KÜRE LogoKÜRE Logo
Ai badge logo

Bu madde yapay zeka desteği ile üretilmiştir.

Kore Savaşı

Genel Kültür+2 Daha
fav gif
Kaydet
kure star outline
Ad
Kore Savaşı (한국전쟁)
Tarih
25 Haziran 1950 – 27 Temmuz 1953
Yer
Kore Yarımadası
Güney Kore Tarafı
Birleşmiş Milletler Kuvvetleri
Kuzey Kore Tarafı
Sovyetler BirliğiÇin Halk Cumhuriyeti
Başlangıç Sebebi
Kuzey Kore'nin Saldırısı
Savaşın Seyri
Kuzey Kore’nin saldırısıSeul'ün düşüşüBM müdahalesiÇin’in savaşa girişiStatik cephe savaşlarıPanmunjom ateşkes görüşmeleriPanmunjom Ateşkesi
Sonuç
Barış anlaşmasının yapılmaması

Kore Savaşı, 20. yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen ve yalnızca Kore Yarımadası'nı değil, dünya siyasetini etkileyen silahlı bir çatışmadır. 25 Haziran 1950 tarihinde Kuzey Kore ordularının Güney Kore topraklarına başlattığı taarruzla başlayan savaş, kısa sürede yalnızca iki Kore devletinin mücadelesi olmaktan çıkmış; Birleşmiş Milletler’in çağrısıyla çok uluslu bir müdahale gücü oluşturulmuş, ardından Çin Halk Cumhuriyeti’nin de cepheye katılmasıyla küresel ölçekte bir vekâlet savaşı hâline gelmiştir. Bu yönüyle Kore Savaşı, Soğuk Savaş döneminin ilk sıcak çatışması olarak kabul edilmekte; ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki ideolojik ve askerî rekabetin doğrudan bir tezahürü olarak değerlendirilmektedir.


Kore Savaşı'na Dair Bir Karikatür (Oylum Bülbül Beşler)【1】 

Savaşın üç yılı aşkın süresi boyunca Kore Yarımadası defalarca el değiştirmiş, milyonlarca insan hayatını kaybetmiş veya yerinden edilmiştir. Askerî, siyasi ve insani sonuçları itibarıyla yalnızca Kore halklarını değil, savaşa katılan devletlerin iç ve dış siyasetlerini de etkilemiştir. Türkiye Cumhuriyeti de savaşın başlangıcında Birleşmiş Milletler'in çağrısı üzerine Kore’ye asker gönderen ilk ülkelerden biri olmuş; savaşta dört farklı tugay düzeyinde birlikle yer almıştır. Bu karar, Türkiye’nin dış politikasında Batı Bloğu’na yönelişini hızlandıran bir dönüm noktası oluşturmuştur.

Kore Savaşı’nın Uluslararası Arka Planı

İkinci Dünya Savaşı’nın 1945 yılında sona ermesiyle birlikte ortaya çıkan yeni dünya düzeni, küresel siyasette köklü değişimlere yol açmıştır. Almanya’nın ve Japonya’nın teslim olmasıyla mihver devletlerinin yenilgisi kesinleşmiş; Avrupa kıtası büyük ölçüde harap olmuş, Asya’da ise Japonya'nın işgali altındaki bölgelerde siyasi boşluk oluşmuştur. Bu koşullar altında savaşın galiplerinden Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği, savaş sonrası dönemin başat aktörleri olarak öne çıkmış ve aralarındaki ideolojik, siyasal ve askerî rekabet Soğuk Savaş’ın temel dinamiğini oluşturmuştur.

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Küresel Güç Dengesi

ABD, savaş sonrasında kapitalist serbest piyasa ekonomisini ve liberal demokrasiyi temel alan bir dünya düzeni kurmayı hedeflemiş; bu doğrultuda Batı Avrupa ülkelerine yönelik Marshall Planı gibi ekonomik yardım paketlerini devreye sokmuştur. Öte yandan SSCB, savaş sırasında ele geçirdiği Doğu Avrupa topraklarında komünist rejimleri destekleyerek etkisini genişletmeye çalışmış, bu da iki kutuplu bir dünya düzenini beraberinde getirmiştir. Özellikle 1947 yılında Truman Doktrini’nin ilan edilmesi ve 1949’da NATO’nun kurulması, bloklar arasındaki rekabetin kurumsallaştığını göstermiştir.


Rusya'ya Dönemin Bakışını Gösteren Bir Karikatür (Oylum Bülbül Beşler)【2】  

Askerî ve diplomatik alandaki bu kutuplaşma yalnızca Avrupa kıtasıyla sınırlı kalmamış, Asya kıtasına da sirayet etmiştir. Çin’de Mao Zedong liderliğindeki Komünist Partisi’nin 1949 yılında iktidarı ele geçirmesi, sosyalist bloğun Asya’daki etkinliğini artırmış; ABD’nin Japonya ve Filipinler gibi müttefik ülkeler üzerindeki nüfuzunu pekiştirmesine yol açmıştır. Böylece Asya-Pasifik bölgesi, Soğuk Savaş’ın yeni bir cephesi hâline gelmiş, Kore Yarımadası ise bu cephedeki ilk sıcak çatışmanın sahnesi olmuştur.


Bu dönemde uluslararası ilişkiler, askerî ittifaklar, ideolojik yönelimler ve nüfuz alanları üzerinden şekillenmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında galip devletler arasında var olan geçici dayanışma, yerini sistematik bir güvensizlik ortamına bırakmış; dünya siyaseti “iki kutupluluk” esasına göre yeniden yapılanmıştır. Bu bağlamda Kore Yarımadası’nın taşıdığı jeopolitik ve stratejik önem yalnızca bölgesel değil, küresel bir çekişmenin parçası hâline gelmesini kaçınılmaz kılmıştır.

Kore Yarımadası’nın Bölünmesi ve Siyasal Yapılanması

Kore Yarımadası, 1910 yılından itibaren Japonya tarafından ilhak edilmiş ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna dek Japon İmparatorluğu’nun doğrudan sömürgesi olarak yönetilmiştir. Ancak Japonya’nın 15 Ağustos 1945 tarihinde kayıtsız şartsız teslim olmasıyla Kore üzerindeki otoritesi sona ermiş; bu gelişme, Kore’nin geleceği konusunda uluslararası düzeyde yeni bir düzenleme ihtiyacını gündeme getirmiştir. Yalta Konferansı’nda Kore’nin geçici olarak iki ayrı işgal bölgesine ayrılması fikri kabul edilmiş; 38. paralel kuzeyi Sovyetler Birliği’nin, güneyi ise Amerika Birleşik Devletleri’nin denetimine bırakılmıştır.


Kore'nin Bölünmüş Yapısını Gösteren Bir Harita (Ulviye Ulviya Mammadova)【3】  

Bu paylaşımın ilk aşamada geçici olduğu ve Kore halkının kendi kaderini tayin hakkına uygun biçimde birleşik bir devlet kuracağı öngörülmüşse de iki büyük gücün ideolojik ve stratejik çıkarları bu süreci işlemez hâle getirmiştir. Sovyetler Birliği, kuzeyde kendi denetiminde bir idare kurarken, ABD de güneyde bağımsız bir hükûmetin tesisine yönelik çabaları desteklemiştir. 1947 yılında Birleşmiş Milletler’in gözetiminde yapılması planlanan genel seçimlere Sovyetler Birliği ve Kuzey Kore tarafı izin vermemiş; bu da Kore’nin fiilen iki ayrı siyasal yapıya bölünmesine neden olmuştur.


15 Ağustos 1948 tarihinde güneyde “Kore Cumhuriyeti” adıyla Syngman Rhee liderliğinde antikomünist bir hükûmet kurulmuş; bu gelişmeye karşılık olarak 9 Eylül 1948’de kuzeyde “Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti” adıyla Kim Il Sung yönetiminde sosyalist bir rejim ilan edilmiştir. Her iki yönetim de Kore Yarımadası’nın tamamı üzerinde meşruiyet iddiasında bulunmuş; bu da yalnızca fiili değil, anayasal ve ideolojik bir çatışma zemini oluşturmuştur.


Kore'nin Durumunu Gösteren Harita (Seher Kömürcü)【4】  

Yeni kurulan bu iki Kore devleti, kısa sürede kendi siyasal, askerî ve ekonomik yapılanmalarını oluşturmuş; dış politika alanında da farklı bloklara dâhil olarak uluslararası konumlarını pekiştirmiştir. Güney Kore, Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Bloku tarafından desteklenmiş; Kuzey Kore ise Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti ile yakın ilişkiler geliştirmiştir. Bu bölünme, Kore halkı açısından yalnızca bir toprak paylaşımı değil, aynı zamanda bir kimlik bölünmesi anlamına gelmiş; kardeş topluluklar birbirine rakip rejimlerin saflarında konumlandırılmıştır.


Siyasal yapılanmadaki bu ayrışma, zamanla askerî sınır hattında artan çatışmalarla pekişmiştir. 38. paralel çevresinde sıklaşan sınır ihlalleri, karşılıklı propaganda faaliyetleri ve küçük çaplı silahlı çatışmalar, savaşın zeminini hazırlayan önemli gelişmeler arasında yer almıştır. Bu süreçte Kore Yarımadası, küresel güçlerin çıkar çatışmalarının odak noktalarından biri hâline gelmiş; 1950 yılına gelindiğinde askerî bir patlamanın eşiğine gelinmiştir.

Savaşın Patlak Vermesi: 25 Haziran 1950

Kore Yarımadası’nda 1948-1950 yılları arasında oluşan siyasal kutuplaşma, kısa süre içinde askerî gerilimlere yol açmış; sınır boyunca meydana gelen küçük çaplı çatışmalar giderek tırmanmıştır. Her iki Kore hükûmeti de birleşik bir Kore hedefinden vazgeçmemiş, aksine bu ideolojik hedef doğrultusunda karşı tarafı askerî yolla tasfiye etme planları geliştirmiştir. 25 Haziran 1950 tarihinde bu gerilim açık bir savaşa dönüşmüş ve Kore Savaşı resmen başlamıştır.


Savaşın Başladığına Dair Haber (Fatih Set)【5】  

Savaş, Kuzey Kore Halk Ordusu’nun sabaha karşı 38. paraleli geçerek Güney Kore’ye yönelik kapsamlı bir taarruz başlatmasıyla patlak vermiştir. Sovyet yapımı ağır silahlarla donatılan ve sayıca üstün durumda bulunan Kuzey Kore birlikleri, çok kısa sürede Seul’e ulaşmış ve başkenti ele geçirmiştir. Güney Kore ordusu ise eğitim, donanım ve disiplin bakımından yeterli hazırlığa sahip olmadığından taarruz karşısında tutunamamış; başkentlerini terk ederek güneydeki Busan bölgesine çekilmek zorunda kalmıştır.


Savaş Süresince Kore Haritasının Değişimi (Shi Woon Choi)【6】  

Kuzey Kore'nin saldırısı uluslararası düzeyde büyük bir tepkiyle karşılanmış; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 26 Haziran 1950 tarihinde olağanüstü şekilde toplanmıştır. Güvenlik Konseyi, saldırının uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiğine hükmetmiş ve Kuzey Kore’nin derhal saldırıyı durdurmasını talep eden 82 sayılı kararı kabul etmiştir. Ancak saldırının devam etmesi üzerine 27 Haziran’da yayımlanan 83 sayılı kararla Birleşmiş Milletler üyesi ülkelere Güney Kore’ye yardım çağrısında bulunulmuştur.


Bu çağrı doğrultusunda Amerika Birleşik Devletleri derhâl harekete geçmiş ve Uzak Doğu’daki deniz ve hava unsurlarını Kore’ye yönlendirmiştir. Bu kararlar alınırken Sovyetler Birliği temsilcisi Andrey Vyshinsky, Çin’in temsil hakkı meselesi nedeniyle Güvenlik Konseyi toplantılarını boykot etmekteydi. Dolayısıyla Sovyet vetosu söz konusu olmadan kararlar kabul edilmiş, bu da Birleşmiş Milletler'in çatışmaya doğrudan müdahil olmasını kolaylaştırmıştır.


Savaşın patlak vermesiyle birlikte Kore, yalnızca iki devletin iç meselesi olmaktan çıkmış; uluslararası düzeyde çok taraflı bir silahlı çatışmaya dönüşmüştür. ABD’nin yanı sıra İngiltere, Kanada, Avustralya, Fransa, Hollanda ve Türkiye gibi ülkeler kara, hava ve deniz kuvvetleriyle çatışmaya katılmaya başlamış; Çin Halk Cumhuriyeti de ilerleyen aylarda savaşa dahil olarak dengeleri değiştirmiştir. Bu gelişmeler Kore Savaşı’nı Soğuk Savaş’ın ilk sıcak çatışması hâline getirmiş ve vekâlet savaşlarının habercisi olmuştur.

Kore Savaşı’nın Soğuk Savaş Bağlamındaki Önemi

Kore Savaşı, yalnızca Kore Yarımadası’nda iki ayrı hükûmetin karşı karşıya geldiği bir iç savaş olmanın ötesinde, Soğuk Savaş döneminde ideolojik ve jeopolitik kutuplaşmanın ilk açık askerî tezahürü olarak kabul edilmektedir. Savaş, Batı Bloğu’nun lideri konumundaki Amerika Birleşik Devletleri ile Doğu Bloğu’nun başat gücü Sovyetler Birliği arasında doğrudan silahlı bir çatışma yaşanmadan yürütülen ilk büyük ölçekli vekâlet savaşıdır. Bu yönüyle Kore Savaşı, yalnızca Kore halklarının değil, savaşta taraf olan veya dolaylı olarak etkilenen tüm devletlerin siyasal, diplomatik ve askerî pozisyonlarını yeniden şekillendirmiştir.


Birleşmiş Milletler çerçevesinde ABD öncülüğünde oluşturulan çok uluslu askerî kuvvetin sahaya sürülmesi, savaşın uluslararası meşruiyet temelinde yürütüldüğünü göstermiştir. Aynı zamanda bu durum, Birleşmiş Milletler’in ilk kez kolektif güvenlik mekanizmasını etkin biçimde kullanabildiği bir örnek teşkil etmiştir. Savaşın başlangıcında SSCB’nin Güvenlik Konseyi’ni boykot etmesi nedeniyle kararların veto edilmeden kabul edilebilmesi, Batı Bloğu açısından önemli bir diplomatik avantaj doğurmuştur. Savaşın seyri içerisinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin Kuzey Kore lehine müdahalede bulunması, bölgesel çatışmayı küresel düzeyde bir mücadeleye dönüştürmüş ve Asya’daki stratejik dengeleri köklü biçimde değiştirmiştir.


Kore Savaşı, askerî sonuçlarının yanı sıra Soğuk Savaş'ın ideolojik cephelerini de netleştirmiştir. ABD, Güney Kore’ye verdiği güçlü destekle komünizmin Asya’daki yayılma eğilimini sınırlandırmayı hedeflemiş; bu da “domino teorisi”nin erken örneklerinden biri olarak görülmüştür. Öte yandan Sovyetler Birliği, doğrudan cephede yer almamakla birlikte Kuzey Kore’ye silah ve lojistik destek sağlamış, Çin aracılığıyla dolaylı müdahalede bulunmuştur. Bu durum, savaşın “proksi savaş” niteliğini güçlendirmiştir.


Kore Savaşı, Türkiye gibi savaş dışı kalmaya çalışan ülkeleri de taraf olmaya zorlamış; Türkiye'nin Batı Bloğu’na siyasi yakınlaşmasını askerî düzeyde somutlaştıran bir kırılma noktası olmuştur. NATO’ya üyelik hedefiyle Kore’ye asker gönderme kararı alan Türkiye, bu savaş aracılığıyla Batı İttifakı içinde güvenilir bir ortak olarak yer edinmiştir. Benzer şekilde, savaşın ardından NATO genişlemiş, askerî harcamalar artmış ve dünya genelinde tarafsızlık politikaları gerilemiştir.


