Paradigma sözcüğü, 15. yüzyılın sonlarında “örnek” veya “model” anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Kelime önce Latince paradigma (“örüntü, örnek”) biçimiyle görülür; bu kullanım özellikle dilbilgisinde “örnek sözcük kalıbı” anlamındadır. Latince ise bu sözcüğü Yunanca paradeigmadan almıştır. Yunancadaki paradeigma “model, örnek, emsal” demektir ve paradeiknynai fiilinden türetilmiştir. Paradeiknynai kelimesi “yan yana koyarak göstermek, sergilemek” anlamına gelir.
20. yüzyılda “paradigma” sözcüğü, daha özel bir felsefi anlam kazanmıştır. Bu dönemde kelime, belirli bir alanda insanların dünyayı nasıl düşündüğünü ve yorumladığını belirleyen mantıksal veya kavramsal çerçeve anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
Paradigma, bir bilim alanında çalışanların “bilim nasıl yapılır?” sorusuna verdikleri ortak cevaptır. Yani bilim insanlarının hangi soruları soracağına, nasıl yöntem kullanacağına ve hangi sonuçları doğru sayacağına karar veren ortak düşünme biçimidir. Paradigma, doğruluk ve gerçekliğin doğasına ilişkin varsayımları, araştırılabilecek nitelikteki soruları ortaya koyan ve bunların nasıl yapılacağına ilişkin bir felsefi çerçevedir. Dolayısıyla paradigma, sadece teknik bir yöntem seçimi değil, araştırmanın arkasındaki felsefi ve epistemolojik zemindir.
Paradigma kavramı bilim felsefesi tartışmalarına özellikle Thomas S. Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı (1962) eserinden sonra girmiş ve merkezi bir kavram hâline gelmiştir. Kuhn için paradigma, bilimsel gelişmeyi açıklamakta kullandığı temel anahtardır. Paradigma, bilimsel araştırmanın doğasını, yönünü ve yöntemsel sınırlarını belirleyen temel kavramsal çerçeveyi ifade eder. Kuhn, paradigma kavramını bilimsel toplulukların nasıl düşündüğünü, hangi sorunları araştırmaya değer bulduğunu ve bu sorunlara yönelik kabul edilebilir çözüm biçimlerinin neler olduğunu belirleyen ortak bir zemin olarak tanımlar.
Kuhn, paradigmayı bir bilim çevresine belli bir süre için model sağlayan, evrensel olarak kabul edilmiş bilimsel başarılar bütünü şeklinde kavramsallaştırır.
Bu başarılar:
- Bilim insanlarını belirli bir çalışma tarzında birleştirir,
- Hangi problemlerle uğraşılacağını,
- Bu problemlerin hangi yöntem ve araçlarla ele alınıp çözüleceğini,
- Hangi tür çözümlerin “başarılı” ve “bilimsel” sayılacağını belirler.
Kuhn’a Göre Paradigma
Kuhn, paradigma kavramını bilimsel gelişmenin anlaşılmasında temel bir açıklayıcı araç olarak kullanır. Kuhn’un yaklaşımında paradigma, bilim insanlarının belirli bir dönemde üzerinde uzlaştığı:
- örnek problem çözümleri,
- yöntem anlayışı,
- değerler ve ilkeler,
- kavramsal modeller ve genellemeler
gibi unsurların bütününden oluşur. Bu çerçeve, bilimsel topluluğun neyi soru olarak belirleyeceğini, hangi yöntemleri kullanacağını ve hangi tür açıklamaları bilimsel açıdan geçerli sayacağını belirleyici bir role sahiptir.
Kuhn başlangıçta paradigmaları “bir bilim çevresine belli bir süre için model sağlayan, evrensel olarak kabul edilmiş bilimsel başarılar” olarak tanımlar. Bu tanım, paradigmanın bir bilim alanında örnek alınan çözüm modellerine ve ortak uygulama biçimlerine işaret ettiğini göstermektedir.
