Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) (Özgün adı: Nationalsozialistischer Untergrund), Almanya’da 2000–2007 yılları arasında sekizi Türk olmak üzere toplam on kişinin öldürülmesinden sorumlu tutulan aşırı sağcı bir terör örgütüdür. Örgütün varlığı ve cinayetlerdeki rolü, 4 Kasım 2011’de iki üyesinin ölü bulunmasının ardından elde edilen delillerle ortaya çıkmıştır. Bu tarihe kadar farklı eyaletlerde yürütülen soruşturmalar arasında bağlantı kurulmamış, cinayetlerin faili meçhul niteliği korunmuş ve olaylar çoğunlukla organize suç, mafya veya uyuşturucu bağlantıları çerçevesinde değerlendirilmiştir. Olayların ortaya çıkmasıyla birlikte Almanya’daki güvenlik kurumlarının soruşturma süreçleri, bilgi akışı ve istihbarat faaliyetleri kamuoyu ve resmi komisyonlar tarafından incelenmiş, örgütün bağlantıları ve faaliyetlerinin aydınlatılmasında yaşanan eksiklikler yoğun tartışmalara konu olmuştur.

NSU'ya Karşı Protestolar (Anadolu Ajansı)
Kuruluş ve Arka Plan
Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) örgütünün oluşumu, Almanya’da özellikle 1990’ların ardından belirginleşen aşırı sağ hareketlerin yoğunlaştığı sosyal ve politik ortamla bağlantılıdır. Berlin Duvarı’nın yıkılması, Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden sonra birçok şehirde yabancı karşıtı örgütlenmeler ortaya çıkmış, özellikle eski Doğu Almanya bölgesinde aşırı sağcı gruplar daha görünür hâle gelmiştir. Bu süreçte çeşitli neo-Nazi yapılanmaları, yabancılara ve göçmenlere yönelik saldırıların artmasında rol oynamış ve 1990’lı yılların başından itibaren hedef alınan topluluklar arasında çoğunluğu Türkler olan göçmen gruplar ön plana çıkmıştır. Bu genel ortam, ilerleyen yıllarda NSU’nun ortaya çıkmasına zemin hazırlayan radikal yapılanmaların güçlenmesine katkı sağlamıştır.
NSU’nun çekirdek kadrosu Beate Zschäpe, Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt’tan oluşmaktadır. Bu üçlü, örgüt ortaya çıkmadan önce Thüringer Heimatschutz adıyla bilinen aşırı sağcı yapılanmanın Jena hücresinde faaliyet göstermekteydi. Bu yapılanmanın katı hiyerarşik bir örgütlenmeye sahiptir ve NSU yapılanmasının da bu hiyerarşik model içinde gelişmiştir. Jena’daki bu yerel yapılanma, Almanya’daki daha geniş neo-Nazi ağlarının bir parçasıydı ve NSU’nun ilerleyen yıllarda gerçekleştireceği eylemler için ideolojik ve örgütsel zemin sağlamıştır.
1998 yılında Jena’da üçlüye ait bir bomba atölyesine gerçekleştirilen polis baskını, örgütün yeraltına geçiş sürecinin başlangıcı olmuştur. Bu baskından sonra Zschäpe, Mundlos ve Böhnhardt kayıplara karışmış ve uzun süre kayıt dışı yaşamaya başlamışlardır. Yeraltına geçmelerine rağmen üçlünün isimleri kamuoyunda bilinmeye devam etmiş, 2011 yılında örgütün açığa çıkışına kadar çeşitli aşırı sağcı çevrelerle ilişki hâlinde oldukları anlaşılmıştır. 1998 sonrasında örgüt, kimlik değişikliği, güvenli evler ve destek sağlayan aşırı sağcı yapılanmaların yardımıyla Almanya’nın farklı bölgelerinde faaliyet göstermiştir.
NSU’nun radikalleşme sürecinde çevresel faktörlerin yanı sıra örgütün içinde bulunduğu aşırı sağcı ağın da belirleyici rol oynadığı görülmektedir. Özellikle 1990’lardan itibaren Almanya’da yabancılara yönelik saldırıların artması, neo-Nazi grupların kendilerini daha görünür kılmalarına imkân tanımıştır. Bu dönemde çeşitli şehirlerde mülteci yurtlarının hedef alınması, kundaklamalar ve linç girişimleri gibi olaylar aşırı sağcı çevrelerde radikalleşmeyi beslemiş ve göçmen karşıtı tutumların sertleşmesine yol açmıştır. Bu bağlam, NSU’nun daha sonra işleyeceği seri cinayetler için ideolojik bir çerçeve oluşturmuştur.
Örgütün kuruluş sürecine ilişkin tartışmalarda dikkat çeken bir diğer unsur, NSU’nun yalnızca üç kişiden oluşan bir hücre olmadığına dair değerlendirmelerdir. Bazı kaynaklarda örgütün çevresinde yer alan destekçiler, muhbirlik faaliyeti yürüten aşırı sağcı aktörler ve örgüte yardım eden şahısların bulunduğu ifade edilmiştir. Buna rağmen resmi soruşturmalarda örgütün yalnızca üçlü çekirdekten ibaret olduğu yönünde bir yaklaşım benimsenmiştir. Bu çerçevede, NSU’nun oluşumunda yer aldığı değerlendirilen daha geniş bağların ve örgütlenme biçimlerinin soruşturma aşamasında yeterince incelenmediği belirtilmiştir.
