Milliyetçilik dalgasıyla birlikte Rusya, Panslavizm siyasetiyle tüm Slav topluluklarını Osmanlı Devleti'ne karşı kışkırtmaya başladı. Rusya, Bulgarlar arasında maddi ve kültürel faaliyetler yürüterek Panslavizmi yaymak için yoğun bir politika izledi. Yüzyılın son çeyreğine girilirken Bulgarlar, bağımsızlık umutlarını Çar’a bağlamışlardı. Birçok Bulgar, aldıkları burslarla Rusya’da eğitim gördü ve Panslavizmin etkisi altında kaldı. Osmanlı idaresi ise Rusya’nın faaliyetlerine karşı bir mücadeleye girişmekte yetersiz kaldı, adeta seyirci oldu. Eğitim sisteminde düzenlemeye giderek önlem almaya çalışsa da geç kalındı.
1862 yılına gelindiğinde ise Bulgar milliyetçiliği yeni bir safhaya girdi. Bu yıldan itibaren ihtilal isteyen Bulgarlar, küçük çeteleri olası Bulgar ihtilaline giden yolda bir enstrüman olarak kullanmaya başladılar. Eflak ve Sırbistan’da teşkilatlanan ufak çeteler Osmanlı topraklarında silahlı eylemler yapmıştır. Ancak bu eylemler, çetecilik faaliyetinin ötesine geçemeyerek ihtilalcilikten uzak kaldı.
Bulgar Kilisesinin Bağımsızlığı
Balkanlarda milliyetçi bir hareketin, bağımsız bir kiliseden ayrı var olması neredeyse mümkün değildir. Dinsel yapı ve kilise, ulus devletlerin temelini oluşturuyordu. Hâlihazırda Rusya’nın Panslavizm siyaseti de Ortodoks Hristiyanlıktan bağımsız düşünülemezdi. Elli yıl evvel bağımsızlığını kazanan Yunanlılar gibi XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren Bulgarlar da kendi milli kiliselerini kurma arzusuna girmişti. Ortodoks kiliselerindeki Rum hegemonyası Bulgarları son derece rahatsız ediyordu. İstanbul’da görev yapan Rus diplomat İgnatiev de bağımsız Bulgar kilisesi için faaliyet göstermiştir. 1866 yılında, Rumlar ve Bulgarlar arasında müzakereler olumlu sonuçlanmayınca Bulgar kiliselerindeki Rum piskoposlar kovuldu. Bölgede bir isyan istemeyen Osmanlı Devleti olaya temkinli yaklaştı. 1870 yılında ise bağımsız Bulgar Kilisesi, yani Bulgar Eksarhlığı’nın kurulması için ferman ilan edildi. Böylece Bulgar milliyetçiliği kilise kulvarında da önemli bir başarı elde etti.
Bulgar Ayaklanmaları ve 93 Harbi'nin Başlaması
1870’li yılların başında Bulgar çeteciler ve ihtilalciler birkaç kez ayaklanmayı denese de başarısız oldular. Başlarda Bulgarlar, kendi başlarına hareket ederek başarıya ulaşacaklarını düşündüler. Ancak Romanya-Bükreş merkezli örgütlenen ihtilalci gruplar, Rusya ve diğer büyük devletlerin desteğini alamadıkları için Osmanlı karşısında zayıf kaldılar. Levski ve Obşti gibi liderler yakalanarak idam edildi. Bunun üzerine dış desteğe muhtaç olduklarını anladılar.
Bu süreçte, 1876 Bulgar Ayaklanması önemli bir dönüm noktası olarak ortaya çıktı. Ayaklanmanın sert bir şekilde bastırılması, Rusya'yı harekete geçirdi ve sözde "Batak Katliamı" gibi olaylar abartılarak Avrupa'da büyük yankı uyandırıldı. Böylece Rusya'nın Osmanlı'ya doğrudan müdahale etmek için bir sebebi oldu. Rusya savaşa girerken Hristiyanların haklarını koruma bahanesini ileri sürse de Kemal Karpat’a göre, Mithat Paşa ve çevresindekilerin planladıkları reformların sorunları çözme ihtimali Rusya’yı endişelendirdi ve bu durum savaşa girme kararında etkili oldu.