Savaşın sona erdiği 1953 yılında taraflar arasında bir barış antlaşması değil, yalnızca ateşkes anlaşması imzalanmıştır. Bu nedenle Kore Yarımadası’nda hukuki olarak savaş hâli teknik olarak devam etmektedir. Panmunjom Ateşkesi’nin ardından kurulan Askerden Arındırılmış Bölge (DMZ), günümüzde dahi iki Kore devleti arasındaki en hassas sınır hattı olarak varlığını sürdürmektedir. Bu durum, Kore Savaşı’nın yalnızca Soğuk Savaş dönemine özgü bir çatışma olmadığını, aynı zamanda bugünün jeopolitik sorunlarının da temelinde yer aldığını göstermektedir.

Savaşın Başlaması ve Gelişimi (1950–1953)

25 Haziran 1950 sabahı, Kuzey Kore Halk Ordusu 38. paraleli geçerek Güney Kore topraklarına yönelik ani ve kapsamlı bir saldırı başlatmıştır. Saldırı, Güney Kore ordusunun hazırlıksız olduğu bir dönemde gerçekleştirilmiş, kısa sürede cephe hatları çökmüş ve Kuzey Kore birlikleri Güney içlerine hızla ilerlemeye başlamıştır. Güney Kore’nin başkenti Seul, saldırının başlamasından yalnızca üç gün sonra, 28 Haziran 1950’de Kuzey Kore birliklerinin eline geçmiştir.

Kuzey Kore’nin Güney’e Saldırısı ve Seul’ün Düşüşü

Kuzey Kore’nin saldırısı, Kore’nin iç meseleleriyle sınırlı kalmamış; doğrudan uluslararası hukukun ve Birleşmiş Milletler Şartı’nın ihlali olarak değerlendirilmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Kore’ye yönelik saldırıyı uluslararası barış ve güvenliğe tehdit olarak tanımlamış ve 26 Haziran’da 82 sayılı kararı kabul ederek Kuzey Kore'den saldırıya son vermesini ve birliklerini 38. paralelin gerisine çekmesini talep etmiştir. Bu çağrının karşılık bulmaması üzerine, 27 Haziran’da yayımlanan 83 sayılı karar ile Birleşmiş Milletler üyelerine, Güney Kore’ye yardım etme çağrısında bulunulmuştur. ABD, bu çağrı doğrultusunda öncülük görevini üstlenmiş ve Asya-Pasifik bölgesindeki deniz ve hava kuvvetlerini Kore’ye sevk etmiştir.


Kore'de Seul'ün Düşüşünden Hemen Önce (Şehlem Kaçar)【7】  

Güney Kore Silahlı Kuvvetleri, savaşın ilk günlerinde ciddi kayıplar vermiş; askerî organizasyon eksiklikleri, yetersiz ekipman ve zayıf lojistik altyapı nedeniyle geri çekilmek zorunda kalmıştır. Saldırı sırasında Kore Cumhuriyeti ordusu yaklaşık 95 bin askerden oluşmaktaydı; bu birliklerin büyük bölümü yerel güvenlik gücü olarak örgütlenmişti ve tank, topçu ve hava desteğinden yoksundu. Buna karşılık, Kuzey Kore birlikleri Sovyet desteğiyle ağır zırhlı birlikler, tanklar ve modern silahlarla donatılmıştı. Ayrıca savaşın ilk evresinde stratejik inisiyatif tamamen Kuzey’in elindeydi.


Seul’ün düşüşü yalnızca Güney Kore açısından değil, Batı kamuoyu ve özellikle ABD için de büyük bir moral kırılması anlamına gelmiştir. Bu gelişme, hem Güney Kore rejiminin meşruiyetini tehdit etmiş hem de Doğu Asya’daki ABD etkisinin sarsılabileceği endişesini doğurmuştur. Bunun üzerine, ABD Başkanı Harry S. Truman, Kore Savaşı’nı komünist yayılmacılığın ilk büyük adımı olarak değerlendirmiş ve bu müdahaleyi küresel bir önleme stratejisinin parçası hâline getirmiştir. ABD’nin ardından İngiltere, Kanada, Avustralya ve diğer müttefik ülkeler de Güney Kore’ye askerî destek taahhüdünde bulunmuşlardır.


Bu aşamada Güney Kore ordusu ve Amerikan birlikleri, Busan çevresine kadar çekilmiş; Kore Yarımadası'nın güneydoğusunda Busan Koruyucu Kuşağı adı verilen dar bir alana sıkışmıştır. Burada oluşturulan savunma hattı, savaşın ilerleyen evrelerinde Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin karşı taarruzuna zemin hazırlayacaktır. Ancak savaşın ilk haftalarında yaşanan hızlı gelişmeler, Kuzey Kore’nin mutlak üstünlük kurduğu bir dönem olarak kayda geçmiştir.

Birleşmiş Milletler’in Müdahale Kararı

Kuzey Kore’nin 25 Haziran 1950 tarihinde başlattığı taarruz, yalnızca Kore Yarımadası’nda değil, küresel ölçekte de derin bir krize yol açmıştır. Bu saldırı, Birleşmiş Milletler’in kuruluş ilkeleri çerçevesinde “barışa açık tehdit” olarak değerlendirilmiş ve Güvenlik Konseyi olağanüstü şekilde toplanarak krizi ele almıştır. 26 Haziran’da kabul edilen 82 sayılı kararla, Kuzey Kore’nin saldırısının durdurulması ve birliklerin 38. paralelin gerisine çekilmesi çağrısında bulunulmuş; bu çağrının sonuçsuz kalması üzerine 27 Haziran’da yayımlanan 83 sayılı kararla Birleşmiş Milletler üyelerine askerî yardımda bulunmaları için çağrı yapılmıştır. 7 Temmuz 1950 tarihli 84 sayılı karar ise Güney Kore’ye yapılacak askerî müdahalenin komutasının ABD tarafından üstlenilmesini karara bağlamıştır.


Bu gelişmeler, Birleşmiş Milletler’in tarihinde ilk kez bir üye ülkeye yapılan saldırı karşısında kolektif güvenlik mekanizmasını fiilen uygulamaya koyduğunu göstermiştir. Önemli bir ayrıntı olarak, bu süreçte Sovyetler Birliği temsilcisinin Güvenlik Konseyi’ndeki oturumlara katılmaması, müdahale kararlarının veto edilmeden kabul edilmesini mümkün kılmıştır. Sovyet temsilcisi, Çin Halk Cumhuriyeti’nin konseyde temsil edilmemesini protesto amacıyla oturumları boykot etmekteydi. Bu diplomatik boşluk, Batılı devletlerin karar alma sürecinde üstünlük sağlamasına neden olmuştur.


Birleşmiş Milletlerin Müdahalesine Dair Karikatür (Oylum Bülbül Beşler)【8】  

Birleşmiş Milletler müdahalesi çerçevesinde 16 ülke kara, hava ve deniz kuvvetleriyle Kore’ye asker göndermiştir. Bu ülkeler arasında Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık, Fransa, Kanada, Avustralya, Türkiye, Belçika, Hollanda, Yunanistan ve Filipinler gibi devletler yer almıştır. Ayrıca 40’tan fazla ülke lojistik, tıbbi ve insani yardımlarla savaşa dolaylı destek vermiştir. Kurulan bu çok uluslu kuvvetin operasyonel komutası ABD Genelkurmay Başkanlığı tarafından yürütülmüş, sahadaki askerî birliklerin sevk ve idaresi ise General Douglas MacArthur’un başkomutanlığına verilmiştir.


Birleşmiş Milletler kuvvetinin oluşumu, Kore Savaşı’nın yalnızca Kore halklarını ilgilendiren bir iç mesele değil, uluslararası barış ve güvenliğe ilişkin bir kriz olarak ele alındığını göstermiştir. Ayrıca çok uluslu yapısıyla bu kuvvet, savaşın hukuki ve siyasal meşruiyetini güçlendirmiş; komünist yayılmacılığa karşı Batı Bloğu’nun müşterek hareket kabiliyetini pekiştirmiştir. Bu gelişme aynı zamanda NATO gibi yeni askerî ittifakların kurumsallaşmasına da doğrudan katkı sağlamıştır.


Türkiye de, 25 Temmuz 1950 tarihinde Kore’ye bir tugay büyüklüğünde askerî birlik göndereceğini resmen açıklamış; bu karar, Kore Savaşı’nda yer alacak çok uluslu yapının tamamlayıcı unsurlarından biri olmuştur. Böylelikle Kore Savaşı, savaş alanında fiilen yer alan devletlerin ötesinde, Soğuk Savaş boyunca şekillenecek uluslararası ittifakların ilk laboratuvarı hâline gelmiştir.

Çin’in Savaşa Girişi ve Dönüm Noktaları

Kore Savaşı’nın ilk aylarında Kuzey Kore birliklerinin hızlı ilerleyişi, Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin karşı taarruzu ve Güney Kore'nin Busan bölgesinde tutunmayı başarmasıyla durdurulmuştur. General Douglas MacArthur komutasındaki Birleşmiş Milletler Ordusu, Eylül 1950’de başlattığı Inchon Çıkarması ile savaşın seyrini köklü biçimde değiştirmiştir. Bu amfibi harekât sayesinde BM kuvvetleri Seul’ü yeniden ele geçirmiş, Kuzey Kore birliklerini 38. paralelin ötesine püskürtmüş ve kısa sürede Kore Yarımadası’nın kuzeyine, Çin sınırına kadar ilerlemiştir. Bu gelişmeler, savaşın yalnızca Güney Kore’nin savunulmasıyla sınırlı kalmayacağını ve Kuzey Kore rejiminin tamamen ortadan kaldırılabileceğini gündeme getirmiştir.


Birleşmiş Milletler birliklerinin Yalu Nehri’ne, yani Çin sınırına kadar yaklaşması, Çin Halk Cumhuriyeti tarafından doğrudan bir güvenlik tehdidi olarak değerlendirilmiştir. Çin yönetimi, Kore’de rejim değişikliğine izin verilmesi hâlinde kendi sınır güvenliğinin tehlikeye gireceği görüşünü savunmuş ve bu nedenle müdahale kararı almıştır. Çin Halk Gönüllü Ordusu (ÇHGO) adı altında konuşlandırılan yaklaşık 300.000 kişilik askerî kuvvet, Ekim 1950’nin son günlerinde gizli biçimde Kore’ye girmiştir.


Çin birliklerinin savaşa girişi, Kore Savaşı’nın en kritik dönüm noktalarından birini oluşturmuştur. Özellikle Kasım ayı sonlarında başlayan Çin taarruzu sonucunda Birleşmiş Milletler kuvvetleri büyük kayıplar vermiş, Seul ikinci kez Kuzey Kore ve Çin birliklerinin eline geçmiştir. Kış koşullarının ve lojistik zorlukların ağırlaştığı bu dönemde BM kuvvetleri cephe gerisine çekilmek zorunda kalmış, böylece savaş dengesi yeniden kurulmuştur.


Çin’in savaşa katılımı, çatışmanın bölgesel niteliğini ortadan kaldırmış ve doğrudan bir uluslararası vekâlet savaşı görüntüsünü pekiştirmiştir. ABD açısından bu durum, Asya’daki askerî angajmanın sınırlarını yeniden düşünmeyi gerektirmiştir. General MacArthur’un Çin topraklarına doğrudan saldırı önerisi, Başkan Truman tarafından reddedilmiş ve MacArthur’un görevine son verilmiştir. Bu kriz, ABD içinde sivil-asker ilişkileri açısından da önemli bir kırılma noktası yaratmıştır.


Çin’in savaşa müdahalesi, aynı zamanda Kuzey Kore rejiminin çöküşünü engellemiş ve savaşın iki taraf arasında daha dengeli bir hatta uzamasına neden olmuştur. Bu dönemin ardından savaş, daha çok savunma ağırlıklı ve mevzi çatışmalarına dayalı bir biçim almış; büyük çaplı cephe değişiklikleri yerini statik bir cephe düzenine bırakmıştır.


Bu gelişmeler ışığında Çin’in savaşa müdahalesi, yalnızca Kuzey Kore’nin askerî varlığını kurtarmakla kalmamış; Soğuk Savaş döneminde Çin’in gücünün dünya sahnesinde görünür hâle gelmesine de zemin hazırlamıştır. Çin, bu savaştan itibaren Batı Bloğu’nun karşısında Asya’daki bağımsız bir kutup olarak tanımlanmış ve Sovyetler Birliği’nden bağımsız bir diplomatik çizgi geliştirmeye başlamıştır.

Panmunjom Öncesi Cephe Hattı ve Statik Savaş Dönemi

1951 yılının başlarından itibaren Kore Savaşı’nda büyük çaplı cephe hareketleri yerini durağan ve mevzi savaşı niteliğindeki bir sürece bırakmıştır. Çin Halk Gönüllü Ordusu’nun savaşa katılmasıyla yeniden şekillenen cephe dengeleri, tarafların karşılıklı olarak mevzilenmelerini ve yeni savunma hatları tesis etmelerini beraberinde getirmiştir. Şubat 1951’de Seul’ün Birleşmiş Milletler kuvvetleri tarafından ikinci kez ele geçirilmesi, cephedeki inisiyatifin bir süreliğine BM güçlerine geçtiğini göstermişse de artık ne Çin ve Kuzey Kore kuvvetleri ne de BM güçleri büyük taarruzlar yoluyla kalıcı üstünlük sağlayabilecek konumda değildi.


Bu süreçte savaşın askerî niteliği değişmiş; derin ilerleme hedefi yerine belirli tepe ve savunma noktaları çevresinde yoğunlaşan mevzi muharebeleri öne çıkmıştır. Özellikle 1951 ortalarından itibaren taraflar arasında sınır hattı, 38. paralel civarında istikrara kavuşmuş ve savaş boyunca çok az değişiklik göstermiştir. Bu dönem, askerî anlamda topçu atışları, sınırlı piyade baskınları, karşılıklı siper savaşları ve keşif faaliyetleriyle tanımlanabilecek düşük yoğunluklu fakat sürekli bir çatışma ortamı yaratmıştır.


Statik savaş dönemi, siyasi düzlemde de bir tıkanmayı beraberinde getirmiştir. Taraflar arasındaki çatışmaların sonucunda belirgin bir galibiyet veya yenilgi doğmadığı için, savaşın uzamasına neden olan bir denge hâli ortaya çıkmıştır. Bu durum, savaşın hem cephede görev yapan askerler hem de katılımcı ülkeler için yıpratıcı hâle gelmesine yol açmıştır. Özellikle hava koşullarının zorluğu, yüksek rakımlı bölgelerdeki mevziler, lojistik güçlükler ve insan gücü kaybı, savaşın toplumsal ve psikolojik etkilerini artırmıştır.


Bu dönemde Güney Kore tarafı, BM güçlerinden aldığı destekle savunma kapasitesini geliştirirken, Kuzey Kore ve Çin güçleri de arazi avantajlarını kullanarak inisiyatif kaybını dengelemeye çalışmışlardır. Ancak üstünlüğün sağlanamaması ve tarafların giderek tükenen kaynaklara rağmen savaşı sürdürmeleri, müzakerelerin kaçınılmaz hâle gelmesine neden olmuştur.


Nihayetinde bu durağan ve yıpratıcı savaş ortamı, Temmuz 1951’de barış görüşmelerinin başlatılmasına zemin hazırlamıştır. Panmunjom Köyü, bu görüşmelerin yürütüleceği tarafsız bölge olarak belirlenmiş; böylece savaşın son aşamasını şekillendirecek diplomatik süreç başlamıştır. Ancak görüşmelerin kendisi de savaş kadar uzun ve zorlu geçmiş; iki yılı aşkın süre boyunca müzakereler sonuçsuz kalmış, bu süre zarfında cephedeki statik çatışmalar aralıksız devam etmiştir.

