Rum, İspanyol veya Slav asıllı (Saklebî) olduğu rivayet edilir. Âmirîler’in sarayında yetiştiğinden kaynaklarda el-Fityânü’l-Âmiriyyûn arasında sayılmış, ayrıca hadım sakālibeden (huddâmü’l-hısyân) ayrılması için “fahl” (tam erkek) sıfatıyla tanımlanmıştır. Kurtuba’da (Córdoba) Hâcib İbn Ebû Âmir el-Mansûr’un himayesinde iyi bir eğitim gördüğü, özellikle dinî ilimler ve Arap edebiyatında yetiştiği bilinmektedir. Bazı rivayetlerde onun Belensiye (Valencia) yahut Balear adalarında (el-Cezâirü’ş-Şarkıyye) Âmirîler adına valilik yaptığı belirtilmektedir. XI. yüzyılın başlarında Âmirîler’in iktidardan uzaklaştırılması üzerine bu aileye bağlı diğer Saklebî kumandan ve idareciler gibi Kurtuba’dan ayrılarak Doğu Endülüs’te Balear adalarını da içine alan Dâniye Emirliği’ni kurdu (405/1014; kaynaklarda 400, 402 ve 403 tarihleri de verilmektedir). Mücâhid, Dâniye’de “el-Muvaffak” lakabıyla hükümranlığını ilân etmekle beraber Emevîler’e olan bağlılığını sürdürdü. Bu sülâleden Ebû Abdullah el-Muaytî diye tanınan bir fakihi Müntasır-Billâh lakabıyla halife ilân etti ve onun adını da taşıyan sikkeler bastırdı (405/1015); halife de kendisine Zülvizâreteyn lakabını verdi.
Mücâhid, Dâniye’nin coğrafî konumu sebebiyle dikkatini daha çok Akdeniz’in hıristiyan hâkimiyetindeki adalarına çevirdi. Dâniye ve Balear adalarındaki tersaneleri yenileyerek güçlü bir donanma kurdu ve Dâniye’yi Endülüs’ün en büyük iki deniz üssünden biri haline getirdi. 406 (1015-16) yılında 120 gemi ve 1000 süvarinin katıldığı bir seferle Sardinya adasının büyük bir kısmını fetheden Mücâhid, burada müslümanların varlığını kalıcı kılmak amacıyla yeni ve büyük bir şehrin kurulması için emir verdi. Ancak yaklaşık on ay sonra papalığın teşvikiyle hazırlanan bir Haçlı donanmasının saldırısı ve savaş sırasında çıkan şiddetli rüzgârın müslüman gemilerinin önemli bir bölümünün batmasına sebep olması sonucu, karaya dönüp aile mensuplarını yanına alamadan çok az sayıda gemiyle Sardinya’yı terketmek zorunda kaldı. Bazı hıristiyan kaynaklarında Mücâhid’in bundan sonra ada üzerine 1019 yılında bir sefer daha düzenlediği belirtilmektedir.
Dâniye’ye döndüğünde Mücâhid, Muaytî’nin kendisine çizilen görev alanının dışına çıkıp bütün yetkileri ele geçirdiğini ve bazı icraatlarıyla şehirde huzursuzluk meydana getirdiğini görerek onu Mağrib’deki Bicâye’ye sürdü. Ardından Sardinya’da esaret altında kalan ailesini kurtardı; fakat Sardinyalılar, onun adaya tekrar saldırmasını önlemek amacıyla oğlu Ali’yi ellerinde tutmaya devam ettiler. Latince öğrenen ve hıristiyan terbiyesiyle yetişen Ali on yedi yaşına ulaştığında kurtarılabildi ve Mücâhid onun yokluğunda verdiği kararı değiştirip kendisini veliahtlığa getirdi. Mücâhid 408 (1017) yılında, başını Hayrân el-Âmirî’nin çektiği diğer Saklebî emîrler gibi, Kurtuba’yı ele geçirip hilâfet iddiasında bulunan Şiî Hammûdîler’e karşı Murtazâ-Billâh unvanıyla halifeliğini ilân etmiş olan Emevî sülâlesinden Abdurrahman b. Muhammed’e (IV. Abdurrahman), onun öldürülmesinden sonra da Abbâdîler tarafından kayıp halife II. Hişâm olduğu iddiasıyla tahta oturtulan Halef el-Husrî’ye biat etti (414/1023); bu suretle Emevî sülâlesine olan bağlılığını yine gösterdi.
Mücâhid 411 (1020) yılından itibaren Belensiye, Turtûşe (Tortosa) ve Mürsiye (Murcia) gibi çevre şehirleri hedef alan bir genişleme siyaseti izlemeye başladı. Bir süre Belensiye’yi Saklebî asıllı emîr Lebîb’le birlikte yönetti. Lebîb’in halk tarafından kovulması üzerine şehir tamamıyla ona kaldıysa da diğer Saklebî emîrlerinin, Âmirî ailesinden Abdülazîz b. Abdurrahman el-Mansûr’a biat edip onu Belensiye’de tahta oturtmak istemeleri üzerine iki yıl idaresi altında tuttuğu bu şehirden vazgeçti. Muhtemelen 420 (1029) dolaylarında Meriye (Almeria) Emîri Züheyr’in kontrolünde bulunan Mürsiye üzerine yürüdü ve burada şehir yönetimi için mücadele eden iki köklü aileden Benî Hattâb’ın iş başına gelmesine yardımcı olarak Benî Tâhir’in liderini Dâniye’ye götürdü. 429 (1037-38) yılında Abdülazîz el-Mansûr’un Meriye’yi ele geçirmesinden endişelenen Mücâhid Belensiye, Şâtıbe (Xàtiva) ve Lûrka’ya (Lorca) doğru bir askerî harekât başlattı ve Şâtıbe ile Lûrka’nın yanı sıra Şûzer’i de hâkimiyet altına aldı. Ancak Abdülazîz el-Mansûr’un, çok sayıda paralı hıristiyan askerin de bulunduğu güçlü ordusuyla yaptığı karşı hücum sonucu zaptettiği toprakları geri vermeye mecbur oldu (433/1042). Öldüğünde oğlu İkbâlüddevle Ali’ye Dâniye ve Balear adalarını içine alan, geniş bir ticaret ağına sahip zengin bir emirlik bırakan Mücâhid adaletli, ileri görüşlü, sağlam iradeli, cesur bir devlet adamı kimliğiyle tanınıyordu. Şöhreti, bütün Batı Akdeniz’de müslümanlar ve kendisini Mogetus adıyla tanıyan hıristiyanlar arasında sürekli denizlerde gezen ve kahramanlıklar yapan efsanevî bir kişi olarak uzun yıllar yaşamaya devam etti.
Mücâhid’e yer veren kaynaklarda onun başarılı idareciliği ve cengâverliği yanında özellikle hadis, kıraat ve Arap dili ve edebiyatı alanlarında bilgi sahibi olduğuna ve aruza dair bir kitap yazdığına dikkat çekilmekte, ayrıca mülûkü’t-tavâif arasında en fazla âlim ve edibin onun sarayında görüldüğü belirtilmektedir (Dabbî, s. 472-473). Ebû Amr ed-Dânî, İbn Abdülber en-Nemerî, İbn Ma‘mer el-Lugavî, İbn Sîde, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Reşîḳ, İbn Bürd el-Asgar ve İbn Garsiyye bunlardan bazılarıdır. Mücâhid topraklarında ilmin yayılması için özel bir çaba harcamış, bu çabanın bir sonucu olarak hür insanlar kadar köle ve câriyeler de ilmî faaliyetlere katılmıştır.