NSU’nun örgütsel gelişimi, Almanya’daki güvenlik kurumlarının aşırı sağcı yapıların izlenmesi konusunda karşılaştığı zorluklarla da ilişkilidir. Federal ve eyalet düzeyindeki istihbarat kurumlarının bazı Neo-Nazi çevrelerinden bilgi toplayan V-Mann sistemiyle çalıştığı, ancak bu sistemin NSU bağlamında etkili bilgi üretmediği veya mevcut bilgilerin kamuoyuna yansımadığı yönünde değerlendirmeler bulunmaktadır. Çeşitli raporlarda, NSU’nun çevresindeki bazı kişilerin aynı zamanda istihbarat servisleriyle temas hâlinde olduğu iddia edilmiş ve örgütün kuruluş dönemine ilişkin bağlantılar tam olarak aydınlatılamamıştır. Bu durum, örgütün yapısının ve arka planındaki ilişkilerin net şekilde ortaya konmasını güçleştiren bir faktör olarak değerlendirilmiştir.
Nasyonal Sosyalist Yeraltı Terör Örgütü: NSU (TRT Haber)
Cinayetler ve Saldırılar
Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) terör örgütü, 2000–2007 yılları arasında Almanya’nın farklı şehirlerinde göçmen kökenli bireylere ve bir polis memuruna yönelik seri cinayetler işlemiş, ayrıca bombalı saldırılar ve banka soygunları gerçekleştirmiştir. Örgütün eylemleri uzun yıllar boyunca faili meçhul olarak kalmış ve saldırılar arasında bağlantı kurulması ancak 2011 yılında örgütün ortaya çıkmasıyla mümkün olmuştur. Bu dönemde işlenen cinayetlerin ortak noktalarından biri, kurbanların büyük çoğunluğunun Türk kökenli vatandaşlar veya göçmenler olmasıdır. Bunun yanında NSU’nun kullandığı yöntemlerin tekrarlayan nitelikte olması, saldırıların planlı ve süreklilik gösteren bir terör faaliyeti kapsamında yürütüldüğünü ortaya koymaktadır.
Cinayetler
Örgütün bilinen ilk cinayeti, 9 Eylül 2000 tarihinde Nürnberg’de işlenmiştir. Çiçekçilik yaparak geçimini sağlayan Enver Şimşek adlı vatandaşı, aracında çiçek satarken kimliği belirsiz saldırganlar tarafından başından vurularak öldürülmüştür. Bu olay, NSU’nun göçmenleri hedef alan seri cinayetlerinin başlangıcı olarak kaydedilmiştir. O dönemde güvenlik birimleri saldırının arkasında organize suç bağlantıları olabileceği ihtimali üzerinde durmuş, ancak daha sonra ortaya çıkan bilgiler saldırının örgüt tarafından işlendiğini göstermiştir.
Bu cinayeti, 13 Haziran 2001 tarihinde yine Nürnberg’de işlenen ikinci saldırı izlemiştir. Terzi dükkânı işleten Abdürrahim Özüdoğru, iş yerinde çalışırken başına isabet eden kurşunlarla hayatını kaybetmiştir. Öldürülme biçimi bakımından ilk cinayetle benzerlikler taşıyan bu saldırı da polis tarafından uzun süre bağımsız bir olay olarak değerlendirilmiş ve soruşturmalar kurbanın aile çevresi ve iş ilişkileri üzerinde yoğunlaşmıştır. Ancak daha sonra ortaya çıkan deliller bu saldırının da NSU tarafından planlandığını göstermiştir.
Örgütün üçüncü cinayeti ise 27 Haziran 2001 tarihinde Hamburg’da işlenen Süleyman Taşköprü cinayetidir. Taşköprü, ailesiyle birlikte işlettiği manavda saldırıya uğramış ve başından vurularak hayatını kaybetmiştir. Cinayetin işlendiği dönem boyunca soruşturmalar kurbanın iş ilişkileri ve aile çevresi üzerinde şekillenmiş, ancak farklı şehirlerde gerçekleşen önceki saldırılarla bağlantı kurulmamıştır. Cinayetlerde aynı silahın kullanıldığı bilgisi örgütün açığa çıkışına kadar resmi kayıtlarda değerlendirilmemiştir.
NSU’nun dördüncü kurbanı ise 29 Ağustos 2001’de Münih’te öldürülen Habil Kılıç’tır. Aile işletmesi olan manav dükkânında yalnız bulunduğu sırada başından vurularak öldürülen Kılıç’ın cinayeti, örgütün işlediği önceki saldırılarla benzer yöntemler içermesine rağmen yine bağımsız bir olay olarak soruşturulmuştur. Olay yerinde elde edilen bulgular, ancak 2011’de örgütün açığa çıkması sonrasında diğer cinayetlerle bağlantılı olarak değerlendirilmiştir.
Örgütün beşinci cinayeti üç yıl sonra, 25 Şubat 2004’te Rostock’ta işlenen Mehmet Turgut cinayetidir. Bir döner dükkânında çalışan Turgut, iş yerinde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir. Cinayetin işlendiği dönemde soruşturmalar yine örgütlü suç ihtimaline yönelmiş, saldırının önceki cinayetlerle bağlantısına dair bir değerlendirme yapılmamıştır. Ancak kullanılan silahın önceki saldırılarda kullanılan Ceska marka tabanca ile aynı olduğu daha sonra tespit edilmiştir.
