Troya Antik Kenti, Anadolu, Ege ve Balkanlar arasında kültürel ve ticari etkileşimin sağlandığı önemli bir yerleşim alanıdır. Çanakkale Boğazı'na yakın stratejik konumu sayesinde tarih boyunca birçok medeniyetin dikkatini çekmiş ve uzun süre yerleşimlere ev sahipliği yapmıştır. Arkeolojik olarak oldukça zengin olan kent, farklı dönemlere ait yapı katmanları ile kademeli bir gelişim süreci sergilemektedir.
Antik kent, Homeros’un İlyada destanında geçen Troya Savaşı efsanesiyle edebiyat ve sanat dünyasında da bir öneme sahip olmuştur. Bugün Troya, kazılar sonucunda ortaya çıkarılan surları, tapınakları, kamu yapıları ve çeşitli arkeolojik buluntularıyla, tarih öncesinden Bizans dönemine kadar uzanan geniş bir kültürel mirası barındırmaktadır. 1998 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilen bu antik kent, arkeoloji dünyası ve ziyaretçiler için bir keşif alanı olmaya devam etmektedir.

Troya Antik Kenti (Fotoğraf: Çanakkale İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü)
Etimoloji
Troya adı, antik dönemde kullanılan Troia veya Ilion (İlios) kelimelerinden türemiştir. Troia ismi, kentin kurucusu olduğuna inanılan mitolojik karakter Tros’a dayandırılmaktadır. Tros, Dardanos’un torunudur ve kent halkının Troialılar (Troyalılar) olarak anılmasını sağlamıştır. Bir diğer yaygın kullanılan ad olan Ilion ise Tros’un oğlu İlos’a atıfla verilmiştir ve özellikle Homeros’un İlyada destanında bu ad sıklıkla geçmektedir.
Kelimenin kökeni hakkında farklı görüşler bulunsa da, bazı dilbilimciler Troya’nın isminin Luvi veya Hitit dilleriyle ilişkili olabileceğini öne sürmektedir. Hitit kaynaklarında Troya ile ilişkilendirilen Wilusa adı geçmektedir ve bu adın Ilion ismiyle bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Aynı zamanda Hitit metinlerinde geçen Taruiša isminin de Troya ile ilgili olabileceği öne sürülmüştür. Bu etimolojik bağlantılar, Troya’nın sadece mitolojik anlatılarla değil, aynı zamanda tarihsel belgelerle de ilişkilendirilebileceğini göstermektedir.
Tarihçe ve Troya Yerleşim Katmanları
Troya’nın en eski yerleşimi, M.Ö. 3000 civarında Erken Tunç Çağı’nda başlamıştır. Troya I olarak adlandırılan bu dönem, küçük bir yerleşim alanı ile sınırlıdır. Kent, taş temelli surlarla çevrili, ahşap ve kerpiç yapılardan oluşmaktadır. Bu dönemde tarım, hayvancılık ve çömlekçilik gelişmiş, toplumsal yapının basit bir köy düzeninde olduğu anlaşılmıştır.
Troya II ve III (M.Ö. 2500-2100) dönemlerinde kent büyümüş, surlar güçlendirilmiş ve ticaret faaliyetleri artmıştır. Kentin etrafına anıtsal sur duvarları inşa edilmiş, büyük avlular ve megaron tipi yapılar ortaya çıkmıştır. Bu dönem, metal işçiliğinin gelişmesiyle birlikte ekonomik büyümenin yaşandığı bir evredir. Ancak Troya III’ün sonunda büyük bir yangın felaketi yaşanmış ve kent zarar görmüştür.
Troya IV ve V dönemlerinde, kent mimari açıdan yeniden yapılanmış, daha düzenli bir şehir planlamasına geçilmiştir. Bu dönemde Anadolu ile olan kültürel ilişkiler artmış, Hititler ve diğer komşu uygarlıklarla ticaret yapılmıştır. Yapılarda kerpiç duvarların kullanımı yaygınlaşmış, çömlekçilik ve tarımsal üretimde gelişmeler yaşanmıştır.
Troya VI ve VII, kentin en güçlü olduğu dönemleri temsil etmektedir. M.Ö. 1700-1250 yılları arasındaki Troya VI evresinde, kent büyük surlarla çevrilmiş, anıtsal giriş kapıları, kuleler ve taş döşeli yollar inşa edilmiştir. Kentin planlı bir şekilde genişletilmesi, güçlü bir yönetim yapısına sahip olduğunu göstermektedir.
