Nelson Rolihlahla Mandela (1918–2013), Güney Afrika’da 20. yüzyıl boyunca uygulanan apartheid rejimine karşı yürütülen siyasal ve toplumsal mücadelenin en tanınan figürlerinden biridir. Uzun süreli mahkûmiyeti ve ardından gelen müzakereci tutumu, onu yalnızca ülkesinde değil, uluslararası düzeyde de dikkat çeken bir siyasal aktör hâline getirmiştir.
Nelson Mandela Röportajı (32. Gün).
Mandela, 1994 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti’nin demokratik yöntemlerle seçilen ilk siyahi cumhurbaşkanı olmuş ve beş yıl boyunca bu görevde bulunmuştur. Bu dönem, ülkede çok ırklı siyasal katılımın ilk kez kurumsallaştığı süreç olarak değerlendirilir. Siyasal yaşamı boyunca ayrımcılığa dayalı yasaların kaldırılması, çoğunluk yönetiminin kurulması ve anayasal reformların uygulanması gibi temel dönüşümlerde aktif rol oynamıştır. Mandela’nın yaşamı, Güney Afrika’nın siyasal tarihindeki geçiş döneminin ana eksenlerinden biri olarak kabul edilir.
Ailesi ve Çocukluk Yılları
Mandela, 18 Temmuz 1918 tarihinde Güney Afrika’nın güneydoğusundaki Mvezo köyünde, Mbashe Nehri kıyısında dünyaya geldi. Doğduğu bölge olan Transkei, o dönem Cape Town’un 800 kilometre doğusunda, Hint Okyanusu’na yakın, tarıma elverişli vadilerle çevrili kırsal bir bölgeydi. Mandela, Thembu halkına mensup olup Xhosa ulusunun bir üyesiydi. Ailesi, Thembu kraliyet soyunun alt kollarından biri olan Madiba klanına aitti. Bu soy, ona hem toplumda bir statü hem de "Madiba" adını bir saygı ünvanı olarak kazandırmıştı.

Mandela'nın Doğduğu ve Yaşadığı Coğrafya (Long Walk to Freedom).【1】
Mandela’nın babası Gadla Henry Mphakanyiswa, hem kan bağıyla hem de geleneksel teamüllerle Mvezo’nun reisliğini üstlenmiş bir yerel önderdi. Ancak bu görev, dönemin Britanya güdümündeki sömürge yönetiminin onayına bağlıydı. Mphakanyiswa, bir yetkiliyle yaşadığı anlaşmazlık sonrasında başına buyruk davranmakla suçlanarak reislikten azledilmiş ve ailesiyle birlikte Qunu köyüne taşınmak zorunda kalmıştı. Bu olay, Mandela ailesinin ekonomik ve toplumsal statüsünde önemli bir değişime neden olmuştu.
Nelson Mandela’nın annesi Nosekeni Fanny, Xhosa halkının Mpemvu klanına mensuptu ve Mandela'nın babasının dört eşinden biriydi. Qunu'daki yaşam, Mandela için nispeten sade ve huzurlu bir çocukluk dönemi sunmuştu. Geleneksel Xhosa köy hayatı içinde yaşıtlarıyla birlikte vakit geçirmiş, hayvan gütme, yüzme, avlanma ve sopa dövüşü gibi faaliyetlerle erken yaşta toplumsal dayanışmayı ve kişisel çevikliğini geliştirmişti. Mandela, beş yaşından itibaren çobanlık yapmış ve kırsal yaşamın getirdiği deneyimlerle büyümüştü.
Yedi yaşına geldiğinde, ailesinin ve çevresindeki Hristiyan öğretmenlerin teşvikiyle ilkokula başlamıştı. İlk okul günü, ona İngilizce bir ad verilmiş; bu geleneksel uygulama sonucu "Nelson" adını almıştı. Kendi deyimiyle, neden bu ismin seçildiğine dair bir açıklama yapılmamıştı. Eğitim süreci, İngiliz misyoner okullarında, Batılı normlara dayalı bir müfredatla ilerlemiş ve Afrika kültürünün bastırıldığı bir sistem içinde öğrenim görmüştü.
Babası, Mandela henüz dokuz yaşındayken bir akciğer hastalığı nedeniyle hayatını kaybetmişti. Bunun ardından annesi, oğlunu Thembu halkının naip lideri olan Jongintaba Dalindyebo'nun korumasına bırakmıştı. Mandela böylece Mqhekezweni adlı yerleşime taşınmış ve burada, yerel yönetim yapısını ve geleneksel danışma sistemlerini yakından gözlemleme imkânı bulmuştu. Jongintaba, Mandela’yı biyolojik oğluyla birlikte büyütmüş; onu da bir liderin nasıl yetiştirileceği konusunda eğitmişti.
Bu dönemde Mandela, Thembu siyasetinin iç işleyişine tanık olmuş, kabile toplantılarını izlemiş ve her bireyin görüş bildirme hakkına sahip olduğu geleneksel karar alma süreçlerini gözlemlemişti. Bu deneyimler, gelecekteki yaşamında benimsediği katılımcı ve müzakereci liderlik tarzının temelini oluşturmuştur.
