KÜRE LogoKÜRE Logo
Ai badge logo

Bu madde yapay zeka desteği ile üretilmiştir.

1944 Ahıska Türkleri Sürgünü

Siyaset Ve Uluslararası İlişkiler+1 Daha
fav gif
Kaydet
kure star outline
Tarih
14–15 Kasım 1944
Sürgün Edilen Bölge
Ahıska (Gürcistan’ın güneybatısı)220’ye yakın köy.
Sürgün Edilen Nüfus
90 bin ile 117 bin civarında
Sürgün Güzergâhı
ÖzbekistanKazakistanKırgızistan

1944 Ahıska Türkleri sürgünü, Sovyetler Birliği tarafından 14–15 Kasım 1944 tarihlerinde gerçekleştirilen, Gürcistan’ın Ahıska ve çevresinde yaşayan yaklaşık 90 bin ile 117 bin civarında Ahıska Türkünün, “güvenlik” gerekçesi ileri sürülerek Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a zorla sürgün edilmesiyle sonuçlanan kitlesel bir tehcir hareketidir.【1】 


Bu sürgün, II. Dünya Savaşı sırasında Stalin yönetiminin etnik azınlıklara yönelik uyguladığı en kapsamlı zorunlu göç operasyonlarından biridir. Topluluğun demografik yapısını, kültürel sürekliliğini ve kimliğini derinden etkileyen tarihî bir kırılma noktasıdır. Ahıska Türklerinin sürgünü, Sovyet milliyetler politikasının dönüşümünü ve Ahıska Türklerinin uzun yıllar sürecek dağılma ve hak mücadelesi sürecini başlatması bakımından önem arz etmektedir.


Ahıska Sürgününü Anlatan Belgesel (YTB)

Ahıska Türkleri

Ahıska Türkleri, tarih boyunca Gürcistan’ın güneybatısında yer alan ve günümüzde Samtshe-Cavaheti olarak adlandırılan bölgenin Adıgön, Ahıska, Ahılkelek, Aspinza ve Bogdanovka çevresinde yaşayan Türk dilli ve Müslüman bir topluluktur. Kimliklerinin şekillenmesinde bölgenin tarihî olayları ve Kafkasya’nın çok etnili yapısı etkili olmuştur. Sovyet ve Sovyet sonrası dönemde Ahıska Türkleri için çeşitli devletler ve araştırmacılar tarafından farklı adlandırmalar kullanılmış; topluluğun etnik kökeni, kimliği ve tarihî devamlılığı zaman zaman politik tartışmaların konusu olmuştur.

Ahıska Türklerini Tanımlama Problemi

Ahıska Türkleri, 1944 sürgününden önce kendilerini ağırlıkla “Türk” veya “Kafkas Türkü” olarak tanımlarken, Sovyet yönetimi 1939 nüfus sayımında bu grubu “Azerbaycanlı” kategorisine kaydetmiştir. Gürcistan ise Ahıska Türklerini zaman zaman “Müslüman Gürcü” olarak nitelendirerek onları tarihî olarak Gürcü kökenli bir halkın devamı şeklinde yorumlamıştır. 1998 Lahey Müzakereleri’nde uluslararası kullanım için “Meskhetian Turks” teriminin benimsenmesi kararlaştırılmış olsa da Gürcistan bu terimi resmî olarak kabul etmemiştir. Buna karşın topluluğun önemli bir kısmı kendisini günümüzde de “Ahıska Türkü” olarak adlandırmaktadır.


Ahıska Türklerinin yaşadığı bölge, tarihsel olarak stratejik geçiş yollarının kesiştiği, çeşitli devletlerin hâkimiyet mücadelesine sahne olmuş bir coğrafyadır. 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması ve 13 Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşması sonrasında bölge Sovyetler Birliği hâkimiyetine girmiş; böylece topluluk Sovyet ulus politikalarının ve bölgesel güvenlik stratejilerinin doğrudan etkisi altında kalmıştır. Bölgenin bu çok katmanlı siyasal yapısı, Ahıska Türklerinin kimlik oluşumunda hem yerel hem de imparatorluk düzeyinde etkiler yaratmıştır.


Ahıska Sürgünü Belgeseli (TRT Avaz)

Sürgünün Tarihçesi

1921’den 1944’e Kadar Ahıska Bölgesi

Ahıska bölgesi, tarihî olarak Güney Kafkasya’nın stratejik geçiş hatları üzerinde yer alması nedeniyle hem Osmanlı İmparatorluğu’nun hem de Rus ve Gürcü siyasi birimlerinin idari ve askerî mücadelelerine sahne olmuştur. 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Rus hâkimiyeti altında şekillenen bölgesel yapı, I. Dünya Savaşı ve sonrasındaki siyasal dönüşümlerle önemli ölçüde değişmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti ile Sovyet Rusya arasında imzalanan 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması ile 13 Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşması sonucunda Ahıska ve çevresi Sovyetler Birliği’nin kontrolüne girmiştir. Bu tarihten sonra bölge, Sovyet politikalarının, sınırlara ilişkin güvenlik stratejilerinin ve bölgesel sosyoekonomik dönüşümlerin doğrudan etkisi altında kalmıştır .


1920’li yıllar, Sovyet milliyetler politikasının “korenizatsiya” (yerlileştirme) olarak adlandırılan ilk evresine karşılık gelmektedir. Bu dönemde Sovyet yönetimi, yerel elitlerin güçlendirilmesini ve çeşitli etnik toplulukların kültürel kurumlarının desteklenmesini içeren bir çeşit çoğulculuk politikası yürütmüştür. Ahıska Türkleri de bu çerçevede bölgesel kültürlerini, dilsel pratiklerini ve toplumsal örgütlenmelerini büyük ölçüde muhafaza etme imkânı bulmuştur. Ancak bu süreç, ideolojik olarak “Sovyet uluslarının eşitliği” ilkesine dayanmakla birlikte, 1930’lu yılların ortalarından itibaren Sovyet devlet aygıtında belirgin bir yön değişikliği ortaya çıkmıştır.


1930’larda güvenlik kaygılarının artması, Stalin yönetiminin milliyetler politikasını köklü biçimde dönüştürmüştür. Bu dönüşüm, sınır bölgelerinde yaşayan topluluklara yönelik derin bir güvensizlikle birleşmiş, “siyasi sadakat” ve “ülke güvenliği” söylemleri etrafında yeni bir merkezî kontrol mekanizması kurulmuştur. Özellikle Türkiye sınırına komşu olan Ahıska bölgesi, Sovyet güvenlik doktrininde hassas bir hat olarak değerlendirilmiş; Ahıska Türkleri “sınır bölgesinde yaşayan, dış bağlantı potansiyeline sahip bir nüfus” olarak tanımlanmıştır. Sovyet raporlarında bu topluluğun Türkiye ile ilişkiler kurabileceği, sınır aşan hareketlilik gösterebileceği gibi iddialar ortaya konulmuş; bu söylem, sonraki yıllarda sürgünün resmî gerekçesini oluşturan politik zemini hazırlamıştır.


Sovyetler Birliği’nin bu yıllarda yeniden şekillendirdiği güvenlik anlayışı, Kırım Tatarları, Çeçenler, İnguşlar ve Karaçay-Malkar toplulukları gibi birçok Slav kökenli olmayan grup için de doğrudan sonuçlar doğurmuştur. Bu dönüşümün temel özelliği, etnik kimlikleri ulusal güvenliğe dair bir tehdit kategorisi içinde değerlendirme eğilimidir. Bu bağlamda Ahıska bölgesi etnik ve stratejik açıdan “güvenlik riski” olarak sınıflandırılmıştır.


1939 yılında gerçekleştirilen Sovyet nüfus sayımında Ahıska Türklerinin resmî kayıtlarda “Azerbaycanlı” kategorisi altında gösterilmesi, Sovyet idari politikalarının bölgedeki etnik kimliklere yönelik müdahaleci tavrının bir yansımasıdır. Bu uygulama, topluluğun kültürel kimliğinin Sovyet terminolojisi içinde yeniden tanımlanmaya çalışıldığının açık bir göstergesidir. Aynı dönemde bölge ekonomisi kolhozlaşma ve tarımsal üretimin kolektifleştirilmesi doğrultusunda yeniden örgütlenmiş; böylece topluluğun geleneksel yaşam biçimi önemli ölçüde dönüşmüştür.


