İstanbul’un tarihî semtlerinden Eyüpsultan, yüzyıllardır Osmanlı’nın ruhunu ve manevi atmosferini yansıtan camileri, türbeleri ve külliyeleriyle bilinir. Bu yapılar arasında öne çıkan Zal Mahmut Paşa Camii, yalnızca bir ibadethane değil; aynı zamanda mimarî, tarihî ve toplumsal katmanların iç içe geçtiği bir hafıza mekânıdır. Kimi zaman dramatik bir hikâyeyle anılır, kimi zaman ise Mimar Sinan’ın deneysel üslubunun örneklerinden biri olarak değerlendirilir.
Zal Mahmut Paşa ve Külliyesi
Kanuni Sultan Süleyman’ın damadı ve sadrazamlarından Zal Mahmut Paşa, Osmanlı saray çevresinde güçlü bir figür olarak tanınır. Onun ismi, trajik bir olayla, Şehzade Mustafa’nın boğdurulmasıyla da anılır. Bu nedenle “Zal” lakabı, tarih boyunca bir yandan siyasi sadakatin, bir yandan da sertliğin simgesi olmuştur.
Paşa, 16. yüzyılda Eyüp’te kendi adıyla anılacak külliyeyi yaptırdı. Külliye, cami, medrese, imaret ve türbe bölümlerinden oluşur. Türbede Zal Mahmut Paşa ile eşi Şah Sultan’ın kabirleri bulunur. İstanbul’un dinî ve kültürel yaşamında önemli bir yer edinen bu külliye, Osmanlı’nın “hayrat kültürü”nün somut örneklerinden biridir.
Mimar Sinan’ın Eseri Olarak Cami
Zal Mahmut Paşa Camii, Osmanlı klasik mimarisinin baş mimarı Mimar Sinan’ın eserleri arasında sayılır. 24,90x26,30 metre ölçülerindeki cami, kareye yakın planıyla dikkat çeker. Kubbesi 21 metreyi aşan yüksekliğiyle Eyüpsultan siluetine damgasını vurur.
Caminin en özgün tarafı, kubbe sistemindedir. Sinan’ın diğer camilerinde sıkça görülen “yarım kubbelerle duvarlara aktarılan yük” anlayışı burada tercih edilmez. Bunun yerine kubbe, dört büyük kemer ve onların altında yer alan fil ayakları tarafından taşınır. Bu tercih, camiye farklı bir mekân algısı kazandırır.
Son cemaat yerindeki tuğla-taş almaşık kemer düzeni, dönemin estetik anlayışını yansıtır. Cephelerde taş ve tuğlanın almaşık kullanımı da yine 16. yüzyıl Osmanlı inşaat tekniklerinin tipik bir örneğidir.
Zal Mahmut Paşa Camii (AA)
Eğimli Arazi ve Yapısal Sorunlar
Cami, Eyüpsultan’ın eğimli bir arazisine inşa edilmiştir. Bu durum, yapının geometrisinde asimetrik bir görünüm yaratmış; doğu cephesinde fazladan bir bodrum kat yapılmasına yol açmıştır. Araziye oturuştaki bu dengesizlik, caminin yapısal sorunlarının temel sebeplerinden biri olarak gösterilir.
Yapılan mühendislik çalışmalarında, özellikle kubbeyi taşıyan fil ayaklarından birinin diğerlerine göre %40 daha az rijitliğe sahip olduğu saptanmıştır. Bu farklılık, depremler sırasında yapının daha fazla zorlanmasına ve taşıyıcı elemanlarda hasar oluşmasına neden olmuştur.【1】
Depremler ve Hasarlar
Zal Mahmut Paşa Camii, İstanbul’un tarih boyunca yaşadığı büyük depremlerden nasibini almıştır.
- 1766 Depremi sonrası hakkında kesin bilgi bulunmasa da
- 1894 Depremi camiye ciddi zarar vermiştir. Kaynaklara göre caminin esas duvarları çatlamış, minaresi yıkılmış ve yapı harap bir hale gelmiştir.
20.yüzyıla gelindiğinde ise camide yapısal sorunlar artmıştır. Ana kemerlerden birinin gergisi kopmuş, kıble duvarında büyük kaymalar meydana gelmiş, kemerlerden biri 25 cm sehim yapmıştır. Bu ölçekteki hasarlar, caminin ibadete kapatılmasına neden olmuştur.
Güçlendirme ve Restorasyonlar
1957–1963 yılları arasında camide önemli güçlendirme çalışmaları yapılmıştır. Bu süreçte, özellikle kubbe ve kemer bölgesine betonarme takviyeler eklenmiştir. Ancak bu müdahaleler, caminin özgün Sinan üslubunu kısmen gölgelemiştir.
Arşiv belgelerine göre, o yıllarda hazırlanan raporlar gergi sistemine dikkat çekmiş ve bazı bağlantıların “gelecekte tamir edilmek üzere” açık bırakıldığını belirtmiştir. Nitekim modern dönem araştırmalarında bu unsurlar yeniden tespit edilmiş ve onarılmıştır.
Günümüzde cami, Eyüpsultan’ın ibadet hayatına hizmet etmeye devam etmektedir. Aynı zamanda hem mimarlık hem de deprem mühendisliği açısından araştırma konusu olmaya devam eden bir örnektir. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin çalışmaları, caminin titreşim ölçümlerinden sonlu elemanlar modellerine kadar bilimsel verilerle değerlendirilmesini sağlamıştır.
Halk Arasındaki Algı ve Anlatılar
Zal Mahmut Paşa Camii, yalnızca mimarî veya mühendislik özellikleriyle değil; halkın hafızasında yer eden hikâyeleriyle de öne çıkar. Şehzade Mustafa’nın öldürülmesiyle ilişkilendirilen “Zal” ünvanı, caminin adını gölgede bırakmış; yapı, kimi zaman “Şehzade’nin yasını tutan cami” olarak anılmıştır.【2】 Bu durum, Osmanlı siyasetinin dramatik boyutlarının mimari yapılarla nasıl iç içe geçtiğini göstermesi açısından dikkat çekicidir.