logologo
BlogHistory
Blog
Avatar
Main AuthorKÜME VakfıAugust 26, 2025 at 9:17 AM

Türkiye ve Bölgesel Coğrafya- I. Güç Siyaseti ve Mekân

Geography+2 More
fav gif
Save
viki star outline

İnsan hayatı içindeki faaliyetler, amacı, tarzı, içeriği bakımından dimağa sığmaz bir çeşitlilik dahilinde vuku bulmasına karşın, tüm bu faaliyetler belli bir mekânda gerçekleşmesi bakımından ortaklaşır. Bir askeri manevra için arazi, acil durum esnasında bir okulun tahliyesi için okul binası, bir hashtag çalışması için spesifik sosyal medya platformu bu faaliyetlerin vuku bulduğu mekânlardır. Mekânı fiziksel dünyanın uzamsal boyutuyla eşdeğer algılamak, bu kavramda içkin heterojenliğin hakkıyla anlaşılmasında önemli bir engel teşkil eder. Nitekim, mekân kavramı fenni ilimlerde yaygın bir şekilde kullanılan uzaydan farklı olarak, tekdüze bir boşluk ima etmez. Bilakis, mekân somut bir şeydir ve bu somutluk içinde barındırdığı heterojenlik insan faaliyetlerine kendi içinde farklılaşan imkân ve kısıtlar sunar. Örneğin bir arazi yüzeyinde farklılaşan eğim, belirli lokasyonları askeri manevra için elverişli kılarken, diğer lokasyonlarda tam tersi bir etkide bulunabilir. Bir okul binasının tasarımı belli sınıflardaki öğrencilerin tahliyesini kolaylaştırarak felaket durumlarında hayatta kalma şansını arttırırken, diğerlerinin azaltabilir. Bir sosyal medya platformunun görünürlük politikaları belli hesapların popülaritesine katkı sunarken, diğerleri için handikap teşkil edebilir. Sonuç olarak, mekâna dair düşünmek doğrudan herhangi bir sahada insan faaliyetleri için sunduğu kısıt ve kolaylıkları düşünmeyi gerektirir.


Uluslararası ilişkiler disiplini mekânın belirleyici etkisine yaptığı güçlü vurguyla diğer sosyal bilimler disiplinlerinden pozitif anlamda ayrışır. Uluslararası ilişkilerde bu vurgunun merkezinde coğrafya kavramı yer alır. Belli periyotlarda coğrafya ve coğrafi konumun ülkeler arası etkileşimler üzerindeki belirlenimi uluslararası ilişkiler disiplini içindeki yaklaşımlarda o kadar temel bir hüviyet kazanmıştır ki sözlükte coğrafi-siyaset anlamına gelen jeopolitika tabiri uzun süre uluslararası ilişkileri güç kavramı üzerinden okuyan realist yaklaşım ile eş anlamlı kullanılır hale gelmiştir. Bunun temel sebebi, realist yaklaşımının merkezinde yer alan güç kavramının coğrafyadan bağımsız düşünülmesinin neredeyse imkânsız olmasıdır. Modern uluslararası ilişkilerin ilk sistematik realist düşünürü olan Morgenthau’nun ulusal gücün yapıtaşlarından bahsederken coğrafi konum, yeraltı kaynaklar ve nüfus gibi doğrudan coğrafi konum ile ilintili unsurları listenin başına yazması bu bakımdan pek şaşırtıcı değildir. Bunlardan yeraltı kaynakları ve nüfus gibi unsurlar doğrudan devletlerin sahip olduğu ham gücü oluştururken, coğrafi konum bu ham gücün ne derece etkinlikte aktörler arasında kullanılabileceğini belirlemektedir. Dolayısıyla, coğrafyayı ana akım uluslararası ilişkiler yaklaşımlarının merkezine yerleştiren uluslar güç ile ilişkisi bakımından iki önemli hususiyeti bulunmaktadır: (1) Gücün ortaya çıkışı coğrafyanın sunmuş olduğu imkanlarla doğrudan bağlantılıdır. Morgenthau’nun vermiş olduğu örneği takip edersek, ABD ve Sovyetler Birliği’nin 20. yy.’ın ikinci yarısında sahip oldukları süper güç statüsü coğrafyalarından ileri gelen gıdada kendine yeterliliklerinin bir sonucudur. Bu anlamda nüfusu beslemeye yetecek verimlilikte bir coğrafya süper güç olmak için gerek sebeptir. (2) Bir devletin sahip olduğu güç miktarı coğrafyanın sunmuş olduğu kısıt ve imkanlar dahilinde verimli bir şekilde dış politika ürününe dönüşebilir. ABD’nin 19. yy. boyunca daimî bir orduya sahip olmaksızın anakarasını düşman işgallerinden koruyabilmesi şüphesiz iki kıyısının da geniş okyanuslarla çevrili olmasının sonucudur. ABD’nin kısıtlı gücünü bu kadar efektif bir savunma çıktısına dönüştürebilmesi şüphesiz korunaklı coğrafyası sayesindedir.


