Çin Başbakanı Li Qiang, 26 Temmuz 2025 tarihinde Dünya Yapay Zekâ Konferansı’nda açılış konuşmacısı olarak “Küresel Yapay Zekâ Yönetim Eylem Planı”nı resmî olarak duyurdu. Şanghay’da düzenlenen konferansta tanıtılan eylem planından üç gün önce, Amerika Birleşik Devletleri de bir yapay zekâ eylem planı ilan etmişti. Eylem planlarının peşi sıra yakın tarihlerde yayınlanması ve aralarında pek çok tezat barındırması, zihinlerde Çin’in eylem planının Amerika’ya bir yanıt olduğu izlenimini uyandırıyor. Ancak yapay zekâ politikalarının uzun planlama süreçlerinin sonucu olması ve Çin’in eylem planının öteden beri süregelen devlet politikalarıyla tutarlı oluşu ise tesadüf ihtimalini güçlendiriyor.
İki ülkenin eylem planları karşılaştırıldığında, Amerika’nın yapay zekâ teknolojilerindeki liderliğini koruma çabası, Soğuk Savaş dönemi uzay yarışı dinamiklerinin dönüşünü duyurarak agresif ve dışlayıcı bir yaklaşım sergiliyor. Bu tutum ABD’nin liberal uluslararası düzenden vazgeçme trendiyle uyumlu. Buna karşılık Çin’in dokümanı ise uluslararası iş birliklerini ve kurumları ön planda tutarak mevcut düzen içerisinde yeni merkez olma hedefini yansıtıyor. Bu pozisyon da yine Çin’in uluslararası politikasıyla uyumlu denebilir.
Konferansın açılış töreninde konuşma yapan Çin Başbakanı Li Qiang, yapay zekânın insanlık için hem fırsatlar hem de riskler barındırdığını vurgulayarak yapay zekânın geliştirilmesi ve yönetilmesi için uluslararası toplumun küresel düzeyde iş birliğiyle, evrensel olarak kabul görecek bir çerçeve oluşturmasının acil gerekliliğini ifade etti. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler düzeyinde kabul edilen yapay zekâ yönetimi çerçevesinde belirtilen ilkelerin gereklerinin yerine getirilmesi çağrısında bulundu.
Amerikan Planı’na nazaran oldukça kapsayıcı bir dil kullanan eylem planında Çin, kendisinin yapay zekayı insanlığın ortak hizmetinde kullanılması gereken bir araç olarak gördüğünü öne sürüyor. Bu yaklaşımın neticesi olarak, hızlı teknolojik ilerleme ile güvenlik önlemleri ve etik hususlar arasında dengeli bir yaklaşımı savunuyor. Çin’in hâlihazırda iddialı olduğu gözetim teknolojileri gibi alanlar ve ülkenin küresel kamuoyunda olumlu bir izlenim yaratma çabası göz önünde bulundurulursa, 2025 Eylem Planı’nda çizilen imajın, resmin ne kadarını ortaya koyduğu sorusu akıllara geliyor.
Yeni Nesil Yapay Zekâ Geliştirme Planı’nın (2017) ilan edilmesinden bu yana Pekin, yapay zekâ konusunda ekonomik ve politik konjonktürün gereği olarak kimi zaman regülasyonlar aracılığıyla kontrolcü bir tutum sergilemiş, kimi zaman ise inovasyonu ve teknolojik gelişmeleri öncelemeyi tercih etmişti. 2025 Eylem Planı’nda aynı anda bu iki tavrın da etkisi hissediliyor. Plan, hem imkânların hem de risklerin üzerinde durulduğu, dengeli, ihtiyatlı, karma ve yeni bir stratejiyi yansıtıyor. Çin, algoritma yönergeleri ve içerik üretimi de dahil olmak üzere çeşitli yapay zekâ uygulamalarına yönelik bağlayıcı nitelikte düzenlemeleri uygulayan ilk ülkelerden biri. Geçmiş dönemde yürürlüğe giren düzenlemeler arasında çevrim içi oluşturulan ve yayılan içerik ve bilgilerin kontrolü, kişisel verilerin korunması ve güvenliği, tüketiciler karar verme süreçlerinde algoritma kullanımının regüle edilmesi, sosyal medya platformlarında yapay zekâ tarafından üretilen içerikler için zorunlu etiketleme gibi başlıklar yer alıyor. Bu düzenlemelerin temelini oluşturan belgeler arasında Çin Siber Uzay İdaresi (CAC) tarafından düzenlenen “Çin Halk Cumhuriyeti Siber Güvenlik Yasası” (2017) ve “Güvenilir Yapay Zeka Standardizasyonu Beyaz Kitabı” (2021) gibi regülasyonlar, 2025 Küresel Yapay Zeka Eylem Planı’nın güvenlik ve kontrol edilebilirlik tezlerinin öncülleri olarak görülebilir.
