İnsanın dünyaya gelişi sessiz ama derin bir sarsıntıdır. Bir çığlıkla başlarız ama o çığlık yalnızca havada değil, varoluşun bilinmezliğinde de yankılanır. Ne adımızı biz koyarız, ne bedenimizi seçeriz. Hangi dilde konuşacağımızı, hangi inançla büyütüleceğimizi ya da tarihin hangi döneminde gözümüzü açacağımızı da biz belirlemeyiz. Bir sabah, bir yerde, bir zaman “varız”dır. Heidegger, bu hali bir kelimeyle özetler: Geworfenheit. Türkçeye genellikle fırlatılmışlık ya da atılmışlık olarak çevrilir ve evet, bu kelime tam olarak hissettirdiği şeyi anlatır. İnsan, bir karar sonucu değil, bir mecburiyet sonucu dünyadadır.
Yaşamak, çoğu zaman elimize tutuşturulmuş bir rolü oynamaya çalışmak gibidir. Provası olmayan bir oyunda, birden sahneye çağırılırız. Harita yok, yön bulanık, kurallar dahi yazılmadan uygulanmaya başlanmış. Toplumsal roller, beklentiler, sınıflar, cinsiyetler ve gelenekler biz doğmadan çok önce hazırdır. Hepsi henüz yürümeyi öğrenmeden üzerimize giydirilmeye başlanır.
Heidegger bu kavramı üstümüze atıp kaçmaz çünkü fırlatılmış olmak sadece bir başlangıçtır. Evet, seçmedik. Evet, hazır bulduk ama orada kalmak zorunda da değiliz. Heidegger’in insan anlayışı bize bir çıkış yolu sunar çünkü elimizde anlam verme gücü vardır. İnsan, yalnızca var olmakla kalmaz, varlığına yön vermekle yükümlüdür. İçine doğduğu dünyayı yorumlar, karşılık verir, dönüşür ve dönüştürür. Anlam, dışarıdan gelmez. Bizimle kurulur.
Yine de bu durum her zaman teselli sunmaz. Fırlatılmışlık, beraberinde bir kaygı da getirir. Panik değil, daha derin, daha sessiz bir kaygı. “Hiçbir şey sabit değil,” der bu kaygı. Bizlerse, bu kaygıyla yüzleşmemek için kendimizi kolayca toplumun sesine bırakırız. “Böyle yapılır,” derler. “Böyle düşünülür.” O bize ne yapacağımı söyler, biz de sorgulamadan uyarız. Kendi sesimizi, başkalarının yankısına bırakırız ve aslında bu da fırlatılmışlığın bir parçasıdır.
Fırlatılmışlığı kabul etmek, burada olduğumuzun, hiçbir garantiye sahip olmadığımızın bilincine varmaktır. Hem ağır hem tuhaf bir özgürlüktür bu. Boş bir sayfa değilizdir üstümüze bi şeyler bulaşmıştır. Yine de yeni cümleler kurmak, yeni anlamlar yaratmak, kendi sesimizi bulmak. Bunlar hala bizim sorumluluğumuzdadır.
Belki de mesele, neden fırlatıldığımız değil, nasıl karşılık vereceğimizdir. Belki de anlam, dışarıda bir yerlerde bekleyen bir şey değil, biz anlam ararken şekillenen bir şeydir. İşte Heidegger’in düşüncesinin sessiz gücü burada yatar. Teselli sunmaz. Gerçeği sunar. Evet, bizler dünyaya atıldık ama aynı zamanda farkındayız.
Başlangıcımızı yazmadık ama devamını yazmaya hazırız.