İlginçtir ki, realist yaklaşımın güçlü coğrafya vurgusu 1970'lerle birlikte ciddi bir kesintiye uğradığı söylenebilir. Bu dönemde ortaya çıkan ve çağdaş uluslararası ilişkiler teorisinin kurucu ekolü olarak nitelendirebileceğimiz Yapısalcı Realizm (ya da popüler tabirle, Neo-realizm)’in bunda oynadığı rolü vurgulamak gerek. Kenneth Waltz’ın Uluslararası İlişkiler disiplinini sağlam teorik temellere oturtmak maksadıyla ortaya atmış olduğu neo-realist yaklaşım temelinde uluslararası politikayı yekpare bir sistem olarak ele almaktaydı ve bu sistem içerisinde devletler sadece güçleri bakımından ayrışan özdeş entitelerdi (Waltz 1979). Bu teorik yaklaşım iki farklı biçimde coğrafyayı uluslararası siyasetin işleyiş dinamikleri içinde coğrafyayı arka plana itti: (1) Uluslararası siyasete yönelik yekpare sistem yaklaşımı dahilinde bütün devletleri aynı sistemin denk birer parçası olarak görme eğilimi coğrafyanın devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde coğrafyanın kısıtlayıcı ve kolaylaştırıcı etkisine dair sorgulama imkanını ciddi bir biçimde sınırlandırmaktaydı. Bu bakımdan, uluslararası sistem içinde nevi şahsına münhasır heterojenlikler barındıran otantik anlamıyla bir mekândan daha çok; boşluktan mürekkep homojen bir uzayı andırmaktaydı. Devletler sürtünmesiz yüzeyde hareket eden bilardo topları olarak tahayyül edilirken; akarsular, okyanuslar, çöller, dağlar gibi, birçok devletin etkileşimini zorlaştırıcı veya kolaylaştırıcı etkide bulunan coğrafi unsurlar bu yaklaşım içinde tamamen göz ardı edilmekteydi. (2) Neo-realist teorinin işleyişi içinde merkezi bir rolü olmasına rağmen, güç kavramı sebeplerinden daha çok sonuçları itibarıyla önemsenmekte ve gücün üretimiyle doğrudan ilintili olan beşeri ve fiziki coğrafya unsurları devletlerin iç siyasetinin birer parçası olarak görülerek analizin dışına atılmaktaydı. Bu durum realist yaklaşım içinde gücün coğrafi kökenlerinin eksojen olarak algılanmasına ve bu derecede de devletler sistemini açıklayıcı etmenlerin dışına itilmesine sebep olmuştur.


