John F. Kennedy suikastı, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı John Fitzgerald Kennedy’nin 22 Kasım 1963 tarihinde Teksas eyaletinin Dallas kentinde, resmi ziyaret kapsamında açık bir otomobille ilerlediği kortej sırasında uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülmesi olayıdır. Başkanın bulunduğu 1961 model Lincoln Continental limuzin, Dallas şehir merkezinde yer alan Dealey Plaza’dan geçerken ateş açılmış; ağır yaralanan Kennedy, kısa süre içinde Parkland Memorial Hastanesine kaldırılmış, ancak burada yapılan tüm tıbbi müdahalelere rağmen 46 yaşında hayatını kaybetmiştir. Olayın hemen ardından yapılan açıklamalarda, suikastın Texas School Book Depository binasının altıncı katından açılan ateşle gerçekleştirildiği bildirilmiş ve bu bina soruşturmanın merkezine yerleşmiştir.

Suikastin Gerçekleştirildiği Tüfeğin Bir Replikası (National Archives)
Kennedy suikastı, yalnızca bir başkanın öldürülmesi değil, aynı zamanda Soğuk Savaş’ın gergin dönemlerinden birinde Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasal istikrarı ve kurumlarına duyulan güven üzerinde etkiler yaratan bir dönüm noktası olarak olmuştur. Küba Füze Krizi’nin üzerinden henüz bir yıl geçmişken yaşanan bu olay, nükleer dengelerin, istihbarat faaliyetlerinin ve ideolojik çatışmaların yoğunlaştığı bir konjonktürde meydana gelmiş; Kennedy’nin görevi başında öldürülmesi hem ABD içinde hem de dünya kamuoyunda geniş bir etki oluşturmuştur. Görece kısa bir başkanlık döneminin sonunda gerçekleşen bu suikast, “yarım kalmış bir siyasi proje” algısını beslemiş ve olay, Amerikan tarihinin sembolik kırılma anlarından biri olarak kolektif hafızada yer etmiştir.
Suikast, gerçekleştiği andan itibaren çok sayıda soruşturmanın, resmî raporun, adli tıp incelemesinin ve kamuoyu tartışmasının konusu hâline gelmiş; Lee Harvey Oswald’ın fail olarak öne çıkarılması, Oswald’ın iki gün sonra Jack Ruby tarafından öldürülmesi ve soruşturma sürecinde ortaya çıkan çelişkiler, olayın etrafında kalıcı bir tartışma alanı yaratmıştır. Bir yanda, başkanın tek bir atıcı tarafından öldürüldüğünü ve örgütlü bir komploya dair kesin kanıt bulunmadığını savunan resmî anlatı; diğer yanda ise mafya, istihbarat örgütleri, yabancı devletler, iç siyasi çıkar grupları ve “derin devlet” benzeri yapılar etrafında şekillenen komplo tezleri ortaya çıkmıştır. Bu gerilim, Kennedy suikastını modern tarihte, delillerin, tanıklıkların ve resmî belgelerin sürekli yeniden tartışıldığı, siyasal olaylar ile toplumsal algının iç içe geçtiği örnek olaylardan biri hâline getirmiştir.

John F. Kennedy'nin Başından Çıkarılan Kurşun Parçaları (National Archives)
Aradan geçen on yıllar içinde açıklanan belgeler, yürütülen kongre komisyonları ve yayımlanan kapsamlı inceleme eserleri, suikastın hem olgusal yönlerini hem de bu olgular etrafında şekillenen yorumları çeşitlendirmiştir. Kennedy suikasti, bu yönüyle, yalnızca 1960’ların ABD iç ve dış politikasını anlamak için değil, aynı zamanda devlet-toplum ilişkileri, resmî soruşturmaların sınırları, komplo kültürünün yükselişi ve modern tarih yazımında belirsizlikle baş etme biçimleri açısından da temel bir referans noktası hâline gelmiştir.
Tarihsel ve Siyasal Bağlam
Kennedy suikastı, II. Dünya Savaşı sonrasında şekillenen iki kutuplu uluslararası sistemin gergin evrelerinden birinde meydana gelmiştir. 1960 başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi aday Richard Nixon’a karşı üstünlük sağlayarak göreve gelen John F. Kennedy, ABD’nin hem iç hem dış politikasında “Soğuk Savaş rekabeti”nin belirlediği bir ortamda hareket etmiştir. Nükleer silahlanma yarışı, Sovyetler Birliği ile ideolojik ve jeopolitik çekişme, Üçüncü Dünya ülkelerinde yürütülen vekâlet mücadeleleri ve Avrupa güvenlik mimarisinin kırılganlığı, Kennedy yönetiminin temel dış politika gündemini oluşturan unsurlar arasında yer almıştır.
Kennedy Dönemi ABD İç ve Dış Politikası
Kennedy’nin iç politikadaki öncelikleri arasında ekonomik büyümenin sürdürülmesi, “Yeni Ufuklar” (New Frontier) olarak adlandırılan program çerçevesinde sosyal politikaların güçlendirilmesi ve özellikle Afrika kökenli Amerikalıların yurttaşlık haklarının genişletilmesi bulunmuştur. Sivil haklar alanında atılan adımlar, güney eyaletlerindeki ayrımcı düzenlemelerle çatışma yaratmış; bu durum, federal yönetim ile yerel yönetimler arasında gerginliklere yol açmıştır. Federal hükümetin ırk ayrımcılığına karşı zaman zaman doğrudan müdahalede bulunması, güneydeki bazı siyasi ve toplumsal çevrelerde Kennedy yönetimine karşı hoşnutsuzluğu artırmış, bu da dönemin siyasal kutuplaşmasının bir boyutu hâline gelmiştir.
Dış politikada ise Kennedy yönetimi, göreve gelişinden kısa süre sonra ciddi krizlerle karşılaşmıştır. 1961 Nisan’ında Küba’daki Fidel Castro rejimini devirmeyi amaçlayan Domuzlar Körfezi çıkarmasının başarısızlıkla sonuçlanması, hem ABD’nin Küba karşısında prestij kaybına yol açmış, hem de Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) ile Beyaz Saray arasındaki ilişkileri olumsuz etkilemiştir. 1961 yazında Berlin üzerindeki baskının artması, ABD ve Sovyetler Birliği’ni Avrupa’da yeni bir gerilim hattına sürüklemiş; nihayet Ekim 1962’de patlak veren Küba Füze Krizi, iki süper gücü doğrudan nükleer savaşın eşiğine getirmiştir. Krizin sonunda Sovyet füzelerinin Küba’dan çekilmesi ve ABD’nin de Türkiye’deki bazı füzelerini geri çekmeyi kabul etmesi, nükleer savaş tehlikesini bertaraf etmiş, ancak krizin yönetim biçimi hem ABD içinde hem de müttefikler arasında farklı tepkiler doğurmuştur.
Kennedy Suikastının Canlandırması (News Direct)
Kennedy döneminde Vietnam’a yönelik politika da giderek önem kazanmıştır. ABD, 1950’lerin ortalarından itibaren Güney Vietnam’a askerî ve ekonomik destek sağlamış; Kennedy yönetimi, doğrudan muharip birlikler göndermekten kaçınmakla birlikte, “danışman” adı altında Vietnam’daki Amerikan varlığını belirgin biçimde artırmıştır. Bu süreçte komünizmin Güneydoğu Asya’da yayılmasını engelleme hedefi hem Kongre’de hem de askerî çevrelerde önemli bir meşruiyet zemini olarak kullanılmış; ancak ilerleyen yıllarda Vietnam Savaşı’nın derinleşmesi, Kennedy dönemindeki kararların da geriye dönük tartışılmasına yol açmıştır.
Bütün bu gelişmeler, Kennedy yönetiminin kısa süren iktidar dönemini, yoğun krizler ve hızlı kararların alındığı bir süreç hâline getirmiştir. Nükleer silahların kontrolüne ilişkin müzakereler, kısmi nükleer deneme yasağı anlaşması gibi girişimler ve uzay yarışında Sovyetler Birliği’ne karşı üstünlük sağlama çabası, yönetimin bir yandan “yumuşama” arayışlarını, diğer yandan da rekabeti tırmandıran hamlelerini iç içe barındırmıştır. Bu bağlam, Kennedy suikastının yalnızca bir iç güvenlik olayı değil, aynı zamanda küresel çapta etkileri olan bir siyasi cinayet olarak algılanmasına zemin hazırlamıştır.
Kennedy Yönetimi ve Güvenlik Kurumları
Kennedy’nin başkanlığı döneminde ABD’nin güvenlik mimarisi, birbirleriyle karmaşık ilişkiler içindeki bir dizi kurum tarafından şekillendirilmiştir. CIA, Federal Soruşturma Bürosu (FBI), Gizli Servis ve Genelkurmay Başkanlığı ile savunma bürokrasisi hem dış politika kararlarının uygulamasında hem de iç güvenlik ve istihbarat faaliyetlerinde merkezi rol oynamıştır. Domuzlar Körfezi çıkarmasının başarısızlığı sonrasında CIA’in üst düzey yöneticilerinde değişikliğe gidilmesi, istihbarat örgütünün Beyaz Saray nezdindeki konumunu tartışmalı hâle getirmiş; bazı kararların hazırlanma ve sunulma biçimine dair eleştiriler, zaman içinde kurumlar arası güvensizlik algısının oluşmasına katkıda bulunmuştur.
FBI, bu dönemde hem iç güvenlik hem de siyasî gözetim faaliyetlerinde etkin bir konuma sahipti. Direktör J. Edgar Hoover’ın uzun yıllara dayanan görev süresi ve kurum üzerindeki belirleyici etkisi, FBI’ı federal sistem içerisinde ayrıcalıklı bir konuma yerleştirmiştir. Hoover’ın komünizmle mücadele, sivil haklar hareketi ve çeşitli siyasî örgütlere ilişkin yaklaşımı, Kennedy yönetiminin bazı öncelikleriyle her zaman tam olarak örtüşmemiş; buna rağmen FBI, suikast sonrasında yürütülen soruşturmanın temel aktörlerinden biri olmuştur.
Başkanın korunmasından sorumlu Gizli Servis ise, Kennedy döneminde hem görev alanını genişleten hem de artan bir kamuoyu ilgisiyle karşı karşıya kalan bir kurumdu. Açık otomobille yapılan kortejler, kalabalık halk buluşmaları ve yoğun seyahat programı, başkanlık koruma düzeninin risklerini artırmış; buna karşılık koruma protokollerinin güncel tehdit ortamına ne ölçüde uyum sağladığı, suikast sonrasında yoğun biçimde tartışılmıştır. Ordu ve savunma bürokrasisi ise özellikle nükleer doktrin, Avrupa’daki kuvvet konuşlanması ve Güneydoğu Asya politikaları bağlamında yönetimle yakın, ancak zaman zaman görüş ayrılıklarına sahne olan bir ilişki sürdürmüştür.
Bu kurumsal tablo, suikastın ardından yürütülen resmi soruşturmaların da temel çerçevesini belirlemiştir. Kennedy dönemindeki karar süreçlerinde rol alan aktörlerin, istihbarat ve güvenlik kurumlarıyla ilişkilerinin niteliği, daha sonraki yıllarda suikast etrafında geliştirilen tartışmalarda sıklıkla referans verilen unsurlardan biri hâline gelmiştir. Özellikle CIA, FBI ve Gizli Servis’in suikast öncesi ve sonrasındaki faaliyetleri, gerek resmî raporların gerekse alternatif anlatıların merkezinde yer almıştır.
Dallas Ziyaretinin Arka Planı
Kennedy suikastının gerçekleştiği Dallas ziyareti, 1964 başkanlık seçimleri öncesinde Demokrat Parti içi dengeleri güçlendirme ve seçmen tabanını konsolide etme amacını taşıyan daha geniş kapsamlı bir Teksas turunun parçasıydı. Teksas hem nüfusu hem de siyasal ağırlığı bakımından başkanlık seçimlerinde kritik öneme sahip bir eyalet konumundaydı. Kennedy, 1960 seçimlerinde Teksas’ı kazanmış olmakla birlikte, eyalet içindeki Demokrat Parti örgütü, ideolojik ve kişisel çekişmelerle bölünmüş durumdaydı. Eyalet valisi John Connally, senatör Ralph Yarborough ve Teksas kökenli başkan yardımcısı Lyndon B. Johnson arasında yaşanan gerilimler, parti içi uyumun kamuoyu önünde sergilenmesini zorlaştırmaktaydı.
Bu nedenle Kennedy’nin 1963 Kasım’ında planladığı Teksas gezisi hem parti içi farklı kanatları aynı platformda buluşturmak hem de eyalet genelinde düzenlenecek toplantı, açılış ve yemek programları aracılığıyla seçmenlerle doğrudan temas kurmak üzere tasarlanmıştı. Program, San Antonio, Houston, Fort Worth, Dallas ve Austin gibi şehirleri kapsayacak şekilde hazırlanmış; başkanın ve beraberindeki heyetin çeşitli konuşmalar yapması, yerel iş çevreleri ve parti örgütleriyle bir araya gelmesi öngörülmüştü. Bu çerçevede Dallas, hem nüfusu hem de ekonomik ağırlığı açısından turun önemli duraklarından biri olarak belirlenmişti.

Teksas Okul Kitapları Deposu Binasından Çıkarılan Tüfeğin Orijinal Görüntüsü (National Archives)
Dallas’ın o dönemdeki siyasal iklimi, ziyarete ayrı bir anlam kazandırmıştır. Şehir, muhafazakâr ve antikomünist çevrelerin güçlü olduğu, federal yönetime ve özellikle Kennedy yönetimine yönelik eleştirilerin yoğunlaştığı bir merkez olarak biliniyordu. Kentte faaliyet gösteren bazı sağcı örgütler ve yayın organları, Kennedy’nin dış politika tercihlerini, sivil haklar alanındaki girişimlerini ve genel olarak yönetimin “yumuşak” bulunduğu yönlerini hedef alan kampanyalar yürütmekteydi. Ziyaret öncesinde ve sırasında dağıtılan broşürler, gazetelerde yer alan eleştirel ilanlar ve miting çağrıları, başkanın Dallas’ta nasıl bir atmosferle karşılaşacağının işaretlerini vermekteydi.
Buna rağmen ziyaret, kamuoyu önünde “parti içi birlik” ve “ulusal bütünlük” görüntüsünü güçlendirmeyi amaçlayan bir siyasi programın parçası olarak planlanmıştı. Fort Worth’teki sabah konuşmalarından sonra Dallas’a geçilmesi, burada düzenlenecek öğle yemeğinde geniş bir dinleyici kitlesine hitap edilmesi ve ardından Austin’e hareket edilmesi öngörülüyordu. Dallas şehir merkezinden geçen motorlu kortej güzergâhı da hem kalabalıkların başkanı görebilmesini sağlamak hem de programın zamanlamasına uygun bir rota oluşturmak üzere belirlenmişti. Suikast, işte bu siyasi ve toplumsal arka plan içerisinde, Kennedy’nin Dallas programının en görünür unsuru olan açık otomobilli kortej sırasında meydana gelmiştir.
Dallas Ziyareti ve Suikast Günü Kronolojisi
Program ve Güzergah (22 Kasım 1963 Sabahı)
22 Kasım 1963 sabahı, Başkan Kennedy ve beraberindeki heyet Fort Worth’te konakladıkları otelde iş dünyası temsilcileri ve yerel yöneticilerin katıldığı bir kahvaltı toplantısına iştirak etmiş, başkan burada kısa bir konuşma yapmıştır. Sabah programının tamamlanmasının ardından konvoy, Carswell Hava Üssü’ne geçmiş; Başkan ve eşi Jacqueline Kennedy, Başkanlık uçağı Air Force One’a binerek Dallas’a hareket etmiştir. Uçuş nispeten kısa sürmüş, Air Force One yerel saate göre öğle öncesinde Dallas’ın Love Field havaalanına inmiştir. Havaalanında, Teksas Valisi John Connally ve eşi Nellie Connally başta olmak üzere yerel yetkililer tarafından karşılanan Kennedy çifti, apron çevresinde toplanan kalabalıkla tokalaşmış, çok sayıda kişiyle kısa süreli temas kurmuştur.
Havaalanındaki karşılama töreninin ardından Başkan ve beraberindekiler, Dallas şehir merkezine doğru hareket edecek olan resmi korteje geçmiştir. Kortej, üstü açık bir Lincoln Continental limuzin ve onu takip eden koruma araçlarından oluşan bir dizilişle düzenlenmiştir. Limuzinin ön koltuğunda şoför ve Gizli Servis ajanı, arka koltukta ise sağ tarafta Başkan Kennedy, sol tarafta ise eşi oturmakta; orta sırada ise Vali John Connally ve eşi yer almaktadır.