NSU’nun altıncı cinayeti, 9 Haziran 2005 tarihinde Nürnberg’de işlenen İsmail Yaşar cinayetidir. Yaşar, işlettiği döner büfesinde saldırıya uğramış ve başına ve kalbine isabet eden kurşunlarla hayatını kaybetmiştir. Bu saldırı, örgütün aynı şehirde daha önce gerçekleştirdiği cinayetlerle benzer nitelikler taşımakta olup olayın işlendiği dönemde dahi faili meçhul olarak değerlendirilmiştir.
Bu olaydan bir hafta sonra, 15 Haziran 2005’te Münih’te Yunan asıllı Alman vatandaşı Theodoros Boulgarides öldürülmüştür. Anahtarcılık yapan Boulgarides, iş yerinde uğradığı saldırı sonucu başına isabet eden iki kurşunla hayatını kaybetmiştir.
Dortmund’da büfe işletmeciliği yapan Mehmet Kubaşık ise 4 Nisan 2006 tarihinde NSU tarafından öldürülmüştür. Kubaşık’ın dükkânında vurularak öldürülmesi, saldırıların farklı şehirlerde süreklilik gösterdiğini ve örgütün hareketli bir yapılanmaya sahip olduğunu yansıtmaktadır. Olay sonrası yürütülen soruşturmalar yine kurbanın aile çevresi ve iş ilişkileri üzerinde yoğunlaşmış, saldırının diğer cinayetlerle bağlantısı resmi olarak kabul edilmemiştir.
Örgütün dokuzuncu kurbanı Kassel’de 6 Nisan 2006 tarihinde öldürülen Halit Yozgat’tır. Yozgat, işlettiği internet kafede başından vurularak öldürülmüştür. Bu cinayet sırasında olay yerinde bir istihbarat görevlisinin bulunmuş olması kamuoyunda tartışmalara yol açmış, ancak olayın resmî soruşturma dosyasında örgüt bağlantısı uzun süre ortaya konulamamıştır.
NSU’nun bilinen son cinayeti ise 25 Nisan 2007’de Heilbronn’da işlenen polis memuru Michèle Kiesewetter cinayetidir. 21 yaşındaki Kiesewetter ve bir polis memuru daha devriye sırasında saldırıya uğramış, Kiesewetter hayatını kaybetmiş, diğer memur ise ağır yaralanmıştır. Bu saldırının önceki cinayetlerden farklı olarak göçmenlere değil, polis memurlarına yönelik olması dikkat çekmiş, ancak saldırının motivasyonu ve örgütün hedef seçimindeki kriterler tam olarak aydınlatılamamıştır.

NSU’nun Çekirdek Kadrosundan Beate Zschäpe (Anadolu Ajansı)
Bombalı Saldırılar
NSU’nun faaliyetleri arasında seri cinayetlerin yanı sıra bombalı saldırılar da yer almaktadır. Kaynaklarda, örgütün 2000’li yılların başından itibaren en az iki bombalı saldırı gerçekleştirdiği belirtilmektedir. Bu saldırıların en bilinenlerinden biri 9 Haziran 2004 tarihinde Köln’de Türklerin yoğun olarak yaşadığı bir sokakta düzenlenen bombalı saldırıdır. Saldırıda 22 kişi yaralanmış ancak olayın gerçekleştiği dönemde güvenlik birimleri saldırıyı yabancı karşıtı bir terör eylemi olarak değerlendirmemiştir. Diğer bir saldırı ise 19 Ocak 2001 tarihinde Köln’de bir İranlıya ait markete bombalı saldırıdır. Soruşturmalarda saldırı uzun süre organize suç veya farklı topluluklar arası husumet çerçevesinde ele alınmış, NSU bağlantısı örgütün 2011 yılında ortaya çıkarılmasına kadar gündeme gelmemiştir.
Bombalı saldırıların örgüt tarafından üstlenilmemiş olması ve olay yerinde örgütü doğrudan işaret eden delillerin bulunmaması, eylemlerin yıllarca faili meçhul niteliğini korumasına neden olmuştur. Buna ek olarak polis ve istihbarat birimlerinin soruşturma sürecinde saldırılar arasındaki olası ideolojik bağlantıları değerlendirmediği, soruşturmaları daha çok yerel ihtilaflar ve suç ilişkileri çerçevesinde yürüttüğü belirtilmektedir. NSU'nun gerçekleştirdiği bombalı saldırılar, örgütün cinayetlerin yanı sıra kitlesel zarar verme kapasitesine sahip bir terör yapılanması olduğunu göstermesi bakımından önem taşımaktadır.
Banka Soygunları
NSU’nun faaliyetleri arasında örgütün finansman ihtiyacını karşılamak amacıyla gerçekleştirdiği banka soygunları da önemli bir yer tutmaktadır. Kaynaklarda, örgütün 2000–2011 yılları arasında en az 15 banka soygunu gerçekleştirdiği belirtilmektedir. Bu eylemler, örgütün yeraltında kaldığı dönemde lojistik ihtiyaçlarını karşılamasına, silah ve barınma gibi operasyonel unsurları finanse etmesine imkân tanımıştır. Banka soygunları genellikle silahlı yöntemlerle gerçekleştirilmiş olup, eylemler sırasında bazı çalışanlar ve siviller yaralanmıştır. Bununla birlikte örgüt soygunları hiçbir dönemde üstlenmemiş, eylemler uzun süre bağımsız kriminal olaylar olarak değerlendirilmiştir.
