Hepatoskopi, Antik Mezopotamya ve Anadolu kültürlerinde görülen ve özellikle siyasal, askerî ve dinsel karar süreçlerinde başvurulan bir kehanet yöntemi olup kurban edilen hayvanın karaciğerinin sistematik olarak incelenmesine dayanır. Mezopotamya kehanet geleneğinin kurumsallaşmış yapısı içinde hepatoskopi, geleceğe dair ilahî işaretlerin yorumlanmasını sağlayan başlıca yöntemlerden biri olarak ortaya çıkmıştır.
Kehanet uygulamasının devlet otoritesini destekleyici niteliği özellikle Mezopotamya yönetim geleneğinde belirgin olup, karar alma mekanizmaları çoğu zaman bu tür ritüel incelemelerle meşruiyet kazanmıştır. Bu sebeple hepatoskopinin yalnızca dinî bir pratik değil, aynı zamanda siyasal düzenin tamamlayıcı unsurlarından biri olduğu anlaşılmaktadır.
Tarihî Gelişim
Mezopotamya kehanet geleneğine ilişkin çalışmalar, hepatoskopinin kökenlerinin Sümer ve Akad dönemlerine kadar uzandığını göstermektedir. Bu erken dönemlerde karaciğer üzerindeki işaretler, tanrıların iradesinin maddi tezahürleri olarak kabul edilmiş; zamanla bu işaretler belirli kategorilere ayrılarak kurumsallaşmış bir yorum sistemine dönüşmüştür. Eski Babil döneminde kehanet tabletlerinin derlenmesiyle birlikte hepatoskopi daha standardize bir yapıya kavuşmuş; alamet listeleri, karaciğer modelleri ve yorum rehberleri oluşturulmuştur. Hititler de bu geleneği benimseyerek kendi siyasal ve dinsel yapıları içinde karaciğer falını önemli bir başvuru kaynağı hâline getirmiştir.
Hepatoskopinin Uygulanışı
Hepatoskopinin uygulanması ise çoğunlukla alanında uzmanlaşmış rahipler tarafından gerçekleştirilirdi. Antik Mezopotamya’da rahiplik, farklı düzeylerde uzmanlaşmayı içeren çok katmanlı bir meslekti. Karaciğer falını yorumlamakla görevli rahipler, tanrı iradesini okumakla sorumlu oldukları için toplumda yüksek prestije sahipti. Rahiplik kurumunun ritüel, tapınak ve kehanet faaliyetleri içindeki yeri dikkate alındığında hepatoskopi, Mezopotamya din anlayışının hem teorik hem pratik yönleri açısından merkezi bir konuma sahiptir.
Hepatoskopinin uygulanış süreci birkaç aşamadan oluşurdu. İlk olarak kurbanlık hayvan belirlenir ve ritüel temizlik işlemleri gerçekleştirilirdi. Hayvan kesildikten sonra karaciğer dikkatlice çıkarılır, yüzeyi bozulmadan rahiplerin incelemesine sunulurdu. Rahipler karaciğerin loblarını, yüzeyindeki çizgileri, çukurları, damar izlerini ve safra kesesinin konumunu ayrıntılı şekilde değerlendirirdi. Bu unsurlar belirli alamet kategorileriyle ilişkilendirilir ve sonuç, ilgili devlet veya din görevlilerine bildirilirdi.
Mezopotamya kehanet geleneğine ilişkin derleme çalışmalar, hepatoskopinin yalnızca karaciğerin fiziksel yapısının incelenmesiyle sınırlı olmadığını, aynı zamanda zamanla geniş bir kehanet literatürüne dönüştüğünü göstermektedir. Bu literatürde karaciğer üzerindeki çizgiler, çukurlar, çıkıntılar ve olağan dışı işaretler belirli alamet kategorilerine ayrılmış; her bir alametin toplumsal ya da siyasal bir olayla ilişkilendirildiği ayrıntılı yorum sistemleri oluşturulmuştur. Bu durum hepatoskopinin birkaç bin yıllık süreçte geçirdiği dönüşümü de ortaya koyar.
Anadolu’da Hepatoskopi
Hepatoskopi yalnızca Mezopotamya ile sınırlı olmayıp Anadolu’da özellikle Hititler arasında da uygulanmıştır. Hitit metinlerinde karaciğer falının hem savaş kararları hem de krallığın kaderini ilgilendiren konularda başvurulan bir yöntem olduğu görülmektedir. Hitit kehanet uygulamalarında karaciğer falı, kuş uçuşu falı gibi diğer alamet türleriyle birlikte değerlendirilmiş; böylece çok katmanlı bir kehanet sistemi oluşmuştur. Hititlerde kuş falı üzerine yapılan çalışmalar, karaciğer falının kehanet geleneği içindeki tamamlayıcı rolünü göstermekte; her iki uygulamanın da devlet otoritesinin yönlendirilmesinde önemli işlevler üstlendiğini ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak hepatoskopi, hem Mezopotamya’nın hem de Anadolu’nun kehanet geleneğinde kurumsallaşmış, yorum sistemleri gelişmiş ve rahiplik sınıfı içinde uzmanlık gerektiren bir uygulama olarak öne çıkar. Kaynaklar, bu yöntemin antik toplumlarda yalnızca dinî-merasimsel bir pratik değil, aynı zamanda siyasal süreçlerin ayrılmaz bir bileşeni olduğunu açıkça göstermektedir.