1940’ların başında II. Dünya Savaşı’nın Sovyet iç siyaseti üzerindeki baskısı, sınır bölgelerinde yaşayan topluluklara yönelik kuşkuyu daha da artırmış, Ahıska Türklerinin geleceğini belirleyecek politik kararların zemini bu dönemde olgunlaşmıştır. 1944 yılında uygulanan sürgün kararı, bu uzun süreli politik dönüşümün ve güvenlik merkezli yaklaşımın son halkası niteliğindedir.

Stalin Döneminde Milliyetler Politikası ve Sürgüne Giden Süreç

1920’lerin sonundan itibaren Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde milliyetler politikasının yön değiştirmesi, 1944 Ahıska sürgününe giden sürecin temel belirleyicileri arasında yer almıştır. Lenin sonrası dönemde sistemin ideolojik çerçevesini yeniden şekillendiren Stalin yönetimi, 1930’ların ortalarından itibaren yerel kimliklerin güçlendirilmesini hedefleyen korenizatsiya politikasını geri plana itmiş ve bunun yerine merkezîleşme, Ruslaştırma ve güvenlik eksenli bir yaklaşımı benimsemiştir. Bu yaklaşım, özellikle sınır bölgelerinde yaşayan ve Sovyet yönetimi tarafından “güvenilirliği tartışmalı” görülen etnik toplulukları doğrudan etkileyen bir dönüşüme yol açmıştır.


Stalin döneminin bu yeni politik çerçevesi, II. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla daha da sertleşmiş ve Sovyet devlet aygıtının güvenlik algısı, sosyalist ideoloji içindeki “iç düşman” söylemiyle birleşerek etnik grupların devlet sadakati üzerinden yeniden sınıflandırılmasına zemin hazırlamıştır. Türkiye ile sınırı paylaşan Ahıska bölgesi, bu dönemde stratejik açıdan hassas bir cephe hattı olarak değerlendirilmiş; Ahıska Türkleri ise sınır ötesi ilişkiler kurma potansiyeli taşıdıkları iddiasıyla merkezî otoritenin kuşku duyduğu gruplar arasına alınmıştır.


Bu dönemde yalnızca Ahıska Türkleri değil, Kırım Tatarları, Karaçaylar, Çeçenler, İnguşlar, Kalmuklar ve diğer birçok Müslüman veya Slav kökenli olmayan topluluk da benzer gerekçelerle hedef hâline gelmiştir. Sovyet yönetimi, özellikle savaş yıllarında bu halkların sadakatini kolektif olarak sorgulamış ve onları potansiyel birer güvenlik riski olarak değerlendirmiştir. Stalin rejiminin benimsediği “kolektif suç” yaklaşımı, belirli davranışların bireysel değil topluluk düzeyinde cezalandırılması gerektiği fikrine dayanmış; bu düşünce 1940’lı yıllarda gerçekleştirilen kitlesel sürgünlerin ideolojik arka planını oluşturmuştur.


Siyasal güvensizliği besleyen bir diğer unsur, Stalin döneminde merkezî yönetimin ulusal azınlıkların sınır bölgelerinde yoğun olarak yaşamasını askerî ve stratejik açıdan sakıncalı görmesidir. Bu bağlamda Ahıska bölgesinde yaşayan Türk nüfusunun demografik bütünlüğü, Sovyet yöneticileri tarafından “jeopolitik risk” olarak yorumlanmış; bölgenin güvenlik hatlarından biri hâline gelmesi, topluluğun geleceğini belirleyen kararların alınmasında etkili olmuştur. Savaş koşullarının yarattığı olağanüstü ortam, söz konusu politik endişeleri daha görünür ve müdahaleci hâle getirmiştir.


1944 yılında sürgün kararının alınmasından önce Sovyetler Birliği Halk İçişleri Komiserliği (NKVD) tarafından hazırlanan raporlar ve operasyon planları, Ahıska Türklerine yönelik kuşkunun artık kurumsal düzeyde kalıcı bir politika hâline geldiğini göstermektedir. Eylül–Kasım 1944 arasında yürütülen hazırlık süreci, bu politik yaklaşımın sahaya yansıyan en somut göstergesidir.

Sürgünün Hazırlık Aşaması (Eylül–Kasım 1944)

1930’lu yıllardan itibaren uygulanmaya başlayan güvenlik merkezli politikanın, 1944'teki sürgünün hazırlık sürecinin zeminini oluşturmuştur. Sürgün öncesi dönemde, Sovyet idaresi tarafından bölgede nüfusun tespiti, hane listelerinin oluşturulması ve yerel birimlerin raporlaması gibi bürokratik hazırlıklar yapılmıştır. Bu uygulamalar, 1943–1944 yılları boyunca çeşitli halkların sürgün edilmesinde kullanılan standart NKVD prosedürleriyle uyumludur. Sözlü tarih çalışmaları ve insan hakları analizleri, Ahıska Türklerinin yerleşim alanlarında bu dönemde askerî varlığın arttığını, seyahat ve hareket özgürlüğünün fiilen daraldığını ve topluluğun devlet görevlileri tarafından yoğun gözetim altında tutulduğunu göstermektedir.


Sürgüne hazırlık sürecinin bir diğer önemli unsuru, Ahıska bölgesinin askerî ve lojistik amaçlarla çevresel olarak kontrol altına alınmasıdır. 1944 sonbaharında NKVD birliklerinin bölgeye kademeli biçimde konuşlandırıldığı, yolların denetim altına alındığı ve bölgeden çıkışların sınırlanmaya başlandığı aktarılmaktadır. Bu uygulamalar, Stalin döneminin diğer büyük sürgünlerinde (Kırım Tatarları, Çeçen–İnguş, Karaçay) kullanılan modelle tamamen örtüşmektedir. Özellikle operasyonun gizlilik içinde yürütülmesi için yerel birimlerin sıkı disiplin altında tutulduğu bilinmektedir.


Operasyon için gerekli altyapının oluşturulması, hazırlık sürecinin son aşamasıdır. Bu dönemde NKVD, sürgün edilecek nüfusun taşınması için gerekli olan hayvan vagonlarını, tren hatlarını ve toplama noktalarını belirlemiştir.

Sürgün Operasyonunun Uygulanışı (14–18 Kasım 1944)

Sürgün süreci Ahıska Türklerinin yaşadığı Adıgön, Ahılkelek, Ahıska, Aspinza ve Bogdanovka ilçelerinin tamamını kapsayacak biçimde ve bölgenin demografik yapısını köklü biçimde değiştirecek şekilde uygulanmıştır.【2】 


Operasyonun başladığı sabah, NKVD birlikleri köylere ani baskınlar düzenleyerek ailelere kısa süre içinde eşyalarını toplayıp belirlenen noktalara gitmelerini bildirmiştir. Bu uygulama, 1944 yılında Kırım Tatarları, Çeçenler ve İnguşlar gibi diğer toplulukların sürgünlerinde kullanılan prosedürle tamamen paraleldir. Ailelere çoğu zaman yanlarına yalnızca en temel eşyaları alma imkânı tanınmış; tarım arazileri, evler ve hayvancılıkla ilgili varlıklar geride bırakılmıştır.


Toplanan nüfus, askerî birliklerin gözetiminde önceden belirlenen toplanma noktalarına götürülmüş ve buradan hayvan taşımacılığı için kullanılan kapalı vagonlara bindirilmiştir. Bu vagonlar, operasyonun diğer etnik sürgünlerinde olduğu gibi, insanların barınmasına uygun olmayan koşullara sahiptir; ısıtma, havalandırma ve temel yaşam gereksinimleri bakımından son derece yetersizdir. Ailelerin çoğu bu süreçte birbirinden ayrılmış; yaşlı ve çocuklar kötü koşullar nedeniyle büyük mağduriyet yaşamışlardır.【3】 


Zorunlu göç kafileleri, Ahıska’dan Orta Asya’ya doğru haftalar süren bir yolculuğa çıkmıştır. Tren hatlarının savaş koşulları nedeniyle yoğun şekilde kullanılması, sevkiyatların sık sık durmasına veya gecikmesine yol açmış; bu durum özellikle yaşlıların, çocukların ve hastaların hayatta kalmasını zorlaştırmıştır. Vagonlarda gıda temini büyük ölçüde sınırlı olmakla birlikte, dağıtılan yiyecekler çoğunlukla yetersiz ve düzensizdir. Suya erişim, trenlerin belirli duraklarda kısa süreli beklemeleri sırasında mümkün olmuş; bu da çoğu zaman kalabalık nedeniyle ihtiyaçların karşılanamamasına sebep olmuştur.