Panmunjom Görüşmeleri ve Ateşkes Antlaşması (27 Temmuz 1953)

Kore Savaşı'nın 1951 ortalarında statik bir cephe savaşına dönüşmesiyle birlikte, savaşan taraflar çözümün mümkün olmadığı gerçeğini kabullenmiş ve diplomatik yolları aramaya yönelmiştir. Bu bağlamda, Temmuz 1951’de Kuzey Kore ve Çin Halk Cumhuriyeti temsilcileri ile Birleşmiş Milletler kuvvetleri arasında Panmunjom adlı köyde ateşkes görüşmeleri başlatılmıştır. Görüşmelerin yürütüldüğü bölge, cephe hattı üzerinde ama tarafsız olarak kabul edilen bir konumda yer almakta ve sembolik olarak savaşın hem askeri hem de siyasi yüzünü temsil etmekteydi.


Panmunjom Görüşmeleri, savaşın tüm taraflarının yer aldığı çok taraflı ve oldukça çetin geçen bir diplomatik süreçtir. İlk etapta müzakereler savaşın tamamen sona erdirilmesine yönelik barış antlaşması hedefiyle başlatılmış olsa da zamanla bu hedef yerini “ateşkes” konusuna indirgenmiş, taraflar yalnızca çatışmaların sonlandırılması üzerinde yoğunlaşmıştır. Görüşmelerin yavaş ilerlemesinin temel sebepleri arasında savaş esirlerinin durumu, yeni sınır hattının belirlenmesi, gözetim mekanizmaları ve siyasi temsil problemleri gibi başlıklar yer almaktadır.


En fazla tartışmaya yol açan konu, savaş esirlerinin kaderi olmuştur. Çin ve Kuzey Kore tarafı, esirlerin zorla geri gönderilmesini savunurken; Birleşmiş Milletler ve özellikle Hindistan’ın diplomatik girişimleriyle şekillenen BM tarafı, esirlerin iradelerine dayalı olarak serbest bırakılmasını önermiştir. Bu temel anlaşmazlık aylar süren duraksamalara neden olmuş; esir değişim süreçlerinin ve tarafsız gözetim komisyonlarının oluşturulması zaman almıştır.


Tüm bu pürüzlere rağmen, üç yılı aşkın süredir devam eden savaşın taraflar üzerindeki yıpratıcı etkileri, sonunda diplomatik bir çözüme yönelmeyi zorunlu kılmıştır. 27 Temmuz 1953 tarihinde, Panmunjom’da bir “ateşkes antlaşması” imzalanmış ve Kore Savaşı’ndaki aktif çatışmalar son bulmuştur. Anlaşma, fiili cephe hattını esas alarak yaklaşık 240 kilometre uzunluğunda ve 4 kilometre genişliğinde bir “Askerden Arındırılmış Bölge” (Demilitarized Zone - DMZ) oluşturmuş; bu hat günümüzde de fiilen Kuzey ve Güney Kore arasındaki sınır durumundadır.


Ancak bu ateşkes, savaşın resmen sona erdiği anlamına gelmemektedir. Taraflar arasında herhangi bir barış antlaşması imzalanmamış; dolayısıyla Kore Yarımadası'ndaki savaş hâli hukuken sona ermemiştir. Bu durum, bölgedeki gerginliğin ve askerî hazırlık durumunun günümüze kadar süreklilik kazanmasına neden olmuştur.


Panmunjom Ateşkesi, aynı zamanda Birleşmiş Milletler tarihinde kalıcı bir barış tesis edilememiş ilk büyük askerî müdahale örneğidir. Ateşkesin ardından da Güney Kore’de ABD askerî varlığı kalıcı hâle gelmiş, Kuzey Kore ise Çin ve Sovyetler Birliği ile askerî-siyasi ilişkilerini daha da derinleştirmiştir. Kore Savaşı böylece, savaş sonrası dönemde yalnızca Kore Yarımadası’nı değil, Soğuk Savaş denklemini belirleyen en kritik kırılmalardan biri olarak tarihe geçmiştir.

Türkiye’nin Kore Savaşı’na Katılım Süreci

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye, dış politikasında önemli bir yön değişikliği sürecine girmiş; tarafsızlık ilkesini kademeli olarak terk ederek Batı Bloğu’yla daha sıkı ilişkiler kurma arayışına yönelmiştir. Bu dönüşümün temelinde, savaş sonrası dönemde Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye yönelik artan baskıları, özellikle Boğazlar üzerinde yeniden gündeme getirilen talepler ve Kars ile Ardahan’a dair toprak iddiaları belirleyici olmuştur. Bu tehdit karşısında Türkiye, güvenliğini kolektif bir güvenlik sistemiyle teminat altına alma ihtiyacı hissetmiş ve bu bağlamda Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) üye olabilmek için somut adımlar atmaya başlamıştır.

Dış Politika Bağlamında Türkiye’nin Karar Süreci

Kore Savaşı’nın patlak vermesi, Türkiye açısından bu hedefe ulaşmak için önemli bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. 1950 yılı itibarıyla iktidara yeni gelmiş olan Demokrat Parti yönetimi, Batı ittifakıyla bütünleşmenin yalnızca siyasi söylemle değil, somut katkılarla pekiştirilmesi gerektiği düşüncesindeydi. Dönemin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü başta olmak üzere hükûmet yetkilileri, Birleşmiş Milletler’in çağrısını yalnızca barışçıl bir inisiyatif olarak değil, Türkiye'nin Batı Bloğu’ndaki konumunu gösterecek bir sınav olarak yorumlamışlardır.


Türkiye'nin Savaşa Katılımına Dair Karikatiür (Muhammed Cihad Kubat)【9】  

25 Temmuz 1950 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye’nin Kore’ye bir tugay düzeyinde asker göndereceği açıklanmıştır. Bu karar, ne öncesinde TBMM’de görüşülmüş ne de muhalefetle istişare edilmiştir. Dolayısıyla Kore’ye asker gönderme kararı iç politikada önemli bir tartışma konusu olmuş; muhalefet partileri, kararın meclis denetimi dışında alınmasını, anayasal teamüllere ve demokratik işleyişe aykırı bulmuştur. Ancak hükûmet, kararını ulusal çıkarlarla ilişkilendirerek meşrulaştırma yoluna gitmiş; NATO üyeliği ve Batı dünyasıyla entegrasyon süreci açısından bu adımın gerekliliğini vurgulamıştır.


Kararın alındığı dönemde Türkiye, NATO’ya henüz resmen kabul edilmemişti. 1949 yılında kurulan NATO’nun kurucu üyeleri arasında yer almayan Türkiye’nin üyelik başvurusu, daha önce bazı Avrupa ülkeleri tarafından olumsuz karşılanmış; özellikle coğrafi konum ve siyasi istikrar gibi gerekçelerle süreç ertelenmişti. Kore’ye asker gönderme kararı, Türkiye’nin bu üyelik sürecine verdiği stratejik önemin göstergesi olarak değerlendirilmiş; savaş aracılığıyla Türkiye’nin askerî kapasitesini ve Batı’ya olan sadakatini göstereceği umulmuştur.


Dış politika düzleminde Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılımı, yalnızca askerî bir destek sağlamakla sınırlı kalmamış, aynı zamanda yeni cumhuriyetin uluslararası sistemdeki yerini yeniden tanımlama girişimi olmuştur. Bu hamle, Türkiye’nin “tarafsız ülke” statüsünden çıkarak Batı savunma sisteminin bir parçası hâline gelme sürecinde önemli bir kırılma noktası teşkil etmiştir. Nitekim bu kararın ardından Türkiye’nin NATO üyeliği hız kazanmış; Şubat 1952’de Türkiye, Yunanistan ile birlikte resmen İttifak’a kabul edilmiştir.

Hükûmetin Kararı ve İç Politika Yansımaları

Türkiye’nin Kore Savaşı’na asker göndermeye ilişkin kararı, 25 Temmuz 1950 tarihinde Bakanlar Kurulu’nun aldığı bir kararla ilan edilmiş; ancak bu karar Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülmeden, herhangi bir oylamaya sunulmadan yürürlüğe konmuştur. Demokrat Parti iktidarının üç ay gibi kısa bir süredir görevde bulunduğu bir dönemde alınan bu karar, siyasal sistemin işleyişi, karar alma süreçleri ve demokratik teamüller açısından ciddi tartışmalara yol açmıştır. Muhalefet partileri başta olmak üzere birçok kesim, dış politika gibi hayati bir konuda Meclis’in devre dışı bırakılmasını eleştirmiştir.


Başta Cumhuriyet Halk Partisi olmak üzere muhalefet partileri, hükûmeti anayasal yetki sınırlarını aşmakla itham etmiş ve Türkiye’nin savaş gibi yüksek riskli bir sürece tek taraflı yürütme organı kararıyla sokulmasının hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığını savunmuştur. Eleştiriler yalnızca kararın usulüne değil, içeriğine de yönelmiştir. Kore ile Türkiye arasında doğrudan bir bağ bulunmadığı, savaşın ulusal güvenliği tehdit etmediği ve Türk askerinin başka bir kıtada, tamamen yabancı bir çatışma zemininde savaşmaya gönderilmesinin kamu vicdanında meşru bir dayanağı olmadığı sıkça dile getirilmiştir.


Buna karşın Demokrat Parti hükûmeti, Kore Savaşı’na katılma kararını stratejik gerekçelerle savunmuş ve bu adımın Türkiye’nin uluslararası konumunu güçlendireceğini ileri sürmüştür. Hükûmetin temel savı, Sovyet tehdidine karşı güvenliğin ancak kolektif güvenlik mekanizmalarına dahil olmakla sağlanabileceği ve bu bağlamda Kore’ye asker göndermenin, Türkiye’nin Batı ile tam entegrasyonunun önünü açacağı yönünde olmuştur. Ayrıca Demokrat Parti yöneticileri kamuoyuna yönelik açıklamalarında, kararın uluslararası sorumluluk duygusu, barışa katkı ve Birleşmiş Milletler ilkelerine bağlılıkla alındığını vurgulamışlardır.


İstanbul basını bu tartışmalara geniş yer ayırmıştır. Bazı gazeteler, hükûmetin kararını olumlu bir gelişme olarak değerlendirirken bazıları ise Meclis'in devre dışı bırakılmasını anayasal dengeye zarar veren bir tutum olarak eleştirmiştir. Gazetelerde yer alan yorumlarda, Türk askerinin başka bir savaşta yer almasının yaratacağı sosyal ve ekonomik maliyetler de tartışma konusu olmuştur. Özellikle asker sevkiyatı sırasında yaşanan duygusal sahneler, kamuoyunda millî birlik hissi kadar endişe ve üzüntü de doğurmuştur.


Kore Savaşı’na katılma kararı, Demokrat Parti’nin dış politika alanında Batı Bloğu ile entegrasyon hedefini ne denli önemsediğini göstermiş; ancak iç politikada bu hedefin meşrulaştırılmasında bazı kurumsal ve hukuki eksiklikler bulunduğunu da ortaya koymuştur. Bu karar, ilerleyen yıllarda Türkiye’de demokratik denetimin sınırları, parlamenter işleyişin etkinliği ve yürütmenin dış politika üzerindeki tek taraflı etkisi gibi konuların daha sistematik biçimde tartışılmasına zemin hazırlamıştır.

Türk Kamuoyunun ve Basınının Tepkileri

Türkiye’nin Kore Savaşı’na asker göndermesi kararı, yalnızca siyasal çevrelerde değil, kamuoyunda ve basında da geniş yankı uyandırmıştır. Dönemin gazetelerinde yer alan haberler, yorumlar ve köşe yazıları incelendiğinde, toplumun farklı kesimlerinin bu karara karşı çeşitli duygular ve değerlendirmelerle tepki verdiği görülmektedir. Özellikle İstanbul basını, Kore’ye asker gönderilmesi kararını hem bir dış politika hamlesi hem de bir ulusal sorumluluk testi olarak yorumlamış; kararın arkasında yatan nedenleri, muhtemel sonuçları ve kamu vicdanındaki yansımalarını ayrıntılı biçimde ele almıştır.


Kore'deki Türk Askerlerine Kanlarıyla Çizdikleri Bayrakla Destek Olan Gençler (Şehlem Kaçar)【10】  

Kararın açıklanmasının ardından bazı gazeteler hükûmetin girişimini olumlu bir adım olarak nitelendirmiş ve Türkiye’nin Batı dünyasında saygın bir konum elde etme çabası içinde olduğunu savunmuştur. Bu yorumlarda, Sovyetler Birliği’nin Türkiye üzerindeki baskılarına karşı kolektif güvenlik sistemine dahil olmanın bir zorunluluk olduğu ve Kore Savaşı'nın bu bağlamda stratejik bir araç işlevi gördüğü belirtilmiştir. Aynı zamanda Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’in çağrısına olumlu cevap vermesinin, uluslararası camiada yükümlülüklerini yerine getiren bir devlet imajını pekiştireceği görüşü ön plana çıkmıştır.


Ancak basında bu görüşlerle sınırlı kalmayan daha eleştirel yazılar da kaleme alınmıştır. Özellikle bazı gazeteler, hükûmetin kararı TBMM'ye danışmadan ve kamuoyunu yeterince bilgilendirmeden almasını demokratik işleyiş açısından sorunlu bulmuş; Türk askerinin binlerce kilometre ötede, Türkiye’nin doğrudan güvenliğiyle ilişkisi olmayan bir savaşta yer almasının hem hukuki hem de ahlaki meşruiyetinin sorgulanması gerektiğini savunmuştur. “Kore nere, Türkiye nere?” şeklindeki ifadeler, bu tartışmaların halk düzeyindeki karşılığını ve asker gönderme kararına yönelik sorgulayıcı tavrı yansıtan simgesel bir söyleme dönüşmüştür.


Kamuoyunda ise duygular daha karmaşık bir görünüm arz etmiştir. Bir yanda Türkiye’nin uluslararası alanda daha güçlü bir konum elde etme arzusu, diğer yanda askerlik çağına gelmiş çocuklarını kaygıyla uğurlayan ailelerin endişesi ve üzüntüsü yer almıştır. Asker sevkiyatları sırasında düzenlenen törenler, özellikle demiryollarındaki uğurlama sahneleri, halkın duygusal tepkilerini görünür kılmış; bu sahneler dönemin gazetelerinde sıkça fotoğraflarla aktarılmıştır.


Amerikalı Senatör Cain Fuat Köprülü İle Birlikte (Burcu Yener)【11】  

Ayrıca Türk askerlerinin cepheye intikali ve muharebe alanlarındaki başarıları, başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerde gurur ve millî coşku ile karşılanmıştır. Bu başarılar, basın tarafından sıkça öne çıkarılmış; gazete manşetlerinde, Türk askerinin cesareti, disiplini ve kahramanlığı vurgulanmıştır. Bu olumlu yansımalar, dış politikadaki girişimini iç politikada da destekleme aracı olarak işlev görmüş; kamuoyunda oluşan olumlu hava, hükûmete kısa vadeli siyasal avantajlar sağlamıştır.


Bununla birlikte, savaşın ilerleyen evrelerinde ortaya çıkan kayıplar, esir haberleri ve cephede yaşanan zorluklar kamuoyunda daha temkinli ve eleştirel bir yaklaşımın gelişmesine de yol açmıştır. Savaşın başlangıcında görülen coşku zamanla yerini yorgunluğa, sorgulamaya ve sosyal travmalara bırakmış; özellikle cepheden dönen askerlerin anlattıkları, halkın savaşın gerçek yüzüyle yüzleşmesine neden olmuştur.

Türk Tugayının Kuruluşu, Eğitimi ve Sefer Hazırlıkları

Türkiye, Kore Savaşı’na katılma kararının hemen ardından askerî hazırlık sürecini başlatmış ve kısa sürede savaş koşullarına uygun bir tugay teşkil etmiştir. Bu tugay, “Türk Tugayı” (resmî adıyla Türk Muharip Tugayı) olarak anılmış ve Birleşmiş Milletler komutası altında Kore’ye gönderilmek üzere organize edilmiştir. Tugayın teşkili, eğitimi, sevkiyatı ve donanımı, dönemin kısıtlı imkânlarına rağmen yoğun bir tempo ile gerçekleştirilmiştir.


