Kelimenin Çağatay Türkçesi’nde “ülke, arazi, toprak” anlamına gelen yatuldan geldiği tahmin edilmektedir (Doerfer, II, 667-668). İran coğrafyasında IX. (XV.) yüzyıldan itibaren giderek iktâ kelimesinin yerini almıştır. Kaynaklarda XV. yüzyıldan önce kullanıldığına dair bir bilgiye rastlanamamıştır. İlk defa Karakoyunlular zamanındaki metinlerde geçtiği görülmektedir. Kelimenin yer aldığı en eski metinlerden biri olan Kitâb-ı Diyârbekriyye’de Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah’ın 871 (1466-67) yılında Bağdat’a düzenleyeceği askerî sefer için emîrleri ve tiyûl sahiplerini (tiyûldârân) ordusuna çağırdığı kaydedilmektedir (Ebû Bekr-i Tihrânî, II, 371; a.g.e., s. 224). Eserde tiyûlâtın askerî dirlikler, tiyûldârın dirlik sahipleri için kullanıldığı anlaşılmaktadır. V. Minorsky, “vergileri belli bir süre için toplama yetkisi” olarak tanımladığı tiyûlü irsî özellik taşıyan soyurgaldan ayırmaktadır.
Tiyûlün (Tuyûl) Safevîler devrinden itibaren tarihî metinlerde yaygın biçimde yer aldığı görülmektedir. Kelime Şah Tahmasb döneminin (1524-1576) başlarında genellikle “ülke” kelimesiyle yan yana zikredilir (Hasan-ı Rûmlû, II, 655; Kādî Ahmed Kummî, I, 195, 394). Söz konusu kullanımlarda ülkenin belirli bir vilâyeti, nahiyeyi veya toprağı, tiyûlün ise bu toprağın vergi toplama hakkının herhangi bir kimseye tevcihini ifade ettiği anlaşılmaktadır. Yine Safevî devrine ait metinler, tiyûlün muayyen bir bölgede (ülke) vergi toplama hakkının tevcihini ya da söz konusu bölge içindeki muafiyetleri ifade ettiğini göstermektedir. Bu durumda kelimenin Safevîler döneminde “askerî dirlik” (iktâ) anlamında kullanıldığı ve tiyûllerin iktâ sisteminin yerini aldığı belirtilmektedir (Kādî Ahmed Kummî, I, 218; İskender Bey Münşî, I, 322, 352; II, 914, 1060).
Terim olarak tiyûl yeni olsa da sistem olarak Yakındoğu coğrafyasında yüzyıllardan beri uygulanan bir geleneğe dayanmaktaydı. Bu gelenek, temelde askerî masrafların karşılanmasında çekilen nakit para sıkıntısının çözümünü hedeflemekteydi. Tiyûller genelde mîrî topraklar, hânedana ait araziler ve özel mülkler, nâdiren de vakıf arazileri arasından tevcih edilmekte, tiyûllerle ilgili her türlü düzenleme Dîvân-i A‘lâ tarafından yürütülmekteydi (İskender Bey Münşî, I, 255). Tiyûl sahipleri emîrler, boy beyleri ve ordu komutanlarıydı. Kendisine tiyûl tevcih edilen kimseden ihtiyaç halinde askerî kuvvet sağlaması istenmekteydi. “Tiyûl-nâmçe” adı verilen belgede tiyûl sahibinin hazırlamak zorunda olduğu asker miktarı belirtilirdi. Resmî görevlilerin tiyûl arazisine müdahalelerini engelleyici hükümler de bu belgede yer alırdı. Tiyûl sahibi böylece kendisine tevcih edilen topraklar üzerinde divana ait her türlü tasarrufu elinde bulundurmaktaydı. Sonuçta tiyûl uygulamada yavaş yavaş bir tür toprak tevcihi kabul edilmiştir. Tiyûl sahibinin ölümü durumunda eğer vârisi belgeyi yeniletmemişse tiyûl geçersiz kabul edilirdi. Ancak iktâda olduğu gibi tiyûlde de zamanla miras bırakma ve şahsî mülk telakki etme eğilimlerinin ortaya çıktığı görülmektedir.
İran coğrafyasında tiyûl arazilerin miktarını tesbit etmek oldukça güçtür; çünkü bu arazilerin miktarı vilâyetlere ve zamana göre değişmekteydi. İran’da Safevîler’den sonra hükümranlığı ele geçiren Nâdir Şah tiyûl ve soyurgalleri denetim altına almaya teşebbüs etmiş, bu amaçla 1151 (1738) yılında Fars’ta bulunan tiyûllerle vakıf arazilerini devletleştirmek için bir ferman yayımlamıştır. Kaçarlar devrinde, hem vergi toplamak hem de resmî görevlilerin maaş ve ücretlerini ödeyebilmek için ülke arazisinden geniş toprakların tiyûl olarak tevcih edilmiş ve bu araziler merkezî hükümetin elinden çıkmıştır. XIX. yüzyılın ortalarına kadar bütün İran gelirlerinin yaklaşık beşte birinin tiyûl şeklinde hükümetin tasarrufundan çıktığı kaydedilir. İran’da meşrutiyetin ilânından sonra 1907 yılında Meclis-i Şûrâ’nın ilk icraatlarından biri tiyûl arazilerinin üzerindeki tasarrufların feshedilmesi olmuştur.