Keneddy'nin Suikaste Uğradığı Kortej'den Bir Kare (National Archives)
Kortejin Dallas şehir merkezine ulaşması ve öğle yemeği için Dallas Trade Mart binasına varması planlanmış, başkanın burada iş çevreleri ve şehir ileri gelenlerine hitap edeceği bir konuşma için hazırlık yapılmıştır. Bu plan uyarınca, Love Field’dan şehir merkezine uzanan güzergâh belirlenmiş, yol boyunca halkın başkanı görebilmesine imkân verecek şekilde kalabalık noktalar tercih edilmiştir.
Belirlenen rota, havaalanından çıktıktan sonra şehir içi ana arterleri takip ederek Dallas şehir merkezine ulaşacak; ardından Elm Street üzerinden köprüleri geçip Trade Mart civarına yönlenecek şekilde tasarlanmıştır. Güzergâh, hem lojistik açıdan ulaşım kolaylığı sağlaması hem de yoğun iş ve ticaret bölgelerinden geçerek kalabalık kitlelere hitap etmesi bakımından uygun görülmüştür. Bu çerçevede kortejin, öğle saatine yaklaşırken şehir merkezindeki binaların gölgesinde, caddelerin iki yanına sıralanmış kalabalıklar arasından yavaş bir hızla ilerlemesi öngörülmüştür.
Atış Anı ve Dakikalar İçinde Gelişen Olaylar
Kortej, Love Field’dan ayrıldıktan sonra Dallas’ın yerleşim bölgelerini ve ana caddelerini takip ederek şehir merkezine ulaşmış, başkanın içinde bulunduğu araç kalabalıklar tarafından ilgiyle karşılanmıştır. Kortej, Main Street üzerinden ilerleyerek merkez bölgeyi kat etmiş, daha sonra rota gereği Houston Street’e dönmüş, buradan da sola, Elm Street’e yönelmiştir. Bu dönüş, üç katlı idari binaların ve Dallas’ın sembolik unsurlarından biri hâline gelecek olan Texas School Book Depository’nin çevrelediği Dealey Plaza alanında gerçekleşmiştir. Başkanlık aracı, bu noktada hem yolun eğimi hem de köprüye doğru yaklaşması nedeniyle nispeten düşük bir hızla ilerlemekteydi.
Atışların gerçekleştirildiği an, yerel saatle öğle 12.30 sularına karşılık gelmektedir. Kortej Elm Street üzerinde ilerlerken, ardı ardına gelen silah sesleri duyulmuş, ilk anda kalabalık ve koruma görevlileri arasında bir anlık tereddüt yaşanmıştır. Tanık ifadelerine göre kısa süre içerisinde iki ya da üç el ateş edildiği algısı oluşmuş; bunlardan birinin başkanın sırtına, bir diğerinin ise başına isabet etmesiyle Kennedy ağır şekilde yaralanmıştır. Aynı anda limuzinde, başkanın önündeki koltukta oturan Vali Connally de göğsü ve bileğinden yaralanmış, aracın içi kısa süre içinde büyük bir panik ortamına dönüşmüştür. Jacqueline Kennedy’nin yaralı başkanın üzerine eğildiği, Connally’nin ise geriye doğru savrulduğu bu saniyeler, daha sonra defalarca incelenecek olan film ve fotoğraf kayıtlarına yansımıştır.

Kennedy'nin Vurulmasının Ardından Arabaya Çıkan Bir Gizli Servis Görevlisi (National Archives)
Silah seslerinin kaynağı konusunda, olay anında ve sonrasında tanıklar arasında farklı değerlendirmeler ortaya çıkmıştır. Bir kısım tanık sesleri Texas School Book Depository binasının üst katlarına atfederken, bazıları Dealey Plaza içindeki çimenlik bölgeden, kimi tanıklar da demiryolu viyadüğü çevresinden geldiğini ileri sürmüştür. Buna karşın başkanlık aracını korumakla görevli Gizli Servis ajanları, ilk şokun hemen ardından aracı hızla olay yerinden uzaklaştırma kararı almış; limuzin, sirenler eşliğinde yüksek hızla Parkland Memorial Hastanesine yönelmiştir. Korteji takip eden diğer araçlar da mümkün olan en kısa sürede hastaneye ulaşmak üzere güzergâh değiştirmiştir.
Parkland Hastanesi ve Ölümün İlanı
Başkanlık aracı, Dealey Plaza’dan ayrıldıktan kısa süre sonra Parkland Memorial Hastanesine ulaşmış, ağır yaralı Kennedy ve Vali Connally derhal acil servise alınmıştır. Başkan sedyeyle travma odasına taşınmış, hastane personeli ve kısa sürede hastaneye intikal eden Başkanlık doktoru tarafından solunum ve dolaşımın yeniden sağlanmasına yönelik yoğun bir tıbbi müdahale başlatılmıştır. Göğüs kompresyonu, solunum desteği ve damar içi uygulamalar gibi standart acil müdahalelerin yanı sıra, baş bölgesindeki ağır travma nedeniyle cerrahi değerlendirme yapılmış, ancak yaraların niteliği nedeniyle tedavi girişimlerinin sonuç vermesinin çok güç olduğu anlaşılmıştır.

Kennedy Hastanedeyken Çıkan Bir Haber (National Archives)
Parkland’daki müdahaleler yaklaşık yarım saat kadar sürmüş, yerel saatle öğle 13.00 sularında Başkan Kennedy’nin öldüğü resmen tespit edilmiştir. Bu tespit, hazır bulunan hekimler tarafından tutanak altına alınmış ve kısa süre içinde Beyaz Saray ile ilgili federal makamlara bildirilmiştir. Hastane yönetimi, bölge yetkilileri ve başkanlık personeli arasında ölüm haberinin kamuoyuna duyurulma biçimi hakkında hızlı bir istişare yapılmış, kısa süre sonra medyaya Kennedy’nin hastanede yaşamını yitirdiği açıklanmıştır. Bu açıklama, hem hastane çevresinde toplanmaya başlayan kalabalıklar hem de Dallas ve ülkenin diğer şehirlerindeki radyo ve televizyon yayınları aracılığıyla geniş kitlelere ulaşmıştır.
Vali Connally aynı hastanede ameliyata alınmış, hayati tehlikesi bulunsa da tıbbi müdahaleler sonucu hayatta kalmayı başarmıştır. Parkland Memorial Hastanesi, bu gelişmelerle birlikte bir yandan yoğun tıbbi faaliyetlerin, diğer yandan da hızlıca şekillenen siyasi ve bürokratik karar süreçlerinin merkezi hâline gelmiştir. Başkanın bedeninin otopsi ve defin işlemlerine hazırlanması, federal ve yerel yetkiler arasındaki yetki tartışmaları ve güvenlik önlemlerinin artırılması gibi süreçler, bu saat diliminde eş zamanlı olarak yürütülmüştür. Aynı zamanda, suikast haberinin Washington’a ulaşmasıyla başkanlık makamında meydana gelen fiili boşluğun doldurulması ve başkan yardımcısı Lyndon B. Johnson’ın konumu da acil gündem maddeleri arasına girmiştir.
Oswald’ın Tutuklanması ve İlk Resmi Açıklamalar
Suikastın hemen ardından, Dallas Emniyet teşkilatı ve diğer güvenlik birimleri, olay yerinin çevresini güvenlik çemberine almış, Dealey Plaza ve Texas School Book Depository binasında kapsamlı bir arama başlatmıştır. Kısa süre içinde deponun üst katlarında, özellikle altıncı katta, bir keskin nişancı mevzisini andıran şekilde düzenlenmiş bir alan tespit edilmiş; burada ateş edildiği düşünülen pencereden dışarıya doğru açık bir görüş hattı olduğu belirlenmiştir. Aynı bölümde, boş kovanlar ve bir tüfek bulunmuş, bu tüfek daha sonra soruşturmanın merkezindeki balistik kanıt hâline gelmiştir. Polis, depo çalışanlarının isimlerini ve olay sırasındaki konumlarını tespit etmeye başlayarak kısa süre içinde Lee Harvey Oswald’ın adını içeren bir listeye ulaşmıştır.
Olayın üzerinden çok geçmeden Dallas polisi, şehir içinde bir polis memurunun öldürüldüğü ihbarını almıştır. Devriye görevi yapan polis memuru J. D. Tippit, suikasttan kısa süre sonra Dallas’ın Oak Cliff bölgesinde vurularak öldürülmüştür. Tanık beyanları, olay yerinden yaya olarak uzaklaşan bir şüpheliden söz etmekte, bu kişi daha sonra Lee Harvey Oswald ile ilişkilendirilmektedir. Polis, gelen ihbarlar doğrultusunda Oak Cliff’teki Texas Theatre adlı sinema salonuna yönelmiş; burada salonda bulunan bir kişiden şüphelenerek kimlik kontrolü yapmak istemiştir. Kısa süreli bir arbede yaşanmış, bu arbede sırasında polise direnen ve silahına davranmaya çalıştığı belirtilen Oswald, güvenlik görevlileri tarafından etkisiz hâle getirilerek gözaltına alınmıştır. Böylece Lee Harvey Oswald, hem Başkan Kennedy’ye yönelik suikast hem de polis memuru Tippit’in öldürülmesi şüphesiyle yakalanmıştır.

Harvey Oswald'ın Tutuklandığı Anlar (National Archives)
Oswald, Dallas Emniyet Müdürlüğüne götürülmüş, burada suikast ve polis cinayetiyle ilgili sorgulamaya tabi tutulmuştur. Sorgulama sürecinde, kendisine yöneltilen suçlamaları reddetmiş, “patsy” (günah keçisi) olduğunu ileri sürmüş, suikastla bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Buna rağmen polis yetkilileri, olay yerinden elde edilen balistik deliller, depo binasındaki çalışma kaydı ve tanık beyanları ışığında Oswald’ı baş şüpheli olarak kamuoyuna açıklamıştır. Basın mensupları, emniyet binasında düzenlenen kısa toplantılarda yetkililere sorular yöneltmiş, bu sırada Oswald’ın kamuoyu önüne çıkışı televizyon kameralarına ve fotoğraf makinelerine yansımıştır.
Günün ilerleyen saatlerinde Dallas yetkilileri, Başkan Kennedy’nin bir suikast sonucu öldürüldüğünü, suikast şüphelisi olarak Lee Harvey Oswald’ın gözaltına alındığını ve soruşturmanın hem yerel hem de federal düzeyde devam ettiğini resmen duyurmuştur. Washington’da ise başkan yardımcısı Lyndon B. Johnson’ın başkanlık görevini üstleneceği açıklanmış, kısa süre sonra Love Field’da, Air Force One’da yemin ederek göreve başlamasıyla birlikte, suikastın sadece birkaç saatlik bir zaman dilimi içinde hem cezai soruşturma hem de anayasal açıdan yeni bir dönemi başlattığı görülmüştür.
Suikastın Faili Olarak Lee Harvey Oswald
Lee Harvey Oswald, 18 Ekim 1939 tarihinde Louisiana eyaletinin New Orleans kentinde doğmuştur. Babası, Oswald henüz dünyaya gelmeden kısa süre önce hayatını kaybetmiş; bu nedenle çocukluk yıllarında aile içinde belirleyici figür, annesi Marguerite olmuştur. Annenin otoriter, zaman zaman sert ve dengesiz tavırları, aile içi ilişkileri zorlaştırmış; ekonomik güçlükler ve düzenli bir gelir kaynağının olmaması, sık sık taşınmayı ve yer değiştirmeyi beraberinde getirmiştir. Bu durum, Oswald’ın hem eğitim hayatının hem de sosyal çevresinin sürekli kesintiye uğramasına yol açmıştır.
Çocukluk ve ilk gençlik döneminde Oswald’ın farklı şehirlerde ve okullarda kısa süreli kayıtlarla görüldüğü, sık sık okul değiştirmesi nedeniyle istikrarlı bir eğitim süreci geçiremediği anlaşılmaktadır. Bu döneme ilişkin kayıtlar, onun akademik başarı bakımından geri planda kaldığını, disiplin sorunları yaşadığını ve arkadaş çevresinden büyük ölçüde yalıtık bir profil çizdiğini göstermektedir. Öğretmen ve okul görevlilerinin gözlemlerinde, Oswald’ın içe kapanık, kolay öfkelenebilen ve otoriteyle çatışmaya yatkın bir öğrenci olarak değerlendirildiği; zaman zaman şiddet içeren davranışlarda bulunduğu aktarılmıştır.