Türk Tugayı’nın çekirdek kadrosu, profesyonel subay ve astsubaylardan oluşmuş; erbaş ve erler ise ağırlıklı olarak yedek subay adayları, muvazzaf askerler ve gönüllülerden seçilmiştir. Tugay mevcudu yaklaşık 5.000 asker olarak belirlenmiş; bu birlik bünyesinde piyade taburları, topçu birlikleri, keşif unsurları, sağlık, haberleşme ve lojistik destek birimleri de yer almıştır. Tugay, önce Ankara Polatlı’da bulunan Topçu ve Piyade Okulları’nda topluca eğitime alınmış; daha sonra Kayseri ve İskenderun’da yapılan sefer öncesi hazırlıklarla eğitimi tamamlamıştır.


Eğitim süreci, Kore'deki muharebe ortamına uygun şekilde yapılandırılmış; özellikle gece muharebeleri, el bombası kullanımı, makineli tüfek eğitimi ve yakın mesafe çatışmalarına ağırlık verilmiştir. Türk askerinin disiplinli yapısı, dayanıklılığı ve moral gücü, eğitim süreçlerinin kısa sürede başarıyla tamamlanmasını sağlamıştır. Tugay bünyesindeki komuta kademesi de Birleşmiş Milletler kuvvetleri ile uyumlu çalışabilecek şekilde İngilizce bilen subaylardan oluşturulmuştur. Tugaya ilk komutan olarak General Tahsin Yazıcı atanmış, bu seçim hem tecrübe hem de disiplin açısından önemsenmiştir.


Sefer hazırlıkları çerçevesinde askerlerin teçhizatı da gözden geçirilmiş; Amerikan yardımları kapsamında tugaya tüfek, makineli tüfek, havan ve tanksavar silahları sağlanmıştır. Bununla birlikte bazı yetersizlikler ve eksikler yerli kaynaklardan karşılanmak durumunda kalmıştır. Askerlerin kıyafet ve iaşe ihtiyaçları, Kore iklimine uygun biçimde revize edilmiştir. Ayrıca tugay, kendi sağlık ve ikmal birimleriyle birlikte sevk edilmiştir. Bu durum, Kore’de konuşlanma sürecinde bağımsız hareket edebilmesini mümkün kılmıştır.


Türk Tugayı’nın Kore’ye sevki 17 Eylül 1950 tarihinde başlamış; askerler İskenderun Limanı’ndan Amerikan nakliye gemileri ile yola çıkmış ve yaklaşık bir ay süren deniz yolculuğunun ardından 17 Ekim 1950’de Kore’ye ulaşmıştır. Varış noktası olarak Güney Kore’nin Busan Limanı seçilmiş, buradan kara yoluyla cephe hattına intikal edilmiştir. Tugayın ulaştığı ilk garnizon bölgesi Taegu’dur. Burada kısa süreli intibak eğitimi yapıldıktan sonra birlikler, doğrudan cephe hattına yönlendirilmiştir.


Türk Tugayı’nın Kore’ye gönderilmesi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir denizaşırı askerî sevkiyat olarak gerçekleşmiş; bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri açısından da ciddi bir lojistik ve kurumsal tecrübe oluşturmuştur. Tugay, savaşın ilerleyen evrelerinde sadece cephe görevleriyle değil, aynı zamanda sivil halka yönelik yardım faaliyetleri ve sembolik işlevleriyle de dikkat çekmiştir.

Türk Tugaylarının Muharebeleri ve Görevleri

Türk Tugayı’nın Kore Savaşı’ndaki ilk cephe görevi, Ekim 1950’de Kore Yarımadası'na ulaşmasının hemen ardından başlamıştır. Birinci Türk Tugayı, General Tahsin Yazıcı komutasında, Amerika Birleşik Devletleri 8. Ordusu’na bağlı olarak konuşlandırılmış ve ilk büyük muharebe deneyimini Kasım 1950’de Kunuri bölgesinde yaşamıştır. Bu dönemde Çin Halk Gönüllü Ordusu’nun savaşta ağırlığını artırması, cephedeki dengeleri dramatik biçimde değiştirmiştir. Türk Tugayı’nın savaşa dâhil olması, bu yeni aşamada Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin savunma ve geri çekilme manevralarında kritik rol üstlenmesini sağlamıştır.

Birinci Türk Tugayı: Kunuri, Wawon ve Kumyangjang-Ni Muharebeleri

Kunuri Muharebesi, Türk Tugayı’nın Kore Savaşı’nda verdiği ilk büyük sınav olmuştur. 25-27 Kasım 1950 tarihleri arasında gerçekleşen bu muharebede, Türk birlikleri Amerikan 2. Tümeni’nin sağ kanadını korumakla görevlendirilmiş, Çin birliklerinin kuşatma ve imha hareketine karşı direnmiştir. Düşmanın sayı ve silah üstünlüğüne rağmen Türk Tugayı, pozisyonunu terk etmemiş; ağır kayıplar pahasına savaş hattını koruyarak müttefik birliklerin çekilmesini kolaylaştırmıştır. Bu muharebe, Türk askerinin direnci, yakın muharebe yeteneği ve moral gücü açısından dikkat çekici bir örnek teşkil etmiş; uluslararası kamuoyunda büyük takdir toplamıştır.


Kunuri'de 2. Piyade Tümeni'nin Durumu (Muhammed Cihat Kubat)【12】  

Kunuri sonrası Türk Tugayı, Wawon Muharebesi’nde de benzer bir direnç göstermiştir. 27 Kasım’da başlayan bu çatışma, Çin birliklerinin geniş çaplı taarruzu karşısında Türk birliklerinin kuşatılmasını konu alır. Tugay, büyük baskı altına alınmasına rağmen kuşatmayı yararak birliklerini büyük ölçüde kurtarmayı başarmıştır.


Wawon Muharebesi (İrfan Tunç)【13】  

Bu süreçte yaşanan kayıplar ciddi olsa da Türk birliklerinin disiplini ve muharebe yeteneği hem düşmanın ilerleyişini yavaşlatmış hem de müttefik cephelerinin yeniden toparlanmasına zaman kazandırmıştır. Bu yönüyle Wawon Muharebesi, Türk Tugayı’nın Kore’deki sembolik önemini pekiştirmiştir.


Kunuri Muharebesini Gösterir Harita (Muhammed Cihad Kubat)【14】  

1951 yılının başlarında Türk Tugayı, Kumyangjang-Ni Muharebesi olarak bilinen çatışmaya katılmıştır. Bu muharebe, 25 Ocak 1951 tarihinde gerçekleşmiş ve Türk birlikleri, düşman mevzilerini ele geçirme görevini başarıyla yerine getirmiştir. Özellikle dağlık ve sarp arazide yürütülen bu operasyon, Türk askerinin klasik piyade muharebesindeki yetkinliğini göstermesi açısından önemlidir. Bu çatışmada Türk Tugayı’nın gösterdiği başarı nedeniyle General Tahsin Yazıcı’ya Amerikan Liyakat Madalyası, tugaya da Güney Kore Cumhurbaşkanı tarafından Kore Cumhuriyeti Şeref Madalyası verilmiştir.


Kuzey Kore Taarruzu (Alper İşçimen)【15】  

Bu üç muharebe, Türk Tugayı’nın Kore Savaşı’ndaki itibarının temelini oluşturmuş; tugay yalnızca cephedeki askerî işleviyle değil, müttefik birlikler içinde gösterdiği disiplin, cesaret ve özveriyle de ön plana çıkmıştır. Aynı zamanda bu başarılar, Türkiye kamuoyunda da geniş yankı uyandırmış; Kore’ye asker gönderme kararının haklılığı, bu muharebe başarıları üzerinden gerekçelendirilmiştir. Tugayın bu ilk görev süresi boyunca verdiği kayıplar, yaklaşık 741 ölü, yaralı ve kayıp olarak kaydedilmiştir.

İkinci ve Üçüncü Tugaylar: Savunma ve Taarruz Görevleri

Birinci Türk Tugayı’nın 1950 sonu ile 1951 başında gösterdiği muharebe performansının ardından, Türk Silahlı Kuvvetleri Kore Savaşı’ndaki yükümlülüğünü sürdürmeye devam etmiş; toplam dört ayrı tugay, farklı dönemlerde rotasyonla Kore’de görev yapmıştır. Bu kapsamda İkinci ve Üçüncü Türk Tugayları, savaşın daha durağan ancak stratejik açıdan kritik evrelerinde savunma, ileri karakol güvenliği, cephe tahkimi ve zaman zaman da taarruz görevlerinde aktif rol üstlenmiştir.


İkinci Türk Tugayı, 1951 yılı sonlarında Kore’ye ulaşmış ve görev sahası olarak Seul’un kuzeyindeki cephe hattında konuşlandırılmıştır. Bu tugay, Panmunjom müzakerelerinin başladığı dönemde görev yapmış; böylece çatışmaların azalmasına rağmen cephe güvenliğinin korunması, düşmanın sızmalarına karşı tedbir alınması ve bölgesel kontrolün sürdürülmesi gibi görevleri üstlenmiştir. Tugayın görev bölgesi genellikle dağlık ve engebeli araziden oluşmaktaydı; bu durum, hareket kabiliyetini kısıtlamakla birlikte Türk askerinin dağ koşullarına alışkın yapısı sayesinde başarıyla yürütülmüştür.


İkinci Tugay, doğrudan büyük çaplı taarruzlara sahne olmayan ancak gerilla tipi baskınlar, mayınlı arazide devriye faaliyetleri ve siper savaşlarıyla karakterize edilen bir dönemde görev yapmıştır. Buna rağmen çeşitli düşman sızmaları karşısında verilen karşılıklar, özellikle gece savunma disiplininde gösterilen hassasiyet, müttefik kuvvetler nezdinde Türk askerinin güvenilirliğini pekiştirmiştir. Tugay ayrıca, Panmunjom müzakerelerinin seyrine paralel olarak psikolojik harp unsurlarının yoğunlaştığı bir dönemde görev yapmış, moral seviyesini ve operasyonel düzenini koruyabilmiştir.


Birleşmiş Milletler Ordusunun Taarruzu (İrfan Tunç)【16】  

Üçüncü Türk Tugayı ise 1952 yılında göreve başlamış ve savaşın giderek durağanlaştığı bir döneme denk gelmiştir. Ancak bu durağanlık, Türk birliklerinin çatışmasız bir görev dönemi geçirdiği anlamına gelmemektedir. Üçüncü Tugay, ön cephede yer alarak düşmanın zayıf noktalarını tespit etme, mayın temizleme, ileri karakol tahkimi ve kısa menzilli temas muharebeleri gibi görevleri yerine getirmiştir. Tugay, özellikle Kore’nin kuzeyinde yer alan Hook Tepesi ve çevresindeki savunma hatlarının güçlendirilmesinde önemli bir rol üstlenmiştir.


Üçüncü Tugay’ın görev dönemi aynı zamanda savaşın toplumsal ve insani boyutlarına daha fazla odaklanıldığı bir süreci kapsamaktadır. Bu dönemde tugay, yerel halkla temas kurma, yetimhane destekleri, okulların inşası ve insani yardım faaliyetleri gibi askerî olmayan işlevleri de yerine getirmiştir. Özellikle Ankara Okulu’nun inşası, Türk askerinin Kore’de yalnızca bir muharebe gücü değil, aynı zamanda bir dostluk ve yardım sembolü olarak görülmesini sağlamıştır.


Bu iki tugayın görevleri, cephedeki şiddetin azaldığı bir döneme denk gelmiş olsa da stratejik dengeyi muhafaza eden, moral seviyesi yüksek ve disiplini koruyan bir askerî varlığın sürekliliğini ifade etmiştir. Tugaylar, cepheye hâkim tepelerin ve geçitlerin kontrolünü sağlayarak savaşın barışa evrilmesine giden süreçte Birleşmiş Milletler güçlerinin manevra alanlarını güvence altına almışlardır.

Birleşmiş Milletler Komutası Altında Türk Tugayının Değerlendirilmesi

Türk Tugayı, Kore Savaşı boyunca Birleşmiş Milletler (BM) kuvvetleri bünyesinde faaliyet göstermiş ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin 8. Ordusu’na bağlı olarak konuşlandırılmıştır. Bu çerçevede tugay hem operasyonel düzeyde BM ordusunun genel harekât planlarına entegre olmuş hem de disiplin, muharebe performansı ve stratejik katkı bakımından farklı değerlendirmelere konu edilmiştir. Bu değerlendirmeler, sadece askerî belgelerde değil, müttefik subayların hatıratlarında ve savaş sonrası yapılan askerî analizlerde de kendisine geniş yer bulmuştur.


Türk Tugayı'nın en fazla öne çıkan özelliği, yakın muharebe yeteneği, yüksek moral seviyesi ve disiplini olmuştur. Özellikle Kunuri ve Wawon muharebelerinde gösterilen direnç, Amerikan komutanlığı tarafından “beklentilerin ötesinde” olarak değerlendirilmiş; Türk askerinin savaş alanındaki davranışı, eğitimli profesyonel birliklerle eş düzeyde nitelendirilmiştir. General Walton Walker, Kunuri muharebelerinden sonra Türk Tugayı’nın müdahalesi olmasa 8. Ordu’nun kuşatılarak imha edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceğini ifade etmiştir. Bu tarz açıklamalar, Türk Tugayı’nın savaşın seyrini etkileyen bir unsur olarak algılandığını göstermektedir.


BM komutası altında görev yapan diğer müttefik birliklerle kıyaslandığında, Türk Tugayı'nın daha küçük ama yüksek disiplinli ve mücadele azmi yüksek bir yapı sergilediği görülmüştür. Tugay, ağır kayıplar verildiği anlarda bile mevzilerini terk etmeyerek cephe disiplini açısından örnek teşkil etmiş; bu özelliğiyle Amerikan ve İngiliz askeri raporlarında sıklıkla vurgulanmıştır. Tugayın subay ve astsubay kadrosunun çoğunluğunun II. Dünya Savaşı sonrası dönemde yetişmiş olması, savaşta alınan kararların soğukkanlılıkla uygulanmasını da mümkün kılmıştır.


Bununla birlikte bazı müttefik raporlarında, tugayın teknik donanım eksikliklerine ve yabancı dil bilgisi yetersizliğine bağlı olarak iletişim sorunları yaşandığı da belirtilmiştir. Özellikle topçu ve hava desteği koordinasyonu konusunda zaman zaman zorluklar yaşanmış; bu durum cephe hattındaki taktiksel karar alma süreçlerini etkilemiştir. Ancak bu sorunlara rağmen, Türk birliklerinin kendi iç hiyerarşisini koruyarak karar alma ve uygulama kabiliyeti yüksek bulunmuştur.


Türk Tugayı'nın BM içindeki sembolik değeri de büyüktür. Türkiye’nin Batı Bloğu’yla entegrasyon arayışında olduğu bir dönemde, savaş alanında gösterilen başarılar diplomatik düzeyde bir itibar aracına dönüşmüştür. Tugay, yalnızca savaş performansıyla değil, temsil ettiği siyasi irade ve sadakatle de değerlendirilmiştir. Kore’de görev yapan yabancı askerler arasında Türk Tugayı’nın "çekirdek disiplin gücü" olarak anılması, bu algının askerî sahada da yaygınlaştığını göstermektedir.


Genel olarak değerlendirildiğinde, Türk Tugayı BM komutası altında istikrarlı, yüksek direniş kapasitesine sahip ve müttefik koordinasyonuna uyum gösterebilen bir birlik olarak nitelendirilmiştir. Tugayın Kore Savaşı’nda elde ettiği itibar, Türkiye’nin NATO üyeliği sürecine psikolojik ve diplomatik katkı sağlamış; savaş sonrası uluslararası platformlardaki görünürlüğünü artırmıştır.