Sürgün edilen topluluğun önemli bir kısmı, yolculuk boyunca ağır soğuk, hastalıklar ve hijyen imkânsızlıklarının bir araya gelmesi sonucunda kayıplar yaşamıştır. Çocuklar ve ileri yaştaki bireyler, bu olumsuz koşulların en kırılgan grupları olmuştur. Yolculuk esnasında hayatını kaybedenlerin büyük çoğunluğu, duraklar sırasında yanlarında kalan aile bireyleri tarafından aceleyle defnedilmiştir.


Sürgün edilenlerin büyük kısmı Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’a yönlendirilmiştir. Ahıska Türklerinin Orta Asya’nın farklı bölgelerine dağıtılması, Sovyet yönetiminin demografik seyrelme stratejisinin tipik bir uygulamasıdır; böylece topluluğun herhangi bir bölgede yeniden çoğunluk hâline gelmesi engellenmiştir. Yolculuk çoğu zaman haftalar sürmüş, gıda ve suya erişimin sınırlı olması nedeniyle özellikle çocuklar ve yaşlılar arasında ölümler yaşanmıştır. Bu durum, dönemin diğer zorunlu tehcirlerinde de görülen yüksek ölüm vakalarıyla benzerlik taşımaktadır.


Operasyonun tamamlanmasının ardından Sovyet makamları bölgeyi hızla yeniden yerleşime açmış ve Ahıska Türklerinin boşalttığı köylere farklı etnik grupları yerleştirmiştir. Böylece sürgün, bölgenin etnik yapısını kalıcı olarak değiştirmeye yönelik demografik bir müdahale niteliği taşımıştır.


Ahıska Türklerinin Sürgünü (AA)

Sovyet Resmî Belgelerinde Ahıska Sürgünü

Sovyet arşiv belgelerine göre Ahıska ve çevresinde yaşayan Türk, Kürt ve Hemşinli toplulukların sürgünü, devlet güvenliği açısından zorunlu bir tedbir olarak sunulmuştur. 28 Kasım 1944 tarihli ve “Tamamen gizli” kaydı taşıyan belgede bu topluluklar için şu ifadeler kullanılmaktadır:


  • "Türkiye’nin sınıra yakın kısmındaki nüfusla akrabalık bağları bulunan söz konusu halkın önemli bir çoğunluğu, kaçakçılık yapmakta olup göç eğilimi gösteriyor ve Türkiye istihbarat mercileri için casus angaje etme ve çete grupları oluşturma kaynağı teşkil ediyordu."【4】 


Bu söylem, sürgünün etnik bir topluluğun davranışlarından ziyade ulusal güvenlik gerekçesine dayandırıldığını öne sürmektedir. Aynı belgede sınır güvenliğinin tahliye öncesinde yoğun biçimde artırıldığı belirtilir:


  • “Tahliyeye tabi tutulanların sınırı geçmelerini engellemek amacıyla devletimizin Türkiye sınırında güvenlik ve karakol hizmetleri azami derecede takviye edilerek en sıkı şekilde emniyet sağlanmıştır."【5】 


Belgeler, yaklaşık 91.095 kişinin tahliye edildiğini ve bunların Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a sevk edildiğini göstermektedir.【6】 


14 Aralık 1944 tarihli bir başka rapor ise sürgün edilen nüfusun demografik dağılımı yer almaktadır:


  • “Erkek: 10.813, kadın: 16.127 ve 16 yaşın altındaki çocuklar: 26.223 kişi olmak üzere toplam 53.163 kişi iskân edilmiştir. 293 kişi yollarda hayatını kaybetmiştir.” 【7】 


Sürgün edilen topluluğun yerleştirildiği bölgelerde özel bir hukuki rejim uygulanmıştır. 8 Ocak 1945 tarihli Halk Komiserleri Kurulu kararında sürgün edilenlerin çalışma yasaları ile disipline aykırı hareket ve faaliyetlerden dolayı mevcut yasalar uyarınca cezalandırılacakları ve iskân bölgesi dışına çıkanların firar etmiş sayılacakları belirtilmiştir.


Sevk edilen toplulukların önemli bir kısmının yiyecek ve giyecekten yoksun hâlde sürgün alanlarına ulaştığı Sovyet yazışmalarında açıkça belirtilmiştir. Kazakistan Sovyetler Birliği Halk İçişleri Komiserliği (NKVD) yetkilisi Meyer, 10 Ocak 1945 tarihli yazısında:


  • "Göçmenlerin yüzde 15 kadarının (8000 kişi) yiyecek, giyecek, ayakkabı ve diğer ihtiyaçları karşılanamamıştır."【8】 


diyerek yaşanan temel sorunları ortaya koymuştur. Bu durum, sürgün topluluğun temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldığını göstermektedir.


Sovyet belgeleri, Ahıska Türklerinin sürgününü SSCB’nin diğer etnik topluluklara yönelik toplu tehcir politikalarının bir parçası olarak konumlandırmaktadır. Nitekim 1946 tarihli raporda:


  • “Türkler, Hemşinler ve Kürtler: 88.800 kişi… SSCB topraklarında özel iskân rejimine tabi tutulmaktadır.”【9】 


ifadesi yer alır. Bu veri, Ahıska sürgününün tekil bir uygulama olmadığını, geniş kapsamlı bir demografik mühendislik politikasının parçası olduğunu ortaya koyar.


Sovyet resmî belgeleri, Ahıska sürgününü güvenlik gerekçesiyle meşrulaştırmaya çalışsa da tahliye sürecinin sert koşullarda yürütüldüğünü, toplulukların özel iskân rejimiyle sıkı kontrol altında tutulduğunu ve temel ihtiyaçlarının karşılanmasında ciddi yetersizlikler bulunduğunu açıkça göstermektedir.

Özel Yerleşim Statüsü ve Kamp Hayatı (1944–1956)

1944 sürgününün ardından Ahıska Türkleri, Sovyetler Birliği tarafından “özel yerleşimci” (spetsposelenets) statüsünde Orta Asya’nın çeşitli bölgelerine dağıtılmış ve sıkı bir idari gözetim altında yaşamaya mecbur bırakılmıştır. Bu statü, bireylerin hukuki ve toplumsal haklarını ciddi ölçüde sınırlayan, hareket özgürlüğünü kısıtlayan ve günlük yaşam üzerinde doğrudan devlet kontrolü kuran bir mekanizma olmuştur.


Özel yerleşim rejimi uyarınca Ahıska Türkleri, genellikle Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’daki kırsal bölgelerdeki kolhoz ve sovhozlara yerleştirilmiş, yerel yönetim birimleri olan komendatura tarafından sürekli gözetim altında tutulmuştur. Bu sistemde sürgün edilenlerin bulundukları yerleşim birimini izinsiz terk etmeleri yasaktır. Her yetişkin birey belirli aralıklarla komendaturaya imza vermekle yükümlü olmuştur. Bu uygulama, devletin topluluğun günlük hareketlerini takip etmesine ve olası “güvenlik risklerini” kontrol altında tutmasına imkân sağlayan temel araçlardan biri olarak işlev görmüştür.


Sürgünün hemen ardından yerleşim alanlarında karşılaşılan koşullar oldukça ağır olmuştur. Ahıska Türkleri, çoğu zaman terk edilmiş veya atıl durumdaki barakalara, kerpiç yapılara ya da yerel halkın geçici barınaklarına yerleştirilmiş; önemli bir kısmı ilk yıllarda barınma sıkıntısıyla mücadele etmiştir. Kış aylarında yaşanan aşırı soğuk, yetersiz yakıt ve sınırlı altyapı, topluluğun yaşam koşullarını daha da zorlaştırmıştır. Özellikle ilk yıllarda gıda temini büyük bir sorun hâline gelmiş; kolhozlarda çalışma zorunluluğu getirilmesine rağmen dağıtılan paylar ailelerin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmıştır.


Ekonomik yaşam, büyük ölçüde kolektif tarım faaliyetlerine dayanmıştır. Ahıska Türkleri, savaş sonrası Sovyet ekonomisinin yeniden inşasında önemli bir iş gücü kaynağı olarak görülmüş; pamuk tarımı, hayvancılık, inşaat işçiliği ve sulama projeleri gibi alanlarda yoğun emek sarf etmişlerdir. Buna rağmen kimi zaman kendi üretim hakları üzerinde söz sahibi olamamışlardır.