Paradigma Kavramının Çift Katmanlı Yapısı
Kuhn, sonraki çalışmalarında paradigma kavramını iki temel bileşende ayrıştırarak daha açık bir tanımlama geliştirir:
Disipliner Matris
Bir bilim topluluğu tarafından paylaşılan simgesel genellemeler, modeller, değerler, yöntemsel ilkeler ve bilimsel kabullerden oluşan bütüncül yapıdır. Disipliner matris, bilim insanlarının sorgulama biçimlerini, akıl yürütme yöntemlerini, dünyaya bakış açılarında hangi modeli benimsedikleri vb. belirleyen esaslardır. Disipliner matris, bilimsel iletişimi ve ortak çalışma zemini mümkün kılar.
Örneklik (Exemplar)
Bilim insanlarının araştırma pratiğini öğrenirken başvurdukları tipik problem çözümleri ve somut uygulama örnekleridir. Bilimsel eğitimde merkezi bir rol oynayan bu örneklikler, bilim insanlarının “bilim yapma” biçimini fiilen şekillendirir.
Bu iki bileşen birlikte ele alındığında paradigma hem bilimsel toplulukların ortak bağlayıcısını oluşturan geniş bir yapı hem de bilimsel etkinliğin günlük pratiklerine yön veren somut örnekler bütünü olarak işlev görür.
Sosyal Bilimlerde Paradigma
Sosyal bilimlerde paradigma, araştırmacının:
- gerçekliği nasıl algıladığını,
- sosyal olguları nasıl yorumladığını,
- hangi yöntemleri geçerli ve uygun gördüğünü
belirleyen temel bir düşünme biçimi olarak değerlendirilir.
Sosyal bilimlerde özellikle iki paradigmadan söz edilmektedir:
- Açıklayıcı–Pozitivist Paradigma: Gerçekliği ölçülebilir, nesnel ve genellenebilir yasalar çerçevesinde açıklamaya çalışır. Neden–sonuç ilişkilerine odaklanır ve bilimsel yöntemin nesnel kurallarına dayanır.
- Anlayıcı–Yorumlayıcı Paradigma:Sosyal olguları bireylerin anlam dünyaları, değerleri ve bağlamları içinde anlama ve yorumlamayı amaçlar. Gerçekliğin çok katmanlı ve bağlamsal olduğu kabul edilir.
Nitel araştırma yaklaşımının yükselişi, positivist paradigmaya yöneltilen eleştirilerin ve bu paradigmanın sınırlılıklarının belirginleşmesinin bir sonucu olarak yorumlanmaktadır. Bu durum, paradigma kavramının sosyal bilimlerde araştırma yönelimlerini belirlemedeki temel rolünü açık biçimde göstermektedir.
Paradigma kavramının bilim ve sosyal bilimler açısından temel işlevleri şöyle özetlenebilir:
- Bilim insanlarının ve araştırmacıların paylaştığı ortak zemini tanımlar.
- Hangi soruların sorulacağını, hangi soruların “bilim dışı” sayılacağını belirler.
- Uygun görülen yöntemleri, kanıt türlerini ve değerlendirme ölçütlerini çerçeveler.
- Bilimsel gelişmenin sadece teknik değil, aynı zamanda tarihsel, sosyolojik ve psikolojik boyutlara sahip olduğunu görünür kılar.
- Farklı paradigmalar arasındaki gerilim ve çatışmalar, bilimin kendi içindeki çoğulluğunu ve güç ilişkilerini açığa çıkarır.
- Özellikle sosyal bilimlerde, pozitivist, postpozitivist, yorumlayıcı ve postmodern yaklaşımlar arasındaki ayrımlar, paradigma kavramı üzerinden anlaşılabilir hâle gelir.
Bu nedenle paradigma hem Kuhn’un bilim felsefesinde hem de sosyal bilim metodolojisi tartışmalarında, bilimsel düşünüşün çerçevesini ve sınırlarını görünür kılan temel bir kavram olarak önemini korumaktadır.


