Ana YazarMehmet ŞEKER18 Nisan 2025 10:20
Yazarı Amasyalı Hüseyin oğlu Ali hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. "Alâeddin Çelebi" diye de anılmaktadır. Vefatı kesin olmamakla beraber 1470 yılı olarak kaydedilmektedir. Tarîku'l-Edeb'den anlaşıldığına göre Yazar Ali Efendi sıbyan mektebi muallimi olmasının yanında, tanınmış bir eğitimcidir. Nitekim Kâtip Çelebi, bu eserin halkın önde gelenlerinin çocukları için kaleme alındığını belirtmektedir. Bursalı Mehmed Tâhir de onun 1423 yılında Amasya sancak beyliğine tayin olunan Yörgüç Paşa'nın oğlu Hızır Bey'in muallimliğini yapmış olduğunu kaydetmektedir. İyi bir eğitim görmüş ve medrese tahsili yapmıştır. Ayrıca Arapça ve Farsça'yı da iyi bildiği, bu dillerden aktardığı şiirlere vukufiyetinden açıkça anlaşılmaktadır. Hatta kendisinin şair olduğunun söylenmesine imkân verecek mısra ve beyitlerindeki yeteneği ve Nesâyihu'l-Müslimîn adlı manzum eseri onun edebiyatla da meşgul olduğunu ortaya koymaktadır. Amasyalı Ali'nin Yâsîn sûresinin tefsirini yazdığı bir başka eseri de vardır.Bir ahlak, davranış ve terbiye kitabı olan Tarîku'l-Edeb'den anlaşıldığına göre, kişilerin eğitimi ailede başlar, okul ve çevresinin iş birliği ile devam eder. Aile ile okul ayrı ayrı birer eğitim kurumudur. Bu kurumlar ve muallimler birbirini tamamlayan ve bütünleyen müesseselerle oralarda görev yapanların özelliklerini ve önemini anlamamıza yardım etmektedir. Eserin ilk bölümü "Ataların mertebelerini beyan eder ve dahi bunların hakların bildirür" adını taşır. İkinci bölümü de "Oğul üzerine atalar ve analar hakkın bildirür" diyerek devam eder. Her iki bölümde ailede ana baba ve çocuk ilişkisi işlenmiştir; müslüman bir kişinin çocuğu doğunca, şu üç görevi yerine getirmesi onun yükümlülüğündedir: Ona güzel bir isim vermelidir. Oğlan ise sünnet ettirmelidir. Okula gönderip okutmalıdır. Müslüman, çocuğunu güzel sözle eğitmelidir. Ona temiz kelime ve söz öğretmeli, kötü ve çirkin sözlerden ve davranışlardan kaçınmasına özen göstermelidir. Bunun yanında, çocuklara tuvaletten çıkınca ellerini yıkamaları, otururken diz üstü oturmaları, misafir ve büyükler gelince ayağa kalkmaları, giderlerken de ayakkabılarını çevirerek kapıyı açıvermeleri gibi âdetleri öğretmelidir. Ayrıca çocuklar, ellerinde bulunan para, yiyecek ve oyuncak gibi şeyleri fakirlerle, yoksullarla veya bir başkasıyla paylaşmaya alıştırılmalıdır. Çocukları küçükken pazara ve sokağa salıvermenin, onların büyüklere mahsus olan yerlere ve kalabalık eğlence mekânlarına gitmelerinin sakıncalı olduğunu belirten yazar, "Oğlancıkdır diyerek haram ve murdar yedirmeyeler kim azabın atası çeker" diye uyarmaktadır. Ebeveynleri yedi yaşına gelince, çocuğu namaz kılmaya alıştırmalıdır. On yaşına kadar, çocukları sofrada kendinden büyük kimselerle birlikte yemeğe başlatmamalıdır. Yemek ve su, önce bu masumlara verilmelidir. Zira onların sabır ve tahammülleri azdır. Erkek çocuklarını, on yaşını geçtikten sonra anaları ve kız kardeşlerinden ayrı yatak odalarında yatırmak gerektiğini tavsiye eden Hüseyin oğlu Ali, bu çocukların kendi kendilerini idare edecek duruma gelinceye kadar, kötü ahlaklı kişilerle arkadaşlık etmemelerine dikkat edilmesi hususu üzerinde özellikle durmakta ve kız çocuklarını fazlaca sevmek gerektiğini, onların sevgiye ve şefkate daha çok muhtaç olduklarına da dikkat çekmektedir.XV. yüzyıl Osmanlı sıbyan mekteplerinde daha çok muallimlerin şahsiyet ve kişiliklerine bağlı bir eğitim öğretim sürdürülmüştür. Bu bakımdan yazara göre muallim, "müttaki ve mütedeyyin, salih ve müteverri, perhizkâr ve müteşerri" olmalıdır. Tecrübeli olgun, ağır başlı ve kendisine güvenilen bir kişiliğe sahip muallimler daha faydalı olur. Muallim olacak kimseler; devlet adamlarına, beylere ve kadınlara karşı zaaf göstermemelidir. Ayrıca muallim, öğrenci yetiştirmekten başka herhangi bir işle uğraşmamalıdır. Çocuklar çarşamba günlerinde tam yetki ile hocaya teslim edilmelidir. Çocuk, muallimine ısınmalı, yakınlık duymalı ve