Muharebe Sonrası Görevler ve Türkiye’nin Son Askerî Varlığı (1953–1971)

27 Temmuz 1953 tarihinde Panmunjom Ateşkesi’nin imzalanmasıyla birlikte Kore Savaşı’nda aktif çatışma dönemi sona ermiş; ancak Kore Yarımadası'nda güvenlik ve istikrarı sağlamak üzere Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin varlığı devam etmiştir.【17】 Bu çerçevede Türkiye, Kore’deki askerî taahhüdünü savaş sonrası dönemde de sürdürmüş; savaşta görev yapan tugayların yerini barışı koruma görevine odaklanan daha düşük yoğunluklu ama düzenli bir askerî varlık almıştır.


Kore Savaşı'nda Şakalaşan Türk-Kore Askerleri (Şehlem Kaçar)【18】 

Ateşkesin ardından Türk Tugayı’nın muharebe görevi sona ermiş, ancak tugayın görev süresi 1954 yılına kadar devam etmiştir. Bu süreçte birlik, savunma pozisyonlarını koruma, sınır hattında devriye görevi yürütme ve Askerden Arındırılmış Bölge (DMZ) çevresindeki güvenliği sağlama görevlerini üstlenmiştir. Türk birlikleri, bu dönemde diğer müttefik güçlerle birlikte ateşkesin uygulanmasını denetlemiş; cephe hattında olası ihlallere karşı caydırıcı bir unsur olarak varlığını sürdürmüştür.


Savaşın Bitişine Dair Haber (Meltem Demir)【19】  

1950–1953 yılları arasında rotasyonla gönderilen dört tugayın ardından, 1954 yılından itibaren Türkiye’nin Kore’deki askerî varlığı daha da kurumsallaşmıştır. Türkiye, Kore’de BM komutası altında oluşturulan “Türk Barış Gücü” (Kore Türk Gücü) çerçevesinde yılda bir tugay büyüklüğünde asker rotasyonuna devam etmiş; bu yapı 1960’lı yıllar boyunca da korunmuştur. Bu dönem boyunca Türk askerleri yalnızca güvenlik sağlamakla kalmamış, aynı zamanda Kore halkı ile sosyal-kültürel etkileşimlerini sürdürmüş, sivil halkın hayatını kolaylaştırmaya dönük çeşitli insani yardım faaliyetlerinde de bulunmuştur.


Türkiye’nin Kore’deki askerî varlığı 1971 yılına kadar kesintisiz şekilde devam etmiştir. Bu yıl, Türkiye’nin kendi dış politikasında ekonomik gerekçeler, askerî kaynak planlaması ve NATO içindeki yeniden yapılandırma çabaları doğrultusunda Kore’deki askerî görevini sonlandırma kararı almasıyla, Türk birlikleri Kore’den tamamen çekilmiştir. Bu çekilme, Türkiye-Kore ilişkilerinde bir kopuşa yol açmamış; aksine, savaşta kurulan tarihsel dostluk temelinde sivil ve diplomatik ilişkiler daha da güçlenmiştir.


Kore Savaşı'nda Denize Giren Türk Askerleri (Şehlem Kaçar【20】  

Kore Savaşı sonrasında Türkiye’nin bölgedeki askerî varlığının yaklaşık 20 yıla yakın sürmesi, Türk Silahlı Kuvvetleri açısından önemli bir dış operasyon deneyimi teşkil etmiştir. Askerî disiplinin uluslararası komuta yapısı içerisinde sürdürülmesi, muharip olmayan görevlerde profesyonel performans gösterilmesi ve barış sürecine katkı sağlanması, Türk ordusunun kurumsal kapasitesine önemli katkılarda bulunmuştur. Bu uzun süreli varlık, aynı zamanda Türkiye'nin uluslararası güvenlik mekanizmalarındaki rolüne dair dış algının pekişmesinde etkili olmuştur.

Esaret, Tutsaklık ve Kamplarda Türk Askerleri

Kore Savaşı’nda Türk Tugayı, cephe hattının en zorlu kesimlerinde görev almış ve özellikle 1950 sonu ile 1951 başında yaşanan Kunuri ve Wawon muharebeleri sırasında çok sayıda kayıp vermiştir. Bu muharebeler, yalnızca şehit ve yaralı sayısı bakımından değil, aynı zamanda esir düşen askerlerin sayısı yönünden de dikkat çekicidir. Özellikle Çin Halk Gönüllü Ordusu'nun ani ve kuşatmaya yönelik taarruzları, Türk birliklerinin bazı bölümlerini izole etmiş ve bu durum esaret vakalarının artmasına neden olmuştur.


Kuzey Kore'de Bir Esir Kampı (Burçin Erlevent)【21】  

Resmî kayıtlara göre Kore Savaşı boyunca 244 Türk askeri Çin ve Kuzey Kore güçleri tarafından esir alınmıştır. Bu sayı, toplamda cephede görev yapan yaklaşık 21.000 Türk askeri dikkate alındığında görece düşük bir oran gibi görünse de tugay seviyesinde birliğin uğradığı operasyonel kayıplar arasında esir düşme oranı açısından dikkat çekicidir. Esaret, savaşın fiziksel sonuçlarının ötesinde, hem bireysel hem de kolektif hafıza açısından derin psikolojik ve sosyal izler bırakmıştır.


Esir düşen askerlerin büyük çoğunluğu, Kunuri geri çekilmesi sırasında ya kaybolmuş ya da savunma hatları düşman tarafından yarılarak geri çekilme imkânı bulamayan birliklerden alınmıştır. Savaşın doğası gereği, yakın temas çatışmaları sırasında yaralı hâlde esir alınan askerlerin varlığı da kaydedilmiştir. Çin ve Kuzey Kore güçleri tarafından esir alınan Türk askerleri, Kuzey Kore’nin iç bölgelerinde yer alan kamplara sevk edilmiştir. Bu kamplarda, Türk askerlerinin diğer BM askerleriyle birlikte tutulduğu ve çeşitli propaganda, sorgulama ve zor koşullar altında yaşam mücadelesi verdikleri bilinmektedir.


Kore Esir Kampları ve Yerleri (Burçin Erlevent)【22】 

Türk askerlerinin esir düşme vakaları, savaşın ilk döneminde kamuoyuna açıklanmamış; ancak savaşın ilerleyen evrelerinde esirlerin sağ olduğu bilgisi Kızılay, Kızılhaç ve BM kaynaklı haberlerle kamuoyuna ulaşmıştır. Bu süreçte, Türkiye’de aileler endişe içinde beklemiş; özellikle savaş sonrasında yürütülen esir değişim süreçleri hem diplomatik çabaların hem de toplumsal beklentilerin merkezine oturmuştur.


Esir düşme vakalarının askerî strateji bakımından da sonuçları olmuştur. Türk Tugayı, özellikle 1951 sonrası görev rotasyonlarında, birliklerin daha disiplinli yapılandırılması ve muharebe koşullarına daha uygun hazırlanması yönünde revizyona gitmiştir. Ayrıca Türk askerî literatüründe Kore’deki esaret deneyimi, savaş sonrası askerî eğitim ve personel planlamasında dikkate alınan bir unsur hâline gelmiştir.

Esir Kamplarındaki Yaşam Koşulları

Kore Savaşı sırasında Türk askerlerinin esir olarak tutulduğu kamplar, çoğunlukla Kuzey Kore’nin iç bölgelerinde, savaş cephelerinden uzak alanlarda kurulmuş ve Çin Halk Gönüllü Ordusu’nun denetiminde faaliyet göstermiştir. Bu kamplarda yalnızca Türk askerleri değil; Amerikalı, İngiliz, Kanadalı ve diğer Birleşmiş Milletler kuvvetlerine mensup askerler de tutulmuştur. Esirlerin yaşam koşulları, askerî sözleşmeler ve uluslararası hukukun öngördüğü normların oldukça uzağında, fiziksel ve psikolojik olarak yıpratıcı bir düzeyde olmuştur.


Türk esirlerinin tutulduğu kamplarda, en belirgin sorunların başında yetersiz beslenme, kötü hijyen koşulları ve sağlık hizmetlerinden yoksunluk gelmektedir. Gıda rasyonları genellikle tek tip, düşük kalorili ve yerel halkın günlük tüketimine göre düzenlenmiş olup, savaş şartlarında hayatta kalmak için yetersizdi. Protein ve vitamin eksikliği nedeniyle esirler arasında ciddi kilo kayıpları, kas zayıflamaları ve enfeksiyona bağlı hastalıklar yaygın hâle gelmiştir. Özellikle kış aylarında, düşük sıcaklık ve uygun barınma imkânlarının olmayışı, esirler için ağır bir yaşam koşulu oluşturmuştur.


Kamp içi yaşamın bir diğer zorluğu da esirlerin sürekli ideolojik propaganda ve “yeniden eğitim” faaliyetlerine maruz bırakılmasıdır. Çinli ve Kuzey Koreli görevliler tarafından organize edilen bu faaliyetlerde, savaşın nedenleri, kapitalist sistemin çöküşü ve sosyalist ideolojinin üstünlüğü gibi konular sistemli şekilde işlenmiş; esirlerden “aydınlanmış birey” olarak geri dönmeleri beklenmiştir. Türk askerleri bu tür faaliyetlere genellikle mesafeli yaklaşmış, propaganda seanslarına aktif katılım göstermemiştir. Ancak bazı kaynaklar, propaganda oturumlarına katılımın bazı durumlarda yemek, ilaç veya daha iyi barınma koşulları karşılığında teşvik edildiğini göstermektedir.


Kamp koşulları, esirlerin psikolojik sağlığı üzerinde de derin etkiler yaratmıştır. Belirsizlik, ailelerinden haber alamama, geri dönüş umudunun zayıflaması gibi etkenler esirler arasında umutsuzluk, kaygı bozukluğu ve sosyal içe kapanmaya yol açmıştır. Bazı kamplarda disiplin ihlali veya firar girişimi şüphesi bulunan esirler sert fiziksel cezalara çarptırılmış; bu durum, esirler arasında korku ve sessizliğe neden olmuştur. Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen, Türk askerleri arasındaki dayanışma ruhu, kamp içi psikolojik direncin korunmasında önemli bir faktör olarak öne çıkmıştır.


Kamp koşullarına dair bilgiler, savaş sonrası dönemde Türkiye’ye dönen gazilerin tanıklıkları ve Birleşmiş Milletler’in hazırladığı esir raporları sayesinde elde edilmiştir. Bu tanıklıklar, esaret sürecinin yalnızca fiziksel bir tutukluluk durumu olmadığını; aynı zamanda zihinsel ve duygusal bir direniş alanı olduğunu ortaya koymaktadır. Türk esirleri, disiplinli tavırları, grup içi dayanışmaları ve propaganda karşısındaki kararlı duruşlarıyla, kamplarda varlıklarını bir askerî birlik ruhuyla sürdürmüşlerdir.

Psikolojik Savaş, Propaganda ve Sorgulamalar

Kore Savaşı boyunca esir düşen askerlerin tutulduğu kamplarda yalnızca fiziksel kontrol değil; aynı zamanda sistematik bir ideolojik etki altına alma çabası da yürütülmüştür. Çin Halk Cumhuriyeti ve Kuzey Kore yetkilileri, esir kamplarını sadece savaş dışı bırakılmış askerlerin muhafaza edildiği yerler olarak değil; aynı zamanda psikolojik savaşın ve propaganda faaliyetlerinin yürütüldüğü alanlar olarak görmüşlerdir. Bu çerçevede, Türk askerleri de savaşın cephe gerisindeki en yoğun ideolojik mücadelelerinden birinin hedef kitlesi hâline gelmiştir.


Kamplarda uygulanan propaganda faaliyetleri, çoğunlukla “yeniden eğitim” adı altında yürütülmüş; bu süreçte esirlere sosyalist ideolojinin üstünlüğü, emperyalizmin çöküşü ve Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin “haksız savaş” yürüttüğü yönünde yoğun söylemler dayatılmıştır. Eğitim oturumlarında Marksist-Leninist doktrinler açıklanmış, Mao Zedong’un görüşleri temel alınarak uzun süreli tartışmalar düzenlenmiştir. Bu tür faaliyetlerde esas amaç, esirlerin kendi sistemlerine olan bağlılıklarını kırmak, ideolojik kararsızlık yaratmak ve hatta zamanla propaganda aracı olarak kullanılabilecek figürler ortaya çıkarmaktı.


Sorgulama süreçleri, çoğu zaman bu propagandaların ön aşaması olarak uygulanmıştır. Esirlerin bilgileri, birliğin konuşlandığı bölgeler, müttefik ülkelerle olan ilişkileri ve komuta zinciri hakkında bilgi alınması hedeflenmiştir. Ancak bu sorgulamalar, Batı kamuoyunun aksine sistemli işkenceye dayalı olmaktan çok, ideolojik baskı ve psikolojik manipülasyon üzerine inşa edilmiştir. Türk askerleri, sorgulamalarda çoğunlukla susma hakkını kullanmış veya birliğin daha önce kamuoyunda bilinen temel bilgileriyle yetinmiştir.


Propaganda sürecinin bir parçası olarak bazı esirler zorla fotoğraf çekimine, mektup yazımına ya da radyo programlarında konuşturulmaya çalışılmıştır. Amaç, dış dünyaya bu askerlerin “gönüllü olarak ideolojik dönüşüm yaşadığı” algısını yaymak ve savaş karşıtı uluslararası kamuoyu yaratmaktı. Ancak Türk esirlerinin büyük çoğunluğu bu tür uygulamalara direnmiş; kamp içinde propaganda faaliyetlerine mesafeli durmuş ve grup dayanışmasıyla bu süreçleri etkisiz kılmıştır. Bu direnç, Çinli yetkililerin raporlarına dahi yansımış; Türk askerlerinin “kollektif direnci yüksek ve etkilenmeye kapalı” gruplar arasında yer aldığı belirtilmiştir.


Bununla birlikte, bazı esirler propaganda oturumlarına asgari düzeyde katılım göstermek zorunda kalmış; bu katılımın temelinde genellikle daha iyi yaşam koşulları, ilaca erişim ya da ek yiyecek gibi unsurlar yer almıştır. Bu tavizler, askerî disiplinin zedelendiği anlamına gelmemekle birlikte, savaşın bireysel boyutlarında hayatta kalma çabasının ne kadar belirleyici olduğunu ortaya koymaktadır.


Kamp içindeki psikolojik savaş süreci, esaretin yalnızca fiziki bir mahkûmiyet olmadığını; aynı zamanda zihinsel bütünlüğün sınandığı bir ideolojik meydan okuma olduğunu göstermektedir. Türk askerleri, bu koşullar altında kolektif kimliklerini koruyarak ne propaganda faaliyetlerinin ne de sorgulama süreçlerinin yönlendirmesine açık bir zemin yaratmamıştır. Bu durum, savaş sonrası dönemde Türkiye’de “baş eğmeyen asker” imgesinin oluşmasına ve esir gazilerin toplum nezdinde saygınlıkla anılmasına zemin hazırlamıştır.

Esir Değişimi ve Türkiye’ye Dönüş Süreci

Kore Savaşı sırasında esir düşen Türk askerlerinin serbest bırakılması ve yurda dönüş süreci, savaşın sona ermesinden sonra da uzun ve karmaşık bir diplomatik aşamayı gerektirmiştir. Bu süreç, yalnızca askerî veya lojistik bir mesele değil; aynı zamanda uluslararası hukukun, insan haklarının ve savaş sonrası siyasi dengelerin merkezinde yer almıştır. Panmunjom Ateşkesi’nin 27 Temmuz 1953 tarihinde imzalanmasıyla birlikte çatışmalar sona ermiş; ancak esir değişimi meselesi, müzakerelerin en tartışmalı ve en geciken konularından biri olmuştur.


