Çok uzak değil, bundan 20-30 yıl önce bilgi, peşinde koşulan bir argümandı; bugün ise istenildiğinde erişilebilen bir olgu haline geldi. Peki “peşinde koşulan bir argümandı” derken neyi kastediyorum? Şöyle ki, bundan 30 yıl kadar önce istediğimiz bir bilgiyi elde etmek için saatler süren minibüs yolculuklarının ardından şehir halk kütüphanesinde yine saatler süren araştırmalar yapmak zorundaydık. Aradığımız bilgiyi bulabilirsek şanslı sayılırdık.
Bu ortamda insanların bilgi seviyesi, medyanın ya da okulların öğrettiği kadarıyla sınırlıydı. Bunun dışında fazlasına ulaşmak mümkün değildi. Okul müfredatları, gelecek nesillerin sahip olması gereken bilgiyi ne eksik ne de fazla olacak şekilde içerir, eğitim-öğretim bu doğrultuda ilerlerdi. Yani ilkokul sıralarındaki çalışkanlığıyla başarılı bir hayatı olacağı öngörülen Ali’ye, öğretmeni Ahmet’in bildiği kadar bilgi aktarılıyordu. Günün sonunda Ali’nin öğretmeninden daha başarılı olması bekleniyordu. Fakat ortada bir çelişki vardı: Bilgi bilgiden çoğaltılamayacağına göre Ali bunu nasıl başaracaktı?
Kısacası sahip olacağımız bilgi, sadece bize öğretilen ve belirli kişiler tarafından müfredatlara yerleştirilen içerikle sınırlıydı. Çünkü daha fazlasına erişemiyorduk. Almanya’nın bir ülke olduğunu biliyorduk ama Almanların Hristiyanlık içinde yaşattığı devrimi (Martin Luther – Protestan Reformu) bilmiyorduk. Sözde müttefikimiz olan ABD’nin Marshall Planı kapsamında bize destek verdiğini öğreniyorduk, ancak bunun Sovyetler Birliği’nin büyümesine karşı bir hamle olduğunu bilmiyorduk. Bilgi bize öğretilenle sınırlıydı.
Biz bu düzenin içinde kalırken, Avrupalı ve Amerikalı müttefiklerimiz çoktan cep telefonunu icat edip iletişim ağını genişletmişti. Biz ise hâlâ bize öğretilenlerle yetinmeye çalışıyor, buna rağmen başarı bekliyorduk. Her insanın benzer potansiyele sahip olduğunu düşünürsek, bu kıyaslamanın hakkaniyetli bir kıyaslama olmadığı ortada.
Bugüne geldiğimizde, internetin dünya üzerindeki erişilebilirliği sayesinde Ali, artık sadece müfredatla sınırlı kalmıyor; merak ettiği soruları kısa sürede araştırarak kendini geliştirebiliyor. Böylece onun parlak bir geleceğe sahip olabileceğini inanan insan sayısı artıyordu.
Sonuç olarak, bilgiye ulaşmanın hiç olmadığı kadar kolay olduğu bu çağda, gençlerimizin en büyük ihtiyacı sadece öğretileni kabullenmek değil, araştırmayı ve sorgulamayı öğrenmektir. Çünkü geleceği şekillendirecek olanlar, bilgiyi hazır halde tüketenler değil, onu araştırıp dönüştürenler olacaktır. Eğer Ali gibi diğer çocuklar araştırmayı öğrenirse, yalnızca kendi hayatlarının değil, toplumun da kaderini değiştirecektir.