Eğitimi ve Siyasal Bilinçlenme Süreci
Nelson Mandela’nın eğitimi, Thembu aristokrasisine mensup bir gencin taşıdığı sorumlulukları karşılayacak biçimde planlanmıştır. İlköğrenimine Qunu’daki misyoner okulunda başlayan Mandela, daha sonra Clarkebury adlı yatılı okula gönderilmiştir. Clarkebury, hem akademik hem de mesleki eğitim veren bir kurumdu ve o dönemde Transkei bölgesindeki siyah nüfusun erişebileceği en ileri düzeydeki eğitim merkezlerinden biriydi. Mandela burada, ilk kez kendisi gibi çeşitli sosyal arka planlardan gelen siyahi öğrencilerle birlikte eğitim aldı ve birçok konuda ayrıcalıklı konumda olmadığını fark etti. Bu durum, bireysel yetkinlik ve çabayla öne çıkma gereğini daha net şekilde kavramasına yol açtı.

Mandela 19 Yaşındayken (Long Walk to Freedom).【2】
Clarkebury’deki eğitimin ardından Mandela, Fort Beaufort yakınlarındaki Healdtown Koleji’ne geçti. Bu kurum, metodist misyonerler tarafından kurulmuştu ve dönemin en büyük siyahi eğitim kurumlarından biri olarak faaliyet göstermekteydi. Healdtown’daki eğitim, İngiliz modeline dayanıyor; sadelik, disiplin ve Protestan ahlâk anlayışını ön planda tutuyordu. Mandela burada, ırk temelli ayrımcılığın sadece toplumun dış yapısında değil, aynı zamanda eğitim sistemi içinde de derinlemesine yerleşmiş olduğunu fark etti. Eğitim kadrosunun büyük bölümü beyazdı ve okulun amacı, siyahi öğrencileri alt kademedeki memuriyet görevlerine hazırlamaktan öteye geçmiyordu.
1939 yılında Mandela, Güney Afrika’daki siyahi öğrencilerin üniversite düzeyinde eğitim alabildiği az sayıdaki kurumlardan biri olan Fort Hare Üniversitesi Koleji’ne kaydoldu. Fort Hare, siyah aydınlar için bir merkez olmanın ötesinde, ulusal bilinç ve politik farkındalığın da geliştiği bir ortamdı. Mandela burada siyaset bilimi, İngiliz edebiyatı ve Roma hukuku gibi dersler aldı. Aynı zamanda öğrenci temsilciliğine seçilmiş ancak okul yönetiminin onayı olmadan temsilci belirlenmesi üzerine çıkan tartışmalarda yönetimi eleştiren öğrencilerle birlikte protesto hareketine katıldığı için üniversiteden uzaklaştırılmıştı.
Fort Hare’den ayrılmasının ardından Mandela, naip lider Jongintaba’nın kararıyla bir evlilik yapmaya zorlanacağını öğrenince Johannesburg’a kaçmış ve burada kendi ayakları üzerinde durma sürecine adım atmıştı. 1940’lı yılların başında Johannesburg, siyahi işçi sınıfının yoğunlaştığı, baskı altındaki kentli siyah nüfusun hem gündelik yaşam hem de siyasal bilinç bakımından dinamik biçimde değişim geçirdiği bir yerdi. Mandela, burada madencilerle, sendikacılarla ve politik aktivistlerle temas kurdu. Bu süreçte, ileride yaşamı boyunca en yakın dostlarından biri olacak olan Walter Sisulu ile tanıştı. Sisulu’nun desteğiyle hukuk bürolarında çalışmaya başlayan Mandela, geçimini sağlarken siyasal çevrelere daha da yakınlaştı.
1944 yılında Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) gençlik kolu olan ANC Youth League’in kurucuları arasında yer aldı. Bu oluşum, Mandela’nın siyasal yaşamının kurumsal temelini oluşturdu. Gençlik Ligi, o döneme kadar daha çok dilekçeler ve itidalli eylemlerle sınırlı kalan ANC’nin stratejisini radikalleştirme amacı taşıyordu. Mandela ve arkadaşları, aktif sivil itaatsizlik kampanyalarını savunuyor, kitlesel mobilizasyonla apartheid rejiminin temellerini sarsmayı hedefliyorlardı. Bu dönemdeki çalışmaları, Mandela’nın hem siyasal görüşlerinin olgunlaşmasına hem de kitle tabanında tanınmasına zemin hazırlamıştı.