Esir değişimi için taraflar arasında varılan anlaşma, “Operation Big Switch” (Büyük Değişim Operasyonu) adıyla yürütülmüş ve Eylül 1953’te uygulamaya konmuştur. Bu süreçte her iki taraf, elindeki savaş esirlerini tarafsız ülkelerin denetiminde karşılıklı olarak iade etmiştir. Türk esirleri, bu değişim kapsamında Çin ve Kuzey Kore kamplarından çıkarılarak tarafsız bölgelere sevk edilmiş, buradan Amerikan kuvvetlerinin denetiminde Busan üzerinden Türkiye’ye gönderilmiştir. Esirlerin dönüşü yaklaşık bir ay süren aşamalı bir program dâhilinde gerçekleştirilmiştir.


Esir olarak yurda dönen Türk askerleri, Türkiye’de büyük bir ilgi ve saygıyla karşılanmıştır. Havaalanlarında ve tren garlarında düzenlenen törenlerle karşılanan askerler, basının yoğun ilgisine konu olmuş; aileleriyle buluşma anları ulusal gazetelerde geniş yer bulmuştur. Kamuoyunda, esir gaziler “sabır, sadakat ve direnişin simgesi” olarak görülmüş; bu durum, hem siyasi söylemlerde hem de toplumsal hafızada kalıcı bir iz bırakmıştır. Askerî makamlar, dönen esirlerin sağlık durumlarını değerlendirmiş; fiziksel ve psikolojik rehabilitasyonları için tedavi ve danışmanlık süreçleri başlatılmıştır.


Ancak esaretin etkileri, askerlerin hayatında yalnızca bedensel değil, zihinsel ve toplumsal düzeyde de uzun süreli izler bırakmıştır. Kamplarda yaşanan travmalar, sosyal uyum sorunları ve sessizleştirilmiş duygular, bu askerlerin savaş sonrası hayata uyum sürecini zorlaştırmıştır. Bazı esir gaziler, yaşadıklarını anlatmaktan çekinmiş; bazıları ise bu süreci yazılı anılarla topluma aktarmıştır. Türkiye’de bu dönemde esaret deneyimlerine dair sınırlı sayıdaki tanıklık, hem kamuoyu hem de akademik çevreler tarafından dikkatle izlenmiş; bu tanıklıklar zamanla Türk askerî tarihinin önemli birer belgesi hâline gelmiştir.


Esir değişimi süreci, aynı zamanda Türkiye’nin savaş sonrası uluslararası ilişkilerinde yeni bir diplomatik hassasiyetin de parçası olmuştur. Türkiye, esir değişimi sırasında tarafsız gözetim ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalmış; bu tavır, Birleşmiş Milletler nezdinde Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerini ciddiyetle yerine getiren bir aktör olarak görülmesini sağlamıştır.

Kore Savaşı’nın Türkiye İçin Sonuçları ve Etkileri

Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılımı, dış politika açısından stratejik yönelimlerin somutlaştığı bir dönüm noktası olmuştur. Bu karar, Türkiye’nin Batı Bloğu’na tam üyelik hedefinin en kritik adımı sayılmış; özellikle Kore’ye asker gönderilmesi, NATO üyeliği sürecinde Türkiye lehine güçlü bir siyasi argümana dönüşmüştür. 1950 Temmuz’unda verilen asker gönderme kararı, Batı'da büyük takdir toplamış; Türkiye'nin sadık ve fiilen katkı sunan bir müttefik olarak algılanmasına neden olmuştur.

NATO’ya Üyelik ve Batı Bloğu ile Bütünleşme

Kore Savaşı öncesinde Türkiye’nin NATO üyeliğine yönelik başvurusu, başta bazı Avrupa ülkeleri tarafından coğrafi konum, ekonomik yeterlilik ve siyasi yapı gibi gerekçelerle olumsuz karşılanmıştı. Ancak Kore Savaşı’na doğrudan asker gönderen birkaç ülkeden biri olması, Türkiye’yi öne çıkarmış; özellikle ABD'nin güçlü desteğiyle üyelik süreci hız kazanmıştır. Türk Tugayı’nın savaş alanındaki performansı, NATO içindeki potansiyel rolüne dair somut bir örnek teşkil etmiş; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin disiplin, dayanıklılık ve muharebe kapasitesi NATO’nun güvenlik yapısı açısından dikkate alınmaya başlanmıştır.


Savaşın sona ermesinden kısa süre sonra, 18 Şubat 1952 tarihinde Türkiye, Yunanistan ile birlikte resmen NATO’ya üye kabul edilmiştir. Bu üyelik, Türkiye’nin 20. yüzyıl boyunca sürdürdüğü dış politikada köklü bir yön değişikliğini simgelemiş; tarafsızlık ilkesinden kolektif güvenlik anlayışına geçişi kalıcılaştırmıştır. Kore Savaşı böylelikle, yalnızca bir askerî deneyim değil, aynı zamanda Türkiye’nin Batı ile siyasi, askerî ve kurumsal bütünleşmesinin en belirleyici kilometre taşı olmuştur.


NATO üyeliği ile birlikte Türkiye, Batı Avrupa’nın savunma hattının doğudaki ileri karakolu hâline gelmiş; özellikle Soğuk Savaş döneminde Sovyet tehdidine karşı stratejik önemi artmıştır. Bu üyelik, Türkiye’nin dış politikasında Atlantikçi çizginin pekişmesini sağladığı gibi, iç politikada da Batı normlarına uyum yönünde çeşitli yasal ve idari reform süreçlerini teşvik etmiştir. Askerî alanda ise NATO’ya entegrasyon, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin doktrin, eğitim, teşkilat ve silah sistemleri açısından yeniden yapılandırılmasına yol açmıştır.


Türkiye’nin Kore Savaşı yoluyla kazandığı bu dış politika ivmesi, aynı zamanda gelecekteki uluslararası krizlerde Türkiye’nin pozisyonunu daha etkili kılacak yeni diplomatik kanalların da önünü açmıştır. NATO üyeliği, Kore Savaşı’ndan kazanılan stratejik ve politik sermaye ile mümkün olmuş; bu durum, savaşın Türkiye için dış politika düzlemindeki en kalıcı sonucu olarak tarihe geçmiştir.

Askerî Tecrübe ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne Etkileri

Kore Savaşı, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) için savaş sonrası dönemde kurumsal yapısının yeniden biçimlenmesine vesile olan önemli bir tecrübe alanı olmuştur. Bu savaş, TSK’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında doğrudan muharebeye katıldığı ilk büyük çaplı çatışmadır ve Türk ordusunun modern harp koşullarıyla karşılaştığı bir sınav niteliği taşımaktadır. Savaşta görev yapan dört ayrı tugay düzeyindeki birlik, savaşın farklı evrelerinde elde ettikleri taktik ve lojistik deneyimlerle ordunun yeniden yapılanma sürecine katkı sağlamıştır.


Kore cephesinde edinilen tecrübeler, özellikle muharebe sahasında modern piyade birliklerinin nasıl organize edilmesi gerektiği, yakın muharebe teknikleri, topçu desteğinin etkin kullanımı ve düşmanla temasta keşif-intikal dengesinin sağlanması gibi konularda önemli bilgi birikimi yaratmıştır. Türk askerî doktrini, Kore’de karşılaşılan koşulları analiz ederek birlik yapısını, eğitim modellerini ve disiplin anlayışını geliştirmiştir. Savaşta uygulanan siper ve gece muharebeleri, zor iklim ve arazi şartlarında intikal, seyyar ikmal zinciri oluşturma gibi alanlar, Türk ordusunun kendi iç eğitim programlarında modelleme unsuru olarak değerlendirilmiştir.


Kore Savaşı, aynı zamanda TSK’nın çok uluslu bir kuvvet yapısı içinde görev yapma kabiliyeti açısından da tarihsel bir eşik oluşturmuştur. Türk birlikleri, Amerikan 8. Ordusu komutasında görev yapmış; bu süreçte NATO tipi komuta-kontrol sistemi, ortak harekât planlaması, telsiz-haberleşme protokolleri ve lojistik destek organizasyonlarına doğrudan adapte olma imkânı bulmuştur. Bu durum, Türkiye'nin NATO’ya kabul edilmesi sonrası ittifak içi uyum sürecinde askerî boyutta yaşanacak entegrasyonun altyapısını hazırlamıştır.


Ayrıca Kore Savaşı, subay ve astsubay kadrolarının savaş deneyimi edinmesini sağlamış; bu kadrolar, sonraki yıllarda Türk ordusunun komuta kademelerinde yer alarak bu tecrübeyi kurumsal hafızaya dönüştürmüştür. Kore gazileri olarak adlandırılan bu personel, savaş sonrası TSK içindeki taktik ve stratejik değerlendirme süreçlerinde etkin roller üstlenmiş; bu da savaşın etkisinin yalnızca sahada kalmayıp karar alma düzeyine taşınmasına katkı sağlamıştır.


Savaşın ortaya koyduğu bir diğer önemli etki ise, TSK’nın malzeme ve silah sistemleri açısından modernizasyon sürecine ivme kazandırmasıdır. Amerikan yardımları kapsamında Türkiye’ye sağlanan askerî ekipmanlar, Kore’de test edilmiş ve bu tecrübeye göre Türkiye’deki birliklere uygun adaptasyon planları geliştirilmiştir. Özellikle iletişim sistemleri, hafif piyade silahları, sahra tıbbı uygulamaları ve araç-gereç standartları konusunda Kore deneyimi, yerli üretim ve dış alım politikalarının şekillenmesinde etkili olmuştur.


Kore Savaşı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin doktrin, eğitim, personel ve teknoloji alanlarında kapsamlı dönüşüm geçirmesine katkı sağlamıştır. Bu savaş, TSK’nın Soğuk Savaş döneminde NATO bünyesindeki konumunu belirleyen temel deneyim alanlarından biri olarak kabul edilmektedir.

Toplum, Kamuoyu ve Kore Gazilerinin Konumu

Kore Savaşı, Türkiye’deki toplumsal hafızada da derin ve kalıcı izler bırakmıştır. Savaş süresince kamuoyunda oluşan duygusal atmosfer, millî birlik duygusu, endişe, gurur ve sorgulayıcı bir bilinç arasında gidip gelen çok katmanlı bir toplumsal refleks yaratmıştır. Özellikle asker gönderme kararının kamuoyuna açıklanmasından itibaren başlayan tartışmalar, savaş boyunca süregelmiş ve bu süreçte oluşan kolektif hafıza, Kore gazilerinin toplum içindeki yerini belirleyen temel dinamiklerden biri olmuştur.


Türk kamuoyu, savaşın ilk döneminde büyük ölçüde hükûmetin dış politika hamlesini destekleyici bir tutum takınmış; “vatan için değil ama şeref için giden” asker algısı, savaşın meşruiyetini sorgulayan söylemlerle birlikte varlık göstermiştir. Gazetelerde, radyo yayınlarında ve cenaze törenlerinde oluşturulan millî duygusal anlatılar, kamuoyunu yönlendiren ana araçlar olmuştur. Bu dönemde Türk askerinin cephedeki direnişi, özellikle Kunuri ve Wawon muharebeleri sonrasında “Kahraman Mehmetçik” anlatısı etrafında yüceltilmiş; kamu vicdanında Kore’ye asker göndermenin onur ve görev duygusuyla örtüştüğü bir çerçeve oluşturulmuştur.


Savaş sonrası dönemde, Kore’den dönen askerler “gazi” unvanı ile karşılanmış; kamuoyunda onurlu bir görevi tamamlamış kahramanlar olarak tanımlanmışlardır. Ancak bu tanımın zamanla toplumsal karşılığında ciddi kırılmalar yaşanmıştır. Kore gazileri, başlangıçta törenlerle karşılanmış, hatıraları dinlenmiş ve kamuoyunda sembolik bir prestij kazanmış olsa da ilerleyen yıllarda, özellikle 1960 sonrası toplumsal değişim süreçlerinde unutulmuşluk, ekonomik güçsüzlük ve sosyal yalnızlık gibi sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır.


Gazilerin karşılaştığı en belirgin sorunlar arasında, sosyal güvence eksikliği, sınırlı maaş ve destek mekanizmaları ile kamusal alanda görünmez hâle gelme durumu yer almıştır. Özellikle kırsal bölgelerde yaşayan gaziler, toplumda “sessiz kahramanlar” olarak tanımlanmış; ancak devlet desteği bağlamında yeterli kurumsal ilgi görememiştir. Bu durum, Kore Savaşı’nın toplumsal düzlemdeki etkisinin, savaşın hemen ardından duyulan coşkudan ziyade, uzun vadeli ihmaller ve unutulmuşluk üzerinden şekillendiğini göstermektedir.


Buna rağmen Kore gazileri, Türkiye’nin uluslararası askerî sorumluluklar çerçevesinde yer aldığı ilk deneyimin tanıkları olarak kolektif bellekte özel bir yere sahip olmuşlardır. Özellikle anı kitapları, sözlü tarih projeleri ve 2000’li yıllarda yeniden canlanan Kore-Türkiye ilişkileri bağlamında, gazilerin hatıralarına yeniden başvurulmaya başlanmıştır. Güney Kore devleti, Türkiye’deki Kore gazilerine yönelik özel onur nişanları, ziyaret programları ve destek kampanyaları ile bu tanıklığı diplomatik bir değer olarak görmüş; bu sayede Türk kamuoyunda da Kore gazilerine yönelik ilgi yeniden canlanmıştır.

Kültürel Bir Dostluk Sembolü: Ayla

Kore Savaşı sırasında Türk Tugayı'nın Güney Kore'deki varlığı, yalnızca askerî operasyonlarla sınırlı kalmamış, insani yardım ve sosyal dayanışma alanında da belirleyici bir rol üstlenmiştir. Savaşın yol açtığı yıkım ve kitlesel göç dalgaları, özellikle çocuklar üzerinde derin izler bırakmış; ebeveynlerini kaybeden ve savaş ortamında korunmasız kalan çok sayıda Koreli yetim çocuk ortaya çıkmıştır.


Ayla Onu Himaye Eden Türk Tugayıyla Beraber (Nihat Erdem)【23】  

Türk Tugayı, cephedeki faaliyetlerinin yanı sıra, bu yetimlere yardım amacıyla Ankara Okulu ve Yetimhanesi’ni kurarak savaş mağduru çocuklara barınma, temel eğitim ve psikososyal destek sağlamıştır. Bu süreçte, Türk askerlerinin savaş ortamında sergilediği insani tutum, iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceğine olumlu yönde yansımıştır.


Ayla Kendisine Sahip Çıkan Süleyaman Dilbirliği İle Buluşuyor (춘천MBC 프로그램)

Bu çerçevede, kamuoyunda “Ayla” olarak tanınan Koreli bir kız çocuğunun hikâyesi, Türkiye-Kore ilişkilerinin insani boyutunu sembolize eden bir örnek hâline gelmiştir. Ayla’ya sahip çıkan Süleyman Dilbirliği isimli Türk astsubay, savaş sırasında bulduğu ve ailesini kaybetmiş olan bu küçük çocuğu koruma altına almış; onun hem fiziksel hem de duygusal olarak savaşın yıkıcı etkilerinden uzak tutulmasına katkı sağlamıştır.


Ayla, Yüzbaşı Süleyman Pulat'la Beraber (Nihat Erdem)【24】  

Süleyman Dilbirliği’nin Ayla’ya gösterdiği ilgi ve şefkat, savaş ortamında insan haklarının ve evrensel değerlerin korunabileceğini göstermiş, iki millet arasında bir dostluk köprüsünün kurulmasına zemin hazırlamıştır. Ayla’nın hikâyesi, savaşın toplumsal yıkımına rağmen insani değerlerin ve karşılıklı anlayışın ön plana çıkabileceğini somut biçimde ortaya koymuştur. Ayrıca bu hikaye "Ayla" ismiyle filimleştirilmiş hem Güney Kore hem de Türkiye sinemalarında oynatılmıştır.