Soygunların farklı eyaletlerde ve uzun bir zaman dilimine yayılması, örgütün hareketli ve sistematik şekilde faaliyet yürüttüğünü göstermektedir. Güvenlik birimleri, örgütün kimliğinin ortaya çıkmasına kadar bu soygunlar ile seri cinayetler arasında bağlantı kurmamış, olaylar çoğunlukla klasik adi suç kapsamında değerlendirilmiştir. NSU’nun banka soygunlarının, örgütün varlığını uzun yıllar sürdürmesine olanak sağlayan maddi altyapının ana unsurlarından biri olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum, örgütün finansman yapısının saldırı pratiği ile bütünleşik ve süreklilik gösteren bir özellik taşıdığını ortaya koymaktadır.
Cinayetlerin, saldırıların ve soygunların soruşturulması sürecinde eyalet polis teşkilatları arasındaki yetki sınırlamaları, saldırılar arasındaki bağlantının yıllarca fark edilmemesine neden olmuştur. Her eyalet kendi sınırları içindeki cinayetleri bağımsız olarak soruşturmuş, ancak farklı eyaletlerde işlenen cinayetlerde kullanılan silahın aynı olması uzun süre resmi olarak birleştirilmemiştir. Bu durum, NSU’nun uzun yıllar boyunca ortaya çıkmadan faaliyet göstermesine zemin hazırlamış ve soruşturmalara yönelik eleştirilerin artmasına yol açmıştır.
Örgütün saldırılarının açığa çıkması, 4 Kasım 2011’de terörist Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt’ın bir karavanda ölü bulunmasıyla mümkün olmuştur. Olaydan kısa süre sonra Beate Zschäpe örgüte ait evi ateşe vermiş, evin enkazında örgütün cinayetleri üstlendiğini gösteren video ve kullanılan silahlar ele geçirilmiştir. Bu gelişme, yıllarca bağlantı kurulmamış olan cinayetlerin tek bir örgüt tarafından işlendiğini ortaya koymuştur.
Bu çerçevede NSU’nun cinayetleri ve saldırıları, örgütün uzun süre boyunca sistematik şekilde göçmenleri hedef aldığını, hareketli ve gizlenmeye dayalı bir yapılanma kullandığını ve federal güvenlik birimlerinin olaylar arasında bağlantı kurmakta başarısız kaldığını göstermektedir. Örgütün eylemlerinin ortaya çıkması sonrası yürütülen incelemeler, saldırıların çok boyutlu ve planlı bir terör stratejisinin parçası olduğunu göstermiştir.

Beate Zschäpe Mahkemede (Anadolu Ajansı)
Kurbanlar
- Enver Şimşek: Nürnberg’de yaşayan ve çiçekçilik yaparak geçimini sağlayan Türk asıllı Alman vatandaşıdır. 9 Eylül 2000 tarihinde minibüsünde çiçek satarken NSU üyelerinin gerçekleştirdiği silahlı saldırı sonucu ağır yaralanmış, 11 Eylül’de hastanede hayatını kaybetmiştir.
- Abdürrahim Özüdoğru: Nürnberg’de ikamet eden Türk asıllı Alman vatandaşıdır. 13 Haziran 2001 tarihinde sahibi olduğu terzi dükkânında çalışırken NSU üyelerinin silahlı saldırısı sonucu öldürülmüştür.
- Süleyman Taşköprü: Hamburg’da yaşayan Türk asıllı Alman vatandaşıdır. 27 Haziran 2001 tarihinde işlettiği manavda NSU üyelerinin düzenlediği silahlı saldırıda hayatını kaybetmiştir.
- Habil Kılıç: 38 yaşında, Münih’te yaşayan Türk asıllı Alman vatandaşıdır. 29 Ağustos 2001 tarihinde ailecek işlettikleri manavda yalnız olduğu sırada NSU’nun düzenlediği silahlı saldırıda başından vurularak hayatını kaybetmiştir.
- Mehmet Turgut: Rostock’ta yaşayan 27 yaşındaki Türk asıllı Alman vatandaşıdır. 25 Şubat 2004 tarihinde çalıştığı döner dükkânında NSU üyeleri tarafından başına isabet eden kurşunlarla öldürülmüştür.
- İsmail Yaşar: Nürnberg’de döner büfesi işleten Türk asıllı Alman vatandaşıdır. 9 Haziran 2005 tarihinde NSU’nun gerçekleştirdiği saldırıda başına ve kalbine isabet eden kurşunlarla 50 yaşında hayatını kaybetmiştir.
- Theodoros Boulgarides: Münih’te yaşayan 41 yaşındaki Yunan asıllı Alman vatandaşıdır. 15 Haziran 2005 tarihinde anahtarcı dükkânında NSU üyeleri tarafından kafasına isabet eden iki kurşunla öldürülmüştür.
- Mehmet Kubaşık: Dortmund’da büfe işleten 39 yaşındaki Türk asıllı Alman vatandaşıdır. 4 Nisan 2006 tarihinde NSU üyeleri tarafından öldürülmüştür.