Cezaevine Götürülme Sürecinde Harvey Oswald (National Archives)
Ergenlik döneminde devamsızlık ve otoriteyle çatışma, daha belirgin bir sorun hâline gelmiş; bu nedenle Oswald, gençlik yıllarında psikiyatrik değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Yapılan incelemeler, belirgin bir akıl hastalığı teşhisine varmasa da duygusal dengesizlik, toplumsal uyum güçlüğü ve aile içi ilişkilerde ciddi sorunlara işaret etmiştir. Buna rağmen Oswald, annesinin yanına geri verilmiş; aile içindeki gerilimli ortam ve sık yer değiştirmeler, sosyal izolasyonu pekiştirmiştir.
Askerlik, Sovyetler Birliği’ne Gidiş ve Geri Dönüş
Oswald, 17 yaşına yaklaştığı dönemde ABD Deniz Piyadeleri’ne (U.S. Marine Corps) katılarak askeri hizmete başlamıştır. Askerlik, onun için hem ekonomik bir çıkış yolu hem de hayatına düzen getirecek bir çerçeve olarak görülmekteydi. Ancak bu beklentinin aksine, Oswald’ın disiplin altına girmekte zorlandığı, emir komuta zincirine uyum sağlayamadığı ve üstleriyle sık sık sorun yaşadığı görülmüştür. Meslektaşlarının onu çoğu zaman içine kapanık, alay ve dışlamaya maruz kalan bir “yalnız” olarak tarif ettikleri ve lakaplar taktıkları bilinmektedir.
Askerlik hizmeti sırasında Oswald, ateşli silahlar ve nişancılık konusunda temel eğitim almış; atış talimleri, sonraki yıllarda suikast tartışmalarında sık sık gündeme gelen bir unsur hâline gelmiştir. Bununla birlikte, disiplin cezası gerektiren davranışları ve bir silah kazası nedeniyle hakkında soruşturma açılması, askeri sicilinde olumsuz kayıtların yer almasına yol açmıştır. Japonya’daki Atsugi üssüne yapılan görevlendirme süresince, bölgedeki siyasi ve sosyal ortam, onun dünya görüşü üzerinde etkili olmuştur. Oswald’ın bu dönemde sosyalist ve Marksist literatüre ilgi duyduğu, komünizm ve Sovyetler Birliği üzerine yoğun şekilde okuma yaptığı; bu fikirlerle özdeşleşme çabasının giderek güçlendiği anlaşılmaktadır.
Askerlik hizmeti sona ermeden önce Oswald, Sovyetler Birliği’ne “taraf değiştirme” düşüncesine yönelmiş; bir süre sonra bu düşüncesini fiilen hayata geçirmiştir. 1959 sonunda ABD’den ayrılarak Avrupa üzerinden Sovyetler Birliği’ne ulaşmış; Moskova’da yetkililere kendisini Sovyet vatandaşlığına kabul etmeleri için başvurmuştur. Bu süreçte, kendisini Marksist inançları nedeniyle Amerika’dan kopmuş bir kişi olarak sunmaya çalışmış; ABD sistemiyle hesaplaşma arzusunu Sovyet makamlarına vurgulamıştır. İlk aşamada talebi belirsizlikle karşılanmış olsa da sonunda Sovyet yetkililer Oswald’ın ülkede kalmasına izin vermiş ve Minsk’e yerleştirilmesini uygun görmüştür.
Minsk’te Oswald’a, Sovyet Kızılhaçı aracılığıyla bir miktar maddi destek sağlanmış; 5.000 ruble civarında bir ödeme yapıldığı ve bunun başlangıç dönemi için ekonomik güvence oluşturduğu ifade edilmektedir. Kendisine kira ödemeden oturabileceği bir daire tahsis edilmiş, ayrıca Belorusya Radyo ve Televizyon Fabrikası’nda iş verilmiştir. Resmî ücretlendirme Sovyet koşullarına göre görece elverişli sayılabilecek bir gelir düzeyinde olmuş; Oswald, bölümünde çalışan diğer işçilerle benzer bir hayat standardına sahip olmuştur. Bununla birlikte, Sovyet güvenlik birimleri tarafından sürekli gözetim ve denetime tabi tutulduğu; çevresindeki bazı kişilerin kendisiyle kurdukları ilişkilerde bu gözetim işlevini üstlendikleri anlaşılmaktadır.
Başlangıçta Sovyet sistemine duyduğu beklenti ile karşılaştığı gerçeklik arasında ciddi bir fark olduğunu gören Oswald, zamanla Minsk’teki hayatından giderek daha fazla hoşnutsuzluk duymaya başlamıştır. İş ortamının tekdüzeliği, siyasi ve toplumsal yaşamın katılığı, bürokratik kısıtlamalar ve özgürlük algısına yönelik beklenti fazlalığı Sovyet deneyimini “beklenen ideal”den uzaklaştırmıştır. Bu süreçte Oswald, bir yandan arkadaşlıklar kurmuş, diğer yandan Sovyet düzenine ilişkin eleştirilerini yakın çevresine aktarmıştır. Bu dönemde tanıştığı ve kısa süre içinde evlendiği Marina Prusakova ile ilişkisi, hem Sovyet yıllarının hem de daha sonraki Amerikan yaşamının temel unsurlarından biri hâline gelmiştir.
Minsk’te yaşadığı birkaç yılın ardından Oswald, Sovyetler Birliği’nde kalma kararını sorgulamaya başlamış; ABD’ye geri dönme isteğini resmî makamlar nezdinde dile getirmiştir. Başlangıçta Sovyet tarafının bu talebe soğuk yaklaşmasına karşın, bir süre sonra geri dönüş için gerekli izinler verilmiş; Oswald, eşi Marina ve kısa süre sonra dünyaya gelen çocuklarıyla birlikte 1962 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne dönmüştür.
Siyasi Eğilimleri ve Aktivizmi
Oswald’ın çocukluk ve gençlik yıllarındaki yalnızlık ve otoriteyle çatışma eğilimleri, zamanla siyasi alanda kendini ifade etme çabalarına dönüşmüştür. Erken yaşlardan itibaren sol düşünceye ve Marksist literatüre ilgi duyması, onu ABD’nin Soğuk Savaş konjonktüründeki ana akım siyasi kültüründen belirgin biçimde ayırmıştır. Sovyetler Birliği’ne iltica girişimi ve orada birkaç yıl yaşaması, bu ideolojik yönelimin radikal bir ifadesi olarak ortaya çıkmış; dönemin Amerikan kamuoyunda son derece istisnai görülen bu adım, Oswald’ın siyasi kimliğini pekiştirmiştir.
ABD’ye dönüşünden sonra Oswald, ideolojik çizgisini tamamen terk etmemiş; bilakis kendi dünya görüşünü daha sistemli ve görünür kılmaya yönelmiştir. Sovyetler Birliği’ndeki deneyimi, onu sistemler arasında bir “tercih” yapmaktan ziyade, her iki tarafın da eleştirilebileceği bir perspektife yöneltmiştir. Bununla birlikte, anti-emperyalist, anti-kapitalist ve Batı karşıtı söylemlerini sürdürmüş; özellikle Küba Devrimi’ne ve Fidel Castro yönetimine duyduğu sempatiyi çeşitli faaliyetlerle ortaya koymuştur.
1963 yazında New Orleans’ta bulunduğu dönemde Oswald, “Fair Play for Cuba Committee” (Küba için Adil Davranma Komitesi) adıyla bilinen örgütün adına faaliyet yürütmüş; bu çerçevede broşür dağıtımı ve sokak eylemleri organize etmeye çalışmıştır. “Hands Off Cuba” sloganlı bildiriler ve el ilanlarıyla kamuoyuna seslenmiş; bu faaliyetler sırasında yaşanan tartışmalar, arbede ve polis müdahaleleri yerel medyaya yansımıştır. Daha sonra yapılan incelemeler, Oswald’ın New Orleans’taki bu örgütsel faaliyeti büyük ölçüde kendi inisiyatifiyle ve son derece sınırlı bir çevreyle yürüttüğünü; örgütün ulusal düzeydeki yapısıyla bağının zayıf olduğunu göstermiştir. Yine de bu dönemin, onun kamuoyu önüne açıkça siyasi bir figür olarak çıkması bakımından önemli olduğu görülmektedir.
Kennedy Suikastı Belgeseli (DW)
Oswald’ın siyasi motivasyonlarının bir başka yansıması, ABD içinde “iç düşman” olarak gördüğü kişi ve çevrelere karşı duyduğu öfkenin kişiselleşmesidir. Eski general Edwin Walker’a yönelik silahlı saldırı teşebbüsü bu bağlamda önem taşımaktadır. Walker’ı aşırı sağcı, antikomünist ve baskıcı bir figür olarak değerlendiren Oswald, onu hedef alan bir eylem planlamış; gece saatlerinde Walker’ın Dallas’taki evine ateş etmiş, ancak kurşun hedefe ulaşamamıştır. Bu eylem, suikast sonrasında ortaya çıkan delillerle ilişkilendirildiğinde, Oswald’ın siyasi saiklerle bireysel şiddet eylemi planlayıp uygulayabildiğini gösteren bir örnek olarak değerlendirilmiştir.
Bu çerçevede Oswald, ABD kamuoyunda yaygın olan sol karşıtı ortamın tam ters yönünde konumlanmış; kendisini solcu, anti-emperyalist ve sistem karşıtı olarak tanımlayan bir figür olarak ortaya çıkmıştır. Hem Sovyet deneyimi hem de New Orleans ve Dallas’taki aktivizmi, bu siyasi kimliğin şekillenmesinde belirleyici olmuştur.
Dallas’taki Yaşamı ve Texas School Book Depository
Oswald, Sovyetler Birliği’nden dönüşünün ardından eşi Marina ve çocuklarıyla birlikte önce farklı şehirlerde kısa süreli ikametler, ardından Texas bölgesine yönelen bir yaşam düzeni kurmuştur. Dallas ve çevresinde iş arayışına giren Oswald, düşük nitelikli ve görece geçici işleri kabul etmek zorunda kalmış; ekonomik sıkıntılar ve aile içi gerilimler, bu dönemin belirgin unsurları hâline gelmiştir. Çalışma hayatındaki süreklilik sorunu, hem onun kendi karakter yapısından hem de sınırlı mesleki becerilerinden kaynaklanmıştır.
1963 yılında Oswald, Dallas şehir merkezinde faaliyet gösteren Texas School Book Depository’de iş bulmuştur. Bu depo, Teksas eyaletindeki okullara ders kitabı ve eğitim materyali sağlayan bir şirketin binası olup, kitapların depolandığı katlar ve idari ofislerden oluşan çok katlı bir yapıya sahipti. Oswald burada fiziksel iş gücü gerektiren bir görevde, kitap sandıklarının taşınması ve düzenlenmesi gibi işlerde çalışmaktaydı. İş arkadaşlarının ifadeleri, onun işyerinde büyük ölçüde içine kapanık, az konuşan ve sosyal ilişkilerini sınırlı tutan bir çalışan olarak algılandığını göstermektedir.
Depo binası, Dallas şehir merkezine yakın konumu ve yüksekliği nedeniyle, Love Field’dan şehir merkezine gelen kortej güzergâhı açısından belirgin bir nokta hâline gelmiştir. Başkan Kennedy’nin Dallas ziyareti programı kesinleştikten sonra, kortejin Dealey Plaza’dan geçeceği ve bu sırada Texas School Book Depository’nin bulunduğu sokağın da rota üzerinde olacağı netleşmiştir. Bu durum, Oswald’ın hem binaya erişimi hem de binanın üst katlarından caddeye doğru uzanan görüş hattı itibarıyla, suikast senaryosu içerisinde kritik bir konuma yerleşmesine yol açmıştır.
Suikast sonrasında yapılan incelemeler, Oswald’ın olay günü sabahında depo binasında çalışmak üzere işe geldiğini, yanında paketlenmiş bir nesne taşıdığını ve bu nesneyi “perde çubukları” olarak nitelendirdiğini ortaya koymuştur. Çeşitli tanıklıklar, binanın altıncı katındaki belirli bir alanda karton kutularla oluşturulmuş, dışarıya doğru görüş sağlayan bir “nişancı yuvası” izlenimi veren düzenlemelerin bulunduğunu göstermektedir. Aynı bölümde ele geçirilen tüfek ve boş kovanlar, Oswald’ın sahipliğinde olduğu belirlenen silahla ilişkilendirilmiş; bu nedenle depo binasındaki konumu, onu soruşturmanın merkezine yerleştiren temel unsurlardan biri hâline gelmiştir.
Tutuklama, Sorgu ve Resmi Suçlamalar
Suikast günü içerisinde, Başkan Kennedy’nin Parkland Memorial Hastanesine kaldırılması ve kısa süre sonra ölümünün ilan edilmesinin ardından, Dallas Emniyeti ve diğer güvenlik birimleri geniş çaplı bir soruşturma başlatmıştır. Texas School Book Depository binasında yapılan aramada, altıncı katta bulunan tüfek ve kovanlar, hemen dikkatleri bu binanın çalışanları üzerine yoğunlaştırmış; kısa süre içinde yapılan personel yoklamasında Lee Harvey Oswald’ın ortadan kaybolduğu tespit edilmiştir. Bu bilgi, onu potansiyel bir şüpheli konumuna getirmiştir.
Aynı zaman diliminde, Dallas’ın Oak Cliff bölgesinde devriye gezen polis memuru J. D. Tippit’in vurularak öldürüldüğü ihbarı alınmıştır. Tanık ifadeleri, olay yerinden uzaklaşan bir kişinin eşkâlini vermiş, bu eşkâl daha sonra Oswald ile ilişkilendirilmiştir. Polis, gelen ihbarlar doğrultusunda, Oak Cliff’teki Texas Theatre isimli sinema salonuna yönelmiş; burada şüpheli davranışlar sergilediği bildirilen bir kişiyi tespit etmiştir. Kimlik kontrolü girişimi sırasında kısa süreli bir arbede yaşanmış; bu sırada polis memurlarına direnmeye çalışan Oswald etkisiz hâle getirilerek gözaltına alınmıştır. Böylece Oswald, hem başkanlık suikastı hem de Tippit cinayeti şüphesiyle Dallas Emniyet Müdürlüğüne götürülmüştür.
Kennedy Suikasti Belgeseli (National Geographic)
Emniyet binasında Oswald, farklı zamanlarda birden çok sorgulamaya tabi tutulmuştur. Sorguya polis memurlarının yanı sıra FBI ve Gizli Servis görevlileri de katılmış; ancak bu sorgulamaların hiçbirinin tam metin hâlinde ses kaydına alınmadığı, yalnızca çeşitli memurların tuttukları notlarla belgelendiği bilinmektedir. Oswald, kendisine yöneltilen suçlamaları reddetmiş; Kennedy’nin öldürülmesiyle ilgisi olmadığını, Tippit’i vurmadığını ve kendisinin bir günah keçisi konumuna itilmek istendiğini ileri sürmüştür. Avukat talebi ve hukuki temsil hakkına ilişkin beyanlarının, içinde bulunulan kaotik ortamda tam olarak karşılanmadığına dair tartışmalar, daha sonraki yıllarda yoğun biçimde gündeme gelmiştir.
Soruşturmanın ilk saatlerinde Oswald, öncelikle polis memuru Tippit’in öldürülmesi suçlamasıyla resmen itham edilmiştir. Delil değerlendirmesi ilerledikçe, Texas School Book Depository’de bulunan tüfeğin Oswald’ın satın aldığı silahla ilişkilendirilmesi, fotoğraflarda görülen tüfekli pozlar, depo binasında onun konumuna dair tanık beyanları ve kısa süreli kaçış güzergâhı gibi unsurlar, Kennedy suikastıyla ilgili suçlamanın da resmî olarak yöneltilmesine zemin hazırlamıştır. Böylece Oswald, kısa süre içinde hem başkana yönelik suikast hem de Tippit cinayetiyle ilgili olarak resmen sanık konumuna gelmiştir.
Oswald’ın emniyet binasında tutulduğu süre boyunca, basın mensuplarıyla iç içe bir ortam oluşmuş; soruşturmanın ilerleyişi kamuoyunun yakından izlediği bir süreç hâline gelmiştir. Emniyet binasında düzenlenen kısa basın açıklamaları, koridorlarda ve odalar arasında yapılan nakiller sırasında çekilen fotoğraf ve görüntüler, Oswald’ın kamuoyu önündeki görünürlüğünü artırmıştır. Ancak bu süreç, Oswald'ın 24 Kasım 1963 tarihinde Dallas Emniyet Müdürlüğü bodrum katında Jack Ruby tarafından vurularak öldürülmesiyle ani biçimde son bulmuştur. Oswald’ın herhangi bir mahkeme süreci tamamlanmadan hayatını kaybetmesi, hem suikasta ilişkin delillerin yargı önünde sistemli biçimde tartışılmasını engellemiş hem de onun motivasyonları ve olası bağlantıları hakkında kalıcı soru işaretlerinin doğmasına zemin hazırlamıştır.
Jack Ruby ve Oswald’ın Öldürülmesi
Jack Ruby, asıl adıyla Jacob Leon Rubenstein, 1911 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde, düşük gelirli ve sorunlu bir aile ortamında dünyaya gelmiştir. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları, ekonomik sıkıntılar, sık yer değiştirme ve aile içi çatışmalarla şekillenmiş; bu durum, eğitim hayatının istikrarsız olmasına ve sokak kültürüyle iç içe geçmesine yol açmıştır. Genç yaşlardan itibaren çeşitli küçük işlerde çalışan Ruby, çevresinde sert mizacı, hızlı öfkelenen kişilik yapısı ve zaman zaman şiddete başvuran tavırlarıyla tanınmaktaydı.

Oswald'ın Vurulduğu An, En Sağda Merminin Acısıyla Bağırdığı Görülüyor (National Archives)
Yetişkinlik döneminde ticarete yönelen Ruby, savaş sonrası yıllarda özellikle eğlence sektörüyle ilişkilenen bir iş hayatı kurmuştur. Dallas’a yerleştikten sonra bar ve gece kulübü işletmeciliğine başlamış; kentin merkezinde konumlanan kulüpleri, striptiz ve canlı müzik programlarıyla tanınmıştır. İşletmelerinde çalışanlar ve müşterilerle kurduğu ilişkiler, onun hem iş dünyasında hem de yerel emniyet teşkilatıyla olan temaslarında önemli rol oynamıştır. Dallas polis teşkilatındaki bazı görevlilerle samimi bir ilişki kurması, polislere kulübünde indirim veya ücretsiz içki imkânı sağlaması ve bu çevre içinde kendisini “tanınan bir isim” hâline getirmesi, daha sonra Oswald’ın öldürülmesi sırasında emniyet binasına erişimini açıklayan unsurlardan biri olarak görülmüştür.