Coğrafya ihmal edildiğinde uluslararası politikanın analizinin sınırları doğrudan realist ekolün tarihsel gelişimi içinde gözlemlenebilir. Neorealizmin babası Waltz’ın birinci dereceden halefleri olan Mearsheimer, Walt, Glaser, Christensen, Snyder (1990) gibi yeni jenerasyon realistler coğrafyadan soyutlandığında realizmin devletlerarası ilişkilerin somut örüntülerini açıklama kabiliyetinin çarpıcı bir erozyona uğradığını fark ederek, coğrafyayı Waltz’ın sunmuş olduğu teorik çerçevenin içerisine dahil etmenin yollarını aradılar. Agresif realizm akımının kurucusu kabul edilen Mearsheimer’ın eserlerinde sıkça zikredilen coğrafya tiranlığı (tyranny of geography) kavramsallaştırmasında bu çabanın izlerini görmek mümkündür (Mearsheimer 2001). Mearsheimer bu kavram ile büyük güçlerin sınırları ötesinde geniş ölçekli güç aktarımının önündeki en büyük engelin coğrafya olduğunu vurgular. Buna göre, Amerika Birleşik Devletleri’ni her iki dünya savaşı sonrasında da Avrupa ve Uzak Asya’da tam teşekkülü bir hegemonya kurmaktan Atlantik ve Pasifik okyanusları sathında sürekli bir ikmal hattı kurmanın getireceği devasa maddi maliyetler uzak tutmuştur. Bu sebeple, Amerika Birleşik Devletleri sınırlarını genişletip bu bölgelerde külli bir hegemonya kurmak yerine, bölgesel ortaklıklar kurarak NATO ve SEATO gibi ittifaklar ile nüfuzunu sürdürme yolunu tercih etmiştir. Benzer şekilde, Stephen Walt, Ortadoğu’daki ittifak örüntülerini incelediği çalışmasında analizinin merkezine Waltz’ın aksine güç dengesini değil, yoğun bir coğrafya vurgusu içeren tehdit dengesi kavramını almıştır. Güç dengesinin soyut içeriğine karşın, tehdit dengesi kavramı devletler tarafından edinilen gücün projeksiyonunun coğrafya tarafından kısıtlandığında, rakipler nezdinde bir tehdit olarak algılanmayacağına ve dolayısıyla dengeleme ihtiyacı doğurmayacağına işaret eder (Walt 1990). Neorealist teorinin lansmanını yaptığı tarihin üzerinden 10 yıl geçmeden coğrafya temelinde bizzat kendi öğrencilerinden bu denli temel eleştiriler alması, coğrafyadan soyutlanmış bir realist teorinin nasıl güdük kaldığını göstermesi bakımından manidardır. Lakin bu durum, coğrafyanın uluslararası ilişkiler teorisi içinde hak ettiği önemi gördüğüne dair bir yanılgıya yol açmamalı. Ortaya çıkışının üstünden yarım asır geçmiş olmasına rağmen, Waltz’ın bu bağlamda mirasının günümüzde hala canlı ve etkili olduğu söylenebilir. Modern uluslararası ilişkiler çalışmaları dahilinde hem teorik hem empirik tandanslı literatürün içinde hala coğrafyaya yönelik çalışmaların oldukça sınırlı olması bunun en büyük kanıtıdır.


Waltz’ın halefi realistlerin eleştirilerinin temelinde neorealist teorinin coğrafya sorunsalına yaklaşımında mündemiç bazı teorik gerilimler yatmaktadır. Yukarıda bahsedildiği gibi neorealizm, coğrafyanın uluslararası siyasetteki başlıca iki rolünü (1. Gücün kaynağı olması, 2. Gücün projeksiyonunda devletlere farklılaşmış yetenekler sunması) parantez içine alarak açıklayıcı bir değişken olarak kabul etmemektedir. Neorealist teori okuryazarlığı olan kişilerin fark edeceği üzere, bu teorik tercihin zemini birkaç sebepten dolayı sallantılıdır:


(1) Coğrafyanın bir devletin sunmuş olduğu beşerî ve fiziki imkanlarla güce erişimini kolaylaştırırken, aksi durumlarda zorlaştırabildiğini biliyoruz. Güç doğrudan devletleri birbirinden ayrıştıran bir unsur olarak neorealist teorinin merkezinde yer alıp mikro ölçekte devletler arası güç dengesinden, makro ölçekte çok kutupluluk ve tek kutupluluk gibi sistemik konfigürasyonlara kadar geniş yelpazede etkilere sahiptir. Durum böyleyken, gücün belki de en büyük belirleyicisi olan coğrafyanın iç siyasetin bir parçası olarak görülerek analizin dışına itilmesi makul müdür? Küresel ölçekte güç dağılımındaki farklılaşmaların birer sonucu olarak ortaya çıkan farklı örüntüler, gücün nedensellik bağıyla sıkı sıkıya bağlı olduğu coğrafi faktörler ihmal edilerek hakkıyla anlaşılabilir mi?


