Bir gün gelecek, nefesin son kez göğsünden çıkacak. Dünya dönmeye devam edecek fakat zamanla senin adını hatırlayanlar da susacak. Ama asıl soru şu: Bu dünyada gerçekten var mıydın? Kendi benliğinle, yaptığın işle, sevdiklerine kattığın değerle varlığını hissettirebildin mi?
Varlık, sadece nefes almak ya da adım atmak değildir; nereye yürüdüğünü bilmek, kimin huzurunda olduğunu fark etmek ve sana emanet edilen ömrü anlamlandırmaktır. Yokluk ise sadece toprağa karışmak değil; bu dünyada iz bırakmadan, anlam katmadan yaşayıp gitmektir.
Farabi’ye göre insanın varlığı, bedeniyle değil aklı ve kalbiyle inşa edilir. Bilgiye yönelmek, düşünceyi derinleştirmek ve ahlakı hayatın merkezine koymak, gerçek varlığın temel taşlarıdır. Çünkü insan, sadece yaşamakla değil, yaşadığını anlamlandırmakla “var” olur. Eğer ömrün, ilimle ve hikmetle beslenmeyen, iyilik ve adaletle yoğrulmayan bir boşluksa; bu dünyadan geçip gitsen de ardında kalan yalnızca silik bir iz olur.
Farabi’nin hikmet anlayışında var olmak, evrenin uyumunu kavrayıp kendi iç âlemini onunla dengede tutmaktır. İnsan, kendisine bahşedilen aklı ve iradeyi hem kendi nefsi hem de başkaları için bir hayra dönüştürdüğünde, varlığını fani sınırların ötesine taşır. Günlerini amaçsızca tüketenler, bir amaca yönelmeden, kendine dönüp sormadan yaşarlar. Oysa gerçek varlık, bir sebebe tutunmakla başlar. O sebep, seni Yaratan’ın, sana yüklediği anlamdır. Yok olmaktan korkarsın, çünkü ölümün kesinliğini bilirsin. Fakat iman edenler bilir ki ölüm; bitiş değil, başlangıçtır; bir kapının kapanıp diğerinin açılmasıdır. Asıl yokluk, o kapıdan geçerken ellerinin bomboş olmasıdır.
Bugün attığın adımlar, yarın kim için ışık olacak? Söylediğin sözler, kalbinde ne biriktiriyor? İşin, emeğin, sevgin ve varlığın, senden sonra geriye ne bırakacak? Eğer varlığın sadece nefes almakla değil, iyilikle ve teslimiyetle anlam buluyorsa; işte o zaman yokluktan korkmana gerek kalmaz. Çünkü sen, faniliğin ötesine geçersin.
Şimdi tekrar soruyorum:
"Var mısın ki yok olmaktan korkuyorsun?"【1】