öğrenime yönelmelidir. Bunun için çocuklar velilerinden yüz bulmamalıdırlar. Bu konuda eserde, Yıldırım Bayezid'in oğlu Şehzade Süleyman ile hocası arasındaki ilginç bir misal yer almaktadır: "Şehzade Süleyman hocasından, padişah babasına şikâyetçi olmuş. Bu durum karşısında Yıldırım Bayezid, "Oğlum, yarın varayın, ol dânişmende bir iş kılayın kim işe benzemesin" demiş. Sabah olunca da hocaya haber göndererek şehzade ile kendisinin yanına gelince taviz vermemesini, hatta kendisine de sert davranabileceği bildirmiş. Oğluyla birlikte mektebe gelen padişah, "Bre dânişment, ben sana oğlumu okutmaya virdüm. Sen niçün benüm oğlumu kölelerle beraber döğersin?" deyince, hoca "Sen nesin, oğlun nedir?" deyip hazırladığı sopayı sağa sola sallamaya başlamış. Çaresiz kalan şehzade, dersiyle meşgul olmak zorunda kalmış. Şehzade eve dönünce padişah, "Oğlum, o hoca ne yavuz kişi imiş, beni dahi döğdü. Var edebinle epsem otur, oku" demiş. Bu tarihî örnek, çocuğun velisi tarafından hocasına destek verilmezse hocanın otoritesinin sarsılacağını ve çocuğun derslerine ciddiyetle sarılmayacağına işaret etmektedir.Tarîku'l-Edeb'e göre öğrenciler, muallimleri arasında fark gözetmemelidir. Muallimlerinin hepsine hürmet gösterilmeli nerede görseler ayağa kalkıp izzet, ikram ile tevazu ve ihtiram göstererek ellerini öpmelidirler. Zira muallimler baba makamındadırlar.Diğer taraftan, sıbyan mektebine getirilen bir çocuğu korkutmamalı, mektepten ve muallimden soğutmamalıdır. İlk üç gün, "İkram, iltifat ve gülivermek gerek. Kulağına yapışmak ve dövmek, sövmek gibi etmiyeler. Zira bunlar vahşî kuş gibi olur. Evvel belinledip ürkütmeyeler ve yüz virüb mağrur dahi etmeyeler." Üç gün geçtikten sonra ise muallim, çocuğun yaratılışını anlamaya çalışmalıdır. Eğer çocuk uyanık, zeki ve anlayışlı ise, dersini yavaş yavaş arttırmalıdır. Yok, "Künd tabiat (anlayışı kıt) ise, tâkatı yitüp varır; anı yetişdüği mikdar sebak (ders) vireler…" Ayrıca çocuğun yaşına ve yeteneğine göre ders verilmeli, seviyesine uygun olmayan, altından kalkamayacağı konular verilmemelidir. Verilen bir konu, bir ders öğrenilmeden başka bir derse veya konuya geçilmemelidir. Zira bazılarının kavrayışı defalarca tekrarladıktan sonra olabilir, "Ve dahî; 'Bundan ilim gelmez' diyü ihmal etmek dahi yoktur. Zira, gâh olur ki mümâresetle (alıştırma) gevden (kalın) tabiatların zihni açılır. Nice zeyrek (zeki) tab' olanlardan yeğ çıkar…" Eserde, muallimin öğrencisini iyice tanımaya çalışarak eğitmesi gerektiğinin üzerinde de durulmuştur. Tıpkı bir tarlanın sürülerek, işlenerek ürün alındığı, su aka aka taş üzerinde yol açtığı, iz bıraktığı gibi zihinleri geç gelişen çocukların da zaman içinde gelişecekleri düşünülerek sonuç alınabileceğine dikkat çekilmiştir.Keza muallim, öğrencileri arasında ayırım gözetmeyerek onlara eşit ve âdil davranmalıdır. Ayrıca mektepte kızlar; "Ayruca bir tarafa oturalar ve büyük oğlanlarla oturmayalar ve anlarınla söyleşdirmeyeler" ifadesinden XV. yüzyılda mekteplerde küçük yaşlı öğrenciler ile ilgili karma eğitim öğretimin var olduğu anlaşılabilir. Tarîku'l-Edeb'de ayrıca Kur'an-ı Kerim, hüsnühat eğitimi, yemek yeme ve su içme adabı, hatta yolda yürümede dikkat edilecek görgü kuralları gibi birçok konuda da bilgi verildiği görülmektedir. Bunlar dışında, Tarîku'l-Edeb'in XV. yüzyılda kaleme alınmış Türkçe bir ilmihal kitabı özelliği taşıdığını söylemek de mümkündür.Tecrübeli bir eğitimci olduğu anlaşılan Amasyalı Hüseyin oğlu Ali'nin görüşleri, günümüz pedagojisi ile tutarlılık göstermektedir. Onun özellikle çocuğun yaratılışının tanınması, bireysel farklılıklara göre bir eğitim sürecinin gerçekleştirilmesi, çocuğa uygun bir yaklaşım ve yöntemin izlenip ondan umut kesilmemesi şeklindeki düşünceleriyle, yalnızca Osmanlı ve Türk eğitim tarihinde değil aynı zamanda dünya eğitim tarihinde de yer alması gereken bir eğitimci olduğu görülmektedir.
badge borderhover badge border
avatar
Türk Maarif Ansiklopedisi Kategorisi
Kurulları tarafından
onaylanmıştır.