Eğitim ve kültürel yaşam da özel yerleşim statüsünün kısıtlayıcı yapısından etkilenmiştir. Okullarda eğitimin dili Rusça ve yerel diller üzerinden şekillendiğinden, Ahıska Türklerinin kendi ana dillerinde eğitim almaları mümkün olmamış; kültürel kurumların oluşturulması ise komendatura kontrolündeki izin süreçlerine bağlı hâle gelmiştir. Bu durum, topluluğun kültürel üretim kapasitesini sınırlayan önemli bir faktör olmuştur. Bununla birlikte Ahıska Türkleri, geleneksel aile yapıları ve dinî pratikleri aracılığıyla kültürel kimliklerini korumaya devam etmişlerdir.


Dinî yaşam ise resmî olarak sınırlandırılmış, cami inşası veya örgütlü ibadet faaliyetleri devlet izinlerine bağlı tutulmuştur. Buna rağmen topluluk içinde dinî ritüellerin evlerde veya küçük topluluk grupları içinde sürdürüldüğü bilinmektedir. Bu pratikler, sürgün koşullarında kimlik koruma mekanizmalarının önemli bir parçası hâline gelmiştir.


“Özel yerleşimci” statüsü, Ahıska Türklerinin sosyal ve hukuki haklarını geniş ölçüde kısıtlamakla birlikte, topluluk içinde dayanışma ağlarının güçlenmesine de zemin hazırlamıştır. Ortak üretim faaliyetleri, aile dayanışması ve yerel düzeyde örgütlenme çabaları, sürgünün zorluklarıyla başa çıkma konusunda önemli rol oynamıştır.


Bu statü, Stalin’in ölümünden sonra başlayan yumuşama dönemine kadar devam etmiş ve ancak 1956 yılında Nikita Kruşçev’in girişimleri sonucunda hukuken kaldırılmıştır. Ne var ki diğer sürgün edilen halklarda olduğu gibi Ahıska Türklerine anavatanlarına dönüş hakkı tanınmamış; statünün kalkması yalnızca gözetimin sona ermesiyle sınırlı kalmıştır. Böylece 1944–1956 dönemi, topluluğun fiziksel ve toplumsal anlamda en yoğun kısıtlamalara maruz kaldığı evre olarak tarihî hafızaya kazınmıştır.

1956 Sonrası Özgürlük

1956 yılında Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin 20. Kongresi’nde Nikita Kruşçev tarafından başlatılan “destalinizasyon” süreci, Stalin döneminin sert uygulamalarının hukuken sorgulanmasını sağlamış ve birçok sürgün edilmiş halkın “toplu suçluluk” iddiasından resmen aklanmasına yol açmıştır. Bu çerçevede Ahıska Türklerinin de içinde bulunduğu milyonlarca “özel yerleşimci”nin komendatura rejimine tabiiyeti kaldırılmış; böylece topluluk, 12 yılı aşkın bir süredir maruz kaldığı hareket kısıtlamasından ve idari gözetimden hukuken kurtulmuştur. Ancak bu hukuki düzenleme, Ahıska Türklerinin en temel talebi olan anavatanlarına geri dönüş hakkı konusunda herhangi bir iyileşme sağlamamıştır.


Sovyet yönetimi Kırım Tatarları, Çeçenler, İnguşlar ve Karaçaylar gibi kimi halklara dönüş hakkının kısmen tanındığı bir dönemde, Ahıska Türklerinin Gürcistan SSC sınırları içinde yeniden yerleşmelerine izin vermemiştir. Bu durum, Sovyet milliyetler politikasında topluluğa yönelik süregelen kuşkunun sürdüğünü göstermektedir. Gürcistan SSC yönetimi, Ahıska bölgesinin demografik yapısının yeniden değişmesinin bölgesel istikrarsızlık yaratabileceği gerekçesiyle dönüşü açık biçimde reddetmiş; Sovyet merkezî yönetimi de bu tutumu desteklemiştir. Böylece 1956 sonrası dönem, hukuki özgürleşmeye rağmen fiili dönüşsüzlük ilkesinin kurumsallaştığı bir evreye dönüşmüştür.


Hukuki özgürlük, Ahıska Türklerinin sosyal ve ekonomik yaşamında bazı iyileşmeler sağlamakla birlikte, sürgün yıllarında oluşan yapısal sorunları ortadan kaldırmamıştır. Bu dönemde topluluk, Orta Asya’nın çeşitli bölgelerinde yeni yaşam alanları kurmaya başlamış; kolhoz ve sovhoz sistemindeki emek bağlılığı yerini kademeli olarak daha serbest çalışma biçimlerine bırakmıştır. Eğitim kurumlarına erişim genişlemiş olsa da Ahıska Türklerinin kendi dil ve kültürel kurumlarını geliştirme imkânları Sovyet politikasının genel çerçevesi nedeniyle sınırlı kalmıştır.


1956 sonrasının bir diğer önemli niteliği, coğrafi dağılmanın kalıcı hâle gelmesidir. Topluluk, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve kısmen Rusya Federasyonu’nda farklı yerleşim birimlerine yayılmış; bu durum aile yapılarının ve topluluk içi sosyal örgütlenmenin parçalı bir karakter kazanmasına neden olmuştur. Sürgün yıllarından farklı olarak hareket özgürlüğünün genişlemesi, genç kuşakların Sovyet coğrafyasında yeni iş ve eğitim olanakları aramasını teşvik etmiş; bu da topluluğun iç göç dinamiklerini hızlandırmıştır.


Öte yandan dönüş hakkının tanınmaması, Ahıska Türkleri için yeni bir siyasal ve toplumsal mücadele döneminin başlamasına zemin hazırlamıştır. 1960’lardan itibaren topluluk içinde çeşitli dilekçe kampanyaları, kolektif başvurular ve hak arayışı girişimleri ortaya çıkmış; bu çabalar Gürcistan SSC ve Moskova nezdinde çoğunlukla sonuçsuz kalmıştır. Söz konusu talepler, Sovyet arşivlerinde “yönetilebilir ancak geri dönüşü mümkün olmayan bir mesele” olarak değerlendirilmiş; bu yaklaşım Ahıska Türklerinin dönüşsüzlük durumunun uzun yıllar boyunca pekişmesine neden olmuştur.

1989 Fergana Olayları ve Yeni Bir Dağılım Süreci

1989 yılında Özbekistan’ın Fergana Vadisi’nde meydana gelen ve Ahıska Türklerini hedef alan şiddet olayları, topluluk tarihinde 1944 sürgününden sonraki en büyük kırılmalardan biri olarak kabul edilir. Sovyetler Birliği’nin çözülme sürecine girdiği, ekonomik sıkıntıların ve toplumsal huzursuzlukların belirginleştiği bir dönemde ortaya çıkan bu olaylar, yerel gerilimlerin etnik bir çatışmaya dönüşmesiyle kısa sürede geniş bir alana yayılmıştır. Fergana’daki saldırılar, Ahıska Türklerinin onlarca yıldır yerleştirildikleri bölgelerde kök salma çabalarını kesintiye uğratmış; güvenlik kaygıları topluluğun yeni bir kitlesel göç hareketine sürüklenmesine yol açmıştır.


Olayların nedenleri arasında Sovyet sonrası döneme geçişin belirsizliği, ekonomik sıkıntılar ve yerel rekabet dinamikleri öne çıkmaktadır. Artan işsizlik, kaynak dağılımına ilişkin adaletsizlik algısı ve siyasi otorite boşluğunun çatışma ortamını derinleştirdiği düşünülmektedir. Ahıska Türkleri, Fergana Vadisi’nde özellikle tarım, hayvancılık ve küçük ölçekli ticaret alanlarında etkin bir varlığa sahipti; bu durum, ekonomik sıkıntıların yaşandığı bölgelerde topluluğun yerel rekabet algısının odağı hâline gelmesine zemin hazırlamıştır. Aynı dönemde Sovyet yönetiminin merkezî gücünü hızla yitirmesi, ortaya çıkan saldırıların engellenmesini zorlaştırmış ve olayların kısa sürede şiddetlenmesine neden olmuştur.


Fergana olayları sırasında Ahıska Türklerinin evleri, iş yerleri ve malları hedef alınmış; topluluğun önemli bir kısmı güvenlik endişesiyle bölgeden tahliye edilmiştir. Olayların ardından Sovyet otoriteleri, şiddetin yayılmasını kontrol altına almak amacıyla geniş ölçekli bir tahliye programı başlatmış ve Ahıska Türklerinin büyük bölümü Fergana’dan çıkarılarak ülkenin çeşitli bölgelerine dağıtılmıştır. Bu süreçte yaklaşık 70.000 Ahıska Türkü, Çarlık dönemi ve Sovyet döneminde yaşadıkları ikinci büyük kitlesel yer değiştirmeye maruz kalmıştır.


