Hollanda Hastalığı, bir ekonomide dış kaynaklı ani gelir artışlarının (genellikle doğal kaynak ihracatı, işçi dövizleri veya dış borçlanma gibi kalemlerden kaynaklanan döviz girişlerinin) neden olduğu makro ekonomik dengesizlikleri ve üretim yapısındaki bozulmaları ifade eden bir kavramdır. Kavram ilk kez 1977 yılında The Economist dergisinde kullanılmış ve teorik çerçevesi Corden ve Neary (1982) tarafından geliştirilmiştir.

Hollanda Hastalığı (Yapay Zeka Yardımıyla Oluşturulmuştur)
Klasik tanıma göre Hollanda Hastalığı; ticarete konu olan sektörler (örneğin sanayi ve tarım) ile ticarete konu olmayan sektörler (örneğin hizmetler ve inşaat) arasında kaynak kaymasına neden olan yapısal bir sorun olarak ortaya çıkar. Döviz bolluğu sonucu yerel para birimi değer kazanır, bu da ihracat sektörünün rekabet gücünü zayıflatır. Aynı zamanda, üretim faktörleri (işgücü ve sermaye), verimliliği yüksek ama dışa açık sektörlerden verimliliği daha düşük içe dönük sektörlere kayar.
Tarihçesi
Kavram adını, 1960’lı yıllarda Hollanda’nın Kuzey Denizi’nde doğal gaz keşfetmesinden sonra ülkeye yoğun döviz girişi yaşanması ve bunun sonucunda Hollanda Florini’nin aşırı değer kazanması üzerine ülkenin sanayi sektöründe gözlenen gerilemeden alır. Gaz ihracatı ülke parasının aşırı değerlenmesine neden olmuş, bu da geleneksel imalat sektörünü olumsuz etkilemiş ve ihracatta daralmaya yol açmıştır.
İşleyiş Mekanizması
Hollanda Hastalığı’nın işleyişi temel olarak iki ana etki üzerinden açıklanır:
- Kaynak Hareketi Etkisi (Resource Movement Effect): Döviz girişlerinin yoğun olduğu sektörde (örneğin enerji) ücretler artar, bu da emek ve sermayenin bu sektöre kaymasına neden olur. Sanayi ve tarım gibi diğer sektörler üretim faktörlerinden mahrum kalır.
- Harcama Etkisi (Spending Effect): Artan döviz girişleriyle gelir artar, tüketim artışı ticarete konu olmayan mallara yönelir ve bu malların fiyatları artar. Bu durum reel döviz kurunun değerlenmesine ve ihracat sektörlerinin rekabet gücünün azalmasına neden olur.
Ülkeler Üzerindeki Etkileri
Türkiye Örneği
Türkiye özelinde, özellikle 2000’li yılların başından itibaren özel sektörün yurtdışından yoğun kısa vadeli borçlanmaya yönelmesi neticesinde ülkeye döviz girişi artmıştır. Bu süreçte Türk Lirası değer kazanmış, ithalat artmış, ancak ihracat yeterince artmadığı için cari açık yükselmiştir. Sanayi üretiminin ithalata bağımlı yapısı, Hollanda Hastalığı’nın Türkiye bağlamındaki etkilerini güçlendirmiştir. Türkiye’de özel sektör borçlanması sonucunda oluşan döviz girişleri, üretim yerine tüketimi artırmış, üretim kapasitesi yerine ithalat artışına neden olmuştur.
İşçi Dövizleri Yoluyla Hollanda Hastalığı
Hollanda Hastalığı sadece doğal kaynaklarla sınırlı olmayıp işçi dövizleri gibi dış kaynaklı gelirlerde de gözlenebilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde yüksek miktarda işçi dövizi girişi, reel döviz kurunu değerli hale getirerek ihracat sektörünü olumsuz etkileyebilmekte ve sanayisizleşmeye neden olabilmektedir. Panel veri analizleriyle yapılan çalışmalar, işçi dövizleri ile reel döviz kuru arasında pozitif ilişki olduğunu ve bu etkinin harcama ve kaynak hareketi etkileriyle çalıştığını göstermektedir.
OPEC Ülkeleri Örneği
OPEC ülkelerinde ise, petrol fiyatlarının artışına bağlı olarak elde edilen döviz gelirleri nedeniyle reel döviz kuru değerlenmiş, geleneksel sanayi sektörleri küçülmüş ve ekonomiler petrole bağımlı hale gelmiştir. Özellikle petrol fiyatlarının düştüğü dönemlerde bu ülkelerde büyüme yavaşlamakta, işsizlik artmakta ve ekonomik kırılganlık belirginleşmektedir. Bu bağlamda, “kaynak laneti” (resource curse) olarak da adlandırılan olgu, OPEC ülkelerinde açıkça gözlemlenmiştir.
Politika Tartışmaları ve Uzun Dönem Dinamikleri
Kısa vadede döviz girişleri, ekonomik büyüme ve tüketimi artırıcı etki yaratsa da, uzun dönemde üretim yapısında bozulma, dışa bağımlılığın artması ve rekabet gücünün azalması gibi sorunlar ortaya çıkar. Ancak bazı çalışmalarda bu etkinin uzun vadede sermaye birikimiyle telafi edilebileceği ifade edilmektedir. Etkinin şiddeti, gelen dövizin nasıl kullanıldığı, ticari olmayan mallara yönelik arz kapasitesi ve yatırım ortamı gibi faktörlere bağlıdır.