Diplomatik Kazanımlar ve Türkiye–Kore İlişkileri

Kore Savaşı, Türkiye ile Kore Cumhuriyeti arasında yalnızca savaş alanında kurulan askerî bir dayanışma değil; aynı zamanda savaş sonrası dönemde gelişen kalıcı ve çok boyutlu bir diplomatik ilişkinin temelini oluşturmuştur. Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılımı, iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihsel meşruiyetini belirleyen bir başlangıç noktası olmuş; savaşın ardından bu ilişki dostluk, kültürel etkileşim ve karşılıklı siyasi destek üzerine inşa edilmiştir.


Savaş sonrası dönemde Türkiye, Kore Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk ülkelerden biri olmuş; 1957 yılında Seul’de Türk Büyükelçiliği açılmıştır. Bu diplomatik temas, Türkiye’nin Doğu Asya’daki ilk büyükelçiliklerinden biri olarak dikkat çeker. Türkiye'nin Kore'ye verdiği bu siyasi destek, Kore tarafından da mütekabiliyet esası çerçevesinde karşılanmış; 1950’li ve 60’lı yıllarda iki ülke arasındaki ilişkiler “savaş arkadaşlığı” temelinde istikrarlı biçimde sürdürülmüştür.


Diplomatik kazanımlar sadece ikili ilişkilerle sınırlı kalmamış; Türkiye, Kore Savaşı’na katılımı sayesinde Birleşmiş Milletler nezdinde aktif ve itibarlı bir üye profili kazanmıştır. Kore’deki askerî katkı, Türkiye’nin BM karar alma mekanizmalarında etkinliğini artırmış, özellikle barışı koruma operasyonlarında güvenilir bir ortak olarak görülmesini sağlamıştır. Aynı şekilde Türkiye, Kore Savaşı vesilesiyle Asya-Pasifik bölgesinde ilk defa fiilen yer almış ve bölgedeki jeopolitik dengeler üzerine söz söyleyebilecek sınırlı sayıdaki NATO ülkeleri arasına girmiştir.


Zaman içinde Türkiye–Kore ilişkileri, ekonomik, kültürel ve eğitim alanlarında da gelişim göstermiştir. 1980’lerden itibaren Türk iş insanlarının Kore pazarına girişi, Koreli firmaların Türkiye'de yatırım yapmaya başlaması ve karşılıklı öğrenci değişim programlarının uygulanması bu dostluğu çeşitlendirmiştir. Kore halkı nezdinde Türkler “kan kardeş” (혈맹 / hyeolmaeng) olarak anılmış; savaşta gösterilen dayanışma, kültürel bellekte kalıcı bir değer hâline gelmiştir.


Özellikle Güney Kore devleti, Türkiye’deki Kore gazilerini diplomatik ilişkilerin merkezine taşımış; devlet düzeyinde organize edilen davetler, nişanlar ve resmî ziyaretlerle bu tarihî bağ yeniden hatırlatılmıştır. Türkiye'de de Kore Cumhuriyeti'ne karşı özel bir sempati gelişmiş; bu dostluk, popüler kültürde, televizyon dizilerinde ve anma törenlerinde sıkça görünür olmuştur.

Kore Savaşı’nın Küresel Sonuçları ve Mirası

Kore Savaşı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında şekillenmeye başlayan iki kutuplu dünya düzeninin ilk açık ve sıcak çatışması olarak Soğuk Savaş'ın doğrudan askerî cepheye taşındığı bir dönüm noktası olmuştur. Savaş, yalnızca Kore Yarımadası'nın değil, küresel düzeyde ideolojik ve stratejik kamplaşmanın da kesinleşmesini sağlamış; ABD önderliğindeki Batı Bloğu ile Sovyetler Birliği ve Çin'in temsil ettiği Doğu Bloğu arasındaki ayrışmayı kalıcılaştırmıştır.

Soğuk Savaş Dinamikleri ve Askerî Blokların Keskinleşmesi

1950 yılında başlayan savaş, komünizmin Asya’da yayılmasına karşı geliştirilen "çevreleme politikası"nın (containment) ilk somut uygulaması olarak değerlendirilmiştir. ABD, Güney Kore’ye verdiği destekle yalnızca bir müttefiki korumayı değil; aynı zamanda tüm Asya-Pasifik bölgesinde sosyalist yayılmaya karşı durmayı hedeflemiştir. Bu çerçevede Kore Savaşı, Amerikan dış politikasında Truman Doktrini’nden sonra gelen askerî müdahale geleneğinin başlangıç halkalarından biri olmuştur. Savaş, NATO’nun etkinliğini artırmış, aynı zamanda Asya’da SEATO (Güneydoğu Asya Antlaşması Teşkilatı) gibi bölgesel güvenlik yapılanmalarının da önünü açmıştır.


Diğer taraftan, Çin Halk Cumhuriyeti’nin savaşa müdahalesi, bu ülkenin dünya siyasetindeki etkinliğini artırmış ve Asya'da bağımsız bir güç kutbu olarak yükselişine zemin hazırlamıştır. Çin’in, Sovyetler Birliği'nden farklı olarak kendi askerî gücüyle ve siyasi kararıyla savaşa dâhil olması, iki ülke arasında ilerleyen yıllarda ortaya çıkacak ayrışmaların da ilk işaretlerini vermiştir. Bu gelişme, Doğu Bloğu içinde homojen bir yapı olmadığını ve Çin’in ilerleyen dönemlerde kendi jeopolitik stratejisini belirleyeceğini göstermiştir.


Savaş, Birleşmiş Milletler örgütü açısından da tarihî bir sınav niteliği taşımıştır. BM, ilk kez kolektif güvenlik mekanizmasını fiilen devreye sokmuş; 16 ülkenin doğrudan asker gönderdiği bir çok uluslu kuvvet oluşturulmuştur. Ancak bu süreçte Sovyetler Birliği'nin Güvenlik Konseyi toplantılarını boykot etmesi, alınan kararların temsil adaleti açısından tartışılmasına yol açmıştır. Buna rağmen Kore Savaşı, BM'nin uluslararası krizlerde askerî müdahale kapasitesini gösterebildiği ilk örnek olarak kurumsal prestijini artırmıştır.


Ayrıca Kore Savaşı, Almanya'nın yeniden silahlandırılmasına yönelik tartışmaları hızlandırmış, Batı Almanya'nın NATO’ya entegrasyon sürecini başlatmış ve Avrupa’daki askerî güç dengelerinin yeniden kurgulanmasına neden olmuştur. SSCB de buna karşılık Varşova Paktı’nı kurarak karşı bloklaşmayı kurumsallaştırmıştır. Böylece Kore Savaşı, Avrupa merkezli Soğuk Savaş jeopolitiğinde de yeni cephelerin açılmasına neden olmuştur.

Birleşmiş Milletler, Uluslararası Hukuk ve Savaşın Hukuki Boyutu

Kore Savaşı, Birleşmiş Milletler (BM) tarihinde kolektif güvenlik ilkesinin ilk kez uygulandığı çatışma olarak uluslararası hukuk açısından dönüm noktası teşkil etmiştir. 1945’te kurulan BM, kuruluşundan itibaren uluslararası barışı ve güvenliği sağlama iddiasını taşımış ancak bu iddia Kore Savaşı’na kadar uygulamaya tam anlamıyla yansımamıştı. Kore’de yaşananlar, BM’nin saldırgan bir devlete karşı kuvvet kullanma yetkisini fiilen kullandığı ilk örnek olmuş; bu da hem savaşın meşruiyeti hem de uluslararası hukuk düzeni açısından yeni tartışmaları beraberinde getirmiştir.


Kuzey Kore’nin 25 Haziran 1950’de Güney Kore’ye karşı başlattığı taarruz, BM Güvenlik Konseyi tarafından “barışa açık tehdit” ve “saldırı eylemi” olarak nitelendirilmiş; bu doğrultuda alınan 82, 83 ve 84 sayılı kararlarla Kuzey Kore’ye karşı askerî güç kullanımı meşrulaştırılmıştır. Bu kararlar, BM Şartı’nın 42. maddesi çerçevesinde alınmış olup üye devletlere askerî katkıda bulunmaları çağrısında bulunmuştur. Söz konusu kararların alınabilmesi, Sovyetler Birliği’nin o dönemde Güvenlik Konseyi oturumlarını boykot etmesi sayesinde veto engeline takılmadan gerçekleşebilmiştir.


Bu bağlamda, Kore Savaşı, uluslararası toplumun BM çatısı altında müşterek hareket ettiği ilk büyük askerî müdahale örneği olmuş; çok uluslu bir gücün uluslararası hukuk çerçevesinde hareket etmesi açısından emsal teşkil etmiştir. Ancak kararların alınış biçimi, özellikle Sovyet temsilcinin yokluğunda yürütülen oylamalar ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin BM'de temsil edilmemesi gibi nedenlerle bazı hukukçular tarafından “temsilde eksiklik” ve “meşruiyet zafiyeti” eleştirileriyle karşılanmıştır.


Savaş süresince savaş hukukunun uygulanabilirliği de geniş çaplı tartışmalara konu olmuştur. Özellikle sivillerin korunması, savaş esirlerinin durumu ve propaganda faaliyetlerinin hukuki sınırları gibi konular, 1949 Cenevre Sözleşmeleri çerçevesinde yeniden gündeme gelmiştir. Kore Savaşı, bu sözleşmelerin uygulanmasında ilk sınav olarak değerlendirilmiş; ancak hem Kuzey Kore ve Çin kamplarında tutulan esirlerin maruz kaldığı muameleler hem de BM kuvvetlerinin hava bombardımanlarının yol açtığı sivil kayıplar, savaş hukukunun etkinliği konusunda soru işaretlerine yol açmıştır.


Ayrıca savaş sırasında tarafsız ülkelerin hukuki durumu da tartışılmış; özellikle Hindistan gibi bazı ülkeler, esir değişimi süreçlerinde insani arabuluculuk görevleri üstlenerek savaş hukukunun sivil diplomasideki yansımasına katkı sağlamıştır. Esir değişiminde tarafsız gözlemci statüsü ve tıbbi yardım ilkeleri, uluslararası hukukun çatışma durumlarındaki sınırlarını ve uygulama araçlarını yeniden tanımlamaya zorlamıştır.


Kore Savaşı’ndan çıkan hukuki miras, Birleşmiş Milletler’in sonraki on yıllarda yürüteceği barışı koruma ve çatışma önleme operasyonlarının hukuki temelini oluşturmuş; savaş sonrası uluslararası sistemde askerî müdahalelerin meşruiyeti konusundaki ölçütlerin belirlenmesinde kritik rol oynamıştır. Bu durum, 1990'lar ve sonrası BM operasyonlarına da yansımış; örneğin Körfez Savaşı gibi krizlerde Kore Savaşı model alınarak çok uluslu müdahale prensipleri geliştirilmiştir.

Savaşın Kore Yarımadası’ndaki Siyasal ve Toplumsal Kalıntıları

Kore Savaşı, yarımadanın sadece fiziki yıkımına yol açmakla kalmamış; aynı zamanda bölgenin siyasal, toplumsal ve insani yapısında derin ve kalıcı izler bırakmıştır. Savaş, Kore Yarımadası’nın kalıcı biçimde bölünmesine neden olmuş ve bu bölünme, 21. yüzyıla kadar süregelen bir statükonun temelini oluşturmuştur. 1953’te imzalanan ateşkes antlaşması, barışın tesisini sağlamamış; savaş hâli teknik olarak günümüze kadar devam etmiştir. Bu durum, Kore’yi dünyanın en militarize sınırlarından biri hâline getirmiştir.


Kore Savaşı'nda Sivil Kayıplar (Şehlem Kaçar)【25】  

Savaş sonrasında Güney Kore, Amerikan himayesinde yeniden inşa sürecine girerken; Kuzey Kore, Çin ve Sovyetler Birliği’nin desteğiyle kapalı bir totaliter rejim altında konsolide olmuştur. Güney Kore, 1960’lardan itibaren otoriter bir modernleşme süreciyle sanayileşmiş; 1980’lerde ise demokrasiye geçiş sürecini yaşamıştır. Buna karşılık Kuzey Kore, Kim Il-sung liderliğinde kurulan katı merkeziyetçi yapıyı muhafaza etmiş ve sonraki kuşaklara devredilen kalıtsal liderlik sistemi ile varlığını sürdürmüştür. Bu siyasal ayrışma, iki toplum arasında kültürel, ekonomik ve ideolojik anlamda tam bir kopuş yaratmıştır.


Toplumsal düzeyde ise savaşın etkileri çok daha travmatik ve yaygındır. Milyonlarca insan yerinden olmuş, yüz binlercesi hayatını kaybetmiş veya kaybolmuştur. Aileler savaş nedeniyle parçalanmış; savaş sonrası ortaya çıkan “ayrılmış aileler” (separated families) sorunu, hâlen Güney ve Kuzey Kore arasındaki en duygusal ve çözümsüz meselelerden biri olmayı sürdürmektedir. Kuzey’de kalan akrabalarına ulaşamayan binlerce Güney Koreli, savaşın yalnızca geçmişte değil, hâlen süregiden bir trajedi olduğunu hatırlatmaktadır.


Savaşın bıraktığı fiziksel yıkım da derin olmuştur. Başkent Seul dahil olmak üzere birçok şehir defalarca el değiştirmiş; altyapı büyük ölçüde tahrip edilmiştir. Savaş sonrası yeniden inşa süreci, özellikle Güney Kore’de dış yardımların ve planlı kalkınma politikalarının etkisiyle hızla başlamış; eğitim, ulaşım ve sanayi alanlarında önemli atılımlar gerçekleştirilmiştir. Bu süreç, ülkenin “Kore Mucizesi” olarak adlandırılan ekonomik kalkınma dönemine zemin hazırlamıştır. Buna karşılık Kuzey Kore’de kalkınma modeli, büyük ölçüde kendi kendine yeterlilik (Juche) ideolojisiyle şekillenmiş; 1990’lara gelindiğinde ağır ekonomik krizlere ve uluslararası izolasyona yol açmıştır.


Savaş Sonrası Kayıp Aileleriyle Buluşmayı Bekleyen Güney Koreliler (Ulviye Ulviya Mammadova)【26】  

Ayrıca savaş, Kore toplumlarında askerî kültürün ve zorunlu askerliğin toplumsal yaşamın merkezine yerleşmesine neden olmuştur. Özellikle Güney Kore'de ordu, yalnızca bir güvenlik aygıtı değil; aynı zamanda toplumsal disiplinin, erkekliğin ve vatandaşlık görevinin temel simgelerinden biri hâline gelmiştir. Bu durum, savaşın ardından toplumsal hafızada militarizmin güçlü bir yer edinmesine neden olmuştur.


Kore Savaşı’nın siyasal ve toplumsal kalıntıları, yalnızca geçmişe ait değildir. 38. paralelin çevresindeki askerden arındırılmış bölge (DMZ), hâlâ fiili sınır ve potansiyel bir çatışma hattı olmayı sürdürmektedir. Savaş hâlinin sona ermemiş olması, her iki Kore’nin iç ve dış politikasında savunma temelli yaklaşımın sürekliliğini sağlamış; barışın hâlâ kırılgan bir ihtimal olarak kalmasına neden olmuştur.

Kore Savaşı’nın Kolektif Hafızadaki Yeri ve Anma Pratikleri

Kore Savaşı, doğrudan veya dolaylı olarak katılan ülkelerin kolektif hafızasında farklı şekillerde yer etmiş; bu savaşın anımsanma biçimleri, ulusal kimliklerin inşasında, tarih eğitimi politikalarında ve kamusal anma ritüellerinde çeşitli işlevler üstlenmiştir. Savaş, kimi ülkelerde millî kahramanlık ve uluslararası sorumluluk anlatısıyla yüceltilirken; bazı toplumlarda unutulmuş, travmatik veya sorgulayıcı bir tarih olarak kenara itilmiştir. Bu durum, savaşın yalnızca askerî ve diplomatik değil, aynı zamanda kültürel bir mirasa dönüştüğünü göstermektedir.