Apartheid’e Karşı Mücadele ve Silahlı Direniş
1948 yılında Güney Afrika’da iktidara gelen Ulusal Parti’nin Apartheid Rejimi'ni resmen başlatması, Mandela’nın siyasal faaliyetlerini radikal biçimde şekillendiren bir dönüm noktası oldu. Apartheid, ırksal kategorilere göre toplumu bölerek siyah, sarı ve Hint kökenli nüfusu sistematik olarak dışlayan, ayrımcı ve baskıcı bir düzenlemeler bütününü kapsıyordu. Mandela, bu dönemde Afrika Ulusal Kongresi (ANC) içindeki genç kuşağın önde gelen temsilcilerinden biri hâline gelmişti. 1950’li yıllarda ANC’nin yürüttüğü kampanyalar aracılığıyla geniş çaplı sivil itaatsizlik eylemleri başlatıldı.
1952 yılında başlayan Halk Direnişi Kampanyası (Defiance Campaign), Mandela’nın kitlesel eylem planlarında ilk kez ulusal ölçekte rol üstlendiği mücadele oldu. Bu kampanya, apartheid yasalarının kitlesel biçimde ihlali esasına dayanıyordu. Mandela, kampanya süresince ANC’nin Transvaal bölgesi başkanlığına getirildi ve ülke genelindeki örgütlenmenin koordinasyonunda görev aldı. Aynı yıl, siyahi avukatların çalışmasına izin verilen az sayıdaki hukuk bürolarından biri olan Mandela ve Tambo Avukatlık Ofisi'ni Oliver Tambo ile birlikte kurdu. Bu büro, siyahi Güney Afrikalıların karşılaştığı hukuki ayrımcılığa karşı bir başvuru merkezine dönüştü.
1955 yılında düzenlenen Halk Kongresi, Apartheid karşıtı muhalefetin en kapsamlı belgelerinden biri olan Özgürlük Bildirgesi'nin (Freedom Charter) kabul edilmesiyle sonuçlandı. Mandela, bu belgeyi destekleyenler arasında yer aldı. Bildirge; eşit yurttaşlık hakları, toprak reformu, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim gibi talepleri içeriyor ve çok ırklı bir demokrasinin temel ilkelerini ortaya koyuyordu.

Mandela Silahlı Direnişe Başlamasının Ardından Arananlar Arasına Giriyor (Long Walk to Freedom).【3】
Bu süreçte Mandela ve birçok siyasi lider, devletin tepkisiyle karşılaştı. Aralık 1956’da aralarında Mandela’nın da bulunduğu 156 kişi “vatana ihanet” suçlamasıyla tutuklandı. İhanet Davası olarak bilinen bu dava, 1961 yılına kadar sürmüş ve tüm sanıklar beraat etmiştir. Ancak bu yıllar boyunca ANC’nin yasal faaliyetleri sınırlandırılmış, lider kadrosu baskı altına alınmıştır.
Sharpeville Katliamı (1960), Apartheid karşıtı mücadelede yeni bir evre başlatmıştır. Polis, barışçıl bir protesto sırasında 69 siyah göstericiyi öldürmüş bu olayın ardından ANC ve Pan Afrika Kongresi (PAC) yasaklanmıştır. Mandela ve arkadaşları, bu gelişmenin ardından barışçıl direniş yöntemlerinin artık yetersiz kaldığı görüşüne varmıştır.
Aralık 1961’de ANC bünyesinde yarı bağımsız bir silahlı kanat olan Umkhonto we Sizwe (Ulusun Mızrağı) kurulmuş ve Mandela bu örgütün ilk lideri olmuştur. Hedef, doğrudan sivillere değil, rejimin altyapısına yönelik sabotaj eylemleri düzenleyerek siyasi baskıyı artırmaktır. Mandela, bu dönemde illegal konuma geçmiş ve "Kara Zambak" olarak anılmaya başlanmıştır.

Jerry Moloi ile Mandela Antreman Yapıyor (Long Walk to Freedom).【4】
1962 yılında gizlice yurt dışına çıkarak Afrika ülkelerinde destek arayan Mandela, Etiyopya, Tanzanya, Cezayir ve Birleşik Krallık’ta temaslarda bulunmuştur. Ancak ülkeye dönüşünden kısa süre sonra, Ağustos 1962'de yakalanmış ve sabotaj faaliyetleri ile ilgili suçlamalarla yargılanmıştır. Önce beş yıl hapis cezasına çarptırılmış, 1963 yılında ise Rivonia baskınıyla ele geçirilen belgeler nedeniyle daha ağır suçlamalarla karşı karşıya kalmıştır.
Bu süreç, onu ömür boyu hapisle sonuçlanacak olan Rivonia Davasına götürecektir. Bu dava, yalnızca bir hukuk süreci değil, aynı zamanda Mandela’nın siyasal mücadelesini gerekçelendirdiği ve uluslararası kamuoyunun dikkatini çeken bir kırılma noktasıdır.