Tahliye edilen topluluk üyeleri, büyük ölçüde Rusya Federasyonu’nun Rostov, Krasnodar ve Stavropol bölgelerine; ayrıca Azerbaycan ve Ukrayna’nın kırsal bölgelerine yönlendirilmiştir. Ancak bu yer değiştirme, kalıcı ve düzenli bir iskân programına dayanmadığından, topluluk yeni yerleşim alanlarında da çeşitli uyum sorunlarıyla karşılaşmıştır. Örneğin Krasnodar Krayı’ndaki Ahıska Türkleri uzun yıllar boyunca vatandaşlık ve mülk edinme gibi temel haklardan mahrum kalmış; bu durum, insan hakları kuruluşlarının raporlarına da konu olmuştur.【10】 


1989 Fergana olayları, Ahıska Türklerinin 20. yüzyıl boyunca yaşadıkları dağılma sürecini daha da derinleştirmiş ve topluluğun Sovyet coğrafyasında farklı bölgelere yayılmasını hızlandırmıştır. Bu olay, aynı zamanda, Sovyet sonrası dönemde Ahıska Türkleri meselesinin yeni bir uluslararası boyut kazanmasına neden olmuş; topluluğun hukuki statüsü, yerinden edilme sorunları ve dönüş talepleri, Sovyet sonrası devletlerin ve uluslararası kuruluşların gündemine taşınmıştır.


Bu gelişmeler sonraki yıllarda topluluğun yerleşim coğrafyasını çeşitlendirmiş; Rusya, Azerbaycan, Türkiye, Ukrayna ve ABD gibi birçok ülkeye uzanan geniş kapsamlı bir diaspora oluşumunun temelini atmıştır.

Sovyet Sonrası Dönem

Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılması, Ahıska Türkleri için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur ancak bu dönem önceki yılların sorunlarını çözmek bir yana, topluluğun hukuki statüsünü daha da belirsiz hâle getirmiştir. Sovyet sonrası devletlerin kimlik, vatandaşlık ve toprak politikalarını yeniden tanımladığı bu süreçte Ahıska Türkleri, yaşadıkları ülkelerin çoğunda “yerli nüfus” olarak tanınmamış; bu durum, topluluğun maruz kaldığı ayrımcılığı derinleştirmiştir.


Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan gibi ülkelerde Ahıska Türkleri görece istikrarlı topluluklar oluşturmuş olsa da Fergana olaylarının etkileri uzun süre devam etmiş ve topluluğun bir kısmı yeni yerleşim alanları aramaya yönelmiştir. Sovyet sonrası ekonomik dönüşüm, kolhoz ve sovhoz sisteminin çözülmesi, iş gücü piyasalarının daralması gibi etkenler, bu ülkelerdeki Ahıska Türklerinin özellikle genç kuşaklar arasında iç ve dış göçü hızlandırmıştır.


Sovyet sonrası dönemin en ağır insan hakları ihlalleri ise Rusya Federasyonu’nun Krasnodar Krayı’nda yaşanmıştır. Resmî statü verilmemesi sebebiyle Ahıska Türkleri uzun yıllar boyunca vatandaşlık, mülk edinme, yasal çalışma, sağlık sigortası, emeklilik, eğitim ve resmî evlilik gibi temel haklardan mahrum bırakılmıştır. Uluslararası insan hakları kuruluşları bu durumu “kurumsallaşmış ayrımcılık” olarak tanımlamış; Krasnodar yönetiminin Ahıska Türklerini sistematik biçimde dışlayıcı uygulamaları çeşitli raporlarda belgelendirilmiştir. Bu nedenle topluluğun önemli bir kısmı 2000’li yıllarda ABD’ye yerleştirilen mülteci programlarına dâhil olmuştur.【11】 


Azerbaycan, Fergana’dan kaçan Ahıska Türklerinin en çok yöneldiği ülkelerden biri olmuş; topluluk burada kırsal bölgelerde yoğunlaşarak yeni bir sosyal örgütlenme yapısı oluşturmuştur. Azerbaycan hükûmeti görece olumlu vatandaşlık politikaları izlese de yerleşim süreçlerinde ekonomik sıkıntılar ve altyapı sorunları uzun yıllar devam etmiştir.


Ukrayna, özellikle Donetsk, Kharkiv ve Dnipropetrovsk gibi bölgelerde Ahıska Türklerine önemli yerleşim imkânları sunmuş ancak 2014 sonrası çatışma ortamı, bu bölgelerdeki topluluğu yeniden göçe zorlamıştır. Bu durum Ahıska Türklerinin Sovyet sonrası dönemde bir kez daha güvenlik temelli yer değiştirme döngüsüne girmesine neden olmuştur.


2000’li yıllardan itibaren Ahıska Türkleri ayrıca Türkiye, ABD ve Avrupa ülkelerine yönelen daha geniş ölçekli bir diaspora hareketi başlatmıştır. ABD’de özellikle Colorado, Pennsylvania, Idaho ve Kentucky gibi eyaletlerde yoğun yerleşimler oluşmuş; Türkiye’de ise Kars, Erzincan, Bitlis ve Bursa gibi illerde topluluk geniş aile ağları üzerinden yeni yaşam alanları kurmuştur. Bu süreç, Ahıska Türklerinin coğrafi olarak şimdiye kadarki en geniş dağılımına ulaşmalarına yol açmıştır.


Sovyet sonrası dönemin bir diğer önemli boyutu, topluluğun kimlik mücadelesinin uluslararasılaşmasıdır. Avrupa Konseyi, AGİT, UNHCR gibi uluslararası kuruluşlar, Ahıska Türklerinin insan hakları ihlalleri ve geri dönüş taleplerini çeşitli rapor ve müzakerelerde gündeme getirmişlerdir. Buna rağmen Gürcistan’ın geri dönüş konusundaki isteksizliği ve uygulamada ortaya çıkan bürokratik engeller, topluluğun en temel talebinin uzun yıllar karşılanamamasına yol açmıştır.

Ahıska Türklerinin Geri Dönüş Mücadelesi

1944 sürgününden itibaren Ahıska Türklerinin en temel talebi, anavatanları olan Ahıska bölgesine geri dönüş hakkının tanınması olmuştur. Bu talep, 1956’da özel yerleşim rejiminin hukuken kaldırılmasından sonra daha görünür hâle gelmiş ancak Sovyet ve Gürcistan makamlarının dirençli tutumu nedeniyle uzun yıllar boyunca karşılıksız kalmıştır. Diğer sürgün edilen halkların önemli bir kısmına dönüş hakkı tanınırken Ahıska Türklerinin dışarıda bırakılması, topluluk açısından çifte standart algısını pekiştirmiş ve geri dönüş mücadelesinin siyasal niteliğini daha da güçlendirmiştir.

1956–1991 Dönemi: Sonuçsuz Talepler ve Bürokratik Engeller

1956’dan itibaren Ahıska Türkleri, Sovyet makamlarına binlerce dilekçe sunarak anavatanlarına dönmek istediklerini belirtmişlerdir. Ancak Gürcistan SSC yönetimi, Ahıska bölgesindeki yeni demografik düzenin bozulacağı ve etnik gerilimlerin artabileceği gerekçesiyle dönüş taleplerini reddetmiştir. Moskova’daki parti ve devlet yöneticileri de Gürcistan’ın bu tutumunu destekleyerek dosyayı sürekli ertelemiş, böylece dönüş hakkı neredeyse tamamen siyasi iradeye bağlı bir mesele hâline gelmiştir.


Bu dönemde dönüş taleplerine ilişkin girişimler zaman zaman örgütlü kampanyalara dönüşse de Sovyet sisteminin genel güvenlik yaklaşımı ve etnik politikalarındaki istikrarsızlık nedeniyle somut bir ilerleme sağlanamamıştır. 1980’lere gelindiğinde ise Ahıska Türkleri, Sovyet coğrafyasında geniş bir alana yayılmış olmalarına rağmen geri dönüş beklentisini kolektif kimliklerinin önemli bir unsuru olarak taşımaya devam etmiştir.

1991 Sonrası: Gürcistan’ın Tutumu ve İlk Hukuki Düzenlemeler

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Gürcistan, Ahıska Türklerinin geri dönüş talebi açısından kritik bir aktör hâline gelmiştir. Yeni bağımsız devlet için ulusal kimliğin inşası ve toprak bütünlüğünün korunması temel öncelikler arasında yer aldığından, Ahıska Türklerinin dönüşü konusu uzun süre siyasal açıdan hassas bir mesele olarak görülmüştür.