Troya VII (M.Ö. 1250-1100) döneminde büyük bir yıkım yaşanmıştır. Bu yıkımın, Homeros’un İlyada destanında anlatılan Troya Savaşı ile ilişkilendirildiği düşünülmektedir. Kazılar, bu dönemde şehrin saldırıya uğradığını ve yangın izleri taşıdığını göstermektedir. Savaş sonrasında kent yeniden inşa edilse de eski ihtişamını kaybetmiş ve küçülmeye başlamıştır.
M.Ö. 1100’den itibaren kent önemini büyük ölçüde yitirmiştir. M.Ö. 700 civarında, Troya VIII evresi başlamış ve bölgeye Yunan kolonistleri yerleşmeye başlamıştır. Bu dönemde Troya, antik Yunan kültürünün etkisi altına girmiş, yeni tapınaklar, kutsal alanlar ve kamu binaları inşa edilmiştir. Kentin adı Ilion olarak anılmaya başlanmış, özellikle Büyük İskender döneminde Hellenistik kültür ile bütünleşmiştir.
M.Ö. 85 yılında Troya, Roma İmparatorluğu’nun hakimiyetine girmiştir. Roma döneminde Augustus’un himayesi altında kent yeniden imar edilmiş ve büyük kamu yapıları inşa edilmiştir. Roma Troya’sı, büyük bir dini ve kültürel merkez haline gelmiş, şehirde agora, tiyatro, odeon ve hamam gibi yapılar yükselmiştir. Troya IX olarak adlandırılan bu dönem, kentin en görkemli ikinci evresi olarak kabul edilir.
M.S. 500’lü yıllara gelindiğinde Roma İmparatorluğu’nun gücünün zayıflamasıyla birlikte Troya da eski önemini kaybetmeye başlamıştır. Roma etkisinin azalmasıyla birlikte kent giderek terk edilmiş ve küçük bir yerleşim alanına dönüşmüştür.
Bizans döneminde Troya, küçük bir kasaba olarak varlığını sürdürmüştür. M.S. 12. yüzyıldan itibaren Troya X olarak adlandırılan bu evrede bölgedeki siyasi ve ticari faaliyetler azalmış, kent büyük ölçüde terk edilmiştir. Orta Çağ boyunca bölgeye çeşitli gezginler ve tarihçiler ilgi göstermiş, ancak kent eski ihtişamına tekrar kavuşamamıştır.

Troya Yerleşim katmanları (Fotoğraf: Türkiye Kültür Portalı)
Troya, sadece mitolojik bir kent olmanın ötesinde, tarih boyunca farklı kültürlerin kesişme noktası olmuştur. 1998 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınan Troya, günümüzde turistik ve arkeolojik açıdan büyük bir öneme sahiptir. Kazı çalışmaları ve arkeolojik bulgular sayesinde Troya’nın tarihsel gerçekliği gün yüzüne çıkmış, bölge dünya tarihine ışık tutan önemli bir merkez haline gelmiştir.
Kazı Çalışmaları
Troya Antik Kenti, ilk olarak 1870 yılında Alman tüccar ve amatör arkeolog Heinrich Schliemann, Homeros’un İlyada destanında geçen Troya’nın varlığını kanıtlamak amacıyla kazılara başlamıştır. Ancak Schliemann, bilimsel kazı yöntemlerinden uzak bir yaklaşım benimseyerek, Troya II katmanına ulaşmak için üst katmanları tahrip etmiş ve birçok arkeolojik buluntunun zarar görmesine neden olmuştur. Kazılar sırasında “Priamos Hazinesi” olarak adlandırdığı altın ve değerli eşyaları yasa dışı yollarla yurt dışına kaçırmıştır.
Schliemann’ın ardından, 1893-1894 yıllarında Wilhelm Dörpfeld başkanlığında gerçekleştirilen kazılar, kentin farklı katmanlarını daha sistemli bir şekilde incelemiştir. Dörpfeld, Troya VI katmanının büyük ve gelişmiş bir şehir olduğunu ortaya koyarak, bu dönemin Homeros’un anlattığı savaş ile bağlantılı olabileceğini öne sürmüştür. 1932-1938 yılları arasında Carl W. Blegen liderliğinde yapılan kazılar ise Troya VII’nin yangın ve yıkım izleri taşıdığını ve bu katmanın İlyada’da anlatılan savaşla örtüşebileceğini ortaya çıkarmıştır. Blegen, kazı çalışmalarını daha disiplinli bir şekilde yürütmüş ve Troya’nın tarihsel gelişimini ayrıntılı olarak incelemiştir.