Rivonia Davası ve Hapis Yılları (1962–1990)
Nelson Mandela, 5 Ağustos 1962 tarihinde güvenlik güçleri tarafından KwaZulu Natal bölgesinde yakalanmıştır. Yurt dışına izinsiz çıkmak ve işçi grevlerini organize etmek suçlamalarıyla yargılandığı ilk davada beş yıl hapse mahkûm edilmiştir. Ancak bu ceza henüz infaz aşamasındayken 1963 yılında Rivonia banliyösünde bir çiftlikte yapılan baskında ANC’nin yeraltı yapılanmasına ait çok sayıda belge ele geçirilmiştir. Bu bulgular Mandela’nın da dahil olduğu on yedi kişinin, apartheid rejimini yıkmaya yönelik şiddet eylemleri planladıkları gerekçesiyle yeniden yargılanmasına neden olmuştur.

Mandela'nın Kaldığı Hapishane (Long Walk to Freedom).【5】
Rivonia Davası, Mandela’nın politik söyleminin uluslararası düzeyde duyulmasını sağlayan dönüm noktalarından biri hâline gelmiştir. 20 Nisan 1964’te mahkeme önünde yaptığı dört buçuk saatlik savunmasında, ırksal eşitliğe ve demokratik değerlere dayalı bir toplum idealini açıkça ifade etmiştir. Bu konuşma, şu sözlerle sona ermiştir:
“Hayatımı bu ideale adadım. Bu ideali gerçekleştirmeyi umuyorum. Ancak gerekirse, bu ideal uğruna ölmeye de hazırım.”
Bu beyan, Mandela’yı yalnızca bir dava sanığı değil, siyasal mücadelesini evrensel bir meşruiyet çerçevesine oturtan tarihsel bir figür konumuna yükseltmiştir.
12 Haziran 1964’te Mandela ve arkadaşları ömür boyu hapis cezasına çarptırılır. Mandela, cezasını ilk olarak Robben Adası’ndaki yüksek güvenlikli cezaevinde çekmeye başlar. Buradaki koşullar, fiziksel olarak ağır ve psikolojik açıdan yıpratıcıdır. Günde sekiz saat taş kırmak, kısıtlı görüş hakkı, sansürlü mektuplaşmalar ve ırk ayrımcılığına dayalı tutuklu sınıflandırmaları bunlardan bazılarıdır.
Mandela, bu koşullara rağmen siyasi kararlılığını korumuş ve hapishanede siyasal ideolojisini yaygınlaştırmaya yönelik bir yapı oluşturmuştur. Tutuklular arasında tartışma grupları, dersler ve dayanışma ortamı geliştirmiş; bu nedenle Robben Adası, zamanla "siyasi üniversite" olarak anılmıştır.

Hapishanede Çalışan Mandela (Long Walk to Freedom).【6】
Mandela’nın ailesi de bu dönemde ağır baskılara maruz kalmıştır. Eşi Winnie Mandela, sık sık gözaltına alınmış, ev hapsine mahkûm edilmiş ve sürgüne gönderilmiştir. Mandela ailesi, devletin sistematik baskısıyla parçalanmaya zorlanmıştır. Mandela, çocuklarını nadiren görebilmiş; mektuplarına uygulanan sansür, iletişimin niteliğini ciddi biçimde sınırlamıştır.
1982 yılında Mandela, Robben Adası’ndan Cape Town’daki Pollsmoor Hapishanesi’ne nakledilmiştir. Bu nakil, Apartheid rejiminin giderek artan iç ve dış baskılar karşısında uyguladığı kontrollü yumuşamanın bir parçasıdır. 1985’te dönemin Devlet Başkanı P. W. Botha, Mandela’nın bazı koşullarla serbest bırakılmasını önerir ancak Mandela, siyasal talepler yerine getirilmedikçe bu teklifi reddeder. Bu dönemde hükûmet ile Mandela arasında gizli müzakereler başlar. Bu temaslar, 1988’de Mandela’nın Victor Verster Hapishanesi’ne nakledilmesiyle daha görünür bir hâl alır.
Mandela’nın mahkûmiyeti boyunca Güney Afrika’daki muhalefet hareketleri, işçi grevleri, öğrenci eylemleri ve uluslararası yaptırımlar eşzamanlı olarak yoğunlaşmıştır. Bu süreç, yalnızca Mandela’nın şahsında değil, tüm Apartheid karşıtı mücadelede belirleyici bir kırılmaya sebep olmuştur. 2 Şubat 1990’da Devlet Başkanı F. W. de Klerk, ANC üzerindeki yasağı kaldırır ve 11 Şubat 1990’da Mandela, 27 yıl sonra özgürlüğüne kavuşur.
Serbest Kalışı ve Müzakere Süreci (1990–1994)
Nelson Mandela, 11 Şubat 1990 tarihinde Cape Town’daki Victor Verster Hapishanesi’nden serbest bırakıldığında, yalnızca Güney Afrika için değil, küresel siyasal gündem için de sembolik bir dönüm noktasını temsil etmiştir. Serbest bırakılışının ardından yaptığı ilk konuşmasında, Apartheid rejimine karşı verilen mücadelenin henüz tamamlanmadığını ancak diyaloğa açık olduklarını vurgulamıştır. Mandela, özgürlüğüne kavuşmuş olsa da siyasal geçiş süreci hâlen kırılgandır. Ülkede siyasal kutuplaşma derin, şiddet olayları ise süreklilik kazanmıştır.
