“Dünyada neler oluyor?”
“Bu krizler nereye varacak?”
“Yeni bir savaş mı çıkıyor?”
“Bizi nasıl etkiler?”
“Büyük devletler ne planlıyor?”
Bu tür sorular zihinleri meşgul ediyor. Sanki biraz endişe, biraz da tedirginlik hâkim… Ama asıl mesele şu, biz vazifemizi unuttuk mu acaba? Yoksa esas yapmamız gereken şeyleri göz ardı mı ediyoruz? Belki de konuşmamız gereken çok daha mühim meseleler var.
En Yakın Daireden Başlamak
İnsan, hayatı boyunca farklı dairelerle ilişki içindedir. Bu daireler küçükten büyüğe doğru açılır: Nefsi, ailesi, mahallesi, milleti, ümmeti ve insanlık.
En yakın ve en önemli daire ise kişinin kendi kulluğu ve aile hayatıdır. Bediüzzaman bu noktaya dikkat çeker. Büyük dairelerin cazibesi insanı içine çekebilir ama esas vazife küçük dairededir. Çünkü asıl hesap oradan sorulacaktır.
Bediüzzaman, yaşadığı dönemde Dünya Savaşı’nı dahi takip etmemiştir. Bu tutumu “olayları önemsemedi” anlamına değil, “vazifesine odaklandı” anlamına gelir. Demek ki daha büyük bir gerçek vardı onun için. İman ve nesil meselesi.
Dünyanın Aldatmacası
Modern çağ, bizi meşgul etmeyi çok iyi başarıyor. Etrafımızda olan biten her şey ilgimizi çekiyor. Ülkelerin meseleleri, ekonomik göstergeler, sosyal medya tartışmaları, spor karşılaşmaları… Ama bir de evimiz var. Yanımızda oturan çocuğumuzun hâlini sormayı unutuyoruz. Eşimizin dertlerini dinlemeye fırsat bulamıyoruz. Yani, aslında en yakındaki insanlara karşı en uzak biz oluyoruz. Bu bir eksen kaymasıdır. Bu kayma, sadece sosyal değil; manevi ve ahlaki bir sarsıntıdır.
İmanın Güneş Yüzlü Çocukları
Vazifemize yeniden dönmenin vakti gelmedi mi? Çocuklarımızla, gençlerimizle, ailemizle daha fazla ilgilenmenin… Kendimize, imanımıza, istikbalimize daha çok yönelmenin…
“İmanın güneş yüzlü çocukları” ifadesiyle tarif edilen bir nesil var hayalimizde. İşte bu nesli yetiştirmek bizim vazifemizdir. Onlar, yarının karanlıklarını aydınlatacak.
Onlar, milyonlara hizmet edecek.
Nokta-i İstinad: Dayanak Noktamız Neresi?
Bediüzzaman Hazretleri bir yerde şöyle haykırır:
“Fıtratımdaki hadsiz aczimle beraber, ihtiyârlık ve gurbet ve kimsesizlik ve tecrîdim içinde ehl-i dünyâ desîseleriyle, câsûslarıyla bana hücûm ettikleri hengâmda, kalben dedim: Elleri bağlı, zayıf ve hasta bir tek adama ordular taarruz ediyor. Benim için bir nokta-i istinâd yok mu? diye hasbunallahu ve ni‘mel vekîl âyetine mürâcaat ettim...”【1】
Bu ifade, zor zamanlarda insanın neye dayanması gerektiğini anlatan güçlü bir misaldir. Dayanak noktamız Allah olursa, dünyanın en büyük orduları bile korkutamaz.
Ama o noktayı unutursak küçük bir mesele bile kalbimizi karartır, zihnimizi sarsar.
Endişeye Karşı Tevekkül
Biz vazifemizi yapalım. Gerisi Allah’a aittir. Devemizi bağlayalım ama tevekkül etmeyi unutmayalım. Korkuya karşı en büyük panzehir iman ve itminan.
Dayanak noktasını bulan bir insan ne Amerika’dan korkar, ne Rusya’dan çekinir, ne de kıyamet senaryolarına kapılır. Çünkü bilir ki O’nu bulan, her şeyini bulur. O’nu bulmayan, ne bulursa bulsun, boşluktadır.
Netice: Pencereden Bak, İçine Girme
Netice olarak vazifemizi unutmayalım, basamakları atlamayalım, kulluğumuzu ve ailemizi ihmal etmeyelim.
İşte en önemli daire budur. Dış dünya ise sadece bir penceredir. Bakılır, görülür, ibret alınır. Ama içine girilmez. Ve şöyle denir: “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.”