- Halil Yozgat: Kassel’de internet kafe işleten 21 yaşındaki Türk asıllı Alman vatandaşıdır. 6 Nisan 2006 tarihinde NSU üyeleri tarafından başına isabet eden iki kurşunla öldürülmüştür.
- Michèle Kiesewetter: Heilbronn’da görev yapan 21 yaşındaki Alman polis memurudur. 25 Nisan 2007 tarihinde NSU üyeleri tarafından düzenlenen silahlı saldırıda hayatını kaybetmiştir.

NSU'ya Karşı Protestolar (Anadolu Ajansı)
Örgütün Ortaya Çıkışı
Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) örgütünün varlığı kamuoyunda ilk kez 4 Kasım 2011 tarihinde ortaya çıkmıştır. Almanya’nın doğusundaki Eisenach kentinde bir banka soygunu sonrasında polis, kaçan saldırganların bulunduğu karavana ulaşmış ve karavanın içinde Uwe Mundlos ile Uwe Böhnhardt’ın cansız bedenlerine rastlamıştır. Resmî açıklamalara göre iki örgüt üyesinin karavanın içinde intihar ettiği bildirilmiştir. Bu olay, yıllardır göçmenlere yönelik olarak işlendiği hâlde faili meçhul kabul edilen cinayetlerin arkasında organize bir terör yapılanmasının bulunabileceği yönünde ilk somut işaretleri ortaya koymuştur.
Karavandaki ölümlerin ardından örgütün üçüncü üyesi Beate Zschäpe, Zwickau’da belirlenen hücre evini ateşe vermiştir. Yangına müdahale sonrası evin enkazında, cinayetlerin NSU tarafından üstlenildiğini gösteren video kayıtları ile seri cinayetlerde kullanılan Ceska marka tabanca ele geçirilmiştir. Söz konusu bulgular, 2000–2007 yılları arasında gerçekleşen ve aralarında çoğunlukla Türk vatandaşlarının bulunduğu toplam on kişinin öldürüldüğü saldırıların birbiriyle bağlantılı olduğunu ve bunların aynı yapı tarafından planlandığını ortaya koymuştur. Zschäpe, yangından dört gün sonra polise teslim olmuş ve soruşturma süreci hızla genişletilmiştir.
Örgütün açığa çıkması, Alman güvenlik birimlerinin uzun yıllar boyunca yürüttüğü soruşturmaların neden sonuç vermediği yönündeki tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Kaynaklarda, cinayetlerin işlendiği dönemde polis ve savcılık makamlarının olaylar arasında bağlantı kurmadığı ve saldırıları çoğunlukla kurbanların yakın çevresi veya organize suç yapılarıyla ilişkilendirdiği belirtilmektedir. Örneğin, seri hâlde işlenen cinayetlerde aynı silahın kullanılmasına rağmen bu bilginin farklı eyaletlerdeki soruşturma birimleri arasında etkili biçimde paylaşılmadığı, dolayısıyla saldırıların ortak bir fail tarafından işlendiği yönünde değerlendirme yapılmadığı ifade edilmektedir. Bu durum, örgütün yaklaşık on yıl boyunca ortaya çıkmadan faaliyet göstermesine katkı sağlayan etmenlerden biri olarak görülmüştür.

NSU Terör Örgütü İnfografiği (Anadolu Ajansı)
Soruşturmalar ve Kurumsal Eleştiriler
NSU’nun 2000–2007 yılları arasında işlediği cinayetler, uzun süre boyunca Almanya’daki güvenlik birimleri tarafından birbirinden bağımsız olaylar olarak değerlendirilmiştir. Farklı eyaletlerde gerçekleşen saldırıların cinayet işleniş biçimi, kullanılan silah ve hedef alınan kişilerin profili bakımından benzerlik göstermesine rağmen, polis ve savcılık makamları olaylar arasında bağlantı kurmamış ve soruşturmalar ağırlıklı olarak kurbanların aileleri, iş çevreleri veya organize suç yapıları üzerinde yoğunlaştırılmıştır. Özellikle Türk kökenli kurbanların ailelerinin bazı durumlarda zan altında tutulduğu, yanlış yönlendirilen soruşturmaların ailelerin mağduriyetini artırdığı belirtilmiştir.
Soruşturmaların bağımsız yürütülmesinin en önemli nedenlerinden biri, Almanya’daki federal yapı gereği eyalet polis teşkilatlarının soruşturma yetkisinin kendi eyalet sınırlarıyla sınırlı olmasıdır. Bu nedenle Nürnberg, Münih, Kassel, Dortmund ve Hamburg gibi farklı şehirlerde gerçekleşen saldırılar arasında bütüncül bir değerlendirme yapılamamış ve kullanılan Ceska CZ 83 marka tabancanın cinayetlerin tamamında aynı olması soruşturmanın erken aşamalarında dikkate alınmamıştır. Bazı kaynaklarda, saldırılar arasında bağlantı kurulamayışının NSU’nun yaklaşık on yıl boyunca faaliyet göstermesine imkân tanıdığı ifade edilmektedir.
