Tuhfe (Arapça ÊÍáç) Türkçe isim olarak "hediye, armağan"; sıfat olarak ise "hoşa giden (güzel şey)" anlamına gelir. "Birinin adına sunma, armağan etme" anlamına gelen ithaf kelimesi de tuhfenin iştikakı olup onunla anlam bakımından ilişkilidir.
Geçmişten günümüze farklı alanlarda yazılmış birçok eserin isminde tuhfe kelimesine rastlanmaktadır. Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin Efendi'nin (ö. 1788) hat ve hattatlara dair eseri Tuhfe-i Hattâtîn Yûsuf b. Abdurrahman Mizzî'nin (ö. 1341) etraf türünün en meşhur örneği olan eseri Tuhfetü'l-Eşrâf, İbn Battûta'nın (ö. 1368-69) Rihletü İbn Battûta adıyla da tanınan Tuhfetü'n-Nüzzâr adlı seyahatnamesi, Memlük Kıpçak Türkçesi sahasına ait Arapça-Türkçe sözlük ve dil bilgisi kitabı et-Tuhfetü'z-Zekiyye fi'l-Lugati't-Türkiyye, Nâbî'nin hac yolculuğunu anlattığı mensur-manzum eseri Tuhfetü'l-Haremeyn, Neşâtî'nin Sultan Veled'in şiirlerini şerhettiği manzum Farsça eseri Tuhfetü'l-Uşşâk bu eserlerden sadece birkaçıdır.
Terim anlamıyla kelime iki veya daha fazla dilli manzum sözlükler için kullanılır. Geleneksel eğitim sistemi içerisinde dil öğretiminde önemli bir yeri olan ve şiir şeklinde kaleme alınan bu sözlükler; içeriği, yapısı, kullanılan nazım şekilleri ve vezinleri ile edebî bir türün adı olarak tuhfe adıyla zikredilir. Nitekim tuhfe kelimesinin, Tuhfe-i Şâhidî, Tuhfe-i Remzî, Tuhfe-i Fedâyî, Tuhfe-i Âsım, Tuhfe-i Lutfî vb. manzum sözlük şeklinde yazılan bu kitapların birçoğunun adı olduğu görülmektedir.
Birçok işlevinin yanı sıra kelime öğretimi amacıyla yazılan manzum sözlüklerdeki şiirlerin ezberlenerek hafızada kalmasına bakarak tuhfe kelimesinin yâdigâr yani "herhangi birini veya bir şeyi hatırlatacak unsur" anlamı dikkate alındığında müelliflerin ezberlenmesi için yazdıkları bu eserlerinin, hafızalarda yadigâr olarak kalmasını arzu ve temenni ettikleri söylenebilir. Tuhfelerin zaman zaman yâdigâr, bergüzar, risale, manzame, name, kitap, lügat manzumesi, nazım, lügat, lügat-ı manzûme, nazm-ı lügat, armağan, tuhfe-yi manzûme gibi farklı kelimelerle de tanımlandıkları görülmektedir (Averbek, 2019: 66, 67).
İslam dünyasında XI. yüzyıldan itibaren yazılmaya başlanılan manzum sözlükler başlangıçta, Kur'an-ı Kerim'in ve Mesnevî'nin daha iyi anlaşılmasına yönelik hazırlanan eserlerdi. Bu işlevinin yanı sıra zaman içinde dil öğretiminin de ilk ve temel kitabı olma özelliği kazanmıştır. İlk örnekleri Arapça'dan Arapça'ya kaleme alınmıştır. Daha sonraları ise Arapça'yı öğretmek maksadıyla Farsça'dan Arapça'ya olacak şekilde yazılmışlardır.
Farslar'a Arapça'yı öğretmek maksadıyla Edip Natanazzi (ö. 1106) tarafından XI. yüzyılda kaleme alınan Düstûrü'l-Luga iki dilli manzum sözlüklerin ilk ve kısmî örneği olarak kabul edilir. Bu alandaki kapsamlı ilk örneğin Bedreddin Ebû Nasr Mes'ûd b. Ebû Bekir Ferâhî'nin XIII. yüzyılda kaleme aldığı Nisâbü's-Sıbyân isimli Arapça-Farsça sözlüğü olduğu ifade edilmektedir.
Türk edebiyatında manzum sözlükler, dillerinden biri Türkçe olmak üzere öncelikle Türkçe-Arapça, Türkçe-Farsça olarak iki dilli yazılmışlardır. Sonraları Türkçe-Arapça-Farsça üç dilli sözlükler de kaleme alınmıştır. Bunların dışında Urduca-Farsça-Arapça-Türkçe gibi dört dilli ve Türkçe-Farsça-Arapça-Afganca-Hintçe gibi beş dilli manzum sözlükler de tertip edilmiştir. Osmanlı Devleti'nin çok uluslu yapısı gereği Türkçe-Ermenice, Türkçe-Fransızca, Türkçe-Bulgarca, Türkçe-Boşnakça vb. dillerde de manzum sözlükler hazırlanmıştır.