Jack Ruby'nin Oswald'ı Öldürdüğü Silah (National Archives)
Ruby’nin karakterine dair tanıklıklar, onu dışa dönük, dikkat çekmeyi seven, aynı zamanda duygusal dalgalanmaları yoğun olan biri olarak betimlemektedir. Kendisini “renkli” ve “farklı” bir karakter olarak sunmaktan hoşlandığı; çevresine dönük sert çıkışlarının yanında, duygusal patlamalara açık bir yapısının bulunduğu ifade edilmiştir. İş çevresindeki tartışmalarda zaman zaman fiziki şiddete başvurduğu, silah taşıdığı ve öfkesini kontrol etmekte zorlandığı yönünde tanıklıklar mevcuttur. Buna karşın, yakın çevresinde bazı kişiler onu “aşırı duygusal”, milliyetçi ve özellikle Kennedy’ye yönelik düşmanca söylemlerden rahatsızlık duyan bir kişi olarak tanımlamıştır. Bu karmaşık kişilik profili, Ruby’nin 24 Kasım 1963’teki eylemini yorumlama çabalarında sıklıkla başvurulan bir arka plan çerçevesi sunmuştur.
Oswald’ın Öldürülmesi (24 Kasım 1963)
Suikastın üzerinden iki gün geçmişken, 24 Kasım 1963 Pazar günü Dallas Emniyeti, Lee Harvey Oswald’ın şehir hapishanesinden ilçe cezaevine naklini planlamıştı. Bu naklin gündüz saatlerinde, emniyet müdürlüğü binasının bodrum katından yürütülmesi ve Oswald’ın polis araçları eşliğinde başka bir tesise götürülmesi öngörülmüştü. Olay, dönemin iletişim koşulları açısından istisnai sayılabilecek ölçüde yoğun bir medya ilgisi altındaydı; yerel ve ulusal televizyon ekipleri, fotoğrafçılar ve muhabirler, bodrum katında kurulmuş bariyerlerin arkasında Oswald’ın naklini canlı olarak izlemek ve görüntülemek üzere yerlerini almışlardı.
Bu sırada Jack Ruby, görünürde olağan gündelik faaliyetlerine devam etmekteydi. Sabaha karşı kulüplerinin rutin işlerini ve bazı mali / idari meseleleri takip ettiği, gündüz saatlerinde ise şehir merkezinde çeşitli kısa temaslarda bulunduğu bilinmektedir. Aynı gün içinde bir telgraf bürosuna giderek tanıdıklarından birine para havalesi yaptığı, bürodan çıktıktan kısa süre sonra Dallas Emniyet Müdürlüğü binasının bulunduğu alana yöneldiği tespit edilmiştir. Ruby’nin elinde küçük köpeği ve yanında taşıdığı tabancasıyla binaya giriş yaptığı; basın mensupları ve polis görevlilerinin arasına, bodrumdaki kalabalığa fark edilmeden karışabildiği anlaşılmaktadır. Emniyet binasına, normal koşullarda bir vatandaşın bu kadar kolay girebilmesi ve bodrum katındaki kritik alana kadar ilerleyebilmesi, güvenlik protokollerinin ciddiyeti bakımından daha ilk andan itibaren sorgulanan bir husus olmuştur.

Oswald'ın Öldüğü Sırada Üzerinde Olan Tişört (National Archives)
Oswald, elleri kelepçeli şekilde iki polis memuru eşliğinde sorgu odasından bodrum katına indirildiğinde, televizyon kameraları kayıttaydı. Nakil için hazırlanan polis aracına doğru yürütüldüğü esnada, kalabalığın içinden aniden ileri atılan Jack Ruby, kısa namlulu bir tabancayı göğüs hizasında Oswald’a doğrultarak ateş etmiş, mermi Oswald’ın vücuduna isabet etmiştir. O an, televizyonda canlı yayınlanan görüntülere saniyeler içinde yansımış; Oswald yere yığılırken etraftaki polis memurları Ruby’yi etkisiz hâle getirmiştir. Oswald derhal Parkland Memorial Hastanesine kaldırılmış, ancak kısa süre sonra burada hayatını kaybetmiştir. Böylece Kennedy suikastının başlıca şüphelisi, yargı önüne çıkarılmadan, polis koruması altındayken öldürülmüş; suikast soruşturmasının gidişatını ve kamuoyundaki algıyı kökten değiştiren bir gelişme yaşanmıştır.
Ruby, olay yerinde yakalanmasının hemen ardından gözaltına alınmış, aynı binada sorgulanmaya başlanmıştır. ilk aşamada ne yaptığının farkında olduğuna dair ifadeler vermiş, daha sonra ise eylemini hem duygusal hem “ulusal” gerekçelerle açıklamaya yönelmiştir. Buna karşın, bir şüphelinin polis gözetimi altında, ülke çapında canlı yayınlanan bir ortamda vurulması, Dallas Emniyeti’nin güvenlik uygulamalarına ve federal kurumların koordinasyonuna dair sert eleştirilerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Ruby’nin Gerekçeleri ve Yargılama Süreci
Jack Ruby, Oswald’ı vurmasının ardından verdiği ilk beyanlarda, eylemini spontane bir öfke ve yas duygusuyla açıklamaya çalışmıştır. Kennedy’ye duyduğu hayranlık ve başkana yönelik saygısız bulduğu söylemler karşısındaki tepkisini vurgulamış, özellikle Dallas’ta Kennedy aleyhine yayılan aşırı sağcı propaganda ve hakaret içerikli ilanların kendisini etkilediğini ifade etmiştir. Ayrıca, Oswald’ın mahkeme süreci boyunca kamuoyu önünde günlerce tartışılmasının, Kennedy ailesi, özellikle de Jacqueline Kennedy için büyük bir acı kaynağı olacağını düşündüğünü; bu nedenle eyleminin, bir anlamda “ülkeyi ve başkanın ailesini utançtan korumaya” yönelik duygusal bir tepki olduğunu ileri sürmüştür.
Ruby’nin sorgu ve yargılama sürecinde sunduğu gerekçeler, psikolojik ve hukuki açılardan yoğun biçimde tartışılmıştır. Savunma tarafı, onun ruhsal durumunu gündeme getirmiş, geçmişte yaşadığı duygusal dalgalanmalar, şiddet eğilimleri ve ailevi sorunları üzerinden bir “dengesizlik” profili çizmeye çalışmıştır. Buna karşılık, savcılık makamı Ruby’nin eylemini, soğukkanlı biçimde planlanmış olmasa dahi, bilinçli bir öldürme fiili olarak değerlendirmiş; emniyet binasına silahla girmesi, Oswald’ın nakil saatlerini ve güzergâhını bilmesi, bodrumdaki kalabalığın arasına sızarak kısa bir anda ateş etmesi gibi unsurları, kasıt göstergesi olarak öne çıkarmıştır.

Oswald'ın Ölümünden Sonra Çıkan Karmaşa, Solda Yere Yığılmış Oswald Görünüyor (National Archives)
Dallas’ta görülen davada jüri, Ruby’yi “kasten adam öldürme” suçundan mahkûm etmiş ve ölüm cezasına çarptırmıştır. Bu karar, dönemin Teksas hukuk sistemi açısından istisnai olmayan, ancak olayın ulusal ve uluslararası boyutları dikkate alındığında son derece dikkat çekici bir hüküm niteliği taşımıştır. Ruby’nin avukatları kararı temyiz etmiş, yargılama sürecinde jüri seçimi, kamuoyu baskısı, medyanın etkisi ve delillerin değerlendirilmesine ilişkin çeşitli usul hataları iddia edilmiştir. Temyiz mercileri, belirli usule aykırılıkları ve mahkemenin tarafsızlığını zedeleyebilecek unsurları dikkate alarak ilk hükmü bozmuş ve yeni bir yargılama yapılmasına karar vermiştir.
Ancak Ruby, yeni bir duruşma gerçekleşmeden önce ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaşmıştır. Cezaevindeyken yakalandığı ve kısa sürede ilerleyen hastalık, onu fiziksel olarak zayıflatmış; yapılan tıbbi incelemeler, ölümcül seyirli bir kansere işaret etmiştir. 1967 yılı başında hastaneye kaldırılan Ruby, ikinci yargılama süreci tamamlanmadan, cezaevi gözetimi altında hayatını kaybetmiştir. Böylece Oswald gibi Ruby de, eylemlerini ve olası bağlantılarını ayrıntılı biçimde mahkeme önünde açıklama imkânı bulamadan ölmüş; bu durum, suikastın bütün yargısal boyutlarının hiçbir zaman tam anlamıyla sonuçlandırılamamasına sebep olmuştur.
Ruby Olayının Suikast Tartışmalarına Etkisi
Jack Ruby’nin, Lee Harvey Oswald’ı polis gözetimi altında öldürmesi, Kennedy suikastına ilişkin tartışmaların seyrini köklü biçimde etkilemiştir. Olay, daha ilk andan itibaren, “tesadüfi bir öfke patlaması mı, yoksa planlı bir susturma operasyonu mu?” sorusunu gündeme getirmiştir. Oswald’ın hayatta kalarak resmî bir ceza davasında sorgulanması, delillerin mahkeme önünde sistematik biçimde tartışılması ve kamuoyunun önceden kayıt altına alınmış beyanlar üzerinden bir kanaat oluşturması ihtimali, Ruby’nin eylemiyle ortadan kalkmıştır. Bu da, suikastın failine ve olası ortaklarına ilişkin pek çok sorunun cevapsız kalmasına yol açmıştır.

Oswald'ın Ölümünden Sonra Teksas Polis Merkezi ve Gelen Ambulans (National Archives)
Ruby’nin gece kulübü işletmecisi olarak organize suç çevreleriyle temas etmiş olabileceği; bazı mafya mensuplarıyla, kumar ve yasa dışı faaliyetlerle bağlantılı kişilere yakın durduğu yönündeki iddialar, suikast sonrasındaki komplo teorilerinde merkezi bir yer işgal etmiştir. Bazı yorumcular, mafya ile federal yetkililer arasındaki gerilimler, özellikle de Kennedy yönetiminin organize suçla mücadele politikaları çerçevesinde, Ruby’nin daha geniş bir komplonun parçası olabileceğini öne sürmüşlerdir. Benzer şekilde, Ruby’nin Cuba ve anti-Castro faaliyetleriyle temas etmiş olabileceğini ima eden değerlendirmeler, onu istihbarat operasyonları ve dış politika eksenli komplo senaryolarının içine yerleştirmiştir. Sovyet ve diğer yabancı istihbarat örgütlerinin suikasta ilişkin analizlerinde de Ruby’nin rolü, “olağanüstü bir güvenlik zafiyeti” olarak nitelendirilmiş ve bir suikast zanlısının bu kadar kolay susturulmasının, kurumsal düzeyde soru işaretleri doğurduğu vurgulanmıştır.

Oswald'ın Öldürüldüğü Sırada Üzerinde Olan Kazak (National Archives)
Öte yandan, Ruby’nin psikolojik ve kişilik özelliklerini öne çıkaran yorumlar, onun eylemini örgütlü bir komplonun değil, duygusal ve öngörüsüz bir tepkinin ürünü olarak görmüşlerdir. Bu bakış açısına göre Ruby, başkanın öldürülmesiyle derin bir yas ve öfke içine girmiş, Dallas’ta Kennedy’ye karşı yürütülen propaganda ve hakaret içeren kampanyalar nedeniyle suçluluk duygusu yaşamış; Oswald’ı öldürerek kendince “adalet” sağlamaya ve kendini de bu ortamdan aklamaya çalışmıştır. Bu yaklaşım, Ruby’nin kişilik yapısını, duygusal tepkilerini ve geçmişteki davranış kalıplarını dikkate alarak eylemini bireysel bir şiddet patlaması olarak tanımlama eğilimindedir.
Resmî soruşturmalar, Ruby’nin bir komplo çerçevesinde hareket ettiğini kanıtlayacak somut bulgulara ulaştıklarını ilan etmemiş; ancak aynı zamanda, güvenlik zafiyetlerinin büyüklüğünü ve Ruby’nin polis teşkilatıyla olan ilişkilerinin yarattığı soru işaretlerini bütünüyle ortadan kaldırmamıştır. Bu ikili durum, Ruby olayını Kennedy suikastı tarihinin en tartışmalı unsurlarından biri hâline getirmiştir. Sonuç olarak, Jack Ruby’nin Oswald’ı öldürmesi, hem soruşturmanın delil ve tanıklık zeminini daraltmış, hem de suikast etrafında gelişen komplo kültürünün en güçlü beslenme kaynaklarından biri olarak kalıcı bir önem kazanmıştır.
Resmi Soruşturmalar ve Kurumsal İncelemeler
Dallas Polis Teşkilatı ve İlk Soruşturmalar
Kennedy suikastına verilen ilk resmî tepki, Dallas Polis Teşkilatı’nın olay yeri ve çevresinde başlattığı soruşturma olmuştur. Dealey Plaza çevresi kısa süre içinde güvenlik çemberine alınmış, Texas School Book Depository binası başta olmak üzere rota üzerindeki binalar kontrol altına alınmıştır. Polis, ilk aşamada tanık beyanlarına dayanarak atış seslerinin geldiği yönleri belirlemeye çalışmış; buna paralel olarak depo binasında sistemli bir arama yürütmüştür. Depoda yapılan aramalarda altıncı katta, karton kutularla çevrelenmiş, pencereden caddeye doğru açık bir görüş hattı sağlayan bir alan tespit edilmesi, soruşturmanın seyrini önemli ölçüde değiştirmiştir. Aynı bölgede üç boş kovanla birlikte bir tüfeğin bulunması, polisi binanın çalışanları üzerinde yoğunlaştırmıştır.
Dallas polisi, binadaki personelin hızlı bir yoklamasını yaparak kimlerin olay anında nerede olduğunu belirlemeye çalışmış, bu yoklamada Lee Harvey Oswald’ın depodan ayrılmış olduğu anlaşılmıştır. Bu bilgi, kısa süre içinde Oswald’ı “aranan kişi” konumuna getirmiştir. Aynı zamanda, suikasttan kısa süre sonra Oak Cliff bölgesinde polis memuru J. D. Tippit’in öldürülmesi, soruşturmanın karmaşıklığını artırmıştır. Dallas Emniyeti, tanık beyanlarına dayanarak Tippit cinayetinin failini ararken, ihbarlar sonucunda Texas Theatre isimli sinema salonuna yönelmiş; burada saklandığı belirtilen kişiyi gözaltına almıştır. Gözaltına alınan kişinin Lee Harvey Oswald olduğunun anlaşılmasıyla, polis aynı gün içinde hem suikast hem de Tippit cinayeti şüphelisini ele geçirdiğini duyurmuştur.