"TARÎKU'l-EDEB"

Board Main İcon

Yazarı Amasyalı Hüseyin oğlu Ali hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. "Alâeddin Çelebi" diye de anılmaktadır. Vefatı kesin olmamakla beraber 1470 yılı olarak kaydedilmektedir. Tarîku'l-Edeb'den anlaşıldığına göre Yazar Ali Efendi sıbyan mektebi muallimi olmasının yanında, tanınmış bir eğitimcidir. Nitekim Kâtip Çelebi, bu eserin halkın önde gelenlerinin çocukları için kaleme alındığını belirtmektedir. Bursalı Mehmed Tâhir de onun 1423 yılında Amasya sancak beyliğine tayin olunan Yörgüç Paşa'nın oğlu Hızır Bey'in muallimliğini yapmış olduğunu kaydetmektedir. İyi bir eğitim görmüş ve medrese tahsili yapmıştır. Ayrıca Arapça ve Farsça'yı da iyi bildiği, bu dillerden aktardığı şiirlere vukufiyetinden açıkça anlaşılmaktadır. Hatta kendisinin şair olduğunun söylenmesine imkân verecek mısra ve beyitlerindeki yeteneği ve Nesâyihu'l-Müslimîn adlı manzum eseri onun edebiyatla da meşgul olduğunu ortaya koymaktadır. Amasyalı Ali'nin Yâsîn sûresinin tefsirini yazdığı bir başka eseri de vardır.