(2) Uluslararası siyasetin yekpare bir sistem olarak coğrafya temelli parçalılık ve bölünmüşlüğe sahip olmadığı varsayımı yerinde midir? Coğrafi şekillerin devletlerin birbirleri arasında etkileşimler için oluşturduğu engeller/fırsatlar düşünüldüğünde, coğrafyanın devletlerin etkileşim kurduğu ortamın bir niteliği olarak neorealist anlamda bir sistemik özellik olarak kavramsallaştırılıp, analize dahil edilmesi oldukça akla yatkındır. Bu, teorik olarak mümkün ve hatta sağduyu açısından zaruriyken, uluslararası ilişkilerin coğrafyanın belirleyici etkisinden arındırılmış bir tarzda, sanki sürtünmesiz ortamda vuku buluyormuş gibi davranmakta ısrarcı olmanın faydası nedir?


Waltz’ın entelektüel oryantasyonuna aşina olanlar muhtemeldir ki bu soruları tutumluluk (parsimony) ilkesine referans vererek yanıtlayacaktır: Coğrafya her ne kadar neorealist yaklaşımın uluslararası siyasette gözlemlediğimiz örüntüleri açıklama gücünü arttırsa da teorik karmaşıklığı önemli ölçüde arttıracağı için neorealist çerçevenin içine dahil edilmemelidir. Her ne kadar bu kendi içinde makul bir gerekçe de olsa, neorealizmin coğrafyaya kayıtsızlığının altında daha ateorik, daha siyasi bir sebebi olma ihtimali yadsınmamalıdır. Nitekim, neorealizm Amerika’nın küresel hegemonyasının kendisini tekmil ettiği bir dönemde, Amerikan siyaset bilimi akademisinin içinde neşet etmiş bir entelektüel hareket olarak büyük güç siyasetinin dinamiklerini rasyonel bir formülasyona kavuşturma misyonuyla yükselmiştir. Bu en çarpıcı biçimde, Waltz’ın çalışmalarında küçük ve orta ölçekli devletlerin uluslararası politikadaki rollerine dair dişe dokunur hiçbir analize yer vermemesinde görülebilir. Bilakis, devletler üzerindeki sistemik etkiler Waltz için tamamen sistemdeki büyük güçler arasındaki güç dağılımının bir fonksiyonudur.


Büyük güçlere atfedilen bu merkezi rol, kaçınılmaz bir şekilde coğrafyanın önemini tahfif ile sonuçlanmaktadır. Zira büyük güçler, orta ve küçük ölçekli devletlerin aksine sahip oldukları geniş kabiliyet havuzu sayesinde coğrafyanın sınırlayıcı etkisini bertaraf edebilmektedir. Bu kabiliyetler yalnızca askeri değil, aynı zamanda ekonomik ve teknolojik unsurları da içerir; örneğin okyanus aşırı deniz gücü (uçak gemileri), stratejik hava nakliye filoları, küresel lojistik ağlar ve dünyanın dört bir yanındaki askeri üsler, coğrafyanın kısıtlayıcı etkisini yumuşatan unsurlardır. Günümüzde ABD’nin iki tarafından okyanuslarca kuşatılmamışçasına dünyanın her noktasına rahatça güç aktarma kabiliyetine sahip olması, hiçbir devletin sahip olmadığı geniş maddi imkanlara erişimi sayesindedir. Ne var ki, bu durum tarihte ve günümüzde sadece büyük güçlerin sahip olduğu bir ayrıcalıktır. Küçük ve orta ölçekli güçler için coğrafya, dış politika faaliyetinin doğal sınırlarını belirler. Gücünü yerkürenin sathına yansıtabilmek için lazım olan kaynaklardan mahrum olan devletler coğrafyanın kısıtlayıcı etkisini yoğun bir şekilde hisseder. Dolayısıyla, coğrafyanın kısıtlayıcı gücüne karşı koyabilmek ancak büyük güçlerin harcıdır ve bu yüzden coğrafya ancak kapsamını büyük güç siyasetini açıklama kaygısındaki bir teorik yaklaşım için ihmal edilebilir bir değişkendir.