Soruşturmanın Başında Polis Teşkilatından Bilgi Almaya Çalışan Gazeteciler (National Archives)
Oswald’ın emniyet binasına getirilmesinin ardından yürütülen sorgulama süreci, soruşturma tarihinin en tartışmalı unsurlarından biridir. Sorgulamalar sırasında ses kaydı alınmamış, sorgu oturumları tam metin tutanaklarla belgelenmemiş, yalnızca sorumluların tuttuğu dağınık notlar kalıcı kayıt olarak kalmıştır. Oswald’ın avukat talebi ve hukuki konumuna ilişkin beyanları, yoğun basın baskısı ve kurumsal koordinasyon eksikliği altında belirsiz bir çerçeve içinde kalmış; bu durum, soruşturmanın usul yönünden eleştirilmesine zemin hazırlamıştır. Öte yandan Dallas Emniyeti, elindeki balistik verileri, tanık ifadelerini ve depo binasından elde edilen nesnel delilleri hızla bir araya getirerek Oswald’ı hem Başkan Kennedy’nin hem de Tippit’in öldürülmesiyle resmen suçlamıştır.
Dallas polisinin soruşturma pratiği, özellikle iki açıdan ağır eleştirilere konu olmuştur. Birincisi, delil zincirinin korunması ve olay yerinin güvenlik altına alınmasında yaşanan eksikliklerdir. Olay yeri ve depo binasında çok sayıda görevli ve gazetecinin dolaşmasına izin verilmesi, delillerin toplanması ve taşınmasında standartların net olmaması, sonradan yapılan değerlendirmelerde ciddi usul sorunları olarak kayda geçmiştir.
İkincisi, Oswald’ın emniyet binasında tutulduğu ve nakledildiği süreçte güvenlik önlemlerinin yetersizliği, Jack Ruby’nin bodrum katına girerek Oswald’ı vurabilmesine imkân tanımıştır. Bir suikast zanlısının polis gözetimi altında, canlı yayın yapan kameralar önünde başka bir saldırgan tarafından öldürülmesi, Dallas Emniyeti’nin kurumsal kapasitesi ve uyguladığı prosedürler üzerinde kalıcı bir gölge bırakmış; daha sonraki resmî soruşturmalarda da bu güvenlik zafiyetleri ayrıntılı biçimde ele alınmıştır.
Bu erken dönemde FBI ve Gizli Servis de soruşturmaya dâhil olmuş, ancak yerel polis ile federal kurumlar arasındaki koordinasyon tam anlamıyla kurulamamıştır. Soruşturmanın ilk günlerinde Dallas merkezli yürütülen işlemler, delillerin toplanması ve tanıkların dinlenmesi bakımından temel çerçeveyi oluşturmuş; bu malzeme, sonraki federal soruşturmaların da başlıca veri kaynağı hâline gelmiştir.
Warren Komisyonu
Başkan Kennedy’nin ölümünün hemen ardından başkanlık görevini üstlenen Lyndon B. Johnson, suikast soruşturmasının yalnızca yerel makamlar eliyle yürütülmesinin yeterli olmayacağını, ulusal ölçekte güven veren bir inceleme mekanizmasının kurulması gerektiğini düşünmüştür. Bu çerçevede 29 Kasım 1963 tarihinde çıkarılan başkanlık kararnamesiyle, kamuoyunda “Warren Komisyonu” olarak bilinen Başkanlık Suikastını Araştırma Komisyonu kurulmuştur.
Komisyonun başkanlığına dönemin ABD Yüksek Mahkemesi Başkanı Earl Warren getirilmiş; üyeliklere Senatör Richard Russell, Senatör John Sherman Cooper, Temsilciler Meclisi üyeleri Hale Boggs ve Gerald Ford ile eski CIA Direktörü Allen Dulles ve eski Dünya Bankası Başkanı John J. McCloy atanmıştır. Böylece yasama, yürütme ve yargı organlarının yanı sıra istihbarat ve dış politika çevrelerini temsil eden yedi kişilik bir kurul oluşturulmuştur.
Komisyonun görevi, suikastın tüm yönleriyle araştırılması, fail veya faillerin tespiti, olası bir komplo veya yabancı unsur bağlantısının varlığının incelenmesi ve elde edilen bulguların kamuoyuna raporlanması olarak tanımlanmıştır. Çalışmalar sırasında Komisyon, geniş bir hukukçu ve araştırmacı kadrosu ile birlikte hareket etmiş, Dallas Emniyeti, FBI, Gizli Servis ve diğer federal kurumların topladığı delilleri incelemiş; yüzlerce tanığı yazılı beyan veya sözlü ifade yoluyla dinlemiştir. Komisyonun yürüttüğü soruşturma sonunda, on bir ciltlik ana rapor ve ek ciltlerde toplanan tanık ifadeleri, belgeler ve teknik incelemelerle birlikte toplam yirmi altı ciltlik bir külliyat ortaya konmuştur.
Warren Komisyonu’nun 1964 yılında yayımlanan nihai raporu, Kennedy suikastının Lee Harvey Oswald tarafından tek başına gerçekleştirildiği sonucuna varmıştır. Rapora göre, Texas School Book Depository’nin altıncı katında bulunan tüfek ve boş kovanlar, balistik incelemelerle Oswald’ın satın aldığı silahla ilişkilendirilmektedir. Zapruder filmi ve diğer görsel delillerle desteklenen kronolojiye göre üç el ateş edilmiş; ilk kurşun hedefi ıskalamış, ikinci kurşun Başkan Kennedy’nin sırtından girip boğazından çıkarak Vali Connally’yi de yaralamış, üçüncü kurşun ise Kennedy’nin başına isabet ederek ölümcül hasarı yaratmıştır. Bu senaryo, kamuoyunda “tek kurşun teorisi” olarak bilinen yaklaşımın temelini oluşturmuştur. Komisyon ayrıca, Oswald’ın siyasi ve kişisel geçmişini değerlendirerek Sovyetler Birliği, Küba veya diğer yabancı güçlerle doğrudan örgütlü bir komplo ilişkisi içinde olduğuna dair kesin kanıt bulunamadığını belirtmiştir.

Suikastı Araştırmak İçin Görevlendirilen Warren Komisyonu (National Archives)
Komisyon, Jack Ruby’nin Oswald’ı öldürmesine ilişkin değerlendirmesinde de benzer bir sonuca ulaşmıştır. Ruby’nin mafya veya başka bir örgütlü yapı adına hareket ettiğini kanıtlayacak yeterli delil bulunmadığını, eylemin daha çok duygusal ve bireysel bir tepki olarak göründüğünü rapor etmiştir. Bununla birlikte, hem Dallas Emniyeti’nin hem de Gizli Servis’in güvenlik düzenlemelerinde ciddi eksiklikler ve iletişim sorunları olduğu tespiti yapılmış; federal kurumlar arasındaki bilgi paylaşımı ve koordinasyonun yetersiz kaldığı kabul edilmiştir.
Warren Komisyonu, daha sonraki yıllarda hem yöntemleri hem de ulaştığı sonuçlar bakımından yoğun eleştirilere maruz kalmıştır. Eleştirilerin önemli bir kısmı, Komisyonun FBI ve diğer federal kurumların hazırladığı ön rapor ve dosyalara fazlasıyla bağımlı kalması, kendi bağımsız soruşturmasını sınırlı ölçüde derinleştirmesi yönündedir. Ayrıca bazı tanıkların beyanlarındaki çelişkilerin yeterince irdelenmediği, otopsi ve tıbbi bulguların hem teknik raporlama hem de fotoğraf ve film malzemeleri üzerinden gerektiği kadar ayrıntılı ve şeffaf biçimde değerlendirilmediği dile getirilmiştir.
“Tek kurşun teorisi”nin balistik ve anatomi açısından savunulabilirliği, hem uzmanlar hem de kamuoyu nezdinde uzun süre tartışma konusu olmuş; Komisyonun vardığı “komplo yoktur” sonucunun, delillerin bütünlüğüyle ne ölçüde uyumlu olduğu sorgulanmıştır. Buna rağmen Warren Komisyonu Raporu, resmî tarih yazımı içinde uzun yıllar boyunca temel başvuru metni olma özelliğini korumuştur.
Sonraki İncelemeler ve HSCA Nihai Raporu
Warren Komisyonu’nun çalışmasını tamamlamasının ardından, 1960’ların sonu ve 1970’lerin başı boyunca Kennedy suikastına ilişkin tartışmalar devam etmiş, çeşitli uzman gruplar, bağımsız araştırmacılar ve gazeteciler Komisyon raporunu eleştiren çalışmalar yayımlamıştır. Bu dönemde, tıbbi ve balistik delillerin yeniden değerlendirilmesine yönelik bazı resmî ve yarı resmî girişimler de ortaya çıkmıştır. Otopsi malzemelerinin sınırlı erişilebilirliği, fotoğraf ve film kayıtlarının kullanımına dair kısıtlamalar ve arşiv belgelerinin gizlilik rejimi, hem bilimsel analizi hem de kamuoyu denetimini güçleştiren unsurlar olarak öne çıkmıştır.
1970’li yılların ortasında ABD’de Watergate skandalı ve istihbarat örgütlerinin iç faaliyetlerinin ortaya saçılması, federal kurumlara duyulan güveni genel olarak zayıflatmış; Kongre bünyesinde CIA, FBI ve diğer güvenlik kurumlarının uygulamalarını inceleyen komisyonlar kurulmuştur. Bu iklimde Kennedy suikastına dair kuşkular da yeniden güçlenmiş, Warren Komisyonu’nun bulgularının gözden geçirilmesi yönünde siyasi bir irade oluşmuştur. Bu çerçevede 1976 yılında Temsilciler Meclisi bünyesinde Suikastlar Seçici Komitesi (House Select Committee on Assassinations – HSCA) kurulmuş; Komite, hem Kennedy suikastını hem de Martin Luther King Jr.’ın öldürülmesini yeniden incelemekle görevlendirilmiştir.
HSCA, daha önce açıklanmamış veya sınırlı biçimde kullanılan bazı belgelere erişim sağlamış, tanıkları yeniden dinlemiş, otopsi ve balistik malzemeleri yeniden değerlendirmiş ve özellikle akustik deliller üzerinde uzman incelemeleri yaptırmıştır. Dallas Polis Radyosu’na ait olduğu ileri sürülen bir kayıt üzerinde yapılan akustik analiz, Dealey Plaza çevresinde dört el ateş edildiğine ve bunlardan birinin çimenlik bölgede olası bir ikinci atıcıya işaret edebileceğine dair bulgular ortaya koymuştur.
HSCA’nin 1979 yılında yayımlanan nihai raporu, Kennedy suikastında Lee Harvey Oswald’ın Texas School Book Depository’den ateş açarak başkanı öldürdüğü sonucunu korumakla birlikte, akustik analiz ve bazı tanık beyanları nedeniyle “başkanın muhtemelen bir komplo sonucu öldürüldüğü” değerlendirmesine yer vermiştir. Ancak Komite, komploya karışan kişi veya kurumları kesin biçimde tespit edememiş, bu konuda “belirlenemeyen unsurlar” bulunduğunu belirtmekle yetinmiştir.
HSCA Raporu, federal kurumların suikast öncesi ve sonrasındaki performansını da sert biçimde eleştirmiştir. FBI ve CIA’in Oswald’a dair sahip oldukları bilgileri gerektiği gibi paylaşmadıkları, Gizli Servis’in başkanın korunmasına yönelik risk analizini yetersiz yaptığı ve Dallas’taki güzergâh seçiminden koruma protokollerine kadar pek çok konuda gerekli hassasiyeti göstermediği ifade edilmiştir. Bu eleştiriler, suikastın yalnızca failin kimliği üzerinden değil, aynı zamanda devlet yapısı ve bürokratik işleyişin zaafları üzerinden tartışılmasına zemin hazırlamıştır.
HSCA’nin akustik delillere dayalı “muhtemel komplo” sonucu, sonraki yıllarda teknik açıdan yeniden sorgulanmıştır. Farklı uzmanlık grupları tarafından yapılan analizler, söz konusu ses kayıtlarının suikast anıyla eşzamanlı olup olmadığı, mermi sesleriyle karışabilecek başka gürültü kaynaklarının bulunup bulunmadığı gibi konularda yeni değerlendirmeler ortaya koymuştur. Ancak, bu teknik tartışmalar ne Warren Komisyonu’nun “tek fail, komplo yok” yaklaşımını ne de HSCA’nin “muhtemel komplo” değerlendirmesini tamamen ortadan kaldıracak ölçüde geniş bir konsensüs yaratabilmiştir. Sonuçta Kennedy suikastına ilişkin resmî incelemelerin tarihî çizgisi, tek fail vurgusu ile olası komplo ihtimalini tamamen dışlamayan ama kanıtlanmış bir örgütlü yapı tespit edemeyen bir ikili yapı olarak şekillenmiştir.
Diğer Resmi ve Yarı Resmi İncelemeler
Warren Komisyonu ve HSCA dışındaki çeşitli resmî ve yarı resmî girişimler de Kennedy suikastına ilişkin malzemelerin incelenmesi ve kamuoyuyla paylaşılması sürecinde rol oynamıştır. Adalet Bakanlığı ve ilgili federal kurumlar, zaman içinde ortaya çıkan yeni tanıklık iddiaları, teknik uzman raporları ve uluslararası kaynaklardan gelen bilgiler üzerine sınırlı çapta incelemeler yürütmüş, ancak bunlar genellikle önceki resmî raporların temel sonuçlarını değiştirecek ölçüde bulgular ortaya koymamıştır.
Tıbbi ve balistik malzemelerin yeniden değerlendirilmesine yönelik uzman panelleri, otopsi fotoğrafları, röntgen görüntüleri ve otopsi raporlarının teknik analizini derinleştirmeye çalışmıştır. Bu çalışmalar, otopsi sürecinin organizasyonu, belgeleme yöntemleri ve baş ile boyun bölgesindeki yaralanmaların yönü gibi konularda önemli ayrıntılar ortaya koymuş; buna rağmen, suikastın temel kronolojisini ve mermi isabetlerinin genel seyrini kökten değiştirecek bir sonuca ulaşmamıştır. Buna karşılık, tıbbi kayıtların ilk yıllardaki sınırlı erişimi ve bazı belgelerin uzun süre gizli tutulması, hem kamuoyunda hem de akademik çevrelerde şüpheleri canlı tutan faktörler arasında yer almıştır.
Zaman içerisinde, suikasta ilişkin belgelerin açıklanmasına yönelik yasal düzenlemeler de devreye girmiş, farklı kurumlarda dağınık hâlde bulunan kayıtların tek bir çatı altında toplanması için adımlar atılmıştır. Böylece Kennedy suikastı, yalnızca bireysel ve kurumsal sorumluluk tartışmalarının değil, aynı zamanda devlet arşivciliği, bilgi edinme hakkı ve resmî gizlilik rejiminin sınırlarının da gündeme geldiği bir alan hâline gelmiştir. Açılan belgeler, hem Warren Komisyonu hem de HSCA dönemindeki değerlendirmelerin arka planını daha iyi anlamaya katkı sağlamış; aynı zamanda, yeni detaylar üzerinden alternatif senaryolar geliştirmeye çalışan araştırmacılara da malzeme sunmuştur.
Sonuç olarak, Kennedy suikastına ilişkin resmî soruşturmalar ve kurumsal incelemeler, tekil bir raporla sınırlı kalmamış; farklı dönemlerde, değişen siyasi ve toplumsal iklimler içinde yeniden ele alınmıştır. Dallas Emniyeti’nin eksik uygulamaları, Warren Komisyonu’nun tek fail vurgusu ve HSCA’nin “muhtemel komplo” değerlendirmesi, bu tarihî olayın devlet kurumlarıyla ilişkili yönünü oluşturan başlıca dönemeçlerdir. Buna rağmen, aradan geçen uzun süreye, yayımlanan çok sayıdaki rapora ve açıklanan belgelere karşın, suikast etrafında tam anlamıyla kapanmış bir uzlaşma zemini oluşmamış; resmî soruşturmalar ile kamuoyundaki algı arasında belirgin bir mesafe varlığını sürdürmüştür.
Fiziksel ve Tanıksal Delillerin Analizi
Atış Noktaları ve Balistik Deliller
Kennedy suikastına ilişkin fiziksel delillerin merkezinde, Texas School Book Depository binasının altıncı katında bulunan tüfek, boş kovanlar ve mermi çekirdekleri yer almaktadır. Olay yerinde yapılan ilk incelemede, binanın altıncı katının güneydoğu köşesinde, karton kutularla çevrelenmiş ve pencereden Elm Street’e doğru açık bir görüş hattı sağlayan bir alan tespit edilmiştir. Bu bölümde üç adet boş kovan bulunmuş; kovanların aynı tüfekten atıldığı balistik incelemelerle belirlenmiştir. Aynı katta, kitap yığınlarının arasına gizlenmiş hâlde, 6,5 mm çapında bir İtalyan yapımı Carcano tüfeği ele geçirilmiştir. Tüfeğin seri numarası ve dış görünümü, daha sonra posta yoluyla “A. Hidell” adına sipariş edildiği tespit edilen silahla örtüşmüş; bu silahın Oswald ile bağını gösteren çeşitli belgeler resmî soruşturmalara dâhil edilmiştir.
Balistik uzmanlar, altıncı kattaki pencereden Elm Street üzerindeki güzergâha doğru yapılan ölçümlerle, başkanlık limuzininin geçtiği noktalar ile olası atış hattını geometrik olarak hesaplamışlardır. Elm Street’in Dealey Plaza içindeki eğimi, köprüye doğru hafif aşağı meyilli olması ve limuzinin suikast anında yaklaşık 18–20 km/saat hızla ilerlemesi, atış açısının belirlenmesinde dikkate alınan unsurlar arasındadır. Delil incelemeleri, pencereden aşağıya doğru eğik bir atış hattı bulunduğunu; Kennedy ve Connally’nin oturma pozisyonları dikkate alındığında, sırt ve baş bölgesine isabet eden mermilerin bu hattı izleyebileceğini göstermiştir.