Bir ahlak, davranış ve terbiye kitabı olan Tarîku'l-Edeb'den anlaşıldığına göre, kişilerin eğitimi ailede başlar, okul ve çevresinin iş birliği ile devam eder. Aile ile okul ayrı ayrı birer eğitim kurumudur. Bu kurumlar ve muallimler birbirini tamamlayan ve bütünleyen müesseselerle oralarda görev yapanların özelliklerini ve önemini anlamamıza yardım etmektedir. Eserin ilk bölümü "Ataların mertebelerini beyan eder ve dahi bunların hakların bildirür" adını taşır. İkinci bölümü de "Oğul üzerine atalar ve analar hakkın bildirür" diyerek devam eder. Her iki bölümde ailede ana baba ve çocuk ilişkisi işlenmiştir; müslüman bir kişinin çocuğu doğunca, şu üç görevi yerine getirmesi onun yükümlülüğündedir: Ona güzel bir isim vermelidir. Oğlan ise sünnet ettirmelidir. Okula gönderip okutmalıdır. Müslüman, çocuğunu güzel sözle eğitmelidir. Ona temiz kelime ve söz öğretmeli, kötü ve çirkin sözlerden ve davranışlardan kaçınmasına özen göstermelidir. Bunun yanında, çocuklara tuvaletten çıkınca ellerini yıkamaları, otururken diz üstü oturmaları, misafir ve büyükler gelince ayağa kalkmaları, giderlerken de ayakkabılarını çevirerek kapıyı açıvermeleri gibi âdetleri öğretmelidir. Ayrıca çocuklar, ellerinde bulunan para, yiyecek ve oyuncak gibi şeyleri fakirlerle, yoksullarla veya bir başkasıyla paylaşmaya alıştırılmalıdır. Çocukları küçükken pazara ve sokağa salıvermenin, onların büyüklere mahsus olan yerlere ve kalabalık eğlence mekânlarına gitmelerinin sakıncalı olduğunu belirten yazar, "Oğlancıkdır diyerek haram ve murdar yedirmeyeler kim azabın atası çeker" diye uyarmaktadır. Ebeveynleri yedi yaşına gelince, çocuğu namaz kılmaya alıştırmalıdır. On yaşına kadar, çocukları sofrada kendinden büyük kimselerle birlikte yemeğe başlatmamalıdır. Yemek ve su, önce bu masumlara verilmelidir. Zira onların sabır ve tahammülleri azdır. Erkek çocuklarını, on yaşını geçtikten sonra anaları ve kız kardeşlerinden ayrı yatak odalarında yatırmak gerektiğini tavsiye eden Hüseyin oğlu Ali, bu çocukların kendi kendilerini idare edecek duruma gelinceye kadar, kötü ahlaklı kişilerle arkadaşlık etmemelerine dikkat edilmesi hususu üzerinde özellikle durmakta ve kız çocuklarını fazlaca sevmek gerektiğini, onların sevgiye ve şefkate daha çok muhtaç olduklarına da dikkat çekmektedir.