2025 Küresel Yapay Zekâ Yönetim Eylem Planı, Çin’in politika belgelerinde sıkça rastlanılan genel politika güzergâhlarına işaret eden ancak belirgin bir netliğe sahip olmayan iletişim dilini kullanıyor. Bu bakımdan, yapay zekâyı insanlığın hizmetine sunma iradesini beyan etmesi, Çin’in resmî belgelerinde sık rastlanan bir retorik. Eylem Planı, bu tarz ifadelerin yanı sıra yapay zekânın bütün aktörlerin (devlet, özel sektör, akademi, vs.) katılımıyla geliştirilmesini, benimsenmesini ve pratiğe geçirilmesini salık veriyor. Belge, Çin’in sert egemenlik【1】 anlayışıyla paralel olarak küresel yapay zekâ geliştirme ve yönetmede ulusal egemenliği ön plana çıkarıyor. Bu vurgunun arkasında Çin’in uluslararası platformlarda yoğun bir biçimde insan hakları ihlalleriyle suçlanması ve bu konuda verdiği imaj yönetimi mücadelesi olduğu söylenebilir.
Çin, yapay zekânın sunduğu imkânlarla Birleşmiş Milletler’in 2030 Hedefi’nde sıralanan ilkeler doğrultusunda sürdürülebilir ekonomik ve sosyal kalkınma ile yeşil dönüşümü hızlandırmayı, iklim kriziyle mücadele yolunda önemli bir fırsat olarak gördüğünü belirtiyor. Çin Eylem Planı’nın uluslararası kurumlara olan vurgusu, günümüz jeopolitik bağlamında oldukça anlamlı. Trump yönetiminde Amerika Birleşik Devletleri’nin Paris İklim Antlaşması’ndan çekildiği, uluslararası kurumlara finansal desteğini askıya aldığı, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne yaptırım uyguladığı ve genel olarak II. Dünya Savaşı sonrası oluşan küresel düzeni yeniden şekillendirmeye çabaladığı bir konjonktürde Çin, bu düzenin devam etmesinden yana tavır alıyor. Bu durum, statükoyu koruyan Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı Çin’i revizyoner bir güç olarak kurgulayan yaygın kanının aksine bir tablo çizmektedir.
Küresel Eylem Planı, uluslararası iş birliğiyle regülasyonun yanı sıra yapay zekânın geliştirilmesi için elverişli bir inovasyon ekosisteminin oluşturulması gerektiğini savunuyor. 2024 senesinde hayata geçirilen, yapay zekânın özel sektörle entegrasyonunu amaçlayan “AI Plus” girişimine atıf yapan eylem planı, yapay zekânın sürdürülebilir bir gelişim göstermesi için teknolojik iş birliğinin artırılması gerektiğini, yapay zekânın sunabileceği potansiyel sahaların araştırılması ve gerçekleştirilmesiyle dijital ekonominin gelişiminin destekleneceğini dile getiriyor. Uluslararası düzeyde bilimsel ve teknolojik iş birliğinin sağlanması, teknolojik altyapı ve yüksek kalitede dataya erişim gibi alanlarda bariyerlerin ortadan kaldırılması noktasında, Çin’in Amerikan Eylem Planının dışlayıcı ethosuna karşın teknolojik gelişim açısından “laissez-faire” politikasını benimsediği göze çarpıyor. Nisan 2025 itibariyle 83.45 milyar dolarlık bir yapay zekâ endüstrisine sahip olan Çin için yüksek teknoloji endüstrileri, ülkenin bilim ve teknoloji alanındaki uluslararası rekabet gücünü artırmasının yanı sıra ekonomik kalkınma açısından da kritik bir öneme sahip.