1990’ların başında Gürcistan’da yaşanan iç savaş, siyasi istikrarsızlık ve Abhazya–Güney Osetya krizleri, dönüş sürecinin gündemin gerisinde kalmasına neden olmuştur. Bu dönemde Gürcistan yönetimi, dönüş konusunda genel bir isteklilik beyan etse de uygulamada herhangi bir kurumsal mekanizma geliştirmemiştir.

Uluslararası Girişimler ve Avrupa Konseyi Süreci

1990’lı yılların ortalarından itibaren Ahıska Türklerinin geri dönüş meselesi uluslararası kuruluşların gündemine girmiştir. Avrupa Konseyi, Gürcistan’ın üye olma süreci kapsamında Ahıska Türklerinin dönüşünü önemli bir şart olarak değerlendirmiştir. Gürcistan, 1999 yılında Avrupa Konseyi’ne kabul edilirken, Ahıska Türklerinin geri dönüşüne yönelik kapsamlı bir program hazırlama ve uygulama taahhüdünde bulunmuştur.


Bu süreç, Ahıska meselesinin ilk kez uluslararası hukuki bir çerçeveye oturmasını sağlamıştır. Avrupa Konseyi ve AGİT, sonraki yıllarda sürecin uygulanmasını izlemeye yönelik raporlar hazırlamış ancak Gürcistan’ın ilerlemesi oldukça sınırlı kalmıştır.

2007 Geri Dönüş Yasası ve Uygulama Sorunları

Gürcistan Parlamentosu, uluslararası taahhütler doğrultusunda 2007 yılında “Geri Dönüş Yasası”nı kabul etmiştir. Bu yasa, Ahıska Türklerine Gürcistan vatandaşlığına başvurma ve ülkeye yerleşme hakkı tanıyan temel bir düzenleme olarak sunulmuştur. Ancak yasanın uygulanması gerek hukuki gerek idari açıdan ciddi sorunlar yaratmıştır:


  • Başvuru süreci karmaşık ve çok aşamalıydı.
  • Belgelerin temin edilmesi sürgün nedeniyle birçok aile için fiilen imkânsızdı.
  • Başvuruların değerlendirilmesi yıllarca süren bürokratik süreçlere bağlı kaldı.
  • Gürcistan’ın yerel makamları, özellikle Ahıska bölgesinde yeniden yerleşime karşı isteksiz davrandı.


Bu engeller nedeniyle yasanın beklenen işlevi yerine getiremediği uluslararası raporlarda da belirtilmiştir. Başvuru yapan binlerce aileden yalnızca sınırlı bir kısmının süreci tamamlayabilmiştir.【12】 

UNHCR, AGİT ve Diğer Uluslararası Mekanizmalar

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), Ahıska Türklerinin dönüşünü bir “uzun süren yerinden edilme vakası” olarak tanımlamış ve sürecin hızlandırılması için Gürcistan’a çağrılarda bulunmuştur. AGİT ise bölgesel güvenlik açısından Ahıska meselesinin çözümünün önemini vurgulamış ancak bu girişimler Gürcistan’ın politik tutumunu köklü biçimde değiştirmeye yetmemiştir. Uluslararası mekanizmaların ortak değerlendirmesi, Gürcistan’ın geri dönüş konusunda siyasi irade eksikliği ve yerel düzeyde direnç nedeniyle ilerlemenin sınırlı kaldığı yönündedir.

Ahıska Türklerinin Türkiye’ye Göçü

Ahıska Türklerinin Türkiye’ye göçü, tarihî ve siyasi nedenlerle kesintili fakat süreklilik taşıyan bir süreç olarak 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren çeşitli aşamalar hâlinde gerçekleşmiştir. 1828–1829 Osmanlı–Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Edirne Antlaşması ile Ahıska’nın Rusya’ya bırakılması, bölgedeki Türk nüfusunun önemli bir bölümünün Anadolu’ya göç etmesine yol açmış, böylece Ahıska–Anadolu hattında ilk büyük nüfus hareketliliği başlamıştır. Bu göçler, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başı boyunca çeşitli dalgalar hâlinde devam etmiştir.


1944 sürgününden sonra Ahıska Türklerinin büyük kısmı Orta Asya’ya zorla yerleştirilmiş olsa da Türkiye bu dönemde Ahıskalıları resmî statüde kabul edememiştir. Buna karşın topluluğun Türkiye’yle kurduğu kültürel ve tarihî bağ, göç talebini canlı tutmuştur. 1956’da özel yerleşim rejiminin kaldırılmasına rağmen Gürcistan’ın dönüşe izin vermemesi, Ahıska Türklerinin alternatif yerleşim alanları aramasına, bu arayışlarda Türkiye’nin önemli bir hedef hâline gelmesine yol açmıştır.


Türkiye’nin Ahıska Türklerini resmî olarak kabul süreci 2 Temmuz 1992 tarih ve 3835 sayılı Kanun ile kurumsal bir çerçeveye kavuşmuştur. Bu düzenleme, Ahıska Türklerinin “iskânlı göçmen” statüsüyle Türkiye’ye kabul edilebilmesini sağlamış ve 1990’lı yıllardan itibaren topluluğun önemli bir kısmı Türkiye’ye yerleşmeye başlamıştır. Yerleştirilen Ahıskalı aileler özellikle Bursa, İstanbul, İzmir, Erzincan, Antalya, Bitlis gibi illerde iskân edilmiş, zaman içinde Türkiye’nin farklı şehirlerine de dağılmışlardır.


Türkiye'ye Göç Eden Ahıska Türkleri (AA)

1989 Fergana olayları, Ahıska Türklerinin Türkiye’ye yönelen göçünde kritik bir dönüm noktası olmuştur. Olaylar sonucunda Özbekistan’ı terk etmek zorunda kalan yaklaşık 90 bin Ahıskalının bir bölümü Türkiye’ye sığınmış; Türkiye ise bu süreçte hem insani hem de kültürel bağlar temelinde göç akınlarını kabul edilebilir çerçevede yönetmeye çalışmıştır. Fergana olayları sonrasında Türkiye’ye yerleşen Ahıska Türkleri, topluluğun sosyal yapısının korunmasını kolaylaştıran güçlü aile bağları ve dayanışma ağları sayesinde kısa sürede uyum sağlamıştır.


2000’li yıllarda da Türkiye, çeşitli nedenlerle yerinden olan Ahıskalıları kabul etmeyi sürdürmüştür. Krasnodar Krayı’nda hak ihlallerine maruz kalan topluluk üyelerinin bir kısmı da Türkiye’ye gelmiş; bu süreç hem ikili ilişkiler hem de insani sorumluluk çerçevesinde ele alınmıştır. 2015’ten itibaren Türkiye, yerinden edilen Ahıskalı topluluklara yönelik daha kapsamlı iskân programları yürütmüş ve topluluğun belirli illerde yoğunlaşmasını sağlayarak kurumsal destek mekanizmalarını güçlendirmiştir.


Türkiye çeşitli ülkelerden Türkiye'ye göç etmeyi talep eden Ahıska Türklerine kucak açmaya devam etmektedir. Ukrayna - Rusya savaşından dolayı Türkiye'ye göç etmek isteyen Ahıska Türkleri, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla, Aralık 2015'te kafileler hâlinde Ukrayna'dan Türkiye'ye getirilmeye başlanmıştır. Göç eden ailelerin bir kısmı Erzincan'ın Üzümlü ilçesindeki dört mahallede kendileri için yaptırılan TOKİ konutlarına yerleştirilmiştir. Ukrayna'dan sadece kişisel eşyasını getirebilen Ahıska Türkleri'nin yerleştirildikleri evlerdeki tüm eşyası ve ihtiyaçları Türkiye Cumhuriyetince karşılanmıştır.


Ahıska Türklerinin Yerleştirildikleri Konutlar (AA)

Bugün Türkiye, Ahıska Türklerinin en yoğun yaşadığı ülkelerden biri hâline gelmiştir. Türkiye’ye yerleşen Ahıskalılara vatandaşlık, eğitim, sosyal hizmetler ve iskân konularında çeşitli destekler sağlanmış; Ahıska kültürünün devamlılığı açısından Türkiye önemli bir güvenli alan işlevi görmüştür.