Kore Savaş Anıtı'nda Ülke Bayrakları (Ulviye Ulviya Mammadova)【27】  

Güney Kore’de Kore Savaşı, ulusal bağımsızlık ve hayatta kalma mücadelesinin temel simgelerinden biri olarak anılmaktadır. Özellikle 6.25 Savaşı (Yuk-i-o Jeonjaeng) adıyla bilinen bu savaş, okullarda öğretilen tarih müfredatının merkezî konularından biri olmuş; anma törenleri, belgeseller, müzeler ve anıtlarla kolektif bilincin sürekli canlı tutulması sağlanmıştır. Seul’deki Kore Savaşı Anıtı ve Savaş Anı Müzesi, hem yerel halkın hem de uluslararası ziyaretçilerin savaşın izlerini görselleştirmesine olanak tanıyan önemli simge mekânlar hâline gelmiştir.


Türkiye’de ise Kore Savaşı’nın kolektif hafızadaki yeri daha karmaşık ve katmanlıdır. Savaşın hemen sonrasında kamuoyunda büyük bir ilgi ve millî gurur duygusu hâkim olmuş; özellikle Türk Tugayı’nın gösterdiği kahramanlık anlatıları geniş bir takdir toplamıştır. Ancak zamanla bu anlatı, yerini göreli bir sessizliğe ve tarihsel unutulmuşluğa bırakmıştır. Kore gazileri uzun yıllar kamuoyunda sınırlı görünürlükte kalmış; savaşın eğitim müfredatlarında ve kamusal tartışmalarda geri planda kalması, kolektif hafızada silikleşmesine yol açmıştır.


Bu duruma rağmen 2000’li yıllardan itibaren Türkiye–Kore ilişkilerinin gelişmesi ve Güney Kore hükûmetinin Kore gazilerine yönelik onur programları, savaşın anımsanmasını yeniden canlandırmıştır. Anıtkabir’de yer alan “Kore Şehitliği” ve Ankara’daki Kore Savaşı Anıtı, bu dönemde simgesel öneme sahip mekânlar hâline gelmiştir. Ayrıca gazilere yönelik gerçekleştirilen Güney Kore ziyaretleri, nişan törenleri ve belgesel projeleri, hem tarihsel tanıklığın yaşatılması hem de kamu bilincinin tazelenmesi açısından önem arz etmiştir.


Amerika Birleşik Devletleri’nde Kore Savaşı uzun süre “Unutulmuş Savaş” (Forgotten War) olarak nitelendirilmiş; II. Dünya Savaşı ve Vietnam Savaşı gibi yüksek profilli çatışmaların gölgesinde kalmıştır. Ancak 1990’lardan itibaren Washington DC’de açılan Kore Savaşı Gazileri Anıtı ile birlikte bu savaşın kolektif anımsama alanında yeniden yer bulması sağlanmıştır. İngiltere, Kanada ve Avustralya gibi diğer katılımcı ülkelerde de benzer biçimde Kore Savaşı, genellikle tarihsel bir görev ve sadakat örneği olarak anılmakta; anma günleri ve askerî müzelerdeki özel bölümlerle yaşatılmaktadır.


Kore Savaşı’nın anma pratikleri, aynı zamanda küresel barış söylemleri ve uluslararası dayanışma vurgularıyla da bütünleşmiştir. Birçok ülkede savaş anıtlarının yanında barış anıtlarının da inşa edilmesi, savaşın yalnızca geçmişle ilgili değil, geleceğe dair etik bir ders olarak da anımsandığını göstermektedir. Bu bağlamda Kore Savaşı, sadece bir askerî çatışma değil; aynı zamanda ulusların kolektif hafızasında barış, sorumluluk, kayıp ve dayanışma temalarıyla örülmüş sembolik bir miras hâline gelmiştir.

Kaynakça

Bülbül Beşler, Oylum. La Guerre de Corée et la militarisation de l’opinion publique turque. Yüksek Lisans Tezi, Université Galatasaray, Institut des Sciences Sociales, Département des Sciences Politiques, 2025. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=P3dtmmHrq-mzEcmCLi1CqbT1D8jNP-n6KNv-34tCs9-O_kEN4fTdvmqoacmLceZn.


Demir, Meltem. İstanbul’da Yaşayan Kore Savaşı Gazileri Üzerine Sözlü Tarih Çalışması. Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk Tarihi Anabilim Dalı, Cumhuriyet Tarihi Bilim Dalı, 2018. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=MzP7PYssFqdb3WIjlroAkWfvSTwxyy6gYxR8O36RYb_rX00FBuMMzVpIz3a8B-ns.


Erlevent, Burçin. 1950-1953 Kore Savaşında Esir Kamplarındaki Türkler. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Anabilim Dalı, 2014. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=48XPj7KKQhKUgntkUiKO3EwIOpLM_N08DPS8gfndqm5r70mFB1fYeLKhMbhKjP61.


Girginer, Mahmut. Kore Savaşı ve Türkiye'nin Kuzey Atlantik Antlaşması'na Kabulündeki Etkisi. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Gedik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Tezli Yüksek Lisans Programı, 2024. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=usXiZIM9Lp0wk-YzRoaT-11mATXMFEDnFpmPHQc58GnI68NGowMqRSjQ_kDpokjc.


Gül, Emre. Periyodik İstihbarat Raporları Çerçevesinde Kore Savaşı’nda Türk Silahlı Kuvvetleri. Yüksek Lisans Tezi, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, 2024. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=UjlM15wKZGQW6TLC0pvCt6a7wosvd9tmkHy0BBn5hs2gKuMFRzWSyWJZlb1RrqjF.


İşçimen, Alper. Kore Savaşı’na Gönderilen İlk Birliklerin Türkiye’deki Lojistik Tertiplenmeleri. Yüksek Lisans Tezi, Millî Savunma Üniversitesi, Alparslan Savunma Bilimleri Enstitüsü, Harp Tarihi Ana Bilim Dalı, 2021. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=fl0Kw4p1rmMDotyKRdYv1LgHOqAjzzZ-sF-L8OFHIQEuHbXFNJDgYUpA4QfWpDyh.


Kaçar, Şehlem. Reading the Korean War through the Photographs of Semiha Es. Doktora Tezi, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İletişim Doktora Programı, 2022. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=CG8WvdvvxJP04Unr7Yecf_xQtB_L6aeYAAxR9_nLCqSDSTASPjd4gt-3UyyMB7FI.


Karacaova, Tuncay. İstanbul Basınında Kore Savaşı. Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, 2010. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=veR1mHu9yoWjwcVUjCEoPLa10PqKGX10N3vXvAr8yqWpaBRqSQblhtWgYv7FH6NJ.


Kömürcü, Seher. Ulus ve Zafer Gazetelerinde Kore Savaşı. Yüksek Lisans Tezi, Yeditepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, 2024. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=1pwTzRXnomYf6jwqVORfUdlyOVhl6Y6qwLF996ZHagRrPuFXXifEL7AqGBwMOcyu.


Kubat, Muhammed Cihad. Ambassador at War: John J. Muccio and the Korean War (1948-1952). Yüksek Lisans Tezi, İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Bölümü, 2019. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=npGs9H39x7G6401x51yqpIVLfrdOrtGyQ1Tnf1e9HrG1-hhTHKydu44R3H8iRQR9.


Kubat, Muhammed Cihad. A Godly Progressive Nation: The Korean War and Turkey’s Cold War Reordering. Doktora Tezi, İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Bölümü, 2024. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=KMB79M3N7zK1UR2WYeRgQkucNreqCeUYF4MqbLPxxatR9hDuern0GTVzw4U3svtP.


Mammadova, Ulviye Ulviya. Kore Kollektif Bellek İnşasında Kore Savaşı ve Savaşın Ulus Kimlik Oluşumundaki Yeri. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Avrasya Araştırmaları Anabilim Dalı, 2023. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=G_oJ1rKE4SgJUkomyAKpR3-sltVibkSPPrpMLZncThQOhB7tL8Z5AOd5Y7dWHDdg.


Nihat Erdem, Kore Savaşı’nda Türklerin Açtığı Bir Okul: Ankara Okulu ve Yetimhanesi (Yüksek Lisans Tezi, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, 2022), Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=kScA8XnrRb0WogX-qPGFkkmy9LEsykPkvDya4S8HH0peAGewW39PBla8bjwNGR6Z.


Öztürk, Sevde. Kore Savaşı ve Sonrası Süreçte (1950-1958) Türk Tugayı ve Tabur İmamlarının Korelilerin İslam Anlayışına Etkisi. Yüksek Lisans Tezi, İbn Haldun Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Din Bilimleri Anabilim Dalı, 2021. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=CG8WvdvvxJP04Unr7Yecf6zoCNJjG9jLLfuCARB1NCEMSyFIh_0QEk6rW72zRMKS.


Pala, Medine. Kore Savaşı'nın Dönemin Kore Edebiyat Eserlerine Etkisi. Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, Kore Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı, 2017. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=7lOJX8w_8PRQU1mSHU6-jgA6bkU_c_t000z_AWO-3BqcgZ82tjE7l1BB7pO1E_q2.


Savcı, Mehmet. Kore Savaşına Katılan Türk Birlikleri. Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Anabilim Dalı, 2018. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=MzP7PYssFqdb3WIjlroAkYGjb0aqtXxax8QM0d5oUTqW6LEktJ07S0pa3AKKGkrO.


Set, Fatih. Sinema-Savaş İlişkisi ve Türk Sineması’nda Kore Savaşı. Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Radyo Televizyon ve Sinema Anabilim Dalı, 2019. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=Mir2lXQK1dkmQ9Ige3PZbsNhH61TZLI4ZePxCifz-Vo3y3BGEvqeH-wr6jmWqkdr.


Shi Woon Choi. İzzet Keribar’ın Kore Savaşı Sonrası Belgesel Fotoğrafları. Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü, Fotoğraf Anasanat Dalı, 2021. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=8tbPippmWV_b-Irrn9YEAm4_gvjJdfKKAL699MzcRv0cbVDltGqgG-YVIY70ki7x.


Temur, Nur Seda. The Korean War and Turkish-American Relations. Yüksek Lisans Tezi, Middle East Technical University, Graduate School of Social Sciences, Department of International Relations, 2019. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=npGs9H39x7G6401x51yqpAEN0RFhtLHfEwgETiP70ldWQQRvepADEnqJxN0YdG_6.


Tunç, İrfan. Kore Savaşı’nda Kunuri Muharebelerinin Askerî Harekât Prensipleri Açısından Değerlendirilmesi. Yüksek Lisans Tezi, Millî Savunma Üniversitesi, Alparslan Savunma Bilimleri Enstitüsü, Harp Tarihi Ana Bilim Dalı, 2019. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=T1mWGp9MngYYkCSgiJvtVj5yu2aKbUPRC1ipVuLYivG7shQb5BvvjT7SOaFdUvMv.


Yener, Burcu. Türk Basınında Kore Savaşı ve Türkiye. Yüksek Lisans Tezi, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, 2019. Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=Mir2lXQK1dkmQ9Ige3PZbmaaUXXQ99LTkbJmH5WMMnCd_dG2ekik4tVUwNhp28lo.


"[Kore Ayla] Ayla Finally Met Her Father Suleyman." YouTube video, Erişim tarihi: 6 Ağustos 2025. https://www.youtube.com/watch?v=v4XRcBtdds0.

Dipnotlar

[1]

Oylum Bülbül Beşler, La Guerre de Corée et la militarisation de l’opinion publique turque (Yüksek Lisans Tezi, Université Galatasaray, Institut des Sciences Sociales, Département des Sciences Politiques, 2025), s. 189.

[2]

Oylum Bülbül Beşler. (a.g.e), s. 191.

[3]

Ulviye Ulviya Mammadova, Kore Kollektif Bellek İnşasında Kore Savaşı ve Savaşın Ulus Kimlik Oluşumundaki Yeri (Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Avrasya Araştırmaları Anabilim Dalı, 2023), s. 111.

[4]

Seher Kömürcü, Ulus ve Zafer Gazetelerinde Kore Savaşı (Yüksek Lisans Tezi, Yeditepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, 2024), s. 220.

[5]

Fatih Set, Sinema-Savaş İlişkisi ve Türk Sineması’nda Kore Savaşı (Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Radyo Televizyon ve Sinema Anabilim Dalı, 2019), s. 37.

[6]

Shi Woon Choi, İzzet Keribar’ın Kore Savaşı Sonrası Belgesel Fotoğrafları (Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü, Fotoğraf Anasanat Dalı, 2021), s. 20.

[7]

Şehlem Kaçar, Reading the Korean War through the Photographs of Semiha Es (Doktora Tezi, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İletişim Doktora Programı, 2022), s. 45.

[8]

Oylum Bülbül Beşler. (a.g.e), s. 190.

[9]

Muhammed Cihad Kubat, A Godly Progressive Nation: The Korean War and Turkey’s Cold War Reordering (Doktora Tezi, İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Bölümü, 2024), s. 181.

[10]

Şehlem Kaçar. (a.g.e), s. 100.

[11]

Burcu Yener, Türk Basınında Kore Savaşı ve Türkiye (Yüksek Lisans Tezi, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, 2019), s. 48.

[12]

Muhammed Cihad Kubat. A Godly Progressive Nation, s. 83.

[13]

İrfan Tunç, Kore Savaşı’nda Kunuri Muharebelerinin Askerî Harekât Prensipleri Açısından Değerlendirilmesi (Yüksek Lisans Tezi, Millî Savunma Üniversitesi, Alparslan Savunma Bilimleri Enstitüsü, Harp Tarihi Ana Bilim Dalı, 2019), s. 87.

[14]

Muhammed Cihad Kubat. A Godly Progressive Nation, s. 81.

[15]

Alper İşçimen, Kore Savaşı’na Gönderilen İlk Birliklerin Türkiye’deki Lojistik Tertiplenmeleri (Yüksek Lisans Tezi, Millî Savunma Üniversitesi, Alparslan Savunma Bilimleri Enstitüsü, Harp Tarihi Ana Bilim Dalı, 2021), s. 40.

[16]

İrfan Tunç. (a.g.e), s. 52.

[17]

Savaşın bitiminden sonra resmi verilere göre toplam şehit sayısını ve isimlerini öğrenmek için bkz. (Mehmet Savcı, Kore Savaşına Katılan Türk Birlikleri (Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Anabilim Dalı, 2018), s. 222-252). Ayrıca bkz. (Burçin Erlevent, 1950-1953 Kore Savaşında Esir Kamplarındaki Türkler (Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Anabilim Dalı, 2014), s. 211-215).

[18]

Şehlem Kaçar. (a.g.e), s. 154.

[19]

Meltem Demir, İstanbul’da Yaşayan Kore Savaşı Gazileri Üzerine Sözlü Tarih Çalışması (Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk Tarihi Anabilim Dalı, Cumhuriyet Tarihi Bilim Dalı, 2018), s. 245.

[20]

Şehlem Kaçar. (a.g.e), s. 148.

[21]

Burçin Erlevent, 1950-1953 Kore Savaşında Esir Kamplarındaki Türkler (Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Anabilim Dalı, 2014), s.221.

[22]

Burçin Erlevent. (a.g.e), s. 222.

[23]

Nihat Erdem, Kore Savaşı’nda Türklerin Açtığı Bir Okul: Ankara Okulu ve Yetimhanesi (Yüksek Lisans Tezi, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, 2022), s. 123.

[24]

Nihat Erdem. (a.g.e), s. 124.

[25]

Şehlem Kaçar. (a.g.e), s. 210.

[26]

Ulviye Ulviya Mammadova. (a.g.e), s. 113.

[27]

Ulviye Ulviya Mammadova. (a.g.e), s. 114.

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme

Yazar Bilgileri

Avatar
Ana YazarOnur Çolak1 Ağustos 2025 09:01
KÜRE'ye Sor