Osmanlı-Rus Savaşı ve Tersane Konferansı
Ayaklanma sonrası Osmanlı Devleti'nin Sırbistan ve Karadağ'a karşı elde ettiği galibiyet, Osmanlı-Rus Savaşı'nı hazırlayan diğer bir etkendir. Rusya, Osmanlı Devleti'ne karşı Bulgarları, Sırbistan'ı ve Karadağ'ı kışkırtarak bir savaş başlatma amacıyla harekete geçti. Ancak Osmanlı’nın kazandığı muharebelerden sonra taraflar diplomatik çözüm arayışına girdi. Bu amaçla, 23 Aralık 1876 tarihinde İstanbul'da Tersane Konferansı düzenlendi. Konferansta Osmanlı Devleti'ne sunulan teklifler kabul edilebilecek gibi değildi. Sırbistan ve Karadağ'a toprak verilecek; Bulgaristan ise iki eyalet haline getirilerek Bulgarca resmi dil olarak kabul edilecek ve çeşitli idari ve askeri düzenlemeler yapılacaktı. Ancak Osmanlı Devleti bu teklifleri reddetti.
Rusya, Osmanlı Devleti'nin reddettiği tekliflerin ardından savaş hazırlıklarını hızlandırdı ve Avusturya'nın tarafsızlığını sağlayarak Osmanlı'ya karşı bir savaş için zemin hazırladı. İlgili devletlerin toplandığı Londra'da, takip edilecek siyaseti belirlemek amacıyla Londra Protokolü imzalandı. Ancak bu protokol de Osmanlı Devleti tarafından reddedildi. Sonunda, Rusya Avrupa'nın hukukunu koruma ve Bulgarlara uygulanan baskı iddiasıyla 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti. Bu savaş, 93 Harbi olarak bilinmektedir ve Tuna Nehri ile Doğu Anadolu olmak üzere iki cephede gerçekleşti.
Osmanlı ordusu, Tuna cephesinde Serdar-ı Ekrem Abdülkerim Paşa komutasında ilk savunma hattını Tuna Nehri'nin sol kıyısında belirlemiş ve ikinci savunma hattını Balkan Dağları olarak oluşturmuştu. Osmanlı Ordusu karargâhını Şumnu'ya kurdu. Savaş başladığında Ruslar, Romanya topraklarına girerek bu prensliği kendi yanlarına çekti. İki ayrı kol halinde ilerleyen Ruslar, Dobruca ve Bükreş istikametlerinde hareket ederek Tuna Nehri'ni Rusçuk-Niğbolu arasından geçip 27 Haziran'da Ziştovi'yi ve 1 Temmuz'da da Tırnova'yı ele geçirdi. Osmanlı dirense de Plevne gibi bazı noktalarda, Ruslar Yeşilköy'e kadar ilerledi. İki taraf Ayastefanos Antlaşması'nı imzalayarak savaşı sona erdirdi. Anlaşmanın neticesinde "Büyük Bulgaristan" kurulacaktı. Ancak anlaşma, Avrupa’nın müdahalesiyle geçersiz kılındı ve Osmanlı için daha az kayıpla 13 Temmuz 1878’de Berlin Antlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla "Büyük Bulgaristan" üçe ayrıldı: Bulgaristan Prensliği, Doğu Rumeli Vilayeti ve Osmanlı’ya doğrudan bağlı Vilayet-i Selase (Makedonya).
Türk-Müslüman Nüfusa Yönelik Politikalar
Panslavistler, bölgedeki Müslüman nüfusun azınlıkta olduğunu vurgulamak amacıyla uluslararası faaliyet yürütüyordu. Bölgede yoğun Müslüman nüfus olması Bulgar ulus devleti için tehlikeliydi. Ruslar, Türkleri sürgün etmeyi planlamış ancak daha sonra topluca yok etme stratejisi geliştirmişlerdi. Bu durum, bölgedeki nüfusun neredeyse yarı yarıya Türk-Müslüman olmasından kaynaklanıyordu. Rusların ana amacı, sivil halkı katlederek köylüleri korkutup evlerinden kaçırmaktı. Özellikle Don-Volga Kazakları bu stratejiyi uygulamada tecrübeliydi. Vahşi katliamlarıyla ünlenen Kazakların köylere yaklaştığı söylentileri bile Müslümanların vatanlarını terk etmesine yetiyordu. Ruslar ve Bulgarlar tarafından bu savaşta uygulanan vahşetin boyutları korkunçtu. The Manchester Guardian, Kölnische Zeitung, Journal des Débats, Morning Post, Pester Lloyd gibi gazetelerin muhabirleri, 20 Temmuz'da ortak bir duyuruda; Razgrad ve Şumnu'da yaşlıların yanı sıra kadın ve çocukların Rus askerleri tarafından insanlık dışı muamelelere maruz kaldıklarını bildirdiler. Mültecilerin karşılaştıkları en büyük zorluk soğuk ve açlıktı ki bu sebeple birçoğu yolda hayatını kaybetti. 1 milyon Türk-Müslüman nüfusun göç etmek zorunda bırakılmasıyla Rusya, Bulgar ulus devletini hayata geçirme amacında büyük ölçüde başarılı oldu.

