İnsanın varlığını sürdürebilmesi diğer insanlarla bir arada iş bölümü yaparak yaşamasına da bağlıdır. Ancak insanların bir arada yaşamasıyla diğer canlıların birlikteliği arasında belirgin bir fark vardır, bu da topluluk ile toplum arasındaki farkı ortaya koyar. Topluluklarda doğuştan getirilen vasıflar temel belirleyici unsurdur. Dolayısıyla topluluk örgütlenmelerinde, tekdüzelik esastır, öğrenmeye gerek çok azdır, öğrenme kabiliyeti oldukça düşüktür. Değişime uyum kabiliyeti hayli zayıf olduğundan, içe kapanma ve grup içi dayanışma istenir, ancak artan dış baskı zamanla topluluğun dağılmasına yol açabilir.
Toplum ise bu örgütlenme türüne göre daha farklı ve sadece insana has bir yapılanmadır. Bir arada olmanın temel referansı korunma ve ihtiyaçlar olsa da bireyler arası farklılık ve buradan üretilecek sinerji toplumun esasını oluşturur. Bir grup insanın toplum olabilmesi için müşterek değerlere sahip olunması, bir arada bulunmanın ilkelerini makul esaslara göre belirlemesi ve ortak çıkar hedefine yönelik, adil bir mütabakat içinde olması beklenir. Toplum, bireylerin doğuştan getirdikleri vasıflardan ziyade, çalışma, gayret ve zekâları, kendilerine ait rol ve statüleri kazanmalarına imkân veren bir yapılanmayı da ifade eder. Toplulukta fertlerin birbirine benzemesi ve aynılık esas iken, toplumda farklılık, benzemezlik ama farklılıklar arasında âzami uyum ve denge önemlidir.
İnsanın diğer canlılardan farklı düşünme, inanma, sanat yapma, kavrama, karmaşık organizasyonlar geliştirme, gibi bazı temel vasıfları vardır. İnsanî değerler denilen bu vasıfların tanınması, korunması, geliştirilmesi ve yüceltilmesi ancak toplumda mümkündür. Medeniyetlerin gelişmesi ancak bu tabii düzende mümkün olabilir. Burada eğitim ve okul hayatî bir role sahiptir. Zira insanların zamanlarını değerlendirebileceği, bilim, düşünce ve sanat için gerekli temel bilgilenme becerilerini edinebileceği okul kendini zarurî ihtiyaç olarak hissettirir. Böylece okul, birey, toplum ve insanî değerler arasında stratejik bir durak noktası haline gelmiş olur.
Toplumun esasını hangi gerekliliğin teşkil ettiğine yönelik XIX. yüzyılda sosyolojinin önde gelen isimleri farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
XIX. yüzyılın sonu, XX. yüzyılın ilk çeyreğinden hayli etkin ve yaygın olan Durkheim'ın teorisine göre toplum, bireylerin dayanışma ihtiyacıyla kurulmuştur. İnsanları bir araya getiren iki farklı dayanışma türü vardır: Mekanik ve organik dayanışma. Mekanik dayanışma daha çok birbirine benzeyen insan birliktelikleri arasında görülür. Organik dayanışma ise birbirine benzemeyen insanların geliştirdikleri dayanışma türüdür ve modern zamanlarda görülen durum budur. Toplumlar ilerledikçe mekanik dayanışma yerini organik dayanışmaya bırakır. Bu teori Osmanlı son dönemi aydınlarını da derinden etkilemiştir. Başta Ziya Gökalp olmak üzere, erken Cumhuriyet'in yeni birey ve toplum tasavvurlarını da esaslı bir biçimde belirleyen aydınlara göre, asıl olan toplumdur ve birey ancak kendini bu topluma adamak sayesinden varlık gösterebilir.
Toplumun varlığını sürdürebilmesi için kendi içinde örgütlü, sistematik bir bütünlük oluşturan ve gerekli ihtiyaçları gidermeye yönelik "toplumsal kurum" adı verilen yapılara ihtiyaç vardır. Bu kurumların başında din, ahlak, adalet, ekonomi, sağlık, güvenlik, aile ve eğitim gelir.
Eğitim diğer toplumsal kurumlarla en sıkı irtibat halinde olan kurumlardan biridir. Hem kendi varlığını sürdürebilmek hem de diğer kurumların insan ihtiyacını üretebilmek için zorunlu ilişkiler ağı örer. Toplumun yaşayabilmesi için bireylerin toplumsallaştırılmasına mutlak ihtiyaç vardır. Din, ahlak, siyaset vb. kurumlar ve değerlerde de bireyin toplumsallaşmasına katkı verir. Ancak eğitim kurumundan beklenen toplumsallaştırma işlevinin sistematik ve kurallara bağlı, plan ve program çerçevesinde yapılmasıdır.
Toplumsal hayat farklı kabiliyet, niyet, istek ve düşüncede insanların bir araya gelmesiyle ortaya çıktığı için burada sürekli derin ve şiddetli çatışmalar kendini gösterebilir. Bu meselelerin çözümünde bir üst otoriteye ihtiyaç duyulur ki bu da devlettir. Devlet toplumsal sorunları çözmede din, hukuk, gelenek, ahlak, eğitim, kültür, ekonomi vb. kurumların sağladığı imkânları bir meşruiyet alanı olarak tesis eder ve kullanır.