Dünya Ahıskalı Türkler Birliği (DATÜB) Genel Başkanı Ziyatdin İsmihanoğlu Kassanov ve beraberindeki heyet 12.11.2025 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ziyaret etmiştir. Bu toplantıda Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti olarak Ahıska Türklerine verilen önemi şu sözleriyle ifade etmiştir:


"Malumunuz, ülkemizden uluslararası koruma talep eden 2 bin 315 Ahıska Türkü'nü Elazığ'a geçici olarak yerleştirmiştik. Aralarından 703 kardeşimizi TOKİ tarafından Bitlis Ahlat'ta yapılan birinci etap konutlarda iskan ettik, ikinci etap konutları da hızla inşa ediyoruz. Daha evvel 2015'te aldığımız kararla Ukrayna'daki çatışmalardan etkilenen toplam 3 bin 215 Ahıskalı soydaşımızı Erzincan Üzümlü ve Bitlis Ahlat'ta iskan etmiştik. Bugüne kadar yaklaşık 170 bin Ahıska Türkü'ne istisnai vatandaşlık, 150 binden fazla kişiye ise uzun dönem ikamet izni verdik. Diğer ülkelerde de ihtiyacı olan tüm kardeşlerimize desteğimizi TİKA ve Yurtdışı Türkler Başkanlığımız gibi kurumlarımızın marifetiyle sürdüreceğiz. Şunu bilmenizi isterim, Türkiye olarak her zaman yanınızdayız. Rabb'im birlik ve beraberliğimizi daim eylesin."【13】 


Ziyatdin İsmihanoğlu Kassanov'un Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Ziyareti (AA)

Kültürel Süreklilik ve Toplumsal Hafıza

1944 sürgünü ve sonrasındaki zorunlu yer değiştirmeler, Ahıska Türklerinin kültürel dokusunda derin kırılmalara yol açmış olsa da topluluk, kimliğini koruma konusunda dikkate değer bir direnç göstermiştir. Farklı coğrafyalara dağılmalarına rağmen Ahıska Türklerinin kültürel sürekliliğini sağlayan en önemli unsur, geniş aile yapısına dayanan güçlü topluluk ilişkileridir. Aile, dilin, geleneklerin ve tarihsel hafızanın kuşaktan kuşağa aktarılmasının merkezî kurumu olmuştur.


Dil, kültürel kimliğin temel taşı olarak sürgün koşullarında dahi korunmuştur. Ahıska Türkçesi, Türk dillerinin Oğuz koluna mensup bir ağız olmakla birlikte, yıllar içinde Rusça, Azerbaycanca, Gürcüce ve bulunduğu coğrafyaya göre diğer yerel dillerle temas hâlinde gelişmiştir. Buna rağmen topluluk içinde özellikle aile içi iletişimde Türkçenin korunması, kültürel sürekliliğin en belirgin göstergelerinden biridir.


Geleneksel pratiklerin önemli bir bölümü sürgün yıllarında da devam etmiştir. Düğünler, cenazeler, ritüeller ve mevsimlik kutlamalar topluluğun kimliğini pekiştiren sosyal alanlar olarak işlev görmüştür. Sovyet dönemindeki resmî kısıtlamalara karşın, dinî pratikler çoğu zaman evlerde veya küçük topluluk içinde sürdürülmüş; Kur’an eğitimi ve dinî merasimler gayriresmî biçimlerde varlığını korumuştur. Bu durum, sürgün koşullarının kimlik koruma refleksini güçlendirdiğini göstermektedir.


Toplumsal hafıza, Ahıska kimliğinin devamlılığını sağlayan en güçlü unsurlardandır. 1944 sürgünü, aile anlatıları, sözlü tarih örnekleri, şiirler ve ağıtlar aracılığıyla kolektif bir travma olarak nesilden nesle aktarılmıştır. Bu hafıza, sürgün edilen topluluk üyelerinin kimliklerini nasıl tanımladıklarını da belirlemiştir.


Diaspora süreçleri de kültürel sürekliliğin yeniden üretilmesinde önemli rol oynamıştır. ABD, Türkiye, Rusya Federasyonu, Azerbaycan ve Ukrayna gibi yeni yerleşim alanlarında topluluk merkezleri, dernekler ve kültürel organizasyonlar aracılığıyla kimlik korunmuş; düğün gelenekleri, el sanatları, mutfak kültürü ve sözlü edebiyat unsurları yeni koşullara uyarlanarak yaşatılmıştır. Bu kurumlar, Ahıska Türklerinin farklı ülkelerdeki kuşakları arasında bağ kuran aracılar hâline gelmiştir. Bununla birlikte kültürel süreklilik, modernleşme, kentleşme ve diasporanın getirdiği çok dillilik nedeniyle bazı dönüşümler de içermektedir. Genç kuşaklar arasında dil erozyonu ve kültürel pratiklerde çeşitlenme görülse de topluluk, kimliğin çekirdek unsurlarını muhafaza etme konusunda dikkat çekici bir istikrar sergilemektedir. Sürgün hafızası ve tarihsel aidiyet duygusu, kuşaklar arası bağı güçlendiren temel faktörlerden biri olmayı sürdürmektedir.

Ahıska Mânilerinde Sürgün

Ahıska Türklerinin sözlü kültürünün en tanınmış unsurlarından biri olan mâni geleneği, 1944 sürgünü ve sonrasında yaşanan zorunlu göçlerin toplumsal hafızadaki izlerini en açık biçimde yansıtan kaynaklardan biridir. Yazılı edebiyat üretiminin sınırlı olması ve topluluğun tarih boyunca sürekli hareket hâlinde bulunması, mânileri hem kültürel aktarım aracı hem de duygusal ifade alanı hâline getirmiştir.


Mânilerde en sık karşılaşılan duygu, vatanlarından koparılan bir topluluğun yaşadığı sıla hasreti ve ayrılığın yarattığı içsel kırılmadır.


“Tağların ardındayuh

Suların bağrındayuh

Herkeş gendi veteninde

Biz veten derdindeyuh”【14】 


dizeleri, topluluğun yaşadığı ortak mahrumiyet duygusunu yalın bir dille ortaya koymaktadır.


Ahıska mânilerinde belirginleşen en güçlü sembol dağ motifidir. Dağlar hem Ahıska ile gurbet arasındaki fiziki uzaklığı hem de geri dönüşün önündeki siyasal ve toplumsal engelleri temsil eder:


“Bu tağlar uca tağlar

Ardini duman bağlar

Biz sürgüne düşmişuh

Bu hâli gören ağlar”【15】 


Dağ motifinin yanında gemi ve kuş imgeleri de sürgün temasının merkezî sembolleridir. Gemi, birçok mânide vatana ulaşmayı sağlayacak bir umut aracı olarak görülür. Bazen haber getiren, bazen özgürlüğe açılan kapıyı temsil eden bir figürdür. Kuş ise hasretin ve özgürlük arzusunun en saf ifadesidir:


“Keribem bu vetende

Kerib kuşlar ötende

Gövlüm göyerçin oldi

Durmiyer yâd vetende”【16】 


Mânilerde bir diğer dikkat çekici unsur, Ahıska ve Türkiye coğrafyasına ait yer adlarının sıkça anılmasıdır. Bu yer adları, sürgün edilen topluluğun aidiyet bağını canlı tutmak için başvurulan hafıza işaretleri işlevi görür. Örneğin Adıgün, Osman Paşa, Erzurum gibi yer ve kişi adları hem tarihî kökene hem de ana vatana duyulan bağlılığı ortaya koyar. Bu kullanım, Ahıska Türklerinin kendilerini hem Ahıska’nın yerlisi hem de Türkiye’nin kültürel bir parçası olarak görmelerinin sözlü edebiyattaki yansımasıdır.