Soruşturmalara yönelik eleştirilerin önemli bir boyutu, güvenlik kurumlarında yer aldığı iddia edilen “kurumsal önyargı” ve aşırı sağ tehdidinin yeterince ciddiye alınmamasıyla ilgilidir. 2000’li yılların başında gerçekleşen cinayetlerde polis birimleri, olayları ısrarla organize suç, uyuşturucu ticareti veya aile içi çatışmalar çerçevesinde incelemiş; göçmenlerin hedef alındığı bir aşırı sağ şiddet dalgası ihtimali uzun süre değerlendirilmemiştir. Resmî belgelerde, cinayetlerin arkasında ırkçı bir motivasyonun bulunabileceğine ilişkin uyarılar yapılmış olsa da bu ihtimalin etkin biçimde ele alınmadığı belirtilmektedir. Bu durum, NSU soruşturmasının geç ilerlemesine ve kurbanların ailelerinin kamu kurumlarına olan güveninin sarsılmasına yol açmıştır.
Özellikle NSU’nun ortaya çıkışından hemen sonra istihbarat birimlerinde bazı dosyaların imha edilmesi, soruşturmaların sağlıklı biçimde yürütülmesi açısından ciddi tartışmalara neden olmuştur. Thüringen ve diğer bazı eyaletlerde NSU çevresindeki neo-Nazi yapılanmalara ilişkin evrakların silindiğine dair iddialar, federal ve eyalet düzeyinde eleştirilerin odağında yer almıştır. Söz konusu dosyaların örgütün bağlantılarını aydınlatabilecek nitelikte bilgi içerdiği, ancak imha işlemlerinin soruşturmayı olumsuz yönde etkilediği raporlara yansımıştır.
NSU soruşturmalarına yönelik eleştiriler, yalnızca güvenlik kurumlarının operasyonel eksikliklerine değil, aynı zamanda devlet kurumlarında yapısal sorunlar bulunduğuna da işaret etmektedir. Bazı kamu kurumlarında aşırı sağcı eğilimlerin veya kurumsal önyargıların varlığına ilişkin tartışmalar, örgütün faaliyetlerinin tespit edilmesini zorlaştıran önemli bir etken olarak değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, soruşturmalarda yaşanan gecikmelerin teknik hataların ötesine geçerek kurumsal işleyişteki ve algısal çerçevedeki sorunlardan kaynaklandığı ifade edilmiştir. Buna ek olarak, federal ve eyalet istihbarat birimlerinin aşırı sağ yapılanmalar içindeki radikalleşme süreçlerini analiz etme kapasitesinin sınırlı kaldığı yönünde eleştiriler dile getirilmiştir. 11 Eylül sonrasında güvenlik politikalarının ağırlıklı olarak farklı tehditlere yönelmesi, aşırı sağ faaliyetlerin gerektiği kadar izlenmemesine yol açmış; bu durum NSU’nun yıllarca fark edilememesinde belirleyici olmuştur.

NSU Terör Örgütü İnfografiği (Anadolu Ajansı)
Dava Süreci
NSU’nun ortaya çıkarılmasının ardından yürütülen adli süreç, Almanya’nın yakın dönem tarihinde en kapsamlı terör davalarından biri olarak değerlendirilmiştir. Örgütün varlığının 2011 yılında tespit edilmesinden sonra başlatılan soruşturmalar, NSU’nun çekirdek kadrosunda yer alan Beate Zschäpe ile örgüte yardım ettiği iddiasıyla yargılanan diğer sanıkların suçlamalarla yüzleşmesini sağlamıştır. Dava, 6 Mayıs 2013 tarihinde Münih Yüksek Eyalet Mahkemesi’nin 6. Ceza Dairesi’nde başlamış ve güvenlik gerekçeleriyle yoğun tedbirler altında yürütülmüştür. Duruşma sürecine kamuoyunun ilgisi son derece yüksek olmuş, dava sonuçlanana kadar çok sayıda gazeteci, hukukçu ve sivil toplum temsilcisi süreci takip etmiştir.
Mahkeme, Zschäpe’nin yanı sıra NSU’nun faaliyetlerine yardım ettikleri iddiasıyla dört sanığı daha yargılamıştır. Bunlar arasında yer alan Ralf Wohlleben, örgüte cinayetlerde kullanılan silahın temin edilmesi suçlamasıyla karşı karşıya kalırken; André Eminger, örgüte lojistik destek sağlamakla suçlanmıştır. Diğer yandan Holger Gerlach, örgüt üyelerine kimlik temin ettiği gerekçesiyle yargılanmış; Carsten Schultze ise örgüte silah ve susturucu sağladığını kabul ederek suçunu itiraf etmiştir. Mahkeme, bu kişilerin NSU’nun faaliyetlerini kolaylaştırdığı iddialarını kapsamlı şekilde incelemiştir.
Duruşma sürecinde 437 oturum gerçekleştirilmiş ve 765 tanık, 56 uzman dinlenmiştir. Kaynaklarda, davanın bu denli uzun sürmesinin hem süreçteki delil yoğunluğundan hem de çok sayıda çelişkili açıklamanın değerlendirilmesi gerekliliğinden kaynaklandığı belirtilmektedir. Dava sürecinde zaman zaman tanık ifadelerinde tutarsızlıklar yaşanmış, bazı tanıkların şüpheli ölümleri kamuoyunda dikkat çekmiştir. Bu gelişmeler, mahkeme sürecinin karmaşıklığını artırmış ve davanın güvenlik ve istihbarat birimleriyle ilişkisine dair tartışmaların daha da genişlemesine yol açmıştır. Buna rağmen mahkeme, sanıkların bireysel sorumluluklarını değerlendirmeye odaklanmıştır.

