Üniversite, bir öğrencinin yalnızca meslek edinme yolculuğu değil; aynı zamanda özgür düşünmenin, eleştirel bakış geliştirmenin ve kendine bir yol çizmenin alanıdır. Ancak yıllardır süregelen bir kültür, akademiyi bir “hiyerarşi mabedi”ne çevirme eğiliminde: Hocanın sözünün sorgulanmadığı, kaprislerinin normalleştirildiği, öğrencinin ise edilgen bir figür olarak görüldüğü bir düzen. Oysa bu yaklaşım, üniversitenin varoluş amacına tamamen ters.
Bir öğrenci, akademik bilgi almak, yol bulmak, üretmek ve kendini geliştirmek için üniversitededir; bir hocanın ruh hâline göre değer görüp görmemek için değil. Hoca–öğrenci ilişkisi, güç dayatmalı bir düzen değil; akademik bir ortaklık ve zihinsel etkileşim zemini olmalıdır. Bir hoca, öğrencisini motive eden, ona alan açan, akademik merakını besleyen kişidir; şevk kıran, psikolojik baskı kuran, “kaprisli otorite” rolünü sürdüren biri değil. Hele ki öğrencilerin başarısını kendi egosuna bağlayan, bilgi aktarımı yerine korku aşılayan bir hoca profili, modern üniversite anlayışının en büyük çelişkilerindendir.
Gerçek akademik kültür, eleştiriye açıklıkla başlar. Öğrenci, derse fikir getirdiğinde, soru sorduğunda ya da hata yaptığında cezalandırılmak yerine teşvik edilmelidir. Çünkü üniversite dediğimiz kurum, hatalardan öğrenmeyi normalleştiren; sorgulamayı teşvik eden; öğrencinin kendini var edebildiği bir ortamdır. Öğrencilerin özgüvenini kırmak, onları küçümsemek veya kişisel beklentilerle şekillendirmek, sadece bireysel değil toplumsal bir kayıptır. Zira bütün yenilikler, özgürce düşünen öğrencilerden çıkar; baskı ortamında değil. Bu yüzden “hocaların kaprisi” kültürü, artık kampüs kapısından içeri girememeli. Akademi, öğrencilerin omuzunda yükselir; onların merakı, enerjisi ve üretimiyle anlam kazanır. Hocaların görevi ise bu potansiyeli parlatmak, yönlendirmek ve desteklemektir. Bir hocanın otoritesi, kaprisinden değil; bilgisinden, etik duruşundan ve öğrencisine kattığı değerden doğar.
Üniversiteyi üniversite yapan şey; korkutulmuş, susturulmuş, sindirilmiş gençler değil. Soru soran, hakkını bilen, saygı beklediği kadar saygı gösteren, bilgi için mücadele eden öğrenciler ile onları bu yolculukta ciddiyet ve nezaketle karşılayan hocalardır. Ve unutulmamalıdır: Öğrenciler, akademinin en zayıf halkası değil; tam kalbidir. Hocaların görevi onların ışığını kısmak değil, daha parlak yanmalarına imkân vermektir. Üniversite 101’in en temel dersi de budur. Bu noktada öğrencilerin de kendilerine hatırlatması gereken kritik bir gerçek var: Üniversite bir lütuf değil, haktır. Bir hoca derste bulunuyorsa bu bir iyilik değil; mesleğinin gereğidir. Öğrenci ise o dersin pasif alıcısı değil; aktif paydaşıdır. Dolayısıyla “hocanın keyfine göre değişen” notlandırmalar, açıklanmayan değerlendirme kriterleri, saygı sınırlarını aşan sözler veya öğrenciyi küçümseyen tavırlar akademik özgürlüğün değil, tamamen alışılmış bir yanlışın ürünüdür.
Bu hatalı düzeni normalleştirmek yerine sorgulamak, hem öğrencinin hakkıdır hem de üniversitenin geleceği için zorunluluktur. Çünkü iyi bir akademik ortam, sadece bilgiyi değil, adaleti ve şeffaflığı da besler. Bir öğrencinin eleştirisi, bir hocanın otoritesine saldırı değildir; tam aksine üniversite kültürünün yaşadığını gösteren en sağlıklı davranışlardan biridir. Aynı şekilde bir hocanın öğrencisine empatiyle yaklaşması, onun akademik duruşunu küçültmez; tam tersine büyütür. Hocalık, kaprisin değil rehberliğin mesleğidir.