Yaklaşık 50 yıllık bir aradan sonra, 1988 yılında Manfred O. Korfmann başkanlığında yeni kazı çalışmaları başlatılmıştır. Korfmann ve ekibi, modern arkeolojik teknikleri kullanarak kentin yalnızca merkezi değil, çevresindeki yerleşim alanlarını da araştırmıştır. Bu çalışmalar sırasında, Troya’nın yalnızca bir kale değil, geniş bir alt şehirle çevrili olduğu ve ticari açıdan önemli bir liman kenti olarak işlev gördüğü anlaşılmıştır. Ayrıca, kazılar sırasında Hitit metinlerinde geçen Wilusa adıyla Troya’nın özdeşleştiğini kanıtlayan bulgulara da ulaşılmıştır.
Günümüzde, Troya kazıları Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nden Prof. Dr. Rüstem Aslan’ın başkanlığında devam etmektedir. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle yürütülen bu çalışmalar, kentin tarihini daha iyi anlamamıza katkı sağlamaktadır. Troya, yalnızca mitolojik bir anlatının değil, aynı zamanda tarihsel bir gerçekliğin de parçası olduğunu kanıtlayan önemli arkeolojik alanlardan biri olmuştur.
Buluntular
Troya Antik Kenti'nde yapılan arkeolojik kazılar, yaklaşık 5000 yıllık kesintisiz yerleşim tarihine ışık tutan önemli buluntular ortaya çıkarmıştır. Bu buluntular, Troya’nın yalnızca mitolojik bir anlatıdan ibaret olmadığını, aynı zamanda Anadolu, Ege ve Balkanlar arasındaki ticaret ve kültürel etkileşimde önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Farklı katmanlardan elde edilen eserler, kentin çeşitli dönemlerdeki sosyo-ekonomik yapısını, mimarisini ve günlük yaşamını anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Mimari ve Kent Yapıları
Erken Dönem'de Troya I katmanında taş temelli kerpiç yapılar görülürken, Troya II ve III dönemlerinde büyük avlular ve megaron tipi yapılar öne çıkmaktadır. Gelişmiş Dönem'de, Troya VI ve VII katmanlarında taş temeller üzerine inşa edilmiş anıtsal surlar, büyük giriş kapıları, kuleler, taş döşeli sokaklar, drenaj sistemleri ve savunma yapıları dikkat çekmekte; özellikle Troya VII’de gözlemlenen yangın ve yıkım izleri, antik kuşatmayı akla getirmektedir. Roma Dönemi’nde ise, Troya IX katmanında yer alan agora, tiyatro, odeon ve hamam gibi yapılar, kentin kültürel ve dini merkez olarak geliştiğini ortaya koymaktadır.

Troya tiyatrosu (Fotoğraf: Çanakkale İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü)
Metal İşçiliği ve Silahlar
Troya kazılarında bronz, bakır ve demirden yapılmış birçok araç ve silah bulunmuştur. Erken Tunç Çağı’na ait hançerler, ok uçları ve mızrak uçları, kentin askeri açıdan savunmaya önem verdiğini göstermektedir. Troya VI ve VII dönemlerinde savaş aletleri çeşitlenmiş, bronz ve bakır alaşımlı kılıçlar, zırh parçaları ve miğferler ortaya çıkarılmıştır. Bu dönemdeki silahların Myken tarzı ile benzerlik göstermesi, Ege dünyası ile askeri ve kültürel etkileşim içinde olunduğunu düşündürmektedir.
Takılar ve Değerli Eşyalar
Kazılarda altın, gümüş ve bronzdan yapılmış birçok süs eşyası ve mücevher bulunmuştur. En ünlü buluntulardan biri, Heinrich Schliemann tarafından 1873 yılında keşfedilen ve Priamos Hazinesi olarak adlandırılan değerli eşyalardır. Bu hazine, altın taçlar, küpeler, bilezikler, gümüş kaplar ve işlemeli taşlardan oluşmaktadır. Ancak, bu eserler Schliemann tarafından yasa dışı yollarla yurt dışına kaçırılmış ve günümüzde çoğunlukla Berlin, Moskova ve diğer Avrupa müzelerinde sergilenmektedir.
Roma dönemine ait buluntular arasında mozaiklerle süslenmiş yüzükler, kemer tokaları ve metal broşlar bulunmaktadır. Bu buluntular, Troya’nın yalnızca askeri ve ticari bir merkez değil, aynı zamanda kültürel ve sanatsal açıdan da gelişmiş bir şehir olduğunu göstermektedir.