Davanın Görüldüğü Mahkeme (Anadolu Ajansı)
Davanın en kritik sanığı olan Beate Zschäpe, örgütün hayatta kalan tek çekirdek üyesi olarak yargılanmıştır. Savcılık makamı, Zschäpe’yi NSU’nun tüm eylemlerinde ortaklıkla suçlamış ve örgüt mensuplarının motivasyonlarının bilinmesinde, hedef seçimlerinde ve saldırıların devamında aktif rol oynadığını aktarmıştır. Mahkeme, Zschäpe’yi on cinayet, kırk üç kişiyi öldürmeye teşebbüs, iki bombalı saldırı ve on beşi banka soygunu olmak üzere çok sayıda soyguna suç ortaklığı ile suçlu bulmuş ve müebbet hapis cezasına çarptırmıştır.
Diğer sanıklardan Ralf Wohlleben, altı cinayete yardım ettiği gerekçesiyle on iki yıl, Carsten Schultze üç yıl, Holger Gerlach beş yıl hapis cezası almıştır. Örgüte destek sağladığı değerlendirilen André Eminger 12 yıl hapse mahkûm edilmiştir.
Dava 11 Temmuz 2018’de verilen hükümlerle sonuçlanmış olsa da süreç, hukuki açıdan 2021 yılına kadar devam etmiştir. Almanya Federal Adalet Mahkemesi (Bundesgerichtshof), 19 Ağustos 2021 tarihinde Beate Zschäpe ve diğer iki hükümlünün temyiz başvurularını reddetmiş ve mahkemenin kararlarını onamıştır. Aynı mahkeme 15 Aralık 2021’de ise André Eminger’in temyiz talebini reddederek 2018’deki kararın hukuken kesinleşmesini sağlamıştır. Böylece NSU davası, yargı sistemi içinde tamamen kapanmış ve tüm kararlar yürürlüğe girmiştir.
Dava sürecine yönelik eleştiriler ise kararın kesinleşmesiyle sona ermemiştir. Mahkemenin örgütün daha geniş bir destek ağı olup olmadığı yönündeki soruları yeterince araştırmadığı ve yalnızca çekirdek üçlü ile sınırlı bir değerlendirme yaptığı belirtilmiştir. Ayrıca bazı dosyalara 120 yıl erişim yasağı getirilmesi, örgütün devlet kurumlarıyla olası temasları ve istihbarat kaynaklı belgelerin tam olarak açıklanmaması nedeniyle kamuoyunda tartışmaların devam etmesine neden olmuştur.

Örgüt Üyelerinin Kaldığı Cezaevi (Anadolu Ajansı)
Alman Devleti ve İstihbarat Tartışmaları
NSU’nun ortaya çıkarılmasının ardından Almanya’daki güvenlik ve istihbarat kurumlarının örgütün faaliyetlerini yıllarca fark edememesi, kamuoyunda ve araştırma komisyonları nezdinde önemli tartışmalara neden olmuştur. Araştırma komisyonlarının raporları, özellikle Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı (Bundesamt für Verfassungsschutz) ve eyalet düzeyindeki istihbarat birimlerinin Neo-Nazi çevrelerdeki bilgi kaynaklarını yeterince değerlendirmediğini ortaya koymuştur. Rapora göre, istihbarat teşkilatlarının muhbir olarak kullandığı bazı kişiler NSU’ya yakın aşırı sağcı çevrelerin bizzat içinde yer almakta ve örgüte ilişkin verilere erişim sağlayabilecek konumda bulunmaktaydı. Buna rağmen bu bilgiler, cinayetler devam ederken soruşturmaların derinleştirilmesini sağlayacak şekilde kullanılmamıştır.
Bu bağlamda dikkat çeken hususlardan biri, NSU’nun çekirdek kadrosuyla yakın temas halinde bulunan bazı aşırı sağcı aktörlerin aynı zamanda devlet adına muhbirlik yapan kişiler olmasıdır. Örneğin Ralf Marschner (kod adı: “Primus”), Thüringen’de Neo-Nazi yapılanmalarında etkin bir isim olarak bilinirken aynı zamanda istihbarat servisiyle temas hâlindeydi. Benzer şekilde Blood & Honour adlı aşırı sağcı örgütün yöneticilerinden Marcel Degner’in (“Hagel”) ve Tino Brandt’ın (“Otto”) istihbarat birimleriyle ilişkisi raporlara yansımıştır. Bu kişilerin NSU üyeleriyle aynı çevrede bulundukları ancak bu ilişkilerin örgütün faaliyetlerinin erken aşamada tespitine katkı sağlamadığı belirtilmektedir.
NSU ile ilgili en yoğun tartışmalardan biri, örgütün açığa çıkmasından hemen sonra istihbarat kurumlarında bulunan bazı dosyaların imha edilmesidir. Özellikle Thüringen eyalet istihbarat biriminde, NSU’nun çevresiyle ilgili bilgi içerebileceği düşünülen dosyaların silinmiş olması, soruşturmanın sağlıklı yürütülmesini zora sokmuştur. Belgelere göre, örgütün çevresindeki aşırı sağcı gruplar hakkında istihbarat tarafından toplanan verilerin önemli bir kısmı örgüt 2011’de açığa çıktıktan kısa süre sonra imha edilmiştir. Bu durum hem federal hem de eyalet düzeyinde komisyonlar tarafından eleştirilmiş ve söz konusu işlemlerin örgütün bağlantılarının açıklığa kavuşmasını engellediği ifade edilmiştir.