Mandela, serbest bırakıldıktan sonra Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) baş müzakerecisi olarak görev üstlenmiştir. Öncelikle ANC’nin merkez yönetimiyle temas kurarak sürgündeki lider kadrosunu ülkeye döndürür. Ardından örgüt içinde ideolojik ve stratejik birlik sağlanmasına öncülük eder. Bu dönemde Mandela ile Güney Afrika Devlet Başkanı F. W. de Klerk arasında kurulan temaslar, siyasal geçişin ana eksenini oluşturur. Her iki lider de karşılıklı tavizler içeren bir müzakere sürecini yürütmekle birlikte, taraflar arasındaki güven sorunu ve siyasal şiddet, sürecin istikrarını tehdit eden başlıca unsurlar olmuştur.

Özgür Kaldıktan Hemen Sonra Mandela (Long Walk to Freedom).【7】
1991 yılında ANC’nin yasallık kazanmasının ardından düzenlenen ilk genel kongrede Mandela, örgütün başkanlığına seçilmiştir. Aynı yıl içinde CODESA (Güney Afrika'nın Demokratik Güçleri Kongresi) müzakereleri başlamıştır. Bu görüşmelerde, geçici bir hükûmet kurulması, siyasal af, seçim sisteminin belirlenmesi ve yeni anayasa sürecinin çerçevesi gibi temel konular ele alınır. Ancak 1992 yılında ANC, güvenlik güçlerinin “üçüncü güç” operasyonlarıyla sivillere yönelik şiddet uyguladığı gerekçesiyle müzakerelerden çekilir. Buna rağmen, ülkede barışın sağlanması adına görüşmeler kısa sürede yeniden başlatılmıştır.
Sürecin en kırılgan anlarından biri, 10 Nisan 1993 tarihinde Güney Afrika Komünist Partisi lideri Chris Hani’nin suikasta uğraması olur. Bu olay, yaygın bir etnik ve siyasal çatışma tehlikesini beraberinde getirmiştir. Mandela, bu kritik dönemde yaptığı televizyon konuşmasıyla kitleleri yatıştıran başlıca siyasal figür olarak öne çıkmıştır. Irk temelli gerilimlerin sivillere yönelmesini engellemek adına gösterdiği bu çaba, müzakere sürecinin sürdürülmesini mümkün kılmıştır.
1993 yılı sonunda Mandela ve F. W. de Klerk, siyasal geçiş sürecindeki liderlik rollerinden ötürü Nobel Barış Ödülü’ne layık görülür. Bu ödül, hem iç hem de dış kamuoyunda barışçıl dönüşümün sembolü olarak algılanmıştır. Mandela, bu dönemde barış ve eşitlik ilkelerinin hukuki güvence altına alınmasını esas alan bir anayasal çerçeveye odaklanır. 1994 yılı Nisan ayında yapılan ilk çok ırklı demokratik genel seçimler sonucunda, Afrika Ulusal Kongresi %62,6 oranında oy almıştır.
10 Mayıs 1994’te Nelson Mandela, Pretoria’daki Union Buildings amfitiyatrosunda düzenlenen törenle Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk siyahi ve demokratik yöntemlerle seçilmiş cumhurbaşkanı olarak göreve başlar. Yemin töreni, yalnızca siyasal bir değişimin değil, aynı zamanda ırksal eşitsizliğe dayalı bir sistemin resmen sona erdiğinin ifadesi olarak görülmüştür.
Cumhurbaşkanlığı Dönemi (1994–1999)
Nelson Mandela’nın 10 Mayıs 1994’te devlet başkanı olarak göreve başlaması, Güney Afrika’nın Apartheid sonrası döneme geçişinde simgesel bir eşik oluşturmuştur. Bu yeni dönem, yalnızca siyasal çoğunluk yönetiminin değil, aynı zamanda anayasal demokrasinin, hukukun üstünlüğünün ve ırklar arası uzlaşının kurumsallaşmasını amaçlayan bir geçiş süreci olarak tanımlanmıştır. Mandela’nın cumhurbaşkanlığı dönemi, kapsamlı bir toplumsal onarım ve demokratik dönüşüm programı çerçevesinde yürütülmüştür.
Yeni kurulan hükûmetin temel hedefleri arasında, uzun yıllar boyunca siyahi nüfusun maruz kaldığı yapısal eşitsizliklerin giderilmesi, kamu hizmetlerinin yaygınlaştırılması, toprak reformu, konut, sağlık ve eğitim alanlarında eşitliğe dayalı düzenlemelerin tesis edilmesi yer almıştır. Mandela bu süreçte, Güney Afrika toplumunu “gökkuşağı ulusu” olarak tanımlayarak, farklı kimliklerin bir arada yaşayabileceği bir toplumsal yapı hedeflemiştir. Siyasal retorikte ve uygulamada uzlaşı, karşılıklı tanıma ve çoğulculuk ilkelerine vurgu yapmıştır.