Heykel ve Sanatsal Eserler
Troya’da ele geçirilen heykel ve kabartmalar, kentin sanat anlayışı hakkında önemli bilgiler sunmaktadır. Arkaik ve Klasik dönemlerde yapılan kazılarda, tanrıları ve mitolojik sahneleri betimleyen mermer heykeller ve rölyefler bulunmuştur. Roma döneminde yapılan kazılarda, özellikle tapınak kalıntıları içinde, Athena'ya adanmış heykeller ve sunaklar bulunmuştur. Bu durum, Troya’nın Roma döneminde dini bir merkez olarak önem kazandığını göstermektedir.
Seramik ve Çömlekçilik
Erken dönemlerde basit el yapımı çömlekler bulunurken, sonraki dönemlerde (Troya II–III) gelişmiş pişmiş toprak kaplar ortaya çıkmıştır. Troya VI ve VII’de, Myken ve Anadolu seramikleri ile benzerlik gösteren eserler; Roma döneminde ise günlük kullanım için üretilmiş boyalı ve kabartmalı seramikler ile ithal lüks çömlekler görülmüştür.

Troya’da bulunan çömlek (Fotoğraf: Çanakkale İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü)
Yazıtlar ve Tabletler
Hitit kaynaklarında Troya ile ilişkilendirilen Wilusa adı, bölgedeki kazılar sırasında ortaya çıkan bazı mühürler ve yazıtlarla doğrulanmıştır. Bu buluntular, Hititler ile Troya arasında diplomatik ilişkiler olduğunu kanıtlamaktadır. Roma dönemine ait Latince yazıtlar, kentin bu dönemde bir kültürel merkez olarak önemini koruduğunu göstermektedir. Troya IX katmanında bulunan yazıtlar arasında, Augustus’un kente yaptığı bağışları anlatan tabletler ve dönemin ileri gelenlerinin isimlerini içeren yazıtlar bulunmaktadır.
Ticaret ve Ekonomi ile İlgili Bulgular
Kazılarda ele geçirilen ithal malzemeler, Troya’nın büyük bir ticaret ağına sahip olduğunu göstermektedir. Ege, Anadolu ve Doğu Akdeniz bölgelerinden gelen seramikler, Mısır ve Mezopotamya’dan getirilen mühürler ve değerli taşlar, kentin uluslararası bir ticaret merkezi olarak işlev gördüğünü göstermektedir. Özellikle Troya VI ve VII dönemlerinde, deniz ticaretinin geliştiği ve bölgenin stratejik bir liman kenti olarak faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Ticaret ağı, Karadeniz'den Ege'ye ve Akdeniz'e kadar uzanmış, tarım ürünleri, metal işçiliği ve seramik ticareti bu dönemin ekonomik dinamiklerini oluşturmuştur.
Truva Atı
Troya Antik Kenti'nde yapılan arkeolojik kazılar sırasında gerçek bir Truva Atı’na veya ona ait kalıntılara rastlanmamıştır. Antik metinlerde geçen Truva Atı hikayesi, büyük ölçüde mitolojik bir anlatıya dayanmaktadır. Günümüze kadar yapılan kazılar bu efsaneyi doğrulayan somut bir kanıt ortaya koymamıştır. Ancak, Troya VII katmanında yangın, yıkım ve savaş izlerine rastlanması, antik anlatılarda geçen kuşatma ve kentin düşüşüyle örtüşmektedir.
Truva Atı’nın, gerçekte dev bir ahşap yapı mı yoksa bir savaş hilesini simgeleyen bir metafor mu olduğu konusunda tarihçiler ve arkeologlar arasında farklı teoriler bulunmaktadır. Bazı araştırmacılar, atın aslında bir savaş makinesi, bir kuşatma kulesi veya Yunanlıların bir deniz saldırısını temsil eden sembolik bir anlatım olabileceğini öne sürmektedir. Ancak Troya Antik Kenti’nde doğrudan bir Truva Atı’na ait kalıntı bulunmamıştır.
Bugün Troya Antik Kenti'ni ziyaret edenler, görsel bir temsiliyet olarak ahşap bir Truva Atı maketiyle karşılaşmaktadır. Bu yapı, kazı alanının girişine yerleştirilmiş, ziyaretçilere efsanenin atmosferini yaşatmak amacıyla inşa edilmiştir.
Bunun yanı sıra, 2004 yapımı "Troy" filmi için kullanılan büyük Truva Atı modeli, film çekimleri sonrası Çanakkale şehir merkezine getirilerek sergilenmiştir. Bugün, Çanakkale’deki kordon boyunda bulunan bu maket, bölgeye gelen turistlerin ilgisini çeken popüler bir simge haline gelmiştir.

Truva Atı (Fotoğraf: Çanakkale İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü)