Küresel Yapay Zeka yönetim Eylem Planı'nda göze çarpan bir diğer nokta metinde yapay zekâ teknolojisin tekelleşmemesi ve yeni teknolojilerin Küresel Güney【2】 ülkeleriyle paylaşılmasının önemini belirtilmesi. Başbakan Li konuşmasında “Yapay zekâ için kilit kaynaklar ve yeteneklerin birkaç ülke ve şirkette yoğunlaştığı, teknolojik tekelcilik, kontroller ve kısıtlamalar devam ettiği müddetçe yapay zekâ küçük bir grup için ayrıcalıklı bir oyun hâline gelecektir.” diyerek bu konunun altını çiziyor.【3】 Bu doğrultuda Çin, dünya genelindeki ülkelere yapay zekâ kapasitelerini geliştirme konusunda yardımcı olmak için deneyimini ve teknolojik ürünlerini paylaşmaya hazır olduğunu duyuruyor. Tahmin edilebileceği üzere, bu hedefin gerçekleştirilmesi için temiz enerji, yeni nesil ağlar ve akıllı bilgi işlem gücü, vb. alanları kapsayan dijital altyapının kurulması gerekiyor. Çin’in regülasyon alanındaki hâkim pozisyonuna benzer şekilde, mevzubahis sektörlerdeki pazar payı düşünülürse, bu söylem ile Çin’in hem gelişen dünyanın bir nevi hamiliğine soyunarak olumlu bir imaj çizmeye çabaladığı hem de kendisine yeni pazarlar oluşturmayı amaçladığı söylenebilir. Çin’in uluslarası kamuoyuna sunduğu dokümanlarda ulusal kapsamlı belgelerden farklı, hoşgörülü ve ikili bir dil kullanması bu durumu destekler nitelikte. Uluslararası desteklerle meşruiyet kazanmayı, kendi vizyonuyla uyumlu bir uluslar bloğu meydana getirerek mevcut Batı merkezli yönetim modellerine meydan okumak için stratejik bir manevra yürüten Çin’in popülaritesinin son zamanlarda ABD’yi geçtiği düşünülürse, bu projenin şimdilik başarıyla yürütüldüğü görülüyor.
Çin’in Yapay Zekâ Eylem Planı’nı anlamak için, bu belgeyi Amerikan Yapay Zekâ Eylem Planı ile, Çin-Amerika rekabeti bağlamında incelemek faydalı olacaktır. Üç günlük arayla yayımlanan Çin-Amerikan yapay zekâ eylem belgelerinin kimi ortaklıklar barındırsalar da (yapay zekânın sunduğu imkânların vurgulanması, yapay zekâ modellerinin açık kaynak olması yönündeki teşvikler ve işsizlik gibi potansiyel tehlikelerin tanınması, vs.) pek çok alanda zıt bir pozisyon benimsediği görülüyor. Çin’in eylem planında defaatle altını çizdiği “Küresellik, Uluslararası İş Birliği, Ortaklık” gibi terimlere karşın, Amerikan Eylem Planının “Yarışı Kazanmak” alt başlığıyla yayımlanmış oluşu bu zıtlığı açıkça ortaya koyuyor. Yapay zekânın ülkenin geleceğini olumlu etkileyeceğini düşünen nüfusun Çin’de %80, Amerika’da ise %40 olması, bu zıtlığın sosyal zeminini anlamamızı sağlayabilir. Çin’in eylem planına benzer şekilde yapay zekânın önemini vurgulayarak başlayan belge, ileri seviye teknolojilerde Amerika’nın hâkim bir pozisyonda olması gerektiğini ve bu minvalde ne gerekiyorsa yapılması gerektiğini ifade ediyor.
Amerikan Eylem Planı, Çin’in dengeli kontrol-geliştirme politikasından farklı bir rota takip ediyor. Plan, regülasyonların kaldırılması gerektiğini, bu doğrultuda inisiyatifin, Çin tarzı merkezî yönetimin aksine, özel sektörde olması gerektiğini savunuyor. Çin’in küresel iş birliği vurgusundan ayrılan şekilde, yapay zekâ teknolojisindeki gelişmelerin Amerika’nın müttefik olduğu ülkelerle paylaşılması gerektiği, Çin’in uluslararası kurumlarda oluşturduğu yapay zekâ yönetimi alanındaki etkisinin kırılması yönünde politikalar yürütülmesi çağrısında bulunuyor. Çin’in yapay zekânın yeşil dönüşümde oynayacağı potansiyel rolleri tasarlayan ifadelerine karşın Amerikan Planı, “iklim dogması”nın reddedileceği ve yapay zekâ altyapısı için “Build, Baby, Build!” usulünün benimseneceği ifade ediyor. Her halükarda, bunun gibi pek çok zıtlık barındıran bu iki eylem planının önümüzdeki süreçte küresel yapay zekâ yönetimini şekillendireceği aşikardır. İki eylem tarzından hangisinin sürdürülebilir olduğunu ve yarışta üstün geleceğini ise bizlere zaman gösterecek.
Yazan: Musap Ergani ve Emirhan Kartal.