Diğer yandan, büyük güç merkezli bir teorik yaklaşım, coğrafyanın devletlerin güç projeksiyonu üzerindeki kısıtlayıcı etkilerinin yanı sıra devlet gücünün beşerî ve fiziki coğrafyadaki kökenlerini de olarak görmezden gelmeye iter. Devlet gücü materyal bir zeminde; verimli tarım arazileri, seyrüsefere uygun nehirler, stratejik limanlar, kolayca ulaşılabilen madenler ve enerji kaynakları gibi coğrafi nimetler üzerine inşa edilir. Modern dönem olarak nitelediğimiz geçtiğimiz dört yüzyılda, Büyük Britanya (kömür yatakları ve ada coğrafyası), Amerika Birleşik Devletleri (geniş ve verimli topraklar, bol doğal kaynaklar) ve Rusya (devasa kara parçası ve enerji rezervleri) gibi büyük güç statüsüne erişen devletlerin neredeyse tamamı, bu türden geniş zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarına hükmetmekteydi. Şüphesiz ki bu durum, geniş coğrafi kaynakların büyük güç olmanın adeta bir önkoşulu olmasıyla alakalıdır. Lakin tam da coğrafi kaynaklar ile büyük güç olmak arasındaki bu sıkı ilişkiden dolayı, büyük güçlerin birbiriyle olan ilişkisinin analizinde coğrafi kaynaklar bir sabit haline gelerek önemini yitirir. Nitekim, spesifik bir zaman diliminde gözlemlediğiniz büyük güçlerin tamamı zaten bu temel yeterliliğe sahip olacağı için, bu faktör bunların arasındaki dinamikleri açıklayan bir değişken olmaktan çıkar. Bu sebeple geniş coğrafi kaynaklar, örneklemimiz büyük güçler olduğunda açıklayıcı bir faktör olarak önemini yitirir. Diğer yandan, merceğimizi dünya sisteminde daha mütevazı bir pozisyon işgal eden orta ve küçük boyutlu güçlere çevirdiğimizde, tablo tamamen değişir. Bu seviyede coğrafya, bir sabit değil, en önemli değişkenlerden biridir. Petrol zengini bir Körfez ülkesi ile kaynak fakiri bir Afrika ülkesi, ya da dağlık ve karasal bir devlet ile geniş kıyı şeridine sahip bir devlet arasında güç, refah ve dış politika kapasitesi bakımından devasa bir değişkenlik ortaya çıkar. Bu sebeptendir ki, neorealizm odağına büyük devletler siyasetini aldığı derecede coğrafyanın güç üretici rolünü göz ardı etmiştir.


Sonuç olarak, her ne kadar realizm başta olmak üzere uluslararası siyasete güç merkezli yaklaşımlarda geleneksel olarak coğrafya ve coğrafi unsurlara önemli bir hususiyet atfedilse de bu yaklaşımların modern varyantları geleneksel çizgilerinden ayrılarak devletler arası siyaseti coğrafi realitelerde kopuk bir şekilde analiz etme temayülü taşımaktadır. Bu temayülün temelinde Soğuk Savaş döneminde Amerikan akademisinin başlıca önceliği haline gelen büyük güç siyasetini analizinde görece olarak coğrafyanın rolünün ihmal edilebilirliği yatar. Bu temayüle karşı ortaya çıkan disiplin içi reaksiyoner girişimlere rağmen, modern ana akım uluslararası ilişkilerin hala geçmişin bakiyesini tam anlamıyla üstünden attığını söylemek güçtür. Coğrafya, bilhassa akademik çalışmalarda, hala ikincil, sistematik soruşturmaya elverişli olmayan, ihmal edilebilir bir faktör olarak muamele görmektedir. Dolayısıyla, Türkiye gibi orta ölçekli güçlerin dış politikasına yönelik kafa yorarken, uluslararası ilişkilerin güncel eğilimlerinden koparak, coğrafyayı geleneksel eğilimlerde olduğu gibi merkezi bir konuma yerleştirmek elzemdir. Bu, Türk dış politikasına ancak ait olduğu mekânın, yani coğrafyasının dinamiklerine yönelik esaslı bir akıl yürütme ile isabetli bir yön verilebileceğini göstermektedir.


Yazan: Abdullah Kabaoğlu.

You Can Rate Too!

0 Ratings

Blog Operations

Ask to Küre