Mandela Cumhurbaşkanlığı Döneminde Bir Papazla (Long Walk to Freedom).【8】
Mandela’nın en çok tartışılan politik girişimlerinden biri, 1995 yılında kurulan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu (Truth and Reconciliation Commission) olmuştur. Başpiskopos Desmond Tutu’nun başkanlığında çalışan komisyon, Apartheid dönemi boyunca devlet ya da direniş örgütleri tarafından işlenen insan hakları ihlallerinin belgelenmesini, mağdurların dinlenmesini ve bazı koşullarda faillerin itiraf yoluyla af almasını öngörmüştür. Komisyon, klasik ceza adaletinden ziyade geçiş dönemi adaletini esas alarak geçmişle yüzleşme sürecini yönlendirmeyi amaçlar.
Ekonomik alanda ise Mandela hükûmeti, Apartheid sonrası dönemde uluslararası yatırımı teşvik etmeye yönelik liberal piyasa odaklı politikaları benimser. Bu yaklaşım, bazı sol muhalefet çevrelerince yeterince radikal bulunmasa da iç savaş riskini azaltmaya ve makroekonomik istikrarı korumaya yönelik bir strateji olarak savunulmuştur.
Dış politikada Mandela, Güney Afrika’nın kıta ve dünya siyasetindeki rolünü yeniden tanımlamaya çalışmıştır. Özellikle Afrika Birliği, Bağlantısızlar Hareketi ve Birleşmiş Milletler gibi yapılar içinde aktif diplomasi yürütmüştür. Burundi’deki iç savaşa yönelik arabuluculuk girişimleri bu dönemde başlamıştır. Bu dönemde Mandela, kamu görevini sınırlı bir dönem için yürütmeyi tercih ettiğini açık biçimde ifade eder. 1996 yılında, Apartheid rejiminin tüm kalıntılarını tasfiye etmeye yönelik yeni bir anayasa kabul edilir. 1999 yılındaki seçimlerde aday olmayarak görevini bırakır ve yerine ANC’nin adayı Thabo Mbeki geçer.
Mandela’nın beş yıllık cumhurbaşkanlığı süreci, siyasal geçişin hukuki temellere oturtulduğu, etnik ve ırksal çatışmaların kontrol altına alındığı ve demokratik kurumların inşa edildiği bir dönemi temsil etmiştir. Görev süresi boyunca uzlaşıyı öncelikli kılan bu yaklaşım, sonraki dönemlerde hem olumlu miras hem de sınırlı dönüşüm eleştirileriyle birlikte değerlendirilmiştir.
Aktif Siyaset Sonrası Dönem ve Mirası
Nelson Mandela, 1999 yılında cumhurbaşkanlığı görevinden ayrıldıktan sonra, kamu görevinden çekilmiş olsa da ulusal ve uluslararası ölçekte sembolik etkisini korumaya devam etmiştir. “Emeklilik” ilanı, siyasi karar alma süreçlerinden uzaklaşmak anlamına gelse de özellikle insan hakları, HIV/AIDS ile mücadele ve barışçıl arabuluculuk alanlarında etkili bir figür olarak varlığını sürdürmüştür.

Mandela ve Çocuları (Long Walk to Freedom).【9】
2000’li yılların başında Güney Afrika, HIV/AIDS salgınıyla mücadelede gecikmeli tepkilerle karşı karşıyayken Mandela, kişisel etkisini kullanarak bu alandaki toplumsal sessizliği kırmaya çalışmıştır. 2005 yılında oğlunun AIDS kaynaklı sağlık sorunları nedeniyle hayatını kaybettiğini kamuoyuyla açıkça paylaşması, hastalığa dair damgalamayı azaltma yönünde önemli bir kırılma oluşturmuştur. Mandela bu dönemde, özellikle kırsal kesimlerde HIV/AIDS bilincinin artırılmasına yönelik çalışmalarda aktif rol almıştır.
Diplomasi alanında da belirgin girişimlerde bulunan Mandela, 2000’li yıllarda Burundi’deki iç savaşa çözüm bulma amacıyla yürütülen barış görüşmelerinde arabuluculuk yapar. Bu süreçte, daha çok gözlemci ve kolaylaştırıcı rolünü üstlenir; çatışan tarafları masa etrafında bir araya getirme çabası, Güney Afrika’nın yeni dış politikasında yumuşak güç kullanımının ilk örneklerinden biri olarak değerlendirilmiştir.
Mandela'nın Ahmet Kathrada ile Röportajı (Nelson Mandela Foundation).
2007 yılında Mandela, dünya çapında krizlere müdahale etmeyi hedefleyen The Elders adlı bağımsız liderler grubunun kuruluşuna öncülük etmiştir. Aralarında Desmond Tutu, Kofi Annan ve Gro Harlem Brundtland gibi isimlerin de bulunduğu bu grup, barış, adalet ve insan hakları temelli girişimlerde bulunmayı amaçlamıştır. Mandela bu oluşumla birlikte, kişisel mirasını kurumsal bir yapıya aktarmanın yollarını aramıştır.