Suikastten Sonra Yapılan Balistik İncelemede Kullanılan Bir Mermi (National Archives)
Tüfek üzerinde yapılan incelemelerde, namlu içi izlerin (rifling) boş kovanlardaki izlerle uyumlu olduğu belirlenmiş; olay yerinde elde edilen çekirdek ve çekirdek parçalarının metalurjik ve mikroskobik özellikleri de aynı silahın tetiğinin çekilmiş olabileceği yönünde değerlendirilmiştir. Bununla birlikte, balistik delillerin değerlendirilmesinde, tüfeğin kondisyonu, nişangâh ayarları ve atış isabet oranı gibi teknik hususlar tartışma konusu olmuştur. Özellikle Oswald’ın askerlik dönemindeki atıcılık sicili, bir kişinin kısa süre içinde üç atış yaparak iki hedefi birden bu isabetle vurup vuramayacağı yönündeki tartışmalarda sıkça gündeme gelmiştir.
Atış sayısı ve mermi izlerine ilişkin değerlendirmeler, resmî soruşturmaların temelini oluşturmuştur. Warren Komisyonu, üç atış yapıldığını ve bu atışların tamamının altıncı kattaki pencereden gerçekleştirildiğini kabul etmiş; buna karşılık tanıkların bir kısmının daha fazla atış duyduklarını ileri sürmeleri ve bazı görgü tanıklarının farklı yönlere işaret etmeleri, ilerleyen yıllarda komplo teorilerinin dayanak noktası hâline gelmiştir.
“Tek Kurşun Teorisi” ve Beden Yaralanmaları
Kennedy suikastına ilişkin deliller arasında en yoğun tartışılan konulardan biri, başkanın sırtından girip boğazından çıktığı kabul edilen merminin daha sonra Teksas Valisi John Connally’yi yaralayıp yaralamadığı meselesidir. Resmî raporlarda, bu mermiye ilişkin senaryo, kamuoyunda “tek kurşun teorisi” olarak anılmaktadır. Buna göre, Elm Street üzerinde ilerleyen limuzine yönelik ikinci atışta ateşlenen kurşun, Kennedy’nin sırtına, boyun hizasının altına doğru bir noktadan girerek köprücük kemiğinin hemen üzerinde boğazından çıkmış; aynı hat üzerinde ilerleyerek öndeki koltukta hafifçe sağa dönük oturan Connally’nin sırtına girmiş, göğüs kafesini kısmen delip çıkmış, sağ bileğini yaralamış ve nihayet sol uyluğunda durmuştur.
Bu senaryonun kabulü, hem yaralanma izlerinin anatomik konumu hem de merminin deformasyon düzeyiyle yakından ilişkilidir. Otopsi raporları ve Parkland ile Bethesda’daki hekimlerin gözlemleri, Kennedy’nin sırtında küçük bir giriş yarası, boğazında ise çıkış yarası ile uyumlu görülen bir lezyon bulunduğunu kaydetmiştir. Connally’nin vücudundaki yaralanmalar ise sırt-göğüs hattında, sağ bilekte ve sol uylukta üç ayrı bölgeye dağılmıştır. Tek kurşun teorisini savunanlar, limuzinin hareket hâlinde olduğunu, koltukların ve yolcuların konumlarının düz bir çizgi üzerinde değil, üç boyutlu ve hafif açılı bir düzen içinde bulunduğunu vurgulayarak, merminin izlediği hattın bu pozisyonlarla uyumlu olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Suikastten Sonra Yapılan Balistik İncelemede Kullanılan Bir Mermi Kovanı (National Archives)
Buna karşılık eleştiriler, bir merminin bu kadar çok dokudan geçtikten sonra görece az deformasyona uğramış olmasını, tek başına bu kadar kapsamlı bir yaralanma zincirini yaratmasının zor olduğunu öne sürmüştür. Parkland Hastanesi’nde ve daha sonra Bethesda’da görev yapan bazı hekimler ile bağımsız adli tıp uzmanları, Kennedy’nin sırt ve boğaz yaralarının giriş-çıkış yönüne ilişkin farklı yorumlarda bulunmuş; özellikle boyun bölgesindeki yaranın giriş mi çıkış mı olduğuna dair görüş ayrılıkları, tek kurşun senaryosunun anatomik temelini tartışmalı hâle getirmiştir. Mermi çekirdeğinin nihai biçimi ve üzerinde yapılan metal analizleri de, teorinin savunucuları ile eleştirmenleri arasında uzun süreli bir tartışmanın konusu olmuştur.
Tek kurşun teorisinin kabulü, suikastta üç mermi kullanıldığı ve bunlardan yalnızca birinin isabetsiz kaldığı yönündeki resmî yaklaşımı desteklemekte; buna karşılık teorinin reddi, ya fazladan mermi atıldığını ya da ikinci bir atıcının bulunabileceğini ima etmektedir. Bu nedenle merminin izlediği yol, fiziksel delillerin değerlendirilmesinde yalnızca teknik bir ayrıntı değil, suikastın genel anlatısını şekillendiren temel bir unsur hâline gelmiştir.
Otopsi ve Tıbbi Bulgular
Başkan Kennedy, Parkland Memorial Hastanesinde yaşamını yitirdikten sonra, otopsi işlemleri için Washington yakınlarındaki Bethesda Deniz Kuvvetleri Hastanesine nakledilmiştir. Otopsi, akşam saatlerinde askerî hekimler tarafından gerçekleştirilmiş; baş ve üst vücut bölgesindeki yaralanmalar ayrıntılı biçimde incelenmiştir. Otopsi ekibinin raporunda, Kennedy’nin sırtında boyun hattının biraz altında küçük bir giriş yarası bulunduğu, bu merminin yumuşak dokuları yararak boğazda bir çıkış yarası meydana getirdiği; ayrıca başında, sağ arka-yan bölgede, büyük bir doku ve kemik kaybına yol açan ölümcül bir yara tespit edildiği belirtilmiştir.
Otopsi süreci ve belgelenmesi, suikast literatüründeki en tartışmalı alanlardan biridir. Parkland Hastanesindeki hekimler, başkan acil servise getirildiğinde öncelikle boyun bölgesindeki yaraya yoğunlaşmış; solunum yolunu güvence altına almak için trakeotomi açmışlardır. Parkland’daki ilk gözlemler, özellikle baş bölgesinde “arka kısımda geniş bir doku kaybı” olduğu yönünde anlatılmış; bazı hekimler bu bulguyu, sanki başa önden gelen bir merminin arkadan geniş bir çıkış yarası yarattığı izlenimiyle aktarmışlardır. Buna karşılık Bethesda’daki otopsi raporu, başa arkadan giren ve kafatasını geniş ölçüde parçalayan bir mermiyi esas alan bir anlatı içermiştir. İki merkezdeki anlatımlar arasındaki bu ton farkı, daha sonraki yıllarda “atma yönü” tartışmalarının temel dayanaklarından biri hâline gelmiştir.
Otopsi sırasında çekilen fotoğraflar, röntgenler ve çizimler, daha sonra çeşitli komisyonlar ve uzman paneller tarafından tekrar tekrar incelenmiştir. Bazı değerlendirmeler, otopsi sürecinin aceleye geldiğini, delillerin standart adli tıp prosedürlerine uygun olarak belgelenmediğini, otopsi öncesi müdahalelerin (örneğin trakeotomi) yara izlerinin yorumlanmasını güçleştirdiğini ileri sürmüştür. Ayrıca, otopsi bulgularının kamuoyuna açıklanmasındaki sınırlılıklar ve bazı tıbbi kayıtların uzun süre sıkı gizlilik rejimi altında saklanması, şüpheleri artıran faktörler arasında sayılmıştır.
Genel olarak resmî raporlar, Kennedy’nin baş bölgesinde, arkadan gelen ve ön kısımda büyük doku kaybına neden olan tek bir ölümcül mermi bulunduğu; sırt ve boyun bölgesindeki yaraların ise tek bir merminin seyriyle açıklanabileceği sonucuna varmıştır. Eleştiriler ise hem Parkland ile Bethesda arasındaki anlatım farklarını hem de otopsinin yürütülüş biçimindeki usul eksikliklerini vurgulayarak, tıbbi delillerin yorumlanmasının tek bir senaryoya indirgenemeyeceğini savunmuştur.
Zapruder Filmi ve Görsel Deliller
Kennedy suikastına ilişkin görsel delillerin en önemlisi, Abraham Zapruder adlı bir vatandaş tarafından çekilen 8 mm’lik filmdir. Dealey Plaza’daki bir beton çıkıntı üzerinde durarak başkanlık kortejini kaydeden Zapruder, limuzinin Elm Street üzerindeki hareketini ve suikast anını kare kare görüntülemiştir. Yaklaşık 18 kare/saniye hızla çekilen bu filmde, başkanın ve valinin oturuş pozisyonları, vücut hareketleri, başın geriye savrulduğu an ve çevredeki kalabalığın tepkileri ayrıntılı biçimde izlenebilmektedir. Özellikle Kennedy’nin başından ölümcül yaranın oluştuğu ve başının geriye ve sola doğru sert biçimde savrulduğu kare, daha sonra hem resmî soruşturmalarda hem de kamuoyu tartışmalarında merkezi bir yer edinmiştir.
Zapruder filmi, suikastın zamanlamasına ilişkin hesaplamalarda temel başvuru kaynağı olmuştur. Kare numaraları ile limuzinin konumu, silah seslerinin duyulduğu anlara dair tanıklıklar ve mermi isabetlerinin sıralaması bir araya getirilerek, atışlar arasında kaç saniye geçtiğine ilişkin çeşitli hesaplamalar yapılmıştır. Resmî soruşturmalar, üç atışın toplamda yaklaşık 8–9 saniyelik bir zaman dilimine sığdığını; bu sürenin kullanılan tüfek ve nişan alma süresiyle birlikte bir atıcı tarafından teknik olarak başarılabilir olduğunu savunmuştur. Buna karşılık eleştirmenler, filmde vücut hareketlerinin yorumlanmasında farklı görüşler ileri sürmüş; özellikle başın savrulma yönünün merminin geliş yönüyle nasıl bağdaştırılacağı konusunda ayrışmalar ortaya çıkmıştır.
Zapruder Kaydı (Tubengagements)
Zapruder filminin yanı sıra, farklı açılardan çekilmiş fotoğraflar ve kısıtlı sayıdaki diğer film kayıtları da delil değerlendirmelerinde kullanılmıştır. Dealey Plaza’daki çimenlik alan, demiryolu viyadüğü ve binaların çatıları gibi bölgeleri gösteren bazı fotoğraflar, “duman”, “silahlı siluet” veya “şüpheli hareket” izlenimi veren ayrıntılar nedeniyle tartışma konusu olmuştur. Ancak bu görsel malzemelerin netlik düzeyi ve çekim açılarının sınırlılığı, çoğu zaman kesin yargılara varılmasını zorlaştırmıştır.
Zapruder filmi ve diğer görsel deliller, yalnızca teknik analizlerin değil, aynı zamanda kamuoyundaki algının şekillenmesinde de belirleyici olmuştur. Filmin kamuya açık hâlde gösterilmesi ve yaygın biçimde tartışılması, Kennedy suikastını soyut bir olay olmaktan çıkarıp, görsel hafızaya kazınan somut bir şiddet sahnesi hâline getirmiştir.
Tanık İfadeleri ve Atış Sayısına İlişkin Çelişkiler
Dealey Plaza ve çevresinde suikast anında bulunan çok sayıda görgü tanığının ifadeleri, soruşturmaların önemli bir bileşenini oluşturmuştur. Tanıklar, atış sayısı, silah seslerinin geldiği yön, mermilerin sıralaması ve başkan ile valinin vücut hareketleri konusunda ayrıntılı anlatımlar sunmuştur. Bu ifadelerin bir kısmı birbiriyle büyük ölçüde uyumlu iken, önemli bir bölümü de çelişkiler içermektedir.
Tanıkların belirgin bir kısmı, üç el silah sesi duyduklarını ifade etmiştir. Bazıları bu seslerin birbirine yakın aralıklarla geldiğini, bazıları ise ilk iki ses ile üçüncü ses arasında daha uzun bir süre bulunduğunu söylemiştir. Atışların yönü konusunda, birçok tanık sesi Texas School Book Depository binasının bulunduğu bölgeye atfetmiş; buna karşın azımsanmayacak sayıda tanık da çimenlik alan (grassy knoll) veya demiryolu viyadüğü bölgesinden ses geldiğini düşündüklerini belirtmiştir. Bazı tanıklar, çimenlik bölgeye doğru bir “duman” veya “hareket” gördüklerini; kimileri de o istikametten gelen bir silah atışı izlenimi edindiklerini dile getirmiştir. Bu tür beyanlar, ikinci bir atıcının varlığına ilişkin teorilerin en sık kullanılan dayanakları arasında yer almıştır.
Tanık ifadelerindeki çelişkilerin değerlendirilmesinde, olayın ani ve şok edici niteliği, silah seslerinin yankı yapabileceği akustik koşullar ve bireylerin konumlarının algıyı etkileme biçimi gibi etmenler dikkate alınmaktadır. Dealey Plaza’nın mimarisi, yüksek binalar, viyadük ve açık alanların bir arada bulunduğu bir yapı sergilemekte; bu da seslerin yön tayinini güçleştirebilmektedir. Ayrıca, suikast anında yaşanan panik, hayret ve korku duygularının, tanıkların hafızasında ayrıntıların bulanıklaşmasına yol açmış olması mümkündür. Bu nedenle resmî soruşturmalar, tanık beyanlarını tek tek mutlak doğrular olarak değil, fiziksel delillerle karşılaştırılması gereken subjektif algılar olarak değerlendirmiştir.