XV. yüzyıl Osmanlı sıbyan mekteplerinde daha çok muallimlerin şahsiyet ve kişiliklerine bağlı bir eğitim öğretim sürdürülmüştür. Bu bakımdan yazara göre muallim, "müttaki ve mütedeyyin, salih ve müteverri, perhizkâr ve müteşerri" olmalıdır. Tecrübeli olgun, ağır başlı ve kendisine güvenilen bir kişiliğe sahip muallimler daha faydalı olur. Muallim olacak kimseler; devlet adamlarına, beylere ve kadınlara karşı zaaf göstermemelidir. Ayrıca muallim, öğrenci yetiştirmekten başka herhangi bir işle uğraşmamalıdır. Çocuklar çarşamba günlerinde tam yetki ile hocaya teslim edilmelidir. Çocuk, muallimine ısınmalı, yakınlık duymalı ve öğrenime yönelmelidir. Bunun için çocuklar velilerinden yüz bulmamalıdırlar. Bu konuda eserde, Yıldırım Bayezid'in oğlu Şehzade Süleyman ile hocası arasındaki ilginç bir misal yer almaktadır: "Şehzade Süleyman hocasından, padişah babasına şikâyetçi olmuş. Bu durum karşısında Yıldırım Bayezid, "Oğlum, yarın varayın, ol dânişmende bir iş kılayın kim işe benzemesin" demiş. Sabah olunca da hocaya haber göndererek şehzade ile kendisinin yanına gelince taviz vermemesini, hatta kendisine de sert davranabileceği bildirmiş. Oğluyla birlikte mektebe gelen padişah, "Bre dânişment, ben sana oğlumu okutmaya virdüm. Sen niçün benüm oğlumu kölelerle beraber döğersin?" deyince, hoca "Sen nesin, oğlun nedir?" deyip hazırladığı sopayı sağa sola sallamaya başlamış. Çaresiz kalan şehzade, dersiyle meşgul olmak zorunda kalmış. Şehzade eve dönünce padişah, "Oğlum, o hoca ne yavuz kişi imiş, beni dahi döğdü. Var edebinle epsem otur, oku" demiş. Bu tarihî örnek, çocuğun velisi tarafından hocasına destek verilmezse hocanın otoritesinin sarsılacağını ve çocuğun derslerine ciddiyetle sarılmayacağına işaret etmektedir.



Tarîku'l-Edeb'e göre öğrenciler, muallimleri arasında fark gözetmemelidir. Muallimlerinin hepsine hürmet gösterilmeli nerede görseler ayağa kalkıp izzet, ikram ile tevazu ve ihtiram göstererek ellerini öpmelidirler. Zira muallimler baba makamındadırlar.



Diğer taraftan, sıbyan mektebine getirilen bir çocuğu korkutmamalı, mektepten ve muallimden soğutmamalıdır. İlk üç gün, "İkram, iltifat ve gülivermek gerek. Kulağına yapışmak ve dövmek, sövmek gibi etmiyeler. Zira bunlar vahşî kuş gibi olur. Evvel belinledip ürkütmeyeler ve yüz virüb mağrur dahi etmeyeler." Üç gün geçtikten sonra ise muallim, çocuğun yaratılışını anlamaya çalışmalıdır. Eğer çocuk uyanık, zeki ve anlayışlı ise, dersini yavaş yavaş arttırmalıdır. Yok, "Künd tabiat (anlayışı kıt) ise, tâkatı yitüp varır; anı yetişdüği mikdar sebak (ders) vireler…" Ayrıca çocuğun yaşına ve yeteneğine göre ders verilmeli, seviyesine uygun olmayan, altından kalkamayacağı konular verilmemelidir. Verilen bir konu, bir ders öğrenilmeden başka bir derse veya konuya geçilmemelidir. Zira bazılarının kavrayışı defalarca tekrarladıktan sonra olabilir, "Ve dahî; 'Bundan ilim gelmez' diyü ihmal etmek dahi yoktur. Zira, gâh olur ki mümâresetle (alıştırma) gevden (kalın) tabiatların zihni açılır. Nice zeyrek (zeki) tab' olanlardan yeğ çıkar…" Eserde, muallimin öğrencisini iyice tanımaya çalışarak eğitmesi gerektiğinin üzerinde de durulmuştur. Tıpkı bir tarlanın sürülerek, işlenerek ürün alındığı, su aka aka taş üzerinde yol açtığı, iz bıraktığı gibi zihinleri geç gelişen çocukların da zaman içinde gelişecekleri düşünülerek sonuç alınabileceğine dikkat çekilmiştir.