Ayrıca bu dönemde Mandela’nın vakfı olan Nelson Mandela Foundation, hem onun kişisel arşivlerini kamuya açmak hem de toplumsal hafızayı güçlendirmek adına birçok yayın ve etkinlik düzenler. Bu çerçevede Mandela’nın mektupları, konuşmaları ve özlü sözlerinden oluşan derlemeler yayımlanır. Mandela’nın kendi adını taşıyan ve her yıl 18 Temmuz’da düzenlenen Mandela Günü, gönüllü toplumsal hizmet faaliyetlerinin teşvik edildiği bir etkinlik hâline gelir.

Mandela Torunuyla (Long Walk to Freedom).【10】
Aktif siyaset sonrası dönemde Mandela, aynı zamanda Güney Afrika’daki yeni siyasal liderliği kamusal alanda zaman zaman eleştirmiştir. Özellikle başkan Thabo Mbeki’nin AIDS politikalarına dair suskunluğu ve başkan Jacob Zuma döneminde yaşanan yolsuzluk iddiaları karşısında rahatsızlığını dolaylı yollardan ifade etmiştir. Ancak bu eleştiriler, doğrudan siyasi müdahale niteliğinde değil, demokratik denetim çerçevesinde yorumlanabilecek açıklamalardır.
2004 yılında, kamuya yönelik etkinliklerden tamamen çekildiğini ilan eden Mandela, “Artık beni aramayın, ben sizi ararım.” sözleriyle son kez halkın karşısına çıkmıştır. Bu süreçten sonra kamusal görünürlüğü giderek azalmış ancak yerel ve küresel düzeydeki etkisi, ölümüne dek sürecek şekilde devam etmiştir.
Eserleri ve Mirası
Nelson Mandela’nın siyasal yaşamı boyunca ürettiği metinler, konuşmalar ve yazışmalar, hem çağdaş Güney Afrika tarihine ışık tutması hem de evrensel değerleri içermesi bağlamında değer görmüştür. Bu yazılı miras, yalnızca siyasal söylemlerle sınırlı kalmamış; bireysel ahlak, demokrasi anlayışı, özgürlük kavrayışı ve uzlaşı ilkeleri gibi meseleler de konu başlıkları arasında yer almıştır.
En bilinen eseri olan Long Walk to Freedom (Özgürlüğe Giden Uzun Yol), Mandela'nın otobiyografisi niteliğindedir. 1994 yılında yayımlanan bu eser, çocukluğundan 1990'daki serbest kalışına kadar geçen dönemi kapsamlı biçimde ele alır. Mandela, kitapta kişisel deneyimleriyle Güney Afrika’nın siyasal tarihini iç içe sunar; özellikle hapis yıllarında yaşadığı dönüşümü, toplumsal eşitlik fikrine olan bağlılığını ve liderlik anlayışını ayrıntılarıyla aktarır. Bu metin, yalnızca bir hayat hikâyesi değil, aynı zamanda Apartheid karşıtı mücadelenin içeriden bir anlatımıdır.
İkinci önemli kaynak, No Easy Walk to Freedom adlı derlemedir. Bu çalışma, 1950’li ve 1960’lı yıllarda kaleme aldığı yazılar, konuşmalar ve demeçlerden oluşur. Apartheid sistemine karşı yürütülen mücadeledeki stratejik yönelimler, örgütsel analizler ve taktik tartışmalar bu metinlerde belirgin şekilde görülür. Bu eser, Mandela’nın gençlik dönemindeki politik çizgisinin ve radikal eğilimlerinin belgelenmiş hâlidir.
Mandela’nın düşünsel üretimi yalnızca kitaplarla sınırlı değildir. Hapishane yıllarında kaleme aldığı çok sayıda mektup, özellikle Letters from Prison adıyla yayımlanan derlemelerde toplanmıştır. Bu yazışmalar hem ailesiyle olan kişisel ilişkisini hem de örgütsel bağlılığını yansıtır. Aynı zamanda tutukluluk koşullarının insan psikolojisine etkileri ve direnç kapasitesi üzerine dolaylı analizler içerir.
Nelson Mandela By Himself adlı yetkili alıntı kitabı, onun farklı dönemlerde yaptığı konuşmalardan ve yazılarından derlenen 2000’i aşkın sözü içerir. Bu seçki, Mandela’nın karakter, liderlik, uzlaşı, özgürlük, eşitlik, hukuk, demokrasi ve ırkçılık gibi temalara dair görüşlerinin yıllar içinde nasıl evrildiğini gösterir.