Mezuniyet Töreninde Kaprisin Gölgesi: Dışlanmışlık (Yapay Zeka ile Oluşturulmuştur.)
Üniversitelerin yıllardır sürdürülen “hocadır, sus” kültüründen uzaklaşıp “birlikte düşünme” kültürüne geçmesi, hem akademik kaliteyi artırır hem de gençlerin kendilerini özgüvenle var etmesini sağlar. Çünkü bir öğrenciyi kırmak kolaydır; ama o kırılan özgüveni tamir etmek zor. Bir öğrenciyi susturmak kolaydır; ama susturulan bir neslin üretebileceği fikirlerin kaybını telafi etmek imkânsız. Bu nedenle üniversite koridorlarında kapris değil, merak dolaşmalıdır. Üniversite, hocaların kendilerini kanıtlamak için kullandığı bir sahne değil; öğrencilerin potansiyelini açığa çıkardığı bir laboratuvardır. Ve her öğrenci, saygı duyulmayı, ciddiye alınmayı, adil değerlendirmeyi hak eder. Kapris, üniversitenin kapısından içeriye girmemeli; bilgi, merak ve karşılıklı saygı ise temel direkleri olmalıdır.
Çünkü geleceği inşa edenler, bugün o sıralarda oturan gençlerdir onların yolunu açmak, bir hoca için seçenek değil, sorumluluktur. Üniversite 101’in belki de en unutulmaması gereken kuralı tam olarak budur. Bu yüzden üniversiteyi sadece bir derslikten ibaret görmek, oradaki ilişkilerin doğasını yanlış okumaktır. Üniversite; düşüncenin yeşerdiği, özgürlüğün filizlendiği, bireyin kimliğini kurduğu bir ekosistemdir. Bu ekosistemde her hoca, öğrencinin hayatında iz bırakan bir yol gösterici olma şansına sahiptir. Ancak kaprisli davranışlar, önyargılar, küçümseyici üslup veya adaletsiz uygulamalar bu ekosistemi zehirler. Zehirlenen ortamda ise öğrencilerin öğrenme iştahı azalır, akademiye duyduğu güven sarsılır ve üretkenlik yerini kaygıya bırakır.
Öğrenciler bunu hak etmiyor. Çünkü onlar üniversitenin geleceği, akademinin yürüyen enerjisidir. Gençlerin motivasyonunu kıran her davranış, aslında uzun vadede toplumun üretim gücünü zayıflatır. Oysa bir öğrencinin potansiyelini görüp onu desteklemek, basit bir nezaket değil; bir ülkenin kalkınmasına yapılan doğrudan yatırımdır. Bugün bir sınıfta özgüvenle soru sorabilen öğrenci, yarın dünyayı etkileyen bir projeye imza atabilir. Ama susturulmuş, yok sayılmış bir öğrenci, çoğu zaman o cesareti bir daha bulamaz. Bu nedenle üniversitede olması gereken şey, kaprisi besleyen değil; başarıyı ve merakı besleyen bir düzenin kurulmasıdır. Akademisyenlerin öğrenciyi tehdit ile değil, ilham ile yönlendirdiği; öğrencinin ise bilgiyi korkudan değil, meraktan öğrendiği bir düzen… İşte bu, gerçek üniversite kültürüdür. Bilginin olduğu yerde kaprise yer yoktur; çünkü bilgi büyüklük ister ama kibir değil. Öğrenciler hocaların kaprisini çekmek için değil, bilginin izini sürmek için o sıralardadır. Ve her hocanın görevi, onlara bu yolda ışık tutmaktır; gölge değil.
Sonuçta üniversite dediğimiz yer, bireyin kendini keşfettiği ilk büyük sahnedir. Bu sahnede parlamak isteyen gençlerin ışığını kısmak, onlara değil, aslında hepimize kaybettirir. Eğer bir gün üniversiteler daha üretken, daha özgür, daha yaratıcı bir hale gelecekse bu; kaprislerin değil, öğrencilerin sesinin duyulduğu bir ortamla mümkün olacaktır. Üniversite 101’in altın kuralı hâlâ geçerlidir: Öğrenci korunur, desteklenir, güçlendirilir. Çünkü üniversitenin gerçek sahibi, kapris sahibi değil; bilgi arayışındaki genç akıllardır.