Mânilerin tematik yelpazesi incelendiğinde, sürgün felaketinin uzun süren bir duygu ve kader ortaklığı hâline geldiği görülür. Sitem, kadere isyan, gurbet acısı, umut, dua, beddua ve dayanma arzusu birbirini tamamlayan duygusal katmanlar olarak mânilerde yer bulur. Kimi mâniler geçmişte yaşanan zulmün izlerini taşırken kimi mânilerde geri dönüş umudu belirginleşir:


“Ağ koyun meler gelür

Dağlari deler gelür

Veten gapsi açılsa

Kövlüme neler gelür”【17】 

Kaynakça

Ali, Muhammet. Ahıska Türklerinin geri dönüş problemi ve Gürcistan’in Avrupa Konseyine taahhütleri. Ardahan Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2024, 6.2: 225-239. Son Erişim: 13.11.2025. https://dergipark.org.tr/en/pub/aruiibfdergisi/issue/88646/1414022


Anadolu Ajansı. "Ahıska Türklerinin sürgün edilişinin 80. yılı." Son Erişim: 13.11.2025. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ahiska-turklerinin-surgun-edilisinin-80-yili/3393801


Anadolu Ajansı. "Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dünya Ahıskalı Türkler Birliği Heyeti'ni kabul etti." Son Erişim: 13.11.2025. https://www.aa.com.tr/tr/gundem/cumhurbaskani-erdogan-dunya-ahiskali-turkler-birligi-heyetini-kabul-etti/3741697


Anadolu Ajansı. "Ahıska Türklerinin sürgün edilişinin 77. yılı." Son Erişim: 13.11.2025.  https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ahiska-turklerinin-surgun-edilisinin-77-yili/2420338


Cengiz, Esra ve Şahin Köksal. Ahıska Türklerinin Geri Dönüş Mücadelesi: Yaşanan Sorunlar, Süreçteki Devletler ve Uluslararası Toplum. Sakarya Üniversitesi Türk Akademi Dergisi, 2024, 3.2: 89-102. Son Erişim: 13.11.2025. https://dergipark.org.tr/en/pub/sautad/issue/89750/1590814


Çelik, Türkân. “Ahıska Mânilerinde Sürgünün İzleri.” III. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri, 47–56, 2017. Son Erişim: 13.11.2025. https://www.academia.edu/download/105986610/III_Uluslararasi_Genc_Halkbilimciler_Sem.pdf#page=66


Keskin, Serhat ve Hazar Ege Gürsoy. SOVYET VE SOVYET SONRASI DÖNEMDE AHISKA TÜRKLERİNİN KARŞILAŞTIKLARI İNSAN HAKLARI İHLALLERİ VE AYRIMCILIKLAR. Uluslararası Suçlar ve Tarih, 2017, 18: 13-46. Son Erişim: 13.11.2025. https://dergipark.org.tr/en/pub/ustich/issue/44800/557248


Kolukırık, Suat. Sürgün, toplumsal hafıza ve kültürel göç: ABD’deki Ahıska Türkleri üzerine bir araştırma. Bilig, 2011, 59: 167-190. Son Erişim: 13.11.2025. http://bilig.yesevi.edu.tr/yonetim/icerik/makaleler/2510-published.pdf


TRT Avaz Youtube Kanalı. "Ahıska Sürgünü (1.Bölüm)." Son Erişim: 13.11.2025. https://www.youtube.com/watch?v=xMZ5Ne1Jris


Uravelli, Orhan. Sovyet Resmî Belgelerinde Ahıska Sürgünü. Bizim Ahıska, 2011, 16: 8-12. Son Erişim: 13.11.2025. http://www.ahiska.org.tr/wp_pdf/sayi16/parcali/09_sayi16.pdf


Şirin, Aslı. Stalin'in Milliyetler Politikasının Bedeli Olarak Ahıska Sürgünü Ve Ahıskalılar'ın Sürgündeki Yaşamları. Avrasya Etüdleri, 2019, 56.2: 53-77. Son Erişim: 13.11.2025. https://dergipark.org.tr/en/pub/avrasya/issue/50529/657238


Topal, Coşkun; Çahalov, Orhan; Maden, Nafiz. Son Bulmayan Ahıska Sürgünü: 1944 Ahıska Sürgünü Bir Ailenin Hayat Hikâyesi. Akademik Tarih ve Araştırmalar Dergisi, 2024, 7.11: 73-94. https://dergipark.org.tr/en/pub/ataddergi/issue/89557/1537896


YTB Youtube Kanalı. "Sürgünün 75. Yılında Ahıska Türkleri Belgeseli." Son Erişim: 13.11.2025. https://www.youtube.com/watch?v=uHjDxo71Rk0

Dipnotlar

[1]

Anadolu Ajansı. "Ahıska Türklerinin sürgün edilişinin 77. yılı." Son Erişim: 13.11.2025. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ahiska-turklerinin-surgun-edilisinin-77-yili/2420338

[2]

Serhat Keskin ve Hazar Ege Gürsoy, “Sovyet ve Sovyet Sonrası Dönemde Ahıska Türklerinin Karşılaştıkları İnsan Hakları İhlalleri ve Ayrımcılıklar,” Uluslararası Suçlar ve Tarih, sayı 18 (2017): 20. https://dergipark.org.tr/en/pub/ustich/issue/44800/557248

[3]

Coşkun Topal, Orhan Çahalov ve Nafiz Maden, “Son Bulmayan Ahıska Sürgünü: 1944 Ahıska Sürgünü Bir Ailenin Hayat Hikâyesi,” Akademik Tarih ve Araştırmalar Dergisi 11 (2024): 73–94. https://dergipark.org.tr/tr/pub/ataddergi/issue/89557/1537896

[4]

Orhan Uravelli, Sovyet Resmî Belgelerinde Ahıska Sürgünü, Bizim Ahıska, 2011. s. 8. http://www.ahiska.org.tr/wp_pdf/sayi16/parcali/09_sayi16.pdf

[5]

Uravelli, Sovyet Resmî Belgelerinde Ahıska Sürgünü,  s. 8. http://www.ahiska.org.tr/wp_pdf/sayi16/parcali/09_sayi16.pdf

[6]

Uravelli, Sovyet Resmî Belgelerinde Ahıska Sürgünü, s. 8. http://www.ahiska.org.tr/wp_pdf/sayi16/parcali/09_sayi16.pdf

[7]

Uravelli, Sovyet Resmî Belgelerinde Ahıska Sürgünü, s. 9. http://www.ahiska.org.tr/wp_pdf/sayi16/parcali/09_sayi16.pdf

[8]


Uravelli, Sovyet Resmî Belgelerinde Ahıska Sürgünü, s. 10. http://www.ahiska.org.tr/wp_pdf/sayi16/parcali/09_sayi16.pdf

[9]

Uravelli, Sovyet Resmî Belgelerinde Ahıska Sürgünü, s. 11. http://www.ahiska.org.tr/wp_pdf/sayi16/parcali/09_sayi16.pdf

[10]

Serhat Keskin ve Hazar Ege Gürsoy, “Sovyet ve Sovyet Sonrası Dönemde Ahıska Türklerinin Karşılaştıkları İnsan Hakları İhlalleri ve Ayrımcılıklar,” s. 26-27. https://dergipark.org.tr/en/pub/ustich/issue/44800/557248

[11]

Serhat Keskin ve Hazar Ege Gürsoy, “Sovyet ve Sovyet Sonrası Dönemde Ahıska Türklerinin Karşılaştıkları İnsan Hakları İhlalleri ve Ayrımcılıklar,” s. 25-34. https://dergipark.org.tr/en/pub/ustich/issue/44800/557248

[12]

Serhat Keskin ve Hazar Ege Gürsoy, “Sovyet ve Sovyet Sonrası Dönemde Ahıska Türklerinin Karşılaştıkları İnsan Hakları İhlalleri ve Ayrımcılıklar,” s. 36-39. https://dergipark.org.tr/en/pub/ustich/issue/44800/557248

[13]

Anadolu Ajansı. "Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dünya Ahıskalı Türkler Birliği Heyeti'ni kabul etti." Son Erişim: 13.11.2025. https://www.aa.com.tr/tr/gundem/cumhurbaskani-erdogan-dunya-ahiskali-turkler-birligi-heyetini-kabul-etti/3741697


[14]

Türkân Çelik, “Ahıska Mânilerinde Sürgünün İzleri,” III. Uluslararası Genç Halkbilimciler Sempozyumu Bildirileri, 2017, s. 52. https://www.academia.edu/download/105986610/III_Uluslararasi_Genc_Halkbilimciler_Sem.pdf#page=66

[15]

Çelik, “Ahıska Mânilerinde Sürgünün İzleri,” s. 53. https://www.academia.edu/download/105986610/III_Uluslararasi_Genc_Halkbilimciler_Sem.pdf#page=66

[16]

Çelik, “Ahıska Mânilerinde Sürgünün İzleri,” s. 54. https://www.academia.edu/download/105986610/III_Uluslararasi_Genc_Halkbilimciler_Sem.pdf#page=66

[17]

Çelik, “Ahıska Mânilerinde Sürgünün İzleri,” s. 54. https://www.academia.edu/download/105986610/III_Uluslararasi_Genc_Halkbilimciler_Sem.pdf#page=66






Ayrıca Bakınız

Yazarın Önerileri

Ahıska Türkleri

Ahıska Türkleri

Genel Kültür +1
1944 Kırım Tatarlarının Sürgünü

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme

Yazar Bilgileri

Avatar
Ana YazarDuygu Şahinler13 Kasım 2025 13:15
KÜRE'ye Sor