Düşünsel mirasında öne çıkan ilkelerden biri uzlaşı ve karşılıklı tanımadır. Mandela, geçmişle hesaplaşmanın intikam duygusuna dayanmaması gerektiğini, aksine bu sürecin toplumsal bütünleşmeyi hedeflemesi gerektiğini savunmuştur. Bu yaklaşımıyla geçiş dönemi adaletinin uluslararası literatürüne katkıda bulunmuştur.
Diğer bir temel ilke ise özgürlük kavrayışının kolektif niteliğidir. Mandela, bireysel özgürlüğün, toplumsal eşitlik gerçekleşmeden tam anlamıyla mümkün olamayacağını vurgulamış; bu yönüyle özgürlük anlayışını yalnızca hukuksal değil, yapısal koşullarla ilişkili bir çerçeveye oturtmuştur.
Mandela'nın eserlerinde demokratik değerlerin kurumsallaşması, anayasalcılık, ırklar arası eşit yurttaşlık ve siyasal etik temaları sürekli vurgulanır. Düşünsel mirası, yalnızca Güney Afrika bağlamında değil, küresel demokratik dönüşüm arayışları içinde de referans niteliği taşır.
Ölümü ve Ardından Gelen Yansımalar
Nelson Mandela, uzun süredir devam eden solunum rahatsızlıkları nedeniyle 5 Aralık 2013 tarihinde, Johannesburg’daki Houghton semtindeki evinde, 95 yaşında hayatını kaybetmiştir. Ölüm haberi dünya genelinde geniş yankı uyandırmıştır. Hem yerel yönetim hem de uluslararası kurumlar, Mandela’nın yaşamını ve mirasını anmak üzere kapsamlı etkinlikler düzenlemiştir. Güney Afrika hükûmeti, ölümünün ardından 10 günlük resmî yas ilan etmiştir.
Mandela için düzenlenen anma törenleri arasında en geniş katılımlı olanı, 10 Aralık 2013 tarihinde Soweto’daki FNB Stadyumu’nda yapılmıştır. Bu törene, aralarında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Amerika Birleşik Devletleri, Brezilya, Küba, Hindistan, Çin, Almanya ve Fransa liderlerinin de bulunduğu 90’ı aşkın ülkeden devlet başkanı ya da üst düzey temsilci katılmıştır. Etkinlikte Mandela’nın mücadele arkadaşları, ailesi ve çok sayıda dinî ve sivil toplum temsilcisi de hazır bulunmuştur. Mandela’nın naaşı, üç gün boyunca Pretoria’daki Union Buildings’te halkın ziyaretine açık tutulduktan sonra, doğduğu bölge olan Qunu’da toprağa verilmiştir.
Mandela’nın ölümü, tarihsel bir dönemin kapanışı olarak da yorumlanmıştır. Apartheid karşıtı mücadelenin canlı tanığı olan bir kuşağın son temsilcilerinden biri olarak onun ölümü, geçmişle yüzleşmenin yeni biçimlerini gündeme taşımıştır. Bu bağlamda Mandela’nın siyasal mirası, hem Güney Afrika’nın iç dinamikleri hem de küresel demokratikleşme süreçleri açısından yeniden değerlendirilmeye başlanmıştır.
Mandela'nın Teşekkür Mesajı (Nelson Mandela Foundation).
Mandela sonrası dönemde, Güney Afrika'daki siyasal atmosfer belirgin biçimde değişmiştir. Onun uzlaşmacı çizgisini sürdürenlerin yanı sıra, sosyal adaletin yeterince tesis edilemediğini savunan eleştiriler de artar. Yoksulluk, işsizlik, gelir eşitsizliği ve kurumsal yolsuzluk gibi yapısal sorunlar, Mandela'nın mirasıyla bugünkü pratikler arasında bir gerilim zemini oluşturmuştur. Bu durum, Mandela’ya duyulan saygının toplumsal eleştirilerle birlikte anılmasına yol açar.
Uluslararası düzeyde Mandela'nın adı, barış, özgürlük, ırk eşitliği ve insan hakları kavramlarıyla özdeşleştirilmeye devam etmiştir. 2009 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Mandela'nın doğum günü olan 18 Temmuz’u “Uluslararası Nelson Mandela Günü” ilan etmiştir. Her yıl bu tarihte, bireylerin ve kurumların gönüllü toplumsal katkılarını teşvik eden etkinlikler düzenlenmektedir. Bu gün, Mandela’nın “her birey dünyayı değiştirme gücüne sahiptir” yönündeki anlayışının evrensel bir temsili hâline gelmiştir.
Mandela’nın ardından oluşan kamuoyu belleği yazılı belgeler, konuşma kayıtları, fotoğraflar ve mekânsal miras üzerinden de inşa edilmiştir. Johannesburg’daki Nelson Mandela Foundation, Qunu’daki anıt mezar, Robben Adası’ndaki cezaevi hücresi gibi mekânlar, kamusal hafızanın taşıyıcıları olarak işlev görmektedir. Mandela'nın yaşamı, siyasal dönüşümün sınırlarını tartışmaya açan çok katmanlı bir miras olarak değerlendirilmeye devam etmektedir.



