Tebriz’de dünyaya geldi. Bazı kaynaklarda doğum tarihi 532 (1137) olarak kaydedilmiştir (Abdülhak ed-Dihlevî, s. 101). Ancak Tebrîzî’nin 539’da (1145) doğan Ebû Hafs Şehâbeddin es-Sühreverdî’ye intisap ettiğinde şeyhin hayli yaşlı olmasından hareketle bu tarihin doğru sayılamayacağı, ayrıca dostu ve pîrdaşı Bahâeddin Zekeriyyâ’nın 566 (1170) yılı civarında dünyaya gelmesiyle irtibat kurularak muhtemelen 560’ta (1165) doğduğu ileri sürülmüştür. Celâleddin et-Tebrîzî, Tebriz’de babasının da bağlı olduğu Bedreddin Ebû Saîd-i Tebrîzî’ye intisap etti. Onun vefatının ardından Bağdat’a gidip Sühreverdiyye’nin pîri Şehâbeddin es-Sühreverdî’ye bağlandı ve yedi yıl hizmetinde bulundu. Her yıl onunla birlikte hacca gitti. Sühreverdî, Bahâeddin Zekeriyyâ’yı doğum yeri Mültan’a irşad için gönderdiğinde Tebrîzî ona arkadaşlık etti. Yolculuk sırasında Nîşâbur’da konakladıklarında Tebrîzî’nin Ferîdüddin Attâr ile görüşüp etkisinde kaldığı, bu sırada Sühreverdî’yi bir süre aklından çıkarması yüzünden Bahâeddin Zekeriyyâ’nın kendisinden ayrılıp Mültan’a yalnız gittiği rivayet edilmektedir (Hasan Dihlevî, s. 298-299; Muhammed İkrâm, s. 298). Daha sonra Çiştî halifesi Kutbüddin Bahtiyâr ile Mültan’a giden Tebrîzî Moğol askerlerinin şehri kuşatması sırasında şehrin valisi Nâsırüddin Kabâce’ye destek verdi, vali tarafından şeyhülislâmlıkla görevlendirilen Bahâeddin Zekeriyyâ ile görüştü, valinin ısrarına rağmen Mültan’dan ayrıldı ve Gaznîn ile Ûç şehirlerinde bir süre konakladıktan sonra Delhi’ye geçti. Gulâm Server Lâhûrî, Tebrîzî’nin Kutbüddin Bahtiyâr ile sohbetini delil gösterip onun Çiştiyye’ye de intisap ettiğini ileri sürer.
Celâleddin et-Tebrîzî, Delhi’de Kutbüddin Bahtiyâr’ın müridlerinden olan Delhi Sultanı Şemseddin İltutmış tarafından saygıyla karşılandı. Ancak bir Çiştî halifesi olan Şeyhülislâm Necmeddin es-Suğrâ kendisini kıskandı ve zina iftirasında bulunarak onu sultana şikâyet etti. Delhi Camii’nde kurulan mahkemede yargılanan Tebrîzî, Mültan’dan davet edilen Şeyhülislâm Bahâeddin Zekeriyyâ’nın başkanlığını yaptığı ve Hamîdüddin Nâgevrî gibi 200’den fazla âlim ve sûfînin katıldığı mahkemede suçsuz görülerek beraat etti. Bunun üzerine sultan Necmeddin es-Suğrâ’yı şeyhülislâmlıktan azledip yerine Kutbüddin Bahtiyâr’ı getirdi, Tebrîzî bu hadiseden sonra Delhi’den ayrılarak Bedâûn’a gitti. Kaynaklarda Necmeddin es-Suğrâ’nın kıskançlığının sebebi olarak sultanın Tebrîzî’ye ve Kutbüddin Bahtiyâr’a çokça hürmet etmesi, Tebrîzî’nin semâ taraftarı, Suğrâ’nın buna muhalif olması gibi hususlar gösterilmiştir. Tebrîzî’nin Delhi’de karşılaştığı sûfîlerden biri de Kutbüddin Bahtiyâr’ın halifesi Ferîdüddin Mes‘ûd’dur. Delhi’de fazla kalmayan Tebrîzî, Bengal yolculuğu sırasında uzunca bir süre Bedâûn ve Lekhenûtî’de bulundu. Lekhenûtî’de bir hankah inşa etti. Bedâûn’da Kadı Kemâleddin ile dostluk kurdu. Tebrîzî’nin, “Ulemâ Kâbe’ye doğru namaz kılar, sûfîler ise Kâbe’ye yönelik olarak Allah’ın arşını müşahede etmedikçe namaz kılmaz” sözüne karşı çıkan Kadı Kemâleddin’in, rüyasında onu arşın önünde namaz kılarken görmesi üzerine kendisine intisap ettiği belirtilmektedir.
Bengal’in Hint racalarının hâkimiyetinden çıkıp müslümanların hâkimiyetine girdiği 611 (1214) yılı dikkate alınarak Tebrîzî’nin 592-597 (1196-1200) yılları arasında Kuzey Bengal’deki Panduh bölgesine yerleştiği, büyük bir Hindu tapınağını satın alıp bir dergâh inşa ettiği ve ölümüne kadar burada yaşadığı nakledilmektedir. Müslüman sultanlar zamanında Bengal’in başşehri olan Panduh’taki bu dergâh kaynaklarda Bari Dergâh (Bâis Hazari) diye anılmaktadır. Burada her yıl Receb ayının 1’inden 22’sine kadar Celâleddin et-Tebrîzî adına “urs” denilen anma törenleri düzenlenmektedir. Tebrîzî çileye girdiği Panduh yakınlarındaki Deva Talla’da Bender Dive Mahal adlı bir hankah daha kurmuştur. Kendisine nisbetle günümüze kadar Tebrizâbâd adıyla anılan bu dergâh Muhammed Ali Burcî tarafından tamir ettirilmiş, Sultan Rükneddin Bârbek Şah, Sultan Nâsırüddin Nusret Şah ve Süleyman Kererânî gibi Bengal sultanları döneminde cami ve çeşitli yapılarla büyük bir külliye haline getirilmiştir. Bengal’in İslâmlaşma’sında ve Sühreverdiyye’nin bölgede yayılmasında önemli rol oynayan Celâleddin et-Tebrîzî’nin 623 (1226) veya 642 (1244) yılında vefat ettiği, kabrinin Panduh yahut Deva Mahal’deki dergâhlardan birinin hazîresinde bulunduğu kaydedilmektedir; son dönem araştırmalarında Deva Mahal’de olduğu görüşü kabul görmektedir. Tebrîzî’ye nisbet edilen Şerḥ-i Neved ü Nüh Nâm-i Bârî Teʿâlâ adlı eser günümüze ulaşmamıştır. İbn Battûta, Celâleddin et-Tebrîzî ile Bengal’in Kamrop-Assam bölgesinde faaliyet gösteren Şah Celâl-i Mücerred Silhetî (ö. 740/1340) adlı bir sûfî mücahidi birbirine karıştırmış, bu hata bazı Farsça ve Urduca kaynaklarda yer almış, bu sebeple Celâleddin et-Tebrîzî hakkında birçok farklı rivayet nakledilmiştir.