Keza muallim, öğrencileri arasında ayırım gözetmeyerek onlara eşit ve âdil davranmalıdır. Ayrıca mektepte kızlar; "Ayruca bir tarafa oturalar ve büyük oğlanlarla oturmayalar ve anlarınla söyleşdirmeyeler" ifadesinden XV. yüzyılda mekteplerde küçük yaşlı öğrenciler ile ilgili karma eğitim öğretimin var olduğu anlaşılabilir. Tarîku'l-Edeb'de ayrıca Kur'an-ı Kerim, hüsnühat eğitimi, yemek yeme ve su içme adabı, hatta yolda yürümede dikkat edilecek görgü kuralları gibi birçok konuda da bilgi verildiği görülmektedir. Bunlar dışında, Tarîku'l-Edeb'in XV. yüzyılda kaleme alınmış Türkçe bir ilmihal kitabı özelliği taşıdığını söylemek de mümkündür.



Tecrübeli bir eğitimci olduğu anlaşılan Amasyalı Hüseyin oğlu Ali'nin görüşleri, günümüz pedagojisi ile tutarlılık göstermektedir. Onun özellikle çocuğun yaratılışının tanınması, bireysel farklılıklara göre bir eğitim sürecinin gerçekleştirilmesi, çocuğa uygun bir yaklaşım ve yöntemin izlenip ondan umut kesilmemesi şeklindeki düşünceleriyle, yalnızca Osmanlı ve Türk eğitim tarihinde değil aynı zamanda dünya eğitim tarihinde de yer alması gereken bir eğitimci olduğu görülmektedir.

Kaynakça

Akyüz, Yahya. Türk Eğitim Tarihi: M.Ö. 1000-M.S. 2019. Ankara 2019.
Amâsî, Ali b. Hüseyin. Tarîku’l-Edeb. Nuruosmaniye Ktp., nr. 3389/3908; Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 1876; Süleymaniye Ktp., Reşit Efendi, nr. 984/9.
Ateş, Ahmet. İstanbul Kütüphanelerinde Fatih’in Hususî Kütüphanesine ve Fatih Çağı Müelliflerine Ait Eserler. İstanbul 1953.
Aydın, İhsan. Tarîku’l-Edeb’de Eğitim ve Öğretim. YLT, Marmara Üniversitesi, 1989.
Banarlı, Nihad Sâmi. Resimli Türk Edebiyâtı Târihi. I-II, İstanbul 1971.
Bursalı Mehmed Tâhir. Osmanlı Müellifleri. I-III, İstanbul 1333.
Çeçen, Halil (haz.). Ali bin Hüseyin el-Amâsî Tarîku’l-Edeb, Metin-Sözlük. Ankara 2010.
Çeçen, Halil. “Prof. Dr. Mehmet Şeker, Ali bin Hüseyin el-Amâsî ve Tarîku’l-Edeb’i”. İlmî Araştırmalar. sy. 25 (2008), s. 149-158.
Kâtib Çelebi. Keşfü’z-Zunûn. C. I, İstanbul 1941.
Şeker, Mehmet. Ali b. Hüseyin el-Amâsî ve Tarîku’l-Edeb’i. Ankara 2002.
a.mlf. “XV. Yüzyıl Müelliflerinden Ali b. Hüseyin el-Amâsî ve Tarîku’l-Edeb’inde Sosyal Hayat”. XI. Türk Tarih Kongresi, Ankara 5-9 Eylül 1990, Kongreye Sunulan Bildiriler. Ankara 1994, III, 883-892.
Mehmet ŞEKER, ""TARÎKU'l-EDEB"", Türk Maarif Ansiklopedisi, https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/tarikul-edeb/#yazar-1 (16.04.2025).

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme
KÜRE'ye Sor