Böylece modern devlet, toplum ve eğitim arasında hayatî bir bağ kurulmuştur. Toplumsalcı sosyologlara göre eğitim bireyin yeteneklerini ortaya çıkarmalı ama bunu bireyin menfaatinden evvel toplumun varlığı ve devamı için yapmalıdır. Eğitim, bireyi toplum varlığı içinde eritmeye hazır hale getirmelidir ve bu da ancak sistematik bir şekilde okulda yapılabilir. Böylece birey içinde bulunduğu sosyal çevreye, topluma hazır, faydalı ve toplumsal gereksinimleri karşılayabilecek donanımda, toplumu koruyan ve geliştiren bir vasıfta şekillendirilebilir. Ziya Gökalp talim ve terbiyenin vazifesini, "toplumsal kültürü/değerleri ve toplumun zihnî gerçeklik değerlerini fertlerde ruhi alışkanlıklar haline getirmek" şeklinde izah etmiştir. Ona göre, eğitim toplumun oluşumunda, kaynaşmasında ve düzenli devamında kritik bir role sahiptir. Ancak eğitim topluma değil, toplum eğitime yön vermelidir, eğitimi şekillendiren ve biçimlendiren toplum olmalıdır.
Eğitimden beklenen en önemli vazifelerden birinin topluma kimlik kazandırılması olduğu da ifade edilir. Ulus-devletlerin teşekkülü ile modern devletlerin vatandaşlarını tarih, kültür ve bazan da din temelli olarak yeni bir kimlik etrafında toplaması söz konusu olmuştur. Bu modern millî kimliklerin fertlere ve topluma kazandırılmasında en büyük imkân eğitim olmuştur. Özellikle ilk mektepten itibaren, tarih, coğrafya, ahlak, askerlik, yurt bilgisi, vatandaşlık vb. dersler toplumun yeni bireylerine yeni kimlikler benimsetilmesinde işlevsel olmuştur.
Diğer taraftan modern toplumun yaşam pratikleri olarak iletişim ve davranış kuralları olarak teessüs eden seküler ahlakın bireylere kazandırılması da büyük ölçüde eğitim ortamlarına/okula bırakılmıştır (Daha önceden bu vazife dinî yapılara aitti). Toplumsal hayatta kuralları belirleyen ana unsur hukuk, ahlak ve dindir. Eğitim, kuralların benimsetilmesinde, bireylerin toplumsallaşmasında ve kimlik kazandırmada en başat kurum olduğundan, ideolojilerin, politika kuramcılarının (siyasa) ve elbette politikacıların dikkatle üzerine eğildikleri yapı olmuştur.
Eğitim toplum için gerekli bilgi, ahlak ve davranış yanında ihtiyaç duyulan personeli üretmekle de görevli görülmüştür. Bu bakımdan modern dönemde eğitim, ekonomiyle de yakın bir ilişki ağına girerek, bireylere bir meslek edindirme süreci haline gelmiştir. Toplum, ekonomi ve eğitim arasında da karmaşık bir etkileşim ağı vardır. Bilimsel bilginin üretimi ve bunun endüstriyel sahaya tatbiki/teknolojiye dönüşmesi, çalışma ve üretim hayatı, tüketim, harcama, yeni ürünlerin tanıtımı doğrundan eğitimi ve dolayısıyla da toplumsal yaşamı etkiler.
Toplumların sağlıklı bir şekilde varlıklarını sürdürebilmesinde yatay ve dikey hareketlilikler hayatî önem taşır. Bu hareketliliğin sağlanmasına yardımcı olan en kısa, meşru ve güvenli yol eğitimdir. Eğitim sayesinde bireyler gayret göstererek, adlî, idarî, siyasî ve ticarî statü kazanımları yapabilirler. Böylece toplum, eğitim sayesinde dinamik bir sosyal mobilizasyon kazanır.
Toplum ve eğitim arasında en dinamik ilişki yönetim süreçlerinin belirlenmesinde ortaya çıkar. XVIII. yüzyıldan sonra ideal ve geçerli idare olarak demokratik yönetimler ön plana çıkmıştır. Farklı toplum kesimlerinin temsili için seçimler, parlamento ve meclis gerekli olduğundan, meşruiyetin temeli oy vermeye indirgenmiştir. Oy kullanma ve siyasal tercih için belli düzeyde bilgi ve beceri gerekliliği, eğitimi en önemli siyasal kurum haline getirmiştir. Bir başka deyişle eğitim, ideolojilerin ve siyasal kuramcıların gelecek tasavvurlarında önemli araçlardan biri haline gelmiştir.
Eğitimle toplum arasındaki ilişkilerden biri de denetim kavramıyla izah edilmektedir. Modern eğitim, insanı çok erken yaşlardan itibaren çocukluk ve gençliğin en cevval, dinamik zamanlarını içine alacak şekilde zorunlu bir katılımla tanzim edilmiştir. Bu sayede bir taraftan kapsamlı bir toplumsallaştırma ve siyasallaştırma yapılırken, toplumsal savrulmalar da eğitim kurumları sayesinde önlenebilmektedir. Keza toplumun demografik niteliklerinde de eğitimle doğrudan ilişki kurulmaktadır. Toplumsal sorumluluk alanlarına katılım, sivil toplum hareketleri ve demokratik davranış nitelikleri ile eğitim alma arasında da yakın bir bağ söz konusudur.