İstihbarat birimlerine yönelik eleştirilerin bir başka boyutu, örgütün faaliyetlerinin kapsamına ilişkin yeterli analiz yapılmamış olmasıdır. Bazı raporlarda, güvenlik kurumlarının NSU’nun yalnızca üç kişiden oluşan bir hücre olduğu yönündeki değerlendirmeyi erken kabul ettiği ve örgütün daha geniş bir ağ içinde faaliyet gösterdiği ihtimalini araştırmada yetersiz kaldığı belirtilmiştir. Federal savcılığın da soruşturmayı bu çerçevede yönlendirdiği ve NSU’nun çevresindeki destekçilerin üzerine yeterince gidilmediği değerlendirilmiştir. Bu yaklaşımın, örgütün ilişkiler ağını ve olası destek mekanizmalarını sorgulama konusunda yargı sürecini sınırladığı ileri sürülmüştür.
NSU davası sürecinde yaşanan bazı tanık ölümleri de istihbarat tartışmalarını güçlendiren unsurlar arasında yer almıştır. Kaynaklarda, örgütle veya çevresindeki Neo-Nazi yapılanmalarla ilişkili olduğu belirtilen birkaç tanığın olağan dışı koşullarda hayatını kaybettiği aktarılmaktadır. Bu kişilerden biri olan Florian H.’nın, polisle ifade vermek üzere görüşme yapacağı gün aracında yanmış halde bulunması büyük tartışmalara yol açmıştır. Benzer şekilde Arthur C. ve Melissa M. gibi isimlerin şüpheli ölümleri, kamuoyunda soruşturmanın tam anlamıyla şeffaf yürütülmediği yönünde değerlendirmelere neden olmuştur. Parlamento komisyonları bu ölümleri incelemiş, ancak ölümlerin doğrudan örgütle ilişkisini kanıtlayacak bulgulara ulaşamamıştır.

NSU'ya Karşı Protestolar (Anadolu Ajansı)
Toplumsal ve Siyasal Yansımalar
NSU cinayetlerinin ortaya çıkışı ve soruşturma sürecinde yaşanan gelişmeler, Almanya’da özellikle göçmen topluluklar arasında güven sorunlarına yol açmıştır. Cinayetlerin uzun yıllar boyunca aydınlatılamamasının, soruşturmaların kurbanların aileleri üzerinde yoğunlaşmasının ve olayların ırkçı bir bağlamda değerlendirilmemesinin, özellikle Türk toplumunun Alman devlet kurumlarına duyduğu güveni zayıflatmıştır. Almanya’da yaşayan Türk toplumu, saldırıların neden aydınlatılamadığı ve faillerin yıllarca nasıl tespit edilemediği konusunda kaygı duymaya başlamış; bu durum, ortak yaşam ve toplumsal uyum açısından sorunlu bir zemin oluşturmuştur.
NSU davasının tamamlanmasının ardından da bu güven sorununun sürdüğü belirtilmektedir. Örgütün destekçilerinin ve işbirlikçilerinin kimliklerinin tam olarak ortaya konulamamış olmasının kurban ailelerinde ve göçmen topluluklarda derin bir tatminsizlik yaratmıştır. Mahkemenin bazı dosyalara 120 yıl erişim yasağı getirmesi ve konuya ilişkin bazı belgelerin kamuoyu incelemesine kapatılması, özellikle Türk toplumunda gerçeklerin gizlenmesinin gündeme gelmesine yol açmıştır. Bu tartışmalar, hukuki sürecin teknik boyutlarının ötesinde toplumsal algıyı ve devlet-yurttaş ilişkilerini doğrudan etkilemiştir.
NSU Davası (TRT Türk)
Soruşturma ve dava süreçlerinin ardından siyasi çevrelerde istihbarat ve güvenlik kurumlarının yapısının yeniden değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin tartışmalar ortaya çıkmıştır. Federal Parlamento tarafından kurulan araştırma komisyonlarının raporları, güvenlik teşkilatlarının aşırı sağcı tehditleri tespit etme ve takip etme kapasitesinde eksiklikler bulunduğunu göstermiştir. Özellikle iç istihbarat birimlerinin muhbir ağı, veri paylaşımı, dosya yönetimi ve operasyonel denetim konularında değişiklik yapılması gerektiği yönündeki tespitler, NSU’nun siyasi düzeyde gündeme getirdiği başlıca sonuçlardan biri olmuştur. Bu tartışmalar, güvenlik kurumlarının aşırı sağ ağlarla ilişkisini ve devletin bu yapılara yaklaşımını sorgulayan daha geniş bir siyasi çerçeve yaratmıştır.
NSU’nun açığa çıkması sonrasında göçmen toplulukların Almanya’daki siyasal katılım ve toplumsal aidiyet algılarında gerileme yaşandığına dair değerlendirmeler bulunmaktadır. Örneğin, NSU davasında müdahil avukatların hedef alınması ve bazı avukatlara NSU 2.0 imzalı tehdit mektupları gönderilmesi, göçmen kökenli hukukçular ve toplum temsilcileri arasında kaygıyı artırmıştır.


