İlkokul yıllarında derslerde yeni öğrendiğimiz bilgileri, sanki dünyada hiç kimse bilmiyormuş gibi ailemize koşarak anlatmak isterdik. Saniyeleri, tahta ile kapı arasında asılı duran saatte sayar, zil çalar çalmaz eve doğru heyecanla koşmaya başlardık. Çantayı bir kenara atar atmaz, “Bugün ben…” diye başlayan cümleler kurar; ardından “Bir dakika, bunu daha önce biliyor muydun anne?” ya da “Sen de biliyor muydun baba?” diye merakla sorardık. Hafif bir hayal kırıklığıyla öğrendiklerimizi anlatmaya devam ederdik.
Zamanla bu duruma alıştık. Aslında etrafımızda dönen birçok bilginin, çoğu insanın zaten hâkim olduğu sıradan bilgiler olduğunu fark ettik. Paylaşma arzumuz yavaş yavaş körelmeye başladı. İlkokuldan liseye, oradan da üniversiteye uzanan süreçte, öğrendiklerimiz yine başkalarının bildiği ama görece daha az bilinen konular haline geldi. Yine anlatmak istedik; fakat bu kez, çocuklukta hissettiğimiz o saf paylaşma heyecanı içimizde aynı coşkuyu uyandırmıyordu. Zaman zaman o heyecanı yeniden yakalar gibi olsak da, bu kez karşımızda gerçekten dinleyen birini bulamıyorduk.
Peki, bildikleri konuları sabırla dinleyebilen insanlar neden bilmedikleri konulara zaman ayırmıyor?
Bu çağı “bilgi çağı” olarak adlandırıyoruz. İnsanlık, tarihte hiç olmadığı kadar bilgiyle meşgul. Televizyon programları, kitaplar, gazeteler, internet... Her yer bilgiyle dolu. Doğal olarak insanlar, yalnızca ilgilerini çeken konulara vakit ayırmak istiyor. İlgi duymadıkları bir konuyu değil sessizce dinlemek, tahammül etmekte bile zorlanıyorlar. Sohbetin yönünü değiştirmeye, konudan kaçmaya başlıyorlar.
Bu çağda, ilgi duyduğun konulara aynı tutkuyla ilgi duyan bir sohbet eşi bulmak gerçekten zor. Çünkü herkes gibi sen de ilgini çeken bir konuyu araştırıp, arkadaşlarınla paylaştığın ortamlarda yargılanmadan, içten bir sohbetin keyfini yaşamak istersin. Bu doğal bir istektir. Fakat düşünelim: Görece tehlikeli sayılabilecek bir semtte, bir parkta oturan genç bir gruba sanattan bahsetsen, nasıl bir tepkiyle karşılaşırsın? Kibarca ilgisizliklerini mi belli ederler, yoksa alaycı bir gülümsemeyle yeni filizlenen hevesini mi köreltirler?
Hemen herkes, buna benzer bir durumu hayatında en az bir kez yaşamıştır. Bir kitap okuduktan ya da film izledikten sonra, sende bıraktığı duyguları heyecanla arkadaşlarına anlatmak istersin. Cümleler adeta birbirine karışır; yerinde duramaz, ellerinle anlatımına yön verirsin. Fakat karşındaki insanlar yalnızca başlarını sallamakla yetinir. O an içinde bulunan coşku zamanla sönmeye başlar.
Sonra bir bakmışsın, konu çok ama anlatan yok.