Ne kadar çok şey için ne kadar çok duygu yaşıyoruz, öyle değil mi? Gelecek kaygısı, günlük duygu geçişleri, geçici olduğunu bildiğimiz dünyalıklara yeri geldiğinde hüzün, yeri geldiğinde öfke, yeri geldiğinde ise heyecan ve mutluluk ve de nicesi... Bazen öyle dalıyoruz ki bunlara sanırım zaman zaman haddimizi aşıyoruz. Dünyayı yaratan, gözeten ve nasibi asıl verenin bizi yaratan ve merhameti sonsuz kelimesinin yetersiz kalacak kadar çok olan Allah'a ait olduğunun algısını zaman zaman kaybedebiliyoruz.
Ruhlarımızın kimlik, bedenlerimizin ise emanet olduğunu duymuştum ama bedenimizin dahi emanet olduğu bu dünyada vaktimizden haberdar gibiymişiz değil mi? Mesela ölümcül bir hastalığa kapılan biri için ömür biçilmesi çok tuhaf değil mi sizce de; ölümün her an ve her şekilde mümkün olduğu bu dünyada? Bir şeyleri de garantileme gayretimiz çok ilginç; nasip belli, veren belli ama bizler, sanki her şey insanlar arasında ve kontrolündeymiş gibi davranmaktayız, sanki her hedef görülene mahkum gibi.
Atladığımız şey şu olabilir mi; dünya bir işletme ise biz müşterileriz ve işletmeyi kullanım şeklimize göre evimize (ahiret) ihtiyacımızı götürebileceğiz, ne işletmeden ne de işletmede oluşan olay silsilesinden değil olaylara tepki, yaklaşım ve devamlılığımızda sorumluyuz.