Oswald'ın Ölümünden Sonra Güvenlik Güçleriyle Yapılan Röportaj (National Archives)
Buna rağmen, tanık ifadeleri ile balistik ve tıbbi deliller arasındaki uyum sorunu, komplo tartışmalarının merkezinde kalmaya devam etmiştir. Bazı tanıklar, başkanın vurulmasının hemen ardından başının geriye doğru savrulduğunu belirtmiş; bunu “önden gelen bir atışın etkisi” olarak yorumlayan araştırmacılar, çimenlik alan veya viyadük tarafında ikinci bir atıcı olabileceği tezini desteklemişlerdir. Diğerleri ise, merminin başın bir yanından girip diğer yandan çıkmasının ve aracın hareketine bağlı dinamiklerin bu hareketi açıklayabileceğini savunmuştur.
Sonuç olarak, fiziksel ve tanıksal deliller, Kennedy suikastının teknik boyutunu aydınlatmada vazgeçilmez bir rol oynamakla birlikte, tam bir uzlaşıya ulaşılmasını sağlayamamıştır. Tüfek, mermi, otopsi bulguları ve görsel kayıtlar, tek bir atıcının altıncı kattan ateş açtığı yönündeki resmî senaryoyu güçlü biçimde desteklerken; tanık ifadelerindeki farklılıklar, akustik tartışmalar ve bazı tıbbi ayrıntılara ilişkin belirsizlikler, ikinci bir atıcının ya da daha geniş bir komplonun ihtimal dışı olmadığı yönündeki yorumların sürmesine zemin oluşturmuştur.
Komplo Teorileri ve Alternatif Senaryolar
Organize Suç Örgütleri ve Mafya İddiaları
Kennedy suikastı etrafında şekillenen en yaygın komplo teorilerinden biri, organize suç örgütlerinin –özellikle de İtalyan kökenli Amerikan mafyasının– suikastta rol oynadığı iddiasıdır. Bu yaklaşımda, Kennedy yönetiminin organize suçla mücadeleyi önceleyen politikaları ve Adalet Bakanı Robert Kennedy’nin mafya liderlerine karşı yürüttüğü yoğun soruşturmalar temel motivasyon kaynağı olarak gösterilir. Mafya liderlerinin kumar, uyuşturucu ve sendikal faaliyetler üzerindeki etkisine yönelik federal baskının artması, bu çevrelerde ciddi bir tehdit algısı doğurmuş; bu bağlamda, başkana yönelik düşmanlığın suikast düzeyine taşınmış olabileceği öne sürülmüştür.
Mafya merkezli teoriler, genellikle birkaç unsur etrafında şekillenir. Bunlardan ilki, bazı mafya liderlerinin Kennedy ailesiyle dolaylı ilişkiler kurmuş olabileceği, seçim kampanyaları sırasında çeşitli aracılar üzerinden temaslar yaşandığı; ancak yönetim göreve geldikten sonra bu çevrelerin beklentilerinin boşa çıktığı iddiasıdır. İkinci unsur, Küba’daki çıkarların kaybedilmesi ve Havana’daki kumarhanelerin kapatılması nedeniyle mafyanın büyük ekonomik kayıplara uğramasıdır. Bu kayıpların, Kennedy yönetiminin Castro’ya karşı izlediği politikalarla ve CIA destekli bazı operasyonlarla iç içe geçtiği; böylece mafya, istihbarat örgütleri ve sürgündeki Kübalı gruplar arasında karmaşık bir ilişki ağının oluştuğu ileri sürülür.
Jack Ruby’nin biyografisi ve bağlantıları, bu teorilerin önemli bir ayağını oluşturur. Ruby’nin gece kulübü işletmecisi olması, eğlence ve yeraltı dünyasıyla temas hâlinde bulunması, Dallas polis teşkilatındaki bazı görevlilerle yakın ilişkiler kurması ve zaman zaman organize suç çevreleriyle aynı sosyal ağlarda yer alması, onu mafya ile olası bir temas noktası hâline getirmiştir. Ruby’nin Oswald’ı polis gözetimi altında öldürmesi, “mafyanın suikast zanlısını susturduğu” iddialarını beslemiştir. Bu çerçevede, Kennedy’nin öldürülmesine bizzat katılan ya da en azından bu süreçte rol alan mafya unsurlarının, Ruby aracılığıyla delillerin yargı önünde sistemli biçimde tartışılmasını engellediği öne sürülür.
Mafya merkezli senaryolar, genellikle belirli isimler etrafında somutlaştırılır; bazı çalışmalarda belirli bölgesel mafya liderlerinin Kennedy ailesine duyduğu öfke, Küba operasyonlarındaki roller ve federal soruşturmalarla karşı karşıya gelişleri ayrıntılı biçimde işlenir. Buna rağmen, resmî soruşturmalar, bu tür iddiaları destekleyecek doğrudan kanıtların sınırlı olduğunu vurgulamış; mafyanın suikast için hem motivasyon hem de fiilî kapasiteye sahip olabileceğini kabul etmekle birlikte, bu kapasitenin Kennedy suikastında kullanıldığına dair somut ve kesin bir delil ortaya konamamıştır. Bu ikili durum, mafya iddialarını ne tamamen doğrulayan ne de bütünüyle dışlayan bir gri alan yaratmıştır.
İstihbarat Örgütleri ve “Derin Devlet” Tezleri
Suikasta ilişkin en tartışmalı komplo teorilerinden biri de, ABD istihbarat örgütlerinin ve daha geniş anlamda “derin devlet” olarak adlandırılan güvenlik bürokrasisi ağlarının doğrudan ya da dolaylı rol aldığı iddiasıdır. Bu yaklaşımda, özellikle CIA’in Küba ve diğer coğrafyalardaki örtülü operasyonları, Domuzlar Körfezi çıkarmasının fiyaskoyla sonuçlanması, Castro’ya yönelik suikast planları ve Kennedy yönetiminin bu operasyonlara yaklaşımı önemli bir arka plan olarak öne çıkarılır. Domuzlar Körfezi sonrasında Başkan ile CIA üst yönetimi arasında yaşanan gerilim, bazı yorumlarda “kurumsal intikam motivasyonu”nun başlangıç noktası olarak görülür.
Bu çerçevede dile getirilen senaryolardan bazıları, CIA içindeki belirli bir kanadın ya da emekli/aktif operatiflerin, Kennedy’nin izlediği dış politika çizgisini ulusal güvenlik açısından tehlikeli bulduğunu; özellikle Küba ve Sovyetler Birliği ile ilişkilerde izlenen yolun, ABD’nin stratejik hedefleriyle çeliştiği gerekçesiyle bir “müdahale” kararı alındığını ileri sürer. Bu tezlere göre, suikast, resmî hiyerarşinin bilgisi dışında, ancak istihbarat örgütlerinin imkân ve kabiliyetlerinden yararlanan bir grup tarafından planlanmış ve yürütülmüştür. Dealey Plaza’daki atış düzeni, kaçış güzergâhları, delillerin yönlendirilmesi ve kamuoyunun bilgilendirilme biçimi, bu iddialarda “profesyonel bir operasyon” izlenimi verecek şekilde yorumlanır.
Bir Gizli Servis Memurunun Kennedy Suikastına Dair Anıları (American Veterans Center)
Bazı çalışmalar, bu tür iddiaları daha da ayrıntılandırarak, suikast planına belirli bir kod adı atfeder ve ABD savunma istihbaratı ya da dış istihbarat birimlerine ait olduğu öne sürülen rapor ve değerlendirmelere gönderme yapar. Bu anlatılarda, suikastın bir “resmî operasyon” olarak tasarlandığı, iç ve dış aktörler arasında koordinasyon kurulduğu, hatta olayın Sovyet istihbarat raporlarında da böyle yorumlandığı iddia edilir. Kimi metinlerde “ZIPPER” gibi kod adlarıyla anılan varsayımsal planlar, suikastın Kennedy’nin yürüttüğü politikaları kökten değiştirmek amacıyla, üst düzey bir onayla hayata geçirildiği tezini desteklemek için kullanılır.
Resmî soruşturmalar, CIA ve diğer güvenlik kurumlarının suikasttaki rolüne ilişkin iddiaları doğrudan incelemiş; bu kurumların hem Oswald’la hem de Dallas’taki olayla bağlantısını araştırmıştır. Elde edilen bilgiler, CIA’in Oswald’a yönelik bağımsız bir operasyon yürüttüğünü veya suikast planına dahil olduğunu kanıtlayacak nitelikte görülmemiştir. Buna rağmen, istihbarat kurumlarının Oswald hakkında sahip olduğu bilgileri Gizli Servis ve diğer birimlerle tam olarak paylaşmaması, suikast öncesi risk analizlerinin eksikliği ve suikast sonrasında bazı belgelerin geç veya eksik iletilmesi, güven bunalımına sebep olmuştur.
İstihbarat örgütleri ve “derin devlet” tezleri, doğrudan kanıta dayalı kesin bir yapı ortaya koyamasa da, Kennedy suikastını tek bir bireyin eylemi olmaktan çıkarıp, kurumsal çıkarlar ve örtülü operasyonlar ağı içerisinde konumlandıran anlatılar üretmiştir. Bu anlatılar, özellikle suikast sonrasında açıklanan bazı belgeler ve yabancı istihbarat değerlendirmeleriyle desteklenmeye çalışılsa da, resmî incelemelerce doğrulanmış, kapalı ve hiyerarşik bir komplo şeması düzeyine hiçbir zaman taşınamamıştır.
Sovyetler Birliği, Küba ve Uluslararası Boyut
Kennedy suikastı, Soğuk Savaş’ın yüksek gerilimli dönemlerinden birinde meydana geldiği için, uluslararası düzeydeki komplo teorileri de önemli bir yer tutmuştur. Lee Harvey Oswald’ın Sovyetler Birliği’ne iltica etmiş olması, Minsk’te birkaç yıl yaşaması, Sovyet vatandaşı bir kadınla evlenmesi ve Küba yanlısı siyasi faaliyetleri, onu doğal olarak Sovyet ve Küba bağlantılı senaryoların merkezine yerleştirmiştir. Bu çerçevede en sık dile getirilen iddia, Oswald’ın Sovyet istihbaratınca devşirilmiş bir ajan olduğu ve suikastı Moskova’nın talimatıyla gerçekleştirdiği yönündedir.
Oswald’ın SSCB’deki yılları, Minsk’teki işyeri ve barınma düzeni, aldığı maddi destek ve çevresinde oluşan gözetim ağı, bu iddialarda “hazırlık dönemi” olarak yorumlanır. Buna göre Sovyetler, ABD iç politikasını destabilize etmek, nükleer krizlerde elini güçlendirmek ve Kennedy’nin izlediği çizgiyi cezalandırmak amacıyla suikast planlamıştır. Ancak resmî soruşturmalar, Sovyet arşivlerinden ve çeşitli istihbarat kaynaklarından elde edilen bilgiler ışığında, böyle bir talimat zincirini doğrulayacak doğrudan kanıt bulamamış; Sovyet yönetiminin suikasttan sonra olayı büyük bir endişe ve temkinle karşıladığını, ABD ile ilişkilerin daha da kötüleşmesinden çekindiğini vurgulamıştır.
Küba bağlantılı teoriler ise, Oswald’ın New Orleans’ta ve diğer yerlerde yürüttüğü Küba yanlısı faaliyetlere, Fidel Castro yönetimine duyduğu sempatiye ve “Hands Off Cuba” sloganlı eylemlerine dayanır. Bu anlatılara göre, Küba istihbaratı ya da devrimci örgütler, Kennedy yönetiminin Castro’ya yönelik suikast planlarına misilleme olarak ABD Başkanı’nı hedef almıştır. Oswald’ın Meksika City’deki Sovyet ve Küba diplomatik temsilcilikleriyle temas iddiaları, bu çerçevede kritik bir ayrıntı olarak öne çıkar. Meksika City’deki görgü tanıkları ve istihbarat kayıtları, Oswald’a benzeyen bir kişinin büyükelçilikleri ziyaret ettiği ve vize girişimlerinde bulunduğu yönünde bilgiler içerir; bu da çeşitli senaryolarda, suikast öncesi bir “görev koordinasyonu” olarak yorumlanır.
Buna karşılık, hem ABD hem Sovyet kaynaklarından yapılan değerlendirmeler, Küba veya Sovyetler Birliği’nin suikastın arkasında olduğunu kanıtlama yönünde bir sonuca ulaşamamıştır. Bazı Sovyet analizleri, suikastı ABD içindeki aşırı sağcı çevrelerin veya “askerî-sanayi kompleksi”nin işi olarak yorumlamış; bu bakış açısı, suikastı Amerikan iç politikasındaki güç mücadelelerinin bir sonucu olarak görmüştür. Böylece uluslararası boyutlu komplo teorileri, bir yandan Oswald’ın biyografisindeki Sovyet ve Küba unsurlarından hareketle bu ülkeleri doğrudan fail konumuna yerleştirirken; diğer yandan, özellikle Doğu Bloku değerlendirmelerinde, suikast ABD içindeki güç odaklarının bir eylemi olarak tasvir edilmiştir.
ABD İç Siyaseti ve Askeri-Sanayi Kompleksi İddiaları
Kennedy suikastına dair bir başka komplo anlatısı, olayın ABD iç siyasetindeki çatışmalar ve “askerî-sanayi kompleksi”nin çıkarlarıyla bağlantılı olduğu iddiasıdır. Bu yaklaşımın tarihsel arka planında, Kennedy’nin başkanlığı döneminde savunma bürokrasisi, Genelkurmay ve istihbarat örgütleriyle yaşadığı görüş ayrılıkları, nükleer strateji ve Vietnam politikası üzerindeki tartışmalar yer alır. Kennedy’nin kısmi nükleer deneme yasağına yönelik çabaları, Sovyetler Birliği ile sınırlı da olsa bir “yumuşama” (détente) arayışı içinde olması ve Vietnam’da doğrudan büyük çaplı muharip birlik gönderme konusunda temkinli davranması, bazı çevrelerde “yeterince sert değil” eleştirisine yol açmıştır.
Bu bağlamda, askeri müdahalelerin ve yüksek savunma harcamalarının sürmesini arzu eden güç odaklarının, Kennedy’nin izlediği politikaları kendi ekonomik ve stratejik çıkarlarına aykırı görmüş olabileceği ileri sürülür. Özellikle Vietnam Savaşı’nın ilerleyen yıllarda aldığı biçim dikkate alındığında, Kennedy’nin görevde kalması hâlinde bu savaşın farklı bir seyir izleyip izlemeyeceği sorusu, komplo anlatılarında önemli bir yer tutar. Bu anlatılarda, Kennedy’nin görevden uzaklaştırılmasıyla birlikte, daha saldırgan bir dış politika çizgisinin ve geniş ölçekli kara harekâtının önünün açıldığı ima edilir.