Türk edebiyatında ilk Türkçe-Arapça manzum sözlüğün 1392 yılında Abdüllatif b. Melek tarafından kaleme alınan Lugat-ı Ferişteoğlu olduğu bilinmektedir. Bu sözlük, kendisinden sonra yazılan Türkçe-Arapça sözlükler için ilk örnek olma özelliği taşımaktadır.
Türkçe-Farsça manzum sözlüklerin bilinen ilk örneği ise Hüsâm b. Hasan tarafından 1400 yılında yazılan Tuhfe-i Hüsâm adlı eserdir. Şâhidî tarafından kendisinden sonra yazılan manzum sözlükler için önemli bir model olma özelliği taşıyan Tuhfe-i Şâhidî ise Tuhfe-i Hüsâm'a nazire olarak kaleme alınmıştır (bk. Tuhfe-i Şâhidî).
1424 yılında Abdurrahman Malkaravî tarafından yazılan Ucûbetü'l-Garâyib fî Nazmi'l-Cevâhiri'l-Acâyib isimli sözlük ise Türk edebiyatının bilinen ilk Arapça-Farsça-Türkçe manzum sözlüğüdür.
Sözlüklerin kısa şiir formatında yazılmaları, vezinli ve kafiyeli olması ezberlemeyi kolaylaştırmaktadır. Bu şekilde eğitim çağına henüz girmiş bir öğrenci bu sözlükler sayesinde en az iki dilde yüzlerce kelimeyi, kelime öbeğini, fiilleri ve çekimlerini, temel dil kurallarını, atasözü, deyim ve kalıp ifadeleri öğrenebilmektedir. Gelenekli eğitim sistemi içinde manzum sözlüklerin dil öğretiminin yanı sıra eğitim çağı çocuklarına aruzu öğretme, belagatın temel sanatlarını sezdirme, kafiye bilgisini uygulamalı aktarmada kullanıldığı da görülmektedir. Ayrıca çocuklara nasihatler vererek onların ahlakî eğitimlerine katkı sağladığı anlaşılmaktadır.
Manzum sözlükler üç bölümden oluşur. Birinci bölüm sözlüğün mukaddime kısmıdır. Bu bölümde müellif besmele, hamdele ve salveleye yer verdikten sonra eserini yazma amacını ifade eder (sebeb-i telif). Müellif bu bölümde hayatına dair bilgilere de yer verir. İstifade ettiği kaynakları belirtir. Bazan da önceki tuhfelerde gördüğü sorunları dile getirir. Eserini nasıl yazdığını anlatır ve genellikle mahlasıyla birlikte eserine verdiği ismi de zikreder.
Her biri aynı vezinde yazılmış kıtalardan oluşan ikinci bölüm eserin sözlük kısmıdır. Bu bölümler de genellikle nazım ve mesnevi gibi farklı nazım şekilleriyle yazılmışlardır ve bu şiirlerin başlıkları Arapça veya Farsça olur.
Hatime eserin son bölümüdür ve genellikle mukaddime gibi mesnevi türünde kaleme alınır. Bu bölümde eserin adı bazan tekrar zikredilirken dua ve tarih ile eser tamamlanmış olur.
Hacim olarak manzum sözlükler birbirinden farklılık gösterebilmektedir. Bu çerçevede en kısa manzum sözlük olarak on beyitten oluşan Nezim Frakulla'nın Türkçe-Arnavutça manzum sözlüğüdür. 3297 beyitten oluşan Dilbikulé Cizîrî'nin Nûbihara Mezinan adlı eseri de bilinen en uzun manzum sözlüktür. Manzum sözlüklerde kelime sayısı sözlüklerin hacmine göre ortalama 1000 ile 3000 arasında değişebilmektedir. Çıkış amaçları Kur'an-ı Kerim'in ve Mesnevî'nin daha iyi anlaşılması olan manzum sözlüklerin bu temel işlevi dışında Osmanlı Devleti'nin dinî, siyasî, sosyal ve kültürel yapısı, toplumun günlük hayat rutinleri vb. hususlar da sözlüklerdeki söz varlığının kapsamını/sınırlılıklarını belirlemektedir. Tuhfe müellifleri, kelime seçiminde Kur'an'dan, zaman zaman kendinden önce yazılmış tuhfelerden, bazan ise mensur sözlüklerden veya İslam medeniyetinde kabul görmüş temel edebî metinlerden istifade etmişlerdir. Daha çok tematik söz varlığı üzerine kurulan bu sözlükler, yazıldığı dönemin dil hususiyetleri ile toplumun sosyal ve kültürel dokusunu yansıtan söz varlığı özelliklerini de içermektedir. Manzum sözlüklerde konularına göre tematik söz varlığının; geleneğin ve toplum hayatının da bir gereği olarak din ve tasavvuf, devlet ve cemiyet, insan, kozmik unsurlar ve tabiat şeklinde dört ana başlık etrafında toplandığı ifade edilebilir.
Sözlüklerde beyit sayısı başlangıç eserlerinde pek sistemli olmamakla birlikte sonraki dönemlerin sözlüklerinde düzenli olduğu ve manzumelerin beyit sayısının azaldığı görülmektedir. Söz gelişi Güher-rîz müellifi, çocukların manzumeleri daha kolay ezberleyebilmesi için her bir manzumeyi/kıtayı altı beyit olarak yazmıştır.
Manzumelerde daha çok aruz vezninin, ezberlenmesi kolay kalıpları kullanılmıştır. Öğrencinin aruzu da öğrenmesi hedeflendiğinden manzumelerde farklı aruz vezinleri kullanılmış ve manzumeler daha çok bu vezin kalıplarının öğretimine yönelik beyitlerle tamamlanmıştır.
Kelime öğretiminde müelliflerin, birbirine yakın seslerden oluşan, sesteş veya kökteş kelimeleri bir arada, aynı mısra veya beyitte kullanarak çeşitli yöntemler izledikleri söylenebilir. "Bâz-gûne aksinedür dahı gül-gûne figer/Dürlü dürlü gûn-a-gûn başı aşaga ser-nigûn (129, Şâhidî)" ve "Ber göğüs ber üzre ber mîve ilet mânada ber/Der kapudır der-dere derde dimek yırt dirse der (12, K., Remzî)" beyitleri buna örnek olarak gösterilebilir.
Bunun yanında, "Münc ü zünbûr arı kendû togan bal engebîn/Ţatlu nûşîn acı telh ü zehr nîş ü hem şereng (487, Vehbî)" örneğinde olduğu gibi kelime öğretiminde zıt ve yakın anlamlı kelimelerin bir mısrada veya beyitte birlikte verilmesi yöntemine de başvurulmuştur.
Sözlüklerde ise kelimeler, "Hum küp dimekdür egri ham u kej dinür dahı/ Büklümlenüp ţolaşmış olan nesne ham-be-ham (514, Vehbî)" ve "Biri birine ţolaşmış dimedür pîç-â-pîç/Mûy kıl şâne ţarak saç bölgesidür gîsû (599, Vehbî)" örneklerinde olduğu gibi kelimenin kendisinin ve anlamının akılda kalıcılığını sağlamak amacıyla anlamı veya açıklamasıyla birlikte verilmektedir.
Aynı kavram alanına giren kelimeleri bir mısrada, beyitte veya şiirin tamamında kullanmak, manzum sözlüklerin belirgin özellikleri arasında yer alır. "Rûz gün hefte şufûde mâh aydır yıl da sâl/Şod numâyân oldı zâhir mâh-ı nev ya'ni hilâl/Cum'adır âzîne şembih irtesi dîrûz dün/Dûş dünki gice misli yok dimekdir bî-hemâl (Tuhfe-i Remzî 236, 237)" mısraları buna örnek olarak zikredilebilir.
Manzum sözlükler genel çerçevede kelime öğretimi üzerine inşa edilmiş olmakla birlikte, bu sözlüklerde cümle değerinde iki dilde karşılıklı mısralara da yer verilmektedir. "Kim ki ister ilm o lâzımdır gönülden meyl ide/Her ki hâhed dânîş u bâyed kuned ez-dil heves (15. K. 172, Remzî)" örneğinde de görüldüğü üzere, bu cümleler sayesinde her iki dilin de söz dizimi hakkında bir farkındalık oluşturulması amaçlanmaktadır.
Dillerinden biri Türkçe olan manzum sözlüklerin en önemli müşterek özelliği, beyitlerin/mısraların Türkçe'nin söz dizimine uygun olarak yazılmış olmasıdır. Diğer bir ifadeyle dil öğretimi Türkçe üzerinden gerçekleştirilmiştir. Bu yönüyle Osmanlı eğitim kurumlarında dil öğretimi materyali olarak kullanılan iki dilli veya üç dilli bu sözlüklerin, sadece yabancı bir dilin öğretiminde değil aynı zamanda Türkçe'nin öğretiminde de önemli bir yeri olduğu ifade edilebilir.