Kennedy'nin Ölümü Sonrası Beyaz Saray'ın Kapısına Asılan Siyah Tül (Library Of Congress)
İç siyasi boyutlu teorilerin bazı versiyonlarında, Kennedy’nin Demokrat Parti içindeki konumu, parti içi rakipleri, iş çevreleri ve büyük sermaye gruplarıyla yaşadığı gerilimler de eklenir. Vergi politikaları, çelik sanayisine yönelik müdahaleler ve büyük şirketlerle giriştiği kamuoyu önünde tartışmalar, bu anlatılarda “ekonomik elitlerle çatışma”nın göstergeleri olarak sunulur. Bazı iddialar, başkan yardımcısı Lyndon B. Johnson’ın siyasi geleceğinin Kennedy’nin yeniden seçilmesine bağlı olarak gölgede kalacağı ve suikastın, Johnson’a giden yolu açtığı yönünde spekülasyonlar üretir. Bu tür teorilerde, Johnson doğrudan veya dolaylı biçimde “iç komplo”nun bir parçası olarak resmedilir; ancak resmî soruşturmalar ve tarihsel belgeler, bu yönde hukuken bağlayıcı bir kanıt ortaya koymamıştır.
“Askerî-sanayi kompleksi” merkezli iddialar, daha çok yapısal bir okuma sunar. Bu okumaya göre, büyük savunma şirketleri, Pentagon bürokrasisi, istihbarat örgütleri ve onları destekleyen siyasi aktörlerden oluşan geniş bir ağ, ABD dış politikasının yönünü belirleme gücüne sahiptir. Kennedy’nin bu ağın belirlediği rotadan sapmaya çalışması, nükleer silahlanma yarışında frenleyici adımlar atması ve bazı krizlerde çatışma yerine müzakereyi tercih etmesi, onu bu güç odaklarının hedefi hâline getirmiştir. Suikast, bu çerçevede, yalnızca bireysel bir cinayet değil; devlet aygıtı içindeki güç dengelerini yeniden düzenleyen “siyasi bir operasyon” olarak yorumlanır. Ancak bu tür anlatılar, karmaşık yapısal ilişkileri net, somut delil zincirlerine dönüştürmekte güçlük çekmiş; çoğu zaman dolaylı ilişkiler, çıkar çatışmaları ve siyasal sonuçlar üzerinden kurulan yorumlar düzeyinde kalmıştır.
Kamuoyu, Medya ve Popüler Kültürde Kennedy Suikasti
1960’lardan İtibaren Kamuoyu Algısının Değişimi
Kennedy suikasti, 22 Kasım 1963’ten itibaren Amerikan toplumunda bir ulusal travma olarak işlenmiş, ilk günlerde kamuoyunun tepkisi büyük ölçüde şok, yas ve belirsizlik etrafında şekillenmiştir. Cenaze töreni, ülke çapında ilan edilen yas, bayrakların yarıya indirilmesi ve Parkland Memorial Hastanesi’nden başlayarak Washington’a uzanan süreç, suikastı “kuşak hafızası”na dönüştüren temel olaylar hâline gelmiştir. İlk anda Dallas Emniyeti’nin soruşturması, Oswald’ın yakalanması ve suikast zanlısı olarak ilan edilmesi, ardından Warren Komisyonu’nun kurulması, kamuoyuna “olay çözülüyor” duygusu vermiş; ana akım basın ilk yıllarda büyük ölçüde bu resmî çerçeveyi esas almıştır.
Ancak Oswald’ın, yalnızca iki gün sonra Jack Ruby tarafından polis gözetimi altında öldürülmesi, bu ilk çerçeveyi çok kısa sürede aşındırmıştır. Suçlanan kişinin mahkeme önüne çıkarılmadan, canlı yayında vurulması, hem yerel makamların hem de federal kurumların güvenilirliğine dair ilk kuşkuları doğurmuş; kamuoyunda “konuşması istenmeyen bir zanlının ortadan kaldırıldığı” izlenimi hızla yayılmıştır. Bu atmosfer, Warren Komisyonu Raporu’nun 1964’te yayımlanmasıyla birlikte tam olarak dağılmamış; raporun “tek fail” (Oswald’ın tek başına hareket ettiği) sonucuna karşı eleştirel yaklaşımlar kısa süre içinde oluşmaya başlamıştır.
1960’ların ikinci yarısından itibaren bu kuşkular, doğrudan resmî anlatıyı hedef alan yayımlarla pekişmiştir. Mark Lane’in Rush to Judgment başlıklı çalışması, Warren Komisyonu’na yönelttiği ayrıntılı eleştiriler ve tanık beyanlarındaki çelişkileri sistematik biçimde işlemesiyle, “revizyonist” literatürün erken örneklerinden biri hâline gelmiştir. Lane’in ardından David Lifton’un Best Evidence, Jim Marrs’ın Crossfire, Jim Garrison’ın On the Trail of the Assassins, Peter Dale Scott’ın Deep Politics and the Death of JFK gibi eserler; otopsi süreci, balistik deliller, istihbarat örgütlerinin rolü ve “derin devlet” tartışmaları etrafında alternatif açıklama modelleri geliştirmiş, kamuoyunda komplo ihtimaline inancı besleyen bir çerçeve sunmuştur. Harrison Edward Livingstone’un High Treason 2: The Great Cover-Up ve Killing Kennedy and the Hoax of the Century gibi çalışmaları da, suikastı kapsamlı bir örtbas operasyonu ve sistematik bir aldatma hikâyesi olarak kurgulayan yaklaşımı temsil etmiştir.
Bu eleştirel literatür, zamanla adeta “suikast araştırmacılığı”na özgü bir alt kültür oluşturmuştur. Bu çevre, arşiv belgeleri, tanık ifadeleri ve teknik raporları kendi okumalarına göre yeniden düzenleyerek; kimi zaman akademik görünümlü, kimi zaman açıkça polemikçi metinler üretmiştir. Buna paralel olarak, 1970’lerin Watergate skandalı, Vietnam Savaşı ve istihbarat kurumlarının iç faaliyetlerinin sorgulanması, federal devlete duyulan güveni genel olarak zayıflatmış; bu genel kuşkucu atmosfer, Kennedy suikastına ilişkin resmî anlatıya yönelik tereddütleri daha da güçlendirmiştir. Temsilciler Meclisi Suikastlar Seçici Komitesi’nin 1979 tarihli raporunda “başkanın muhtemelen bir komplo sonucu öldürüldüğü” yönündeki ifade, resmî düzeyde bile Warren çizgisini bütünüyle teyit etmeyen bir tonun benimsendiğini göstermiş; bu da kamuoyu algısında komplo ihtimalini daha meşru bir seçenek hâline getirmiştir.
Öte yandan, 1990’lardan itibaren, resmî soruşturmaların temel bulgularını savunan kapsamlı çalışmalar da yayımlanmıştır. Gerald Posner’ın Case Closed adlı kitabı, Warren Komisyonu ve diğer resmî delilleri çağdaş adlî teknikler ışığında yeniden ele alarak Oswald’ın tek başına hareket ettiği tezini ayrıntılı biçimde savunmuştur. Vincent Bugliosi’nin hacimli Reclaiming History: The Assassination of President John F. Kennedy çalışması ise, hem resmî raporları hem de onlarca yıllık komplo literatürünü bir arada değerlendirerek, komplo iddialarını tek tek eleştiriye tabi tutmuş ve yine tek fail sonucuna ulaşmıştır. Norman Mailer’ın Oswald’s Tale: An American Mystery ve Seymour Hersh’ün The Dark Side of Camelot gibi eserleri de, Kennedy dönemini ve Oswald’ın kişiliğini farklı yönleriyle tartışırken, suikastı daha geniş bir tarihsel ve siyasal bağlama yerleştirme çabası içinde olmuştur.
Böylece kamuoyu algısı, on yıllar boyunca iki ana eğilim arasında gelgit yaşamıştır: Bir yanda Warren Komisyonu’nun ve onu savunan Posner, Bugliosi gibi yazarların tek fail vurgusu; diğer yanda Lane, Lifton, Garrison, Marrs, Livingstone ve Peter Dale Scott gibi isimlerin sistematik komplo ve örtbas iddiaları. Kamuoyu yoklamaları, farklı dönemlerde değişse de, toplumun kayda değer bir bölümünün suikastta bir tür komplo bulunduğuna inanmaya devam ettiğini göstermiş; bu da Kennedy suikastını sürekli tartışılan, “tam olarak kapanmamış” bir dosya hâline getirmiştir.
Basın, Belgeseller ve Araştırmacı Gazetecilik
Suikast, daha ilk andan beri modern kitle iletişim araçlarıyla iç içe yaşanmıştır. Ulusal televizyon kanallarının normal yayın akışlarını keserek Dallas’a bağlanmaları, Parkland Memorial Hastanesi önünden ve Beyaz Saray’dan canlı yayınlar yapmaları; başkanlık konvoyunun görüntüleri, Parkland’e varış ve cenaze töreninin tüm ayrıntılarının ekranlara taşınması, olayı yalnızca yazılı basının sayfalarına değil, evlerin oturma odalarına da taşımıştır. Lee Harvey Oswald’ın Dallas Emniyeti bodrumunda Jack Ruby tarafından vurulduğu anın televizyon kameralarınca kayda alınması, bu sürecin en bilinen örneği olmuş; milyonlarca insan, bir suikast zanlısının ikinci bir saldırgan tarafından öldürülmesine anlık olarak tanık olmuştur.
Bu yoğun görsel ve işitsel kayıt, sonraki yıllarda hem belgesel yapımcıları hem de araştırmacı gazeteciler için temel bir arşiv niteliği kazanmıştır. Abraham Zapruder’in 8 mm’lik filmi, resmî soruşturmalardan bağımsız olarak, basın ve belgesel yapımları aracılığıyla yeniden ve yeniden kamuoyunun önüne çıkmıştır. Kare kare analizler, yavaş çekim gösterimler ve çizimlerle desteklenen televizyon programları, mermi isabetlerinin sıralaması, başkan ve valinin vücut hareketleri ve olası atış noktaları üzerine geniş bir tartışma alanı yaratmıştır. Böylece Zapruder filmi ve diğer görsel malzeme, yalnızca adlî bir delil olmaktan çıkıp, medyanın yeniden çerçevelediği bir “hikâye anlatımı” unsuruna dönüşmüştür.
Araştırmacı gazetecilik, suikast tartışmalarında erken tarihten itibaren belirleyici bir rol oynamıştır. Mark Lane’in Rush to Judgment çalışması, yalnızca bir kitap olarak değil, aynı zamanda kamuoyu önünde yürüttüğü kampanya, televizyon programlarına katılımları ve tanıklarla yaptığı söyleşiler aracılığıyla geniş bir görünürlük kazanmıştır. Lane ve onu izleyen David Lifton, Jim Marrs, Harrison Livingstone gibi isimler, basın ve yayın organları üzerinden Warren Komisyonu’nun yöntemlerini ve sonuçlarını sorgulamış; bu sorgulama, zamanla bağımsız radyo ve televizyon programları, belgeseller ve kamuoyu tartışmalarıyla daha da genişlemiştir. Suikastı ele alan dergi dosyaları, resmî raporlarla komplo literatürü arasındaki çelişkilere dikkat çekmiş; tıbbi ve balistik raporların yorumlanma biçimi kamuoyu önünde tartışılır hale gelmiştir.
Executive Action Fragmanı (Warner Bros. Rewind)
Sinema salonlarına uzanan ilk büyük adımlardan biri, 1973’te gösterime giren Executive Action olmuştur. Mark Lane ve Donald Freed’in kaleme aldığı Executive Action: Assassination of a Head of State adlı romana dayanan bu film, büyük şirketler, güvenlik bürokrasisi ve aşırı sağ çevrelerin birlikte planladığı bir suikast senaryosu çizer. Film, özellikle 1970’lerin genel devlet kuşkuculuğu atmosferiyle birleşerek, komplo anlatılarını daha geniş bir izleyici kitlesine taşımıştır.
1990’ların başında Oliver Stone’un JFK filmi, medya ve kamuoyu açısından yeni bir dönüm noktası olmuştur. Stone, New Orleans bölge savcısı Jim Garrison’ın On the Trail of the Assassins kitabına dayanarak, Kennedy suikastını CIA, ordu, istihbarat çevreleri ve iş dünyasını içeren geniş çaplı bir komplo olarak kurgulamış; filmde tarihsel görüntülerle kurmaca sahneleri iç içe geçirerek bir anlatı kurmuştur. JFK, izleyici nezdinde etkili olmuş; kongre düzeyinde suikast belgelerinin açıklanması ve arşivlerin gözden geçirilmesine ilişkin girişimlerin hızlanmasına da katkıda bulunmuştur. Bu anlamda film, yalnızca popüler bir yapım değil, aynı zamanda belge gizliliği tartışmalarını tetikleyen siyasal bir faktör hâline gelmiştir.
Bu belgesel ve kurmaca üretimlerin yanı sıra, televizyon için hazırlanmış pek çok program, özel dosya ve dizide Kennedy suikasti yeniden ele alınmıştır. Bazı yapımlarda Warren Komisyonu ve HSCA bulguları sadeleştirilerek aktarılmış, tek fail tezi savunulmuştur; bazı yapımlarda ise mafya, CIA, Küba ve “derin devlet” vurguları öne çıkarılmıştır. Böylece basın ve yayın dünyası, hem resmî anlatıyı geniş kitlelere ulaştıran hem de alternatif senaryoları meşrulaştıran, ikili bir rol üstlenmiştir. Bu ikili yapı, Kennedy suikastını günümüze kadar ulaştıran temel dinamiklerden biri olmuştur.
Roman, Film ve Dizilerde Yansıma
Kennedy suikasti, zamanla yalnızca tarih ve siyaset kitaplarında değil, romanlarda, sinema filmlerinde ve televizyon dizilerinde de tekrar tekrar işlenen bir tema hâline gelmiştir. Olayın karmaşık yapısı –açık alanda, kameralar önünde gerçekleşen bir suikast; zanlının hızlı biçimde yakalanması ve kısa süre içinde canlı yayında öldürülmesi; resmî komisyonlar ve bitmeyen komplo tartışmaları– kurmaca anlatılar için elverişli bir zemin sunmuştur.
Sinema alanında, Executive Action ve JFK gibi filmler, suikastı doğrudan merkezine alan yapımların başında gelmektedir. Executive Action, soğuk savaş ortamında “iç düşman” ve “devlet içi klikler” temasını bir suikast kurgusu üzerinden işlerken; JFK, arşiv görüntüleri ve dramatize edilmiş sahneleri iç içe geçirerek, izleyiciye hem adlî bir “yeniden inceleme” hem de politik bir “iddianame” sunmayı hedeflemiştir. Bu filmler, izleyicinin olaya yalnızca tarihsel bilgi düzeyinde değil, aynı zamanda duygusal ve estetik kanallardan da bağlanmasına yol açmış; bu nedenle popüler kültürdeki etkileri, resmî raporların etkisiyle karşılaştırılabilir düzeye ulaşmıştır.
JFK Filmi Fragmanı (Rotten Tomatoes Classic Trailers)
Suikast, aynı zamanda roman ve kurmaca anlatılarda da geniş bir yer tutmuştur. Resmî belgeler ve tanıklıklar, kimi yazarlara göre “ham malzeme” işlevi görmüş; bu malzeme üzerinden farklı siyasi ve psikolojik senaryolar kurgulanmıştır. Jim Garrison’ın On the Trail of the Assassins kitabı, her ne kadar kurgu-dışı bir metin olsa da, anlatım tekniği ve kişisel yorum ağırlığıyla, romanla belgesel arasındaki çizgide kalmış; Oliver Stone’un filminin de temel kaynağı olarak, suikastın kurmaca dünyaya aktarılmasında kilit rol oynamıştır. Yine David Lifton’un Best Evidence, Jim Marrs’ın Crossfire, Harrison Livingstone’un High Treason 2 ve Killing Kennedy and the Hoax of the Century gibi eserleri, okuyucu nezdinde çoğu zaman tarihsel inceleme ile politik gerilim romanı arasında konumlanmıştır.
Televizyon dizileri ve mini serilerde Kennedy suikasti çoğu zaman doğrudan konu edilmekten ziyade, belirli bir dönemin ruh hâlini anlatmak için “arka plan olayı” olarak kullanılmıştır. 1963’ün Kasım ayında geçen sahnelerde, karakterlerin günlük hayatları, suikast haberini radyodan ya da televizyondan öğrenmeleriyle kesintiye uğrar; böylece suikast, bireysel hikâyeleri de biçimlendiren toplumsal bir kırılma noktası olarak tasvir edilir. Bazı yapımlarda ise, suikastın önlenmesi ya da farklı biçimde gerçekleşmesi üzerine kurulu “alternatif tarih” kurguları tercih edilmiş; Kennedy’nin hayatta kalması hâlinde Soğuk Savaş’ın ve iç siyasetin nasıl şekillenebileceğine dair senaryolar üretilmiştir.
Popüler kültür üretimi ile tarih yazımı arasındaki bu etkileşim, Kennedy suikastının kolektif bellekteki konumunu belirleyen temel unsurlardan biridir. Resmî belgeler, komisyon raporları ve akademik çalışmalar; romanlar, filmler ve diziler tarafından yeniden yorumlanmış, dramatize edilmiş ve geniş kitlelere aktarılmıştır. Bu süreçte, tarihsel olgular ile kurmaca anlatıların sınırları zaman zaman bulanıklaşmış; sinema sahneleri ve roman kurguları, pek çok kişi için olayı hatırlarken başvurulan başlıca referans hâline gelmiştir. Sonuç olarak Kennedy suikasti, hem tarih disiplininin hem de popüler kültürün ortak konusu olarak, modern dünyada “devlet, komplo ve hakikat” tartışmalarının merkezinde yer